Kaşağı Kitap Özeti

Kaşağı

Türk hikayeciliğinin önde gelen isimlerinden olan Ömer Seyfettin’in en bilinen hikayelerinden biri bu kitaptır. Ömer Seyfettin Kaşağı adlı öyküsünde okuyuculara fakat özellikle de çocuk yaştaki okuyucularına kolay ve hafife alınan bir konuda yalan söylemenin bile çok büyük zararlara sebep olabileceğini aktarmak ve öğretmek istemiştir. Bu kitapta kendi meydana getirdiği hatanın suçunu kardeşine atan ve onun ölmesinden sonra da vicdan azabı duyan ve bu vicdan azabı duygusu içini yiyip bitiren, hayatı karman çorman olan Ömer’in yaşadığı dram ve hissettikleri anlatılmaktadır. Kaşağı isimli bu kitapta ayrıca Ömer Seyfettin’in diğer öyküleri de yer almaktadır. Bunlar Çakmak, Külah, Aşk ve Ayak Parmakları, Hürriyet Bayrakları, Rüşvet, Bahar ve Kelebekler, Kütük, Keramet, Kesik Bıyık, İlk Cinayet, Bir Kayışın Tesiri, Pembe İncili Kaftan, Pireler

KİTABIN KONUSU

Ömer Seyfettin’e ait en sevilen ve beğenilen hikayelerden biri olan Kaşağı okuyuculara dramatik bir öykü okuma fırsatı vermektedir. Basit de algılansa ve çok fazla ciddiye de alınmasa söylenmiş bir yalanın insanın yaşamında ne kadar derin ve kapanması zor yaralara sebep olabileceğini anlatmaktadır. Ömer isimli bir çocuğun söylediği yalan ile beraber hikaye başlamaktadır. Ömer, kendisine ait bir suçu kardeşine iftira atarak onun üzerine atmış ama kardeşinin ölmesi ile birlikte seneler sürecek ve tüm hayatını baştan sonra değiştirecek olan duyduğu vicdan azabı ile devam ettirmek zorunda kalacaktır. Artık bu vicdan azabı hissi onun hayatını değiştirecektir ve bu his ile yaşamaya mecbur kalacaktır.

KİTABIN ÖZETİ

Kestane ağaçlarının içinde kaybolmuş vaziyette gibi görünen bir ev ve bu evin içerisinde geniş ahırı ile avlusunda beraber oynayan iki çocuk abisi ile Hasan… At bakıcıları Dadaruh ile beraber atlar ile ilgilenirler ve onların bakımını yapıp ihtiyaçlarını giderirler. O ahırın avlusunda durup oynamak da onların en sevdikleri şeylerin başında gelmektedir. Anneleri İstanbul’a yolculuk ettiğinde bu iki kardeş de Dadaruh’un peşinden ayrılmaz. Ahırı süpürmek ve temizlemek, atların yemini hazırlamak ve vermek, gübreleri süpürmek, bu iki kardeş açısından oyunlardan bile daha eğlenceli olan aktivitelerdir. Fakat bunların arasında en çok sevdikleri iş Dadaruh’un elinde dolaştırdığı kaşağıyı benzeri olmayan bir tını ile atların üzerinde gezdirerek onları tımar eylemesidir. Özellikle Hasanın abisi bu olaya oldukça meraklıdır ve yapmayı çok istemektedir.

Fakat tımar için yaşı tutmamaktadır. Yaşı çok ufak olduğu için bu işi başaramamaktadır. Günlerden bir gün Dadaruh ile Hasan’ın derenin etrafında olduğu bir anda Hasanın abisi annesinin İstanbul’dan armağan olarak gönderdiği kaşağıyı arayıp görmüştür. Atları tımar etmek için Sarı renkli tosunun yanına ilişmiştir. Kaşağıyı Sarı tosunun sırtına değdirmeye başlamıştır. Hayvan bu olay sonucunda huysuzlanmaya başlar. Hasan’ın abisi atın canının acıdığını düşünmüştür. Kaşağı’ya göz gezdirir ve kaşağının sivri olan dişlerini atın canını acıtan sebep olduğunu düşünür. Kaşağıyı eline alır ve onu taşlara sürter. Ucunu körelttikten sonra kaşağının dişleri eskisi gibi kalmaz ve bozulur. Kaşağıyı tekrar atların sırtına değdirip sürer fakat bu kez atlar yerinde durmayıp daha çok tepki belirtmeye başlar. Hasan’ın abisi bu duruma çok sinirlenir.

Dadaruh’un gözünden sakındığı ve kullanmaya kıyamadığı annesinden armağan olan kaşağıyı alıp taş yardımı ile ezer. Kaşağı artık kullanılmaz bir haldedir. Her sabah olduğu gibi o sabah da ahıra giren babaları kaşağının o halini görünce Dadaruh’u çağırıp taşın neden bu halde olduğunu sorar. Dadaruh ise çok şaşkındır. Kaşağının bu halinin sebebini bilmediğini söyler. Babasının bakışları Hasan’ın abisine yönelir. Hasan’ın abisi babasından çok fazla korkmaktadır. Bu duyduğu korku sebebi ile de kaşağıyı kendisinin değil kardeşi Hasan’ın bu hale getirdiğini söylemiştir. Hasan durumdan habersizdir. Hasan’ı ahıra çağırırlar ve kendisine kaşağının gösterilip doğrusunu söylemesi konusunda cümleler sarf edilince kaşağıyı kendisinin bu hale getirmediğini ve durumdan haberi olmadığını dile getirir. Babası Hasan’ın doğru söylemediğine inanır ve bu duruma daha çok sinirlenir. Ona tokat atar ve onun bir daha ahıra girmesini yasak kılar.

Hasan bundan sonra ahıra adım atmayacaktır ve dadıları ile evde oturacaktır. Dadısının ismi Pervin’dir. Anneleri İstanbul’dan dönmüştür. Fakat bu durum da Hasan’ın affedilmesini sağlayamaz. Hasanın yalancılığı annesi ve babasının hiç aklına gelmez. Onun yalancı olduğunu düşünmezler. Ertesi sene anneleri yaz mevsiminde tekrar İstanbul’a yolculuk eder. Hasan’ın ahıra girme izni hala yoktur. Abisine atların nasıl olduğunu sorar. Hasan bir gün tekrar hastalanır ve kendisine kuş palazı teşhisi konmuştur. Birçok müdahalede bulunulsa da Hasan’ın durumu çok kötüdür. Ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Hasan’ın durumundan haberi olan abisinin içini vicdan azabı kaplamıştır. Ağır bir vicdan azabı yükünün altındadır. Doğruyu söylemekten yine çekinmeye devam etmektedir. Fakat Pervin’in yanına gidip her şeyi anlatır. Hasan’ın suçsuz olduğunu, kaşağıyı o hale getirenin kendisi olduğunu ve kardeşine iftira attığını anlatır. Pervin ona uyuması gerektiğini söyler ve sabahı bekleme konusunda kendisini ikna eder. Abisi sabahı zor eder. Sabah odasına girdiği esnada kardeşinin öldüğünü ve başında imam ile babasının yer aldığını görür. Hasan vefat etmiştir ve artık iş işten geçmiştir.

KARAKTERLER

Hasan

Hasan’ın ağabeyi

Pervin

Baba

Dadaruh

Anne

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

ÖMER SEYFETTİN

Ömer Seyfettin 11 Mart 1884 tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesinde dünyaya gözlerini açmış bir hikayecidir. 6 Mart 1920 senesinde İstanbul’da ve daha 36 yaşında iken hayata gözlerini yummuştur. Milli Edebiyat Akımının ve Çağdaş Türk Hikayeciliğinin kurucuları arasında yer almaktadır. Babası Kafkas göçmenlerinden olan Yüzbaşı rütbeli Ömer Şevki Bey’dir. Eğitim hayatına Gönen’de başlamıştır. Babasının görevi sebebi ile sürekli halde yer değiştirme ihtimali ile karşı karşıya kaldıklarından annesi ile beraber İstanbul’a gitmişlerdir. 1892 senesinde Aksaray’da bulunan Mekteb-i Osmaniye’ye kayıt olmuştur. 1896 senesinde Eyüp’te bulunan Baytar Rüşdiyesini tamamlamıştır. Edirne Askeri İdadisini bitirdikten sonra da 1903 yılında İstanbul’da bulunan Mektebi Harbiye’yi bitirip mezuniyetini gerçekleştirmiştir. Teğmen yani mülazım rütbesi ile orduya giriş yapmıştır. İzmir zabitan ve efrat mektebinde bir dönem öğretmen olarak görev almıştır. 1908 yılında merkezi Selanik’te bulunan 3. Orduda görev almaya başlamıştır. 1911 yılında ise ordudan ayrılması gerçekleşmiştir fakat balkan savaşı meydana gelince tekrar askere dönmüştür. Yunan ile Sırp cephelerinde görev alarak savaşmıştır. Yanya Kalesini savunurken Yunanlı askerlere esir düşmüştür. 1 sene tutsak kalmıştır. Bundan sonra da İstanbul’a dönüşü gerçekleşmiştir. Türk Sözü isimli derginin kısa bir dönem baş yazarlığı ile uğraşmıştır. Kabataş Lisesine 1914 senesinde Edebiyat öğretmeni olarak ataması gerçekleşmiştir. Yazı yazmaya da Edirne’de geçirdiği öğrencilik esnasında başlamıştır. Selanik’te yayımlanmış Genç Kalemler isimli dergide yazılar yayınlamış ve bu yazılar ile ün kazanmıştır. Yazılarında kullandığı dil sade ve yalın, halkın konuştuğu dildir ve böyle olması gerektiğini savunmuştur. Ali Canip Yöntem ile Ziya Gökalp ile beraber Milli Edebiyat Akımının öncülüğünü devam ettirmiştir. Ömer Seyfettin olay hikayesinin kurucusudur. Olay hikayesine Maaupassant tarzı hikaye de denmektedir. Realizm etkisi öykülerinde çok fazla görülür.

Kardeşimin Hikayesi Kitap Özeti

Kardeşimin Hikayesi

Serenad’ın yaşattığı etkinin aşağısında kalmamış, çarpıcı bir romandır. Her şey sessiz ve sakin yaşanılan balıkçı köyünde kadının birinin genç yaşında cinayete maruz kalmasıyla başlar. Dünyadan uzaklaşmış ve hiçbir şeye karışmayan zamanında inşaat mühendisliği yapmış adamla, oldukça genç oluşu ve güzelliğiyle dikkat çeken, merak duygusu fazla olan sorgucu özelliği ön planda gazeteci kızın karşılaşıp tanışması da bu cinayet olayıyla sağlanır. Bu romanda kurgu ve gerçek karışmış adeta birbirlerinin yerine geçmiştir. Duygular en kuytu ve en karanlık köşelerde yerini alır. Hikayelerin ardı arkası kesilmez ve duygu durumunun en ıssız ve ışıksız bölgelerde canlandığı bu romanda hikayeler birbirini izler. Binbir Gece Masalı olarak bildiğimiz yapıtların modern halidir adeta. Burada Şehrazad erkektir. Aşk ve sevginin mutluluğun zirvesinde bulunan son çıkış ve varılacak son nokta olduğu görüşündekiler bir kez daha düşünmeleri için imkan yaratan Kardeşimin Hikayesi, aşkın gerçeklerine, aşkın karmaşık ve çözülmez yapısına ve aşkın yarattığı tuzak ve tehlikelerle alakalı bir çırpıda okuyabileceğiniz tutkulu ve heyecanı dorukta bırakan bir romandır. Tutku ve ihtiras dolu bu hikayede, hikaye içinde hikayelerin yer aldığını görmek mümkündür. Yazar bu roman ile okurların beğenisini kazanmış ve ona hayran olanların sayısı bir hayli artmıştır. Bu kitapta polisiye türündeki bir hikaye aşk ile karşı karşıya gelmiş ve aşkı sorgularken kendimizi de hikayenin ortasında buluşumuzun farkına varırız. Mutluluk ve aşkın iç içe olduğu fakat biz aşkın varlığını sorgularken kitap bizi olayların iç içeliği ve karmaşıklığında sürükler. Bu romanda polisiyenin içinde gizlenmiş bir aşkın öyküsü olayların birbirinin yerine geçmesiyle aktarılır.

KİTABIN KONUSU

İstanbul’un ilçelerinden birinde geçen bu roman köydeki bir cinayet mevzusunun araştırılması kendisine verilen gazeteci ile Ahmet Arslan adlı davetlinin arasında geçen olaylardır. Ahmet Bey ile gazetecinin görüşmesinin sebebi Ahmet Bey’in Arzu isimli kişinin öldürüldüğü geceye ait orada bulunan kişilerin arasında olmasındandır. Ahmet Bey ile kurulan diyaloglar onun geçmişine uğramasına yol açar. Kendi öz yaşamını anlatırken fark etmiştir ki bu muhabbet cinayetten uzaklaşmış ve kendi kardeşinin öykülerine evrilmiştir.

KARAKTERLER

Ahmet Bey: Ahmet Arslan isimli bu bey kitabın baş kahramanıdır. Cinayetin olduğu gece ölen Arzu Hanımın davet ettiği kişilerden biridir bu sebeple gazeteci cinayeti sorgulamak için köye uğradığında ilk olarak onun yanına varır. Kendisi elektrik mühendisliği yapmıştır ve emekli olmuştur.

Mehmet Arslan: Ahmet Bey ile kardeştir. Hakkındaki esaslardan ve onun bilgilerinden sıkça söz edilir. Kitabın ana teması ve işlediği konu onun kişiliği ve kim olduğuyla yakından ilişkilidir hatta bizzat kendisidir.

Kerberos: Ahmet Bey’in hayvanı olan köpektir.

Olga: Mehmet Arslan’ın sevdiği kadın

Arzu Kahraman: Öldürülen kadındır. Katilinin kim olduğu merak konusudur ve kitaptaki olay zinciri onun katilinin kim olduğuyla şekillenir.

KİTABIN ÖZETİ

Arzu Kahraman cinayete maruz kalmış ve ölmüştür. Kimsenin ummadığı bir şey gerçekleşmiştir. Sebebi belirsiz bu cinayete kurban giden Arzu Kahramanın misafirlerinden olan Ahmet Arslan cinayet işlendiği sırada oradadır. Bu yüzden diğer konuklar gibi kendisi de şüpheliler arasındadır. Gazeteci bir kız olayı sorgulamak için köye gelir ve Ahmet Bey’ uğrar. İkisi biraz tartışıp didişse de Ahmet Arslan kızın sorularına cevap veriyor. Olay hakkında konuşmaya devam ediyorlar. Kız işinde daha başarılı olmak ve mevkisini yükseltmek hedefindedir ve bu olayı da dikkatle incelemektedir. Duygusallık konusunda zayıf olan Ahmet Bey ile iletişim kurmak zor olsa da bir şekilde konuşmayı başarıyorlar. Ahmet Bey mecbur kalmadıkça herhangi biriyle konuşmayan ve olabildiğince asosyal yaşayan biridir. Zorunda olmadıkça sosyal ilişkiler kurmaz ve insanlarla konuşmaz. Katı ve içe kapanık bir kişidir. Herkesten uzakta yaşamak isteyen ve hayatını insanlardan uzakta kalarak devam ettirmek isteyen biridir Ahmet Arslan. Kız onun yanından ayrılmak istese de oradan uzaklaşıp dönmek istese de Ahmet Beyin bazı cümleleri vardır ki gazetecideki merak duygusunu hat safhaya ulaştırır ve kız orada kalmaya kendini mecbur hisseder. Duygulardan arınmış Ahmet Bey gazeteciye günler süren hikayelerini anlatmaya başlar. Daha doğrusu kardeşi Mehmet’in yaşadığı hikayeleri aktarır. On yaş civarlarındayken bir kaza sonrasında ebeveynleri olan anne ve babasını kaybetmişlerdir Ahmet ile Mehmet.  Okullarından mezun olduktan sonra Rusya’ya giderler ve orada çalışma konusunda karar kılıyorlar. Hareketliliği ve zıpırlığıyla bilinen Mehmet bir kıza aşık oluyor Rusya’da. Rusça bilmesinin sonucu onun kızla tek bir kelime dahi edememesi oluyor. Ludmilla adlı arkadaşları yardımcı oluyor ve kolay olmasa da ikisi arasındaki köprü vazifesi görmeye başlıyor, aralarındaki iletişimi sağlıyor ve söylediklerini kendi dillerine göre çeviriyor.

Olga isimli kız ve Mehmet birlikteliklerini ilerletiyorlar. Her şey güzel gittiği sırada Mehmet askerlerce alınıp hücreye hapsediliyor. Mehmet Arslan hücrede kaldığı sırada insanlığa dair her şeyi unutuyor ve kendisini tanıyamıyor. Tüm gereksinimlerini bir köşede gidermek ve tüm gününü odanın bir kenarında bulunan tahtadan yapılmış yatakta uyuyarak geçirmek zorunda kalıyor. Gün ışığının ne olduğundan bi’ haber oluyor Mehmet. Günleri ve geceleri birbirinin yerini alıyor ve gün kavramına dair bildiklerini unutuyor. Zaman terimine ait bilgisini sorguluyor. İnsanlıktan gitgide uzaklaştığını ve hayvanların yaşadığı bir hayata varmak üzere olduğunu düşünüyor. Hayvanlar gibi alışkanlıkler edinmeye başlıyor ve onlar gibi özensiz ve rastgele reflekslere sahip olduğunu düşünüyor. Bir hücrede ne kadar insan kalınabilir ki? İnsanın var oluşundaki özelliklerden kaçı kalır? Mehmet bir yabancı yardımıyla hücreden çıkıyor. Kendisini bir kadının polise ihbar ettiğini öğreniyor. Meğer Ludmilla da Olga’yı sevmektedir ve insanlığa sığmayan davranışıyla Mehmet’e yaptıklarını anlatıyor Ahmet. Mehmet olanları bir türlü kabul edemez ve bunları atlatmayı başaramaz. Kendi  hayatını bir türlü kuramaz ve düzene dair hiçbir şeyi geri kazanamaz. Ahmet bunlara dayanamaz ve initihar eder. Bu hikayeyi yaşayan Mehmet’tir. Anne ve babası ölen Mehmet aslında kazada Ahmet’i de kaybetmiştir. Rusya’da yaşananlardan sonra ise ölen Ahmet’in adını almak istemiş ve o adı alınca bir köye yerleşip kimseye karışmadan ve herkesten uzakta yaşamını sürdürmüştür.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

Ömer Zülfü Livanelioğlu, 1946 senesinde Konya’da dünyaya gözlerini açmıştır. Bu ailenin büyük dedesi olan Ömer Efendi isimli kişi büyük savaşlarda görev yapmıştır. Zülfü Livaneli, Fairfox Konservatuarından mezun olmuştur. Bağlama çalmayı bilmektedir ve bunu eniştesinden öğrenmiştir. Müzik ile alakalı çok alanda ödüllere layık görülmüştür. Eserlerini birçok sanatçımız ve yabancı sanatçılar yorumlamıştır. Türkiye’de kültür ve sanat alanında olduğu gibi politikada da önemli bir isimdir. Sanat hayatı süresinde birçok beste yazmış ve otuza yakın film müziği sunmuştur. Birden Türkiye’den ayrılmış ve İsveç’e sürgün edilmiştir. Sanatçılık dışında birçok işle de meşgul olmuş bulaşıkçılık gibi birçok meslek edinmiştir. Türkan Şoray ile tanışmak onun en büyük hayalidir. Dört film yönetmiştir. Filmleri çok sayıda ülkede yayınlanmış ve izleyiciyle buluşmuştur. Eşi Ülker Hanım’dır ve bir kız evlada sahiptir. Uluslararası alanda da tanınmıştır ve saygı görmüştür.

Karatay Diyeti Kitabı Kitap Özeti

Karatay diyeti kitabı

Karatay diyeti kitabı diğer diyet kitapları gibi değildir onlardan farklıdır. Klasik diyet kitaplarına benzemez. Diğer diyet kitaplarında yer alan iki yemek kaşığı, kibrit kutusu gibi saçma ve gereksiz ölçüler ile insanları sınırlandırmaz ve onlara stres yaşatmaz. Karatay diyeti yaşam biçimi oluşu ile dikkat çeker. Senelerdir pazarlanan ve anlatılan beslenme uygulamalarından farklıdır ve önerilen diyet listeleri ile o balonları adeta patlatmaktadır. Doğru beslenmenin doğru ifadesinin vücut bulmuş halidir. Beslenme ile beraber hormonsal ya da hücresel işletim düzenlerinin sahip olduğu bozuklukları ile arasındaki bağlantıya odaklanıyor. Profesör Doktor Canan Efendigil Karatay, kilo vermenin esas yollarını öğretiyor ve hiç zorluk çekmeden kilo vermenin ve zayıf kalmanın detaylarını ve yöntemlerini açıklıyor. Hepimiz senelerdir içerisinden çıkılmama haline bürünen döngüden, kilo alıp verme konusundaki endişeden ve üzüntüden kurtarıyor.

Üstelik bunun yanında sürprizler de sunmakta. Onun uyguladığı düzende kalori hesabı yapmak diye bir şey yer almıyor ve diyet ürünlerini takip etmekten de uzak duruyor. Süt, balık, et, yoğurt, yumurta, tereyağı gibi hayvansal gıdalar ile bakliyat, sebze, meyve, kuruyemiş, turşu gibi yiyecekleri kullanıyor ve kullandırtıyor. Sürekli halde kilo almak ve kilo vermek döngüsü içinden çıkılmaz bir hal alır ve insanları strese sokar. Kimse bu durumu yaşamak ve en çok da tekrar tekrar yaşamak istemez. Bu dertten muzdarip olan pek çok insan da mevcuttur. Zayıflamak ve istediğiniz kiloda devam etmek istiyorsanız zayıflarken bitkinlik ve halsizlik, yorgunluk ve isteksizlik yaşamadan, enerji dolu ve mutlu bir şekilde yaşamayı istiyorsanız, unutkanlık yaşamak istemiyorsanız, düşünce ve fikirlerinizin netleşmesini istiyorsanız ve herhangi bir yaptığınız işte odak güçlüğü çekmek istemiyor ve konsantrenizi hızlı bir şekilde gerçekleştirmeyi arzuluyorsanız bu kitabı okumanız gerekmektedir. Canan Karatay bu kitabında sadece zayıflama yöntemlerini değil sağlıklı beslenmeyi ve sağlıklı beslenme düzenini yaşam şekli haline getirmenizi hedeflemektedir. Yazdığı diyetler de buna uygundur ve sürdürülebilir diyetlerdir. Aç kalmaktan uzak ve açlık hissetmekten de uzaktır bu diyetler. Sağlıklı gıdalar tüketerek ve karnınızın bu şekilde doyması planlanarak hazırlanmış diyet listelerine uymak sizi daha sağlıklı yapacak ve dinç hissetmenizi sağlayacaktır. Buna diyet gözünden ziyade bir yaşam stili bakış açısı ile yaklaşılması daha doğrudur. Diğer diyetlerden farklı olarak şok diyetlere veya vücudunuzun dengesini bozacak uygulamalara yer vermekten kaçınır. Zaten bahsedilen o diyetlerin de sürdürülebilirliği uzun zamanda mümkün değildir.

KİTABIN KONUSU

Kilo vermenin ve zayıf kalmanın püf noktalarından bahseder ve kişinin istediği kiloya düşmesini en doğru adımlarla sağlamak için tavsiyeler verir.

KİTABIN ÖZETİ

Canan Efendigil Karatay bu kitabı yazarken diğer diyet kitapları gibi cümleye başlamıştır ve bunun klasik bir diyet kitabı olmadığı konusunda bilgilendirme yapmıştır. Daha sonra da tüm diyet teorilerini çürüterek devam etmiştir. Kitap diğer diyet kitaplarından farklı değildir yani en azından sağlıklı beslenerek nasıl zayıflayabileceğiniz ya da kilonuzu koruyabileceğiniz hakkında çeşitli bilgiler sunmaktadır. Canınızın istediği şeyleri tüketebilirsiniz ama her şey bir mantık çerçevesinin içerisinde yer alır ve siz bu çerçevenin dışına çıkmadan devam ederseniz ideal kilonuza erişir ve orada kalırsınız. Bilimsel açıdan neyi tüketmek istiyorsanız tüketin vücudunuzun yaktığı hareketlilik oranı yani o günde toplam olarak harcadığınız enerjiye karşılık gelenden daha çok besin almışsanız bu size kilo olarak döner. Bu bilimsel bir gerçektir. Karatay diyeti de bu konuya daha değişik bir açıdan yaklaşarak bir yenilikmiş gibi sizlerle paylaşıyor. Bu diyette sızma zeytinyağı kullanılmış her çeşit sebze yemekleri tüketilebilir. Bakla, kalye, fasülye çeşitleri, kabak gibi sebze yemekleri tüketilebilir. Bir tabak kıyma içeren kuru ya da taze olan sebze yemeği tüketilebilir. Makarna, pirinç pilavı gibi yemekler ile ekmek yemek yasaktır. Yoğurt ile salatalara her çeşit kekik, maydanoz, taze ya da kuru nane, fesleğen gibi çeşitli otlar ilave edilebilir. Yemeklerda ya da salatalarda soğuk sıkım olan zeytinyağı tüketilebilir. Mısır özü ile Ayçiçek yağı gibi yağlar yemeklerde kullanılmayacaktır. Margarin kullanımına da izin yoktur.  Doğal tereyağ kullanılması serbesttir.  Bal, reçel ve pekmez gibi tatlı gıdalara izin yoktur. Tatlı, çay ve kahve gibi içeceklere tatlandırıcı eklenmesi yasaktır. Paket üzerinde diyet ürünü yazan gıdalar tüketilmeyecektir. Bunlar çikolata, bisküvi gibi ürünlerdir ve tüketilmesi yasaktır. Gazlı içecek, diyet içecekleri gibi sıvılar alınmayacaktır. Keten tohumu ile balık yağı yani omega 3 kullanılması faydalıdır. Susam da keten tohumu gibi faydalıdır ve onun yerine de yemeklere katılabilir. Yenilen yiyeceğin doğal olmasına özen gösterilmelidir.  İşlenmiş yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Tuz miktarı azaltılmalıdır. Çok fazla miktarda meyve ve meyve suyu tüketimi yapılmamalıdır. Göbek yağlanmasından uzak durulmalıdır. Her gün 2 veya 2 buçuk litre taze limon içeren su içilmesi gerekmektedir. Her gün 40-50 dakika hızlı adımlarla yürüyüş yapılması tavsiye edilmektedir. Veya diğer aktiviteler de yapılabilir buna ip atlamak, dans etmek gibi aktiviteler örnek gösterilebilir. Tüketilen omega 3 kapsüllerinin içerisinde asla omega 6 yağı olmamalıdır ve buna dikkat edilmelidir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

Canan Karatay 2 Mart 1943 senesinde doğmuştur. Elazığ’da dünyaya gelmiştir. 1961 senesinde Üsküdar Amerikan Kız Lisesini bitirmiştir ve ardından 1967 senesinde de İstanbul Üniversitesi Tıp fakültesinde eğitimini tamamlamıştır. 1972 senesinde İstanbul Üniversitesi Tedavi Kliniğinde iç hastalıkları uzmanlığına ait eğitimini tamamlayarak noktalandırmıştır. İngiliz hükümeti bursu almıştır ve burs ile Liverpool Regional Cardiac Center’da eğitime başlamıştır. Bu eğitim kardiyoloji bölümündeki uzmanlık üzerinedir. 1974 ile 1976 seneleri arasında İstanbul üniversitesinde çalışmıştır. Görevi de Tedavi kliniğinde baş asistanlıktır. Bu esnada Türkiye’de cerrahi yardım almadan bir kardiyolog olarak ilke imza atmıştır. Geçici ve kalıcı kalp pişi implantasyonu tekniğini başarı ile denemiş ve uygulamayı tamamlamıştır. Koroner Yoğun Bakımda bir teknik geliştirmiştir. Bu tekniğin ismi de Vena Subklavya Ponsiyon’ dur. İstanbul üniversitesinde kardiyoloji enstitüsünde cape townda öğrenimini aldığı femoral arter yolundan faydalanılarak yapılan koroner anjiyografi tekniğini uyguladı ve bu uygulama yine ülkemizde ilk kez yapılmıştır. Bu uygulamayı ülkemize koydu. 1987 ile 1995 seneleri arasında State University of New York Health Science’de bulunan kalp hastalıkları konusunda araştırmalar ve incelemelere imza atmıştır. 1995 ve 1997 seneleri arasındaki 2 yıllık süreçte de İstanbul ve Gaziantep’de yer alan birden fazla hastanede koroner anjiyografi laboratuvarı ve koroner yoğun bakım laboratuvarını meydana getirmiştir ve kurulmalarını sağlamıştır. 1997 ve 2002 seneleri arasında Yeditepe Üniversitesinde öğretmenlik yapmıştır. Burada tıp fakültesinde görev almıştır. 2002 ve 2006 seneleri arasında Kadir Has Üniversitesindeki Tıp fakültesinde aynı görevi üstlenmiştir. 2006 ve 2010 seneleri arasında Türkiye’deki ilk ve tek olan sağlık üniversitesi niteliğindeki İstanbul Bilim üniversitesinde yer aldı. Burada rektör olarak bulunmuştur. İstanbul Bilim üniversitesinde iç hastalıkları ve kardiyoloji bölümlerinde eğitim vermekte ve öğretim görevlisi olarak görev almaya devam etmektedir. Canan Efendigil Karatay, Ali Başak Karatay ile hayatı paylaşmaktadır. Bir tane de oğulları vardır.

Karamazov Kardeşler Kitap Özeti

Karamazov Kardeşler

Karamazov Kardeşlerdeki uyarlamanın baba tipi karakterinin gerçek hayattaki babasının olduğu düşülmektedir. Dostoyevski’nin babası ile olan özelliklerinin benzerlerini romandaki karakter ile uyuşmaktadır.

Karamazov Kardeşler Özeti

Fyodor adında bir genç zengin bir adamın kızı ile evlenmiştir. Fyodor Pavloviç Karamazov kendisinden kötülük babında şeyler beklenebilecek potansiyelde birisidir. İlk evliliğinden bir tane oğlu olur. Karısının tüm mallarını kendi üzerine çeker. Ardından kadına o kadar kötü davranır ve kadın bunlara dayanamaz ve çekip gider. Kadıncağız yokluk ve sefalet içerisinde ölür. Adam bu seferde ikinci karısı ile evlenir. Bu kadıncağıza da türlü eziyetleri vardır. Bu karısından da iki tane oğlu olur. İvan ve Aleksi adından iki tane daha oğlu olmuştur.

Karısı bu adamın zulümlerine artık dayanamaz hale gelir ve ölür. Fyodor kasabadaki genç ve saf bir kızın ırzına geçer. Ardından kız hamile kalır ve doğumda çocuğu doğurur iken ölür. Bu genç kadından da Smerdyakov adında bir tane daha oğlu olur. Büyük ilk üç çocuk akrabaları ile büyür. Dimitri oğlu 27 yaşında olup, İvan 24 yaşında ve Aleksi ise 20 yaşındadır.

Dimitri olan oğlu ise Subay’dır. Ama mesleğine devam demez. İvan Üniversiteyi okuması sırasında gazete ve dergilere kendi yazılar yazıp para kazanıyordu. Aleksi olan oğlu da papaz olur. En son çocuk ise Semerdyakov ise babasına uşaklık ederek yardımcı olur.

Oğullarından biri olan Dimitrinin bir kıza âşık olur. Bu kız Albayın kızıdır. Katerina babasının ordudan kendi himayesine geçirmiş olduğu parayı vermek şartı ile kıza âşık olur. Dimitri ise daha sonra başka bir kıza daha âşık olur bu kız Gruşenka ‘dır. Katerina ise Moskova’daki kız kardeşi için üç bin ruble verir ve göndermesini ister. Dimitri bu parayı ise gönlünün düştüğü kıza harcar. Dimitri ise bu para konusunda Katya’dan ayrılamaz.

Gönlünün gerçek sahibi ise Gruşenka’dır. Gönlünü düşürdüğü bu kadın ise Dimitri’nin babasına aşıktır. Dimitri’nin nişanlısına başka birisine gönlünü düşürmüştür. Kardeşi Ivan’da âşık olur. Katya’dan İvan ilgi görmesi İvanı daha çok cesaretlenmesine sebep olabilir. Dimitri ise hava hoştur. Katya yı seven kardeşinin böyle bir olayla yer almasına bir şey dememektedir. Katya ise Dimitri ile beraber olmak istemektedir. Bu uğurda kendisini çok yorsa da vazgeçmemektedir. Dimitri bir gün eve sevdiği kadını görmeye gider ama Gruşenka’yı göremez. Babasının yanına gittiğini düşünür hemen babasının evine gider. Babasının evinde bulmaz ve gittiğinde ise bahçıvan ile kavga eder. Üstü başı kan revan içerisinde kalan Dimitri kavga eder.

Gruşenka ise eski bir aşığının yanına gitmiştir. Dimitri ise onların peşlerinden eğlendiği mekâna kadar gider. Dimitri yanındaki adama biraz para vermesiyle adama Gruşenkanın yanından kalkar. Dimitri ise Gruuşenka’ya sevdiğini ve kalbinde sadece kendisinin olduğunu söyler. Beraber çok eğlenirler. Para olmayan bu eski asker herkese içki ısmarlar. O sırada oraya polis baskını yer ve Dimitri ise tutuklanır. Dimitri’nin suçu ise babasını öldürmektir. Ama gerçekte ise babasını evin uşağı öldürmüştür.  Ivan olayın gerçek durumunu bilmesi halinde kardeşini mahkemede kurtarmak istemez. Nedeni ise şudur ki Katya’ya olan sevdası yüzüne kardeşine yardım etmez. Kardeşinin hapse girmesi sonrasında Katya’ da ona kalacaktır. Katya da ise elinde bir koz vardır.

Bu kozda Dimitri’nin babasını öldürmek istediği bir mektuptur. Bu mektubu mahkemeye sunar. Dimitri’nin 20 yıl boyunca sürgün cezasına çarptırılır. Kardeşi Ivan ise mahkemede gerçeği anlatmadığı için büyük bir vicdan azabı duyar. Ardından beyin kanaması geçirir ve ardından hastaneye yatar. Papaz olan kardeşleri ise Dimitri ile beraber sürgün edildiği yere gitmek için hazırlık yapar.

Sinema Uyarlanmaları

1920 yılında Die Brüder Karamasoff, 1931 yılında Der Mörder Dimitri Karamasoff, 1947 I fratelli Karamazoff, 1959 The Brothers Karamazov, 1969 Bratya Karamazovı, 1976 O Julgamento, 2008 Karamazovi, 2009 Bratya Karamazovı, 2010 Karadağlar, 2011 Sırat olarak film şeklinde gösterimi olmuştur.

Ana Karakterler

Fyodor Pavloviç Karamazov

55 yaşında olan bu adama kadınlara düşkün bir insandır. İlk yaptığı evlilikten olan çocuğu olan Dimitri’nin âşık olduğu kanına âşık olmuştur. Büyük bir ihtimalle Pavel adına meşru olmayan bir oğlu daha bulunur. Evlendiği kadınlara kötü davranan bir adamdır.

Dimitri Fyodoroviç Karamazov

3 yaşında annesi tarafından terk edilmiştir. Evin uşağı tarafından ve kuzeni tarafından yetiştirilen bu çocuk Kafkasya’ da savaşmaya gitmiştir. Babası gibi şehvete düşkünlüğü sayeinde annesinin mirasından kalan paranın bir kısmını alıp haracmıştır. Babasına borcunun kalmadığına karşı olarak imza vermiş olmasına rağmen miras kısmında daha fazlasını istemektedir. Katerina ile nişanlı olan Dimitri asıl olarak babasının âşık olduğu Gruşenka’ya aşıktır.

İvan Fyodoroviç Karamazov

Küçük yaşta annesini kaybetmeis ile beraber kardeşiyle Aleksey ile annesinin annesi sayılabilecek kadın tarafından büyütülür. Çok iyi bir eğitim almıştır. Ailesinden kopuk olarak yaşar. Dimitri gibi babasın akarşı beslmeiş olduğu düşmanlıkları bulunan bir çocuktur.

Aleksey Fyodoroviç Karamazov

Alyoşa fyodor’un ikinci karısından doğan 20 yaşında olan oğludur. Çok küçük yaşta annesini kaybetmesi ile beraber annesinin annesi sayılabilecek biri tsrafından büyütülür. Ayrıca bu oğlan Dostoyevski’nin ölen oğlu ile adaştır.

Pavel Smerdyakov

Fyodor Pavloviç ile Meczup Lizaveta’nın gayri meşru olan çocuğu gibi düşünülür. Vaftiz edilirken baba adının Fyodor denmiştir. Pavel evdeki hizmetçi tarafından büyütülmüş ve sara hastalığı olan bir çocuktur.

Agrafena Aleksandrovna Svetlova

Bu kadın ise çekiciliğiile birçok erkeğin gözdesi konumunda olan bir kadındır. Dimitri ve babasının beraber yaşamak istediği kadındır.

Katerine İvanovna Verhovtzeva

Bu kadın ise Dimitri’nin eski nişanlısı olarak babasının yapmış olduğu yolsuzluk parasını örtmek için çabalayan bir kadındır. Ordunun kasasından para alınmasını sağlayan Dimitri ile nişanlanmıştır. Dimitri’nin Gruşenka’ ya çok sevmesi üzerine nişanları bozuldu.

Staretz Zosima

Alyoşanın hocası olan bu adam 65 yaşındadır. Bazı becerikli dvarnaışları sayesinde diğer rahipleri de ilham ve kıskançlık uyandıran bir adamdır.

Pyotr Aleksandroviç Miusov

Fyodor’u n ilk karısı olup evlendiği adamdan çok çekmiş bir kadındır.

Grigori Vasilyeviç Kutuzov

Pavloviç’in evinde olan uşaktır. Fyodor’un harketlerini doğrulamasa da ona sadık olan bir görevliymiş.

Karabibik Kitap Özeti

Karabibik

Köy yazısının ilk örnekleri Karabibik romanı sanatı iliklerine kadar hissettirir. Bir ilk olan Karabibik geleneklerimiz doğrultusunun dışına çıkılarak oluşturulmuş bir roman olarak karşımıza çıkar. Romanda kent yaşamında olan bireylerin özgürlüklerin kişisel durumların toplumsal ve ekonomik üretim bağlamadaki faktöriyel gelişimlerine oluşturma çabasıyla bu ilişki işlenmiştir. Türk yazılarının yenileşme süreçlerinde modern yakın bir ilişki kurulması bakımından öykülerin çok güçlü bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü giderek modernleşmeye başlamak beraberinde yeni düzene alışmak da gerekmektedir. Roman yazımının dört dörtlük gerçekleştirilebilmesi için bir çaba gereksinime ihtiyaç duyulur ve zaman ihtiyaç duyulur Roman için çok büyük emekler sarf edilmesi gerekir zaman içinde biriken geleneklerin yaşanmışlıkların ve birçok beraberinde getirdiği emek ile hazırlanmış olması gerekmektedir. Hikâye ya da roman arasında kalınan bu eserde natüralist akımının ve realist akımının ilk örneğini vermiş olur.

Nabizade Nazım 1890 tarihinde Karabibik adlı kitabı Türk yazısının ilk gerçekçi akımın örneğidir. Kara Romanın baş kahramanı Karabibik yoksulluk ve sefalet içinde dar bir hayat yaşamaktadır. Elinde kalan son toprağı sevilmek için işleyebilmek için ve köyün önde gelenine bu toprağın kaptırmamak için girdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Bu toprağın işleyebilmek için her yıl öküz kiralar tarlasından olmak istemeyen Karabibik kendi kızını öküz sahibine vermeyi düşünür. Bu sayede öküzleri hala bedava olarak olabilecektir.

Roman Hakkında

Fakat öküzü kiraladığı adam başka bir kızla evlenince bu iş yarım kalır. Öküzü kiraladığı kişinin yeğeni Karabibik kızını Huriye ile Dünya evine girmek ister ve evlenirler mutlu olurlar fakat sıklıkla bir hastalığın eziyetin ağrısını çeker. Dönemin kültürünü geleneğini görebileceğimiz bir kitap olması bakımından kendisini yineleyen cümleler de yoktur. Betimlemelerin fazlasıyla olduğu incelemeler vardır. Köy yazısının ilk örneği sayılan da Karabibik bu anlatılarda Karabibik hastalandıktan sonra desteği hekimin eşinden bulması ile hikâye farklı bir konuya evrilir.

Karabibik döneme ilişkin birçok ipucu verdiği için günümüzde de geçerliliğini devam ettirir. Karabibik evinin betimlenmesinde köyün betimlenmesi gibi her şeyi okuyucuya Hayal gücüne bırakmadan yer büyük bir gerçeklik de devam ettirir ki bütün olayların içinde gibi hissedersiniz yurtdışının akımlarından esinlenilerek oluşturulan bir akımdır. Gerçeklik akımın Türkiye’de ilk öncüsü olan Karabibik romanı okurlara zaman zaman tüm gerçekliği yansır.

Romandaki Anadolu köylerinden bahsedildiği gibi tam olarak bir çiftlik dünyasına varlığından söz etmek mümkündür. Anlatılan olayların gerçekliği yerel halkın sıkıntılı zamanları geçim yolları ve çiftlikteki işleri gibi yeterli köy bilgisine erişilir. Aynı zamanda Karabibik romanı natüralist bir roman olduğu için anlatımı da köy ağzından yapılmaktadır. Duygu ve düşüncelerin olduğu kadar doğal bir şekilde ifade edilmesi sonucu akla uygunluk konusundan gerçeklerin tamamen satıldığını söylemek mümkündür. Olayların yazarın duygu ve düşüncelerini yazmaktansa gerçekleşen tüm hikayelerin olduğu gibi natüralist bir şekilde aktarımı hikâyenin akıcılığı konusundan da akla uygunluğunu adeta köy hakkında yeteri kadar bilgi bulacağınız dillerine tanıyacaksınız.

Bu romanda gerçek bir romancı gerçek hikayelerde her zaman gerçekçi bir şekilde yansıtması ile olur demek mümkündür. Nabizade Nazım köy dilini inceleyerek her yerde halkımızın dilini devam ettirmek lazımdır diyerek kendi ilk Köy romanı adeta diğer yazarların aksine birçok yeniliği beraberinde getirmiştir. Çünkü o zamana kadar süslü bir edebiyat olan Türk edebiyatı oldukça halk edebiyatına kaymış ve Köy romanı ile süs dil her şeyden arınmış şiveli bir dil kullanılır hale dönüşmüştür. Kavram bakımından da o dönemlerde çok fazla bu romandan sonra gerçekçiliğin Bir akım halinde kavramlara da yansıtıldığını söylemek mümkün.

Zira Türkiye’nin her noktasında süsü sesli kelimeler halk edebiyatının dışında yeni bir gelinlik olmuş Romanlar kullanmaya başlamışlar olan bu akım Dünyada ve Türkiye’de oldukça ses getirmiştir. Anlatılan olayların geçtiği yerler birebir aynı köyler ve hemen hemen yaşanmış bütün konuların benzerlerini inceleyen Nabizade Nazım dilimizin gelişeceğini bu şekilde düşünüyordu. Çünkü her dönemden Her köyden her şeyi neden insanların bir araya getirecek bir şey olarak kitaplar en önemli unsurlardan biridir. Hiçbir yazarın işlemediği türden bir şekilde köyü incelemek köydeki insanları incelemek ve orada gelişen olayları birebir analiz ederek köy şivesi ile bu hikâye yazmak bu dönem edebiyatının şekillenmesine kadar büyük bir şekilde edebiyatın şekillenmesine yardımcı olmuştur. Karabibik dili bakımından anlaşılır süslü olmayan yalın bir dile sahiptir. Bu nedenle yerel konuşmalardan biçimsel olarak yazar kendi ifadelerine yer vermek yerine bunları kullanması natüralist bir akım olmasında etkilidir. O dönemlerde süslü edebiyat dili ve üstünü kişilerce kullanılan edebiyat haricinde Nabizade Nazım dili sade ve Yalın olan şekilde halka sunar. Köy halkının dilini hiç işlenmemiş bir şekilde kendi romanında ifade etmesi büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Türk edebiyatını saraylı ve köşklü gruplardan almış bir vaziyette herkesin anlaşılacağı kadar olan halk edebiyatına mütakıp bir şekilde yazılarını yazar.

Kan Davası Kitap Özeti

Kan Davası

Kitabın Konusu

Bu romanın konusu iki köy arasında yaşanan kan davası ve o davayı sonlandırmaya çalışan Ömer’in hikayesi konu alınmıştır.

Kitabın Özeti

Ömer beş yıl önce askerlerin olduğu bir trenle seyahat ederken bir yerde dururlar. O gün de bayram günüdür. Etraftaki insanları seyrederken çocuğun biri yanına yaklaşıp ona su uzatır. Ömer bu durumdan çok mutlu olur ve suyu alır. Daha sonra çocuk Ömer’e ceviz uzatır. Ömer çocuğu çok sevmiştir ve onu alıp gezmeye başlarlar. Fakat bir süre sonra trenin düdüğü çalar ve Ömer çocuğu orada bırakıp ayrılmak zorunda kalır. Fakat Ömer bu çocuğu hiçbir şekilde unutamaz. Sonra savaş alanına varmışlardır. Fakat o esnada çatışmada yara alır ve göğsünden vurulmuştur. Gözlerini bir hastanede açar ve hemşire de ona baygın olduğu zamanda kızım diye sayıklamış olduğunu söyler.

Ömer trene biner ve geri dönmeye karar verir. O esnada aklından anıları geçer. Ömer çocukken öğretmenlik okuluna giderken tüm çocuklar askerlik okuluna gönderilmiştir. Bu okulda kara kalemle bir şeyler çizmek en büyük tutkusu olmuştur. Tren dönüş yolunda ine Bozova’dan geçiyordur ve çocuğu bulmak için trenden iner. Etrafına olan herkese çocuğu sormaya başlar. Şans eseri askerden bir arkadaşı ile karşılaşır. Ondan yardım ister. Beraber çocuğu aramaya başlarlar. Sonra yolu bir şekilde mahkemeye düşer. Yargılama esnasında Ömer yargılanan kişilerin resmini çizmeye başlar. Köyün öğretmeni olan bir adam da Ömer’in çizdiklerini görür ve sohbet ederler. Arkadaş olduktan sonra öğretmen, Yukarı Sazan Köyü’nün asıl hikayesini anlatmaya başlar.
Yukarı Sazan ve Aşağı Sazan Köyü arasında uzun süredir olan bir kan davası vardır. Bu iki köy birbirine düşmandır. Ömer bu hikâyeyi oldukça normal bulur ve çocuğu aramaya devam eder. Fakat yolu Yukarı Sazan Köyü’ne düşer bir şekilde.
Burada bir haber alır ve otobüsün biri soyulmuştur. Hem de soyguncular çocuktur. Ömer ise çocuklarının affedilmesini rica eder ne yapar ne eder ikna eder oradakileri. Hatta çocuklar serbest kalırsa bir okul kuracağını belirtir.  Bu yüzden de kabul ederler ve çocuklar serbest kalır. Ömer bu davranışından ötürü çok dikkat çeker. Köylüler ise Ömer’i çok yakından ve dikkatli bir şekilde izlemeye başlarlar. Ne yapıp ne ettiğine kadar Ömer’in her adımını izlerler.

Artık kış gelince Ömer’in kurduğu okulda sorunlar olmaya başlar. Erzak konusunda oldukça kıtlık çekerler. Bu yüzden Ömer bir çözüm bulur ve çocuklarla avlanmaya başlarlar. Fakat aralarında olan bazı çocuklar köylünün erzaklarını da çalarlar. Ömer hırsızın kim olduğunu bulur ama köylülerin dikkatini çekmesine neden olur.

Ömer ve Murat köye ve okula yardım sağlamak adına değişik çözümler bulurlar. İki köy arasında olan husumet devam ediyordur, herhangi bir azalma söz konusu bile değildir. Bir gün çok fazla yağmur yağar ve Ömer köylülerin toplandığını fark eder. Yanlarına gidip durumu sorduğunda ise Aşağı Sazan Köyü’nü su bastığını ve intikamlarının alındığını söyler. Fakat Ömer’in yardımsever hali burada da ön plana çıkar ve dayanamaz. Çocuklarla beraber köye yardıma gider. Muhtarın yeğeni olan Fettah da peşlerine düşer. Köyü su baskınından kurtarmak adına nehrin akış yönünü değiştirmek gerekiyordu. Bunun için de kayalıkların patlatılması lazımdı. Fettah’tan yardım ister ve o da bunu kabul eder. Fettah yanına birkaç çocuk alıp kayalıkları patlatmaya gider ama hepsi patlamada ölür.

Çocuklarla birlikte iki köyden de ölen olması durumunda iki köy arasında olan kan davası azalır. Kahramanlığın etkisiyle beraber bir araya gelirler.

Kitapta Yer Alan Karakterler

Ömer: Ömer annesini ve babasını oldukça küçük yaşta yitirmiştir. Büyümüş ve öğretmen olmuştur. İki köy arasında uzun süredir olan kan davasının bitmesine yardımcı olmuştur.

Murat: Ömer’in askerde tanıdığı bir kişidir. Mühendis olarak çalışmaktadır ve Ömer Bozova’ya gelince ona yardımcı olmaya başlar.

Kitabın Yazarı Hakkında

Reşat Nuri Güntekin Kimdir?

Türk Edebiyatı’nda çok önemli bir yere sahip olan yazarlarımızdan bir tanesidir. 25 Kasım 1889 tarihinde dünyaya gözlerini açtı. Babası askeri doktordu ve bu yüzden hayatı boyunca sık sık birçok il gezmiştir. Çocukluk yıllarında okuduğu bir roman, hayatında önemli bir iz bırakmıştır. Bu sayede sanata olan sevdası daha da büyümüştür. Evlerinde bulunan oldukça zengin bir kütüphane sayesinde de yazmaya olan ilgisi artmıştır. Çeşitli okullarda hem Fransızca hem de Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Birçok eser yazmaya başlamıştır fakat o yıllarda yazmış olduğu Çalıkuşu eserinin Vakit Gazetesi’nde yayımlanmasıyla bir anda şöhret olmuştur. Reşat Nuri Güntekin’e akciğer kanseri teşhisi koyulmuştur. Tedavi için Londra’ya gittikten sonra, 7 Aralık 1956 yılında kansere yenik düşmüştür.

Kahire Saçlarımı Geri Ver Kitap Özeti

Kahire saçlarımı geri ver

Kahire saçlarımı geri ver kitabının yazarı Neval el Seddavi’ dir. Kitabın sayfa sayısı 92 yapraktır. Bu sayede rahatlıkla bir günde bu kitabı okuyup ve bitirebilirsiniz.

Kahire Saçlarımı Geri Ver’ in Kitabın Özeti

Bir kadının vermiş olduğu mücadelesinden bahseder. Kadının kalıplaşmış ifadelerden kurtulup özgür bir şekilde hayatına yön vermesini nasıl gerçekleşebileceği gibi sorularının cevaplarını bulabileceğiniz bir kitaptır. Yazar burada bir kadının özgürlük ateşi ile yanmasıyla yaptıklarından bahseder. Kadının etrafında olup bitenlere karşı annesine babasına veya bir erkek topluluğuna karşı kendine karşı saygının korunmasını istemesi üzerine vermiş olduğu bir mücadeledir.

Eğitimini Tıp okuyarak bitirmiş bir kadının mücadeleci ruhundan bahsetmişler. Yaşadığı dönemde Mısır’daki kadınlar hakkında rahatlıkla bilgi edinebileceğimiz bir kitaptır. O dönemin kadınlarının düşünce yapılarını veya etrafındaki insanların kadınlar hakkındaki düşünce yapılarını bu yazar tarafından rahat bir şekilde anlatmıştır.

Yazar Hakkında Bilgi

Neval el Seddavi’ nin hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Ama 27 Ekim 1931 yılında Mısır’da doğmuştur. Psikiyatri doktorudur. Ayrıca İslam dininde kadının konumu hakkında birçok kitap yazmıştır. Bir kitabında tabu sayılan konulara karşı yıkıcı düşünceler savunmuştur. Siyasal yazıları sebebiyle işinden olan bu kadın yıllarca hapiste kalmıştır. Ayrıca ölüm cezasına karşı da büyük bir mücadelesi bulunur. Yazım olarak bu kitap zayıf ve hatalar barındıran bir kitaptır.

Ele almış konusu içerik bakımından okunabilecek günlük yaşantıda bir kadının başına gelebilecek sorunları anlatan bir kitaptır. Yarı otobiyografik bir havası olduğu için kitap hakkında daha fazla bilgi edine bilmeniz için kitabın satın alabilirsiniz.

Kitap otobiyografik bir yazıya daha yatkın olduğu için yazarın ağzından duyabileceğiniz pek çok söz bulunabilir.

Kitaptan Alıntılar

 Öfke

Bu kadın ailede kız çocuk olmasından dolayı ona uygulanan baskıya karşı kendini öfkeli olduğunu iddia ediyor. Öfkeli Ruhunu ise onu Mücadele’ye karşı bir duygu olduğundan bahseder. Bu kadın ağabeyine ve kendisine karşı bakış açılarında farklılaşmasına sebep olan davranışlar yüzünden ailesini suçlu görebilir. Ağabey uyandığı vakit yatağını toplamaması ve izin almadan dışarıya çıkabiliyor olması o yatağını toplama görevini ve izin almadan dışarı çıkamayışını kendisine dert edilmiştir.

Ağabeye hoplayıp zıplarken bu kızın ağırbaşlı olması gerektiği konusunda da kendisini frenlemesi gerekir. 9 yaşındaki bir çocuğun gözyaşları içerisinde cinsiyeti için gözyaşı dökmesi ve bu üzüntü duyulmasının ardından öfkelenmesi onu daha asi bir yapıda olması olarak görülebilir.

10 yaşında bu kıza görücü gelmesi ile beraber ailesine duymuş olduğu öfkeden Tıp Fakültesi’ne gitmek istemesi karşısındaki vermiş olduğu mücadeleyi anlatır. Annesi, babası veya erkek kardeşi veya çevresindeki birçok kişinin ona saygı göstermesi ve mesleğinin Tıp Fakültesi kork uyandırması bu kız için dimdik ayakta durmasını bir sebebi olabilir.

Kadın olmak kadın çevresine göre sadece ev işinde aktif olmak yemek yapmak ve erkeklere karşı soğuk ve mesafeli duymaları gerekebilir. Kadının taşra görevi sırasında erkeğe karşı bakış açısının değişmesi ile evlenir. Sıcak bir güzel birliktelik sayesinde kocasının evinde reislik taşlaması ve muayenesini kapatıp evde durmasını istemesi üzerine sorunlar baş göstermeye başlar. Erkeğin böyle niçin davrandığına karşın kendisini dimdik ayakta tutmaya çalışır. O adam kadınların ikinci planda kalmaları onlara hizmet etmelerini ister. Bu ki bu ayrılıklar sebebiyle farklı görüşlerin ortaya çıkması ile birçok sorunla baş göstermeye başlar. Ardından bu kadın bir süre sonra ikinci evliliğini yapar.

 Hayatın Anlamı

Kitapta otobiyografik bir yazı stili anlatması olduğu için mesleki yaşantısından da bahsetmektedir. Acil olarak bir hastanın evinde hastasını kaybetmesi üzerine 30 yıl boyunca hayatta hiçbir şey başaramadığını fark etmiştir.

Doktor olmak ise bir kişinin hayatına karşı yapabileceği bütün bilgi ve donanımları öğrenmesi gerekir. Kısıtlamalara ya da koşullara fazla bağlı kalmadan sağlığını ihtiyacı olan herkese yardım etmek amacıyla kullanması gerekir. 30 yıllık hayatının gerçeğinin farkına varmadan hayatın nasıl bir şey olduğunu veya kendi potansiyelini bilemeden geçip gitmesini karşısında şaşkına uğrayabilir.

Ailesine karşı duymuş oldu öfke duygusundan itibaren gelmiş olan başarı sonrasında çocukluğunun annesine gençlik yıllarını ise okuluna doktorluk yaşantısını ise çoğunlukla topluma duymuş olduğu öfke ile geçirmiş olan bu kadın kitabın sonunda bir erkeğin göğsünde ağlayarak kitabını bitirmiştir. Bu öfke sayesinde hem 30 yılının nasıl geçtiğini anlayamamış olabilir. İsteyip de yapamadığı birçok olayla da yüzleşmiş olabilir. Bu yüzden oldukça öfkeli bir şekilde hayatını devam eden bu kadın belki de zamanın bu kadar hızlı geçtiğini bu yüzden anlayamamıştı olabilir.

Kafes – Josh Malerman Kitap Özeti

Kafes

Kafes 2014 yılın basılmış ve birçok ödülü almış olan bir kitaptır. Kendi alanında uzun süre listenin en üstünde yer almıştır.

Özeti

Kafes iki ayrı zamanı aynı anda anlatır. Bu zamanlardan birisi Malorie’nin çocukları ile birlikte nehir üzerinde gittiği kısımdır. Diğer zaman ise Malorie ve doğum sürecini ele alır. İlk hamile olduğunu öğrendiği andan doğumuna kadar olan kısım detaylı bir şekilde anlatılır. Malorie, artık bu şekilde yaşamak istemediğine karar verir ve herkesin daha iyi bir hayata sahip olması için yola çıkar. Dışarıda bir varlık vardır ve bu varlığı gören herkes intihar etmeye meyillenir. Bu nedenle varlığı görmemek için gözleri bağlı bir şekilde yaşam sürerler. Çocuklar da bu süreç içerisinde doğdukları için asla gökyüzünün nasıl olduğunu görememişlerdir. Malorie henüz salgın ülkesine gelmeden önce yeni bir evde yaşamaya başlar. Kendisine ablası eşlik ederken salgının fazla abartıldığını ve çok önemli olmadığını düşünür. Hamile olma ihtimali onun için çok daha önemli bir yer kaplar.

Salgın daha da arttıktan sonra kardeşi intihar eder. Malorie hamile olduğu için bebeğini de düşünmek ister ve kendisini korumak için evden dışarı aylarca çıkmaz. Üç ayın sonunda dünya üzerinde iletişim kurulabilecek herhangi bir cihaz kalmaz. Çevredeki herkesin kendisini öldürmesi ile olayların ciddiyetini daha çok fark eder. Kendisi gibi başka insanların da izole bir yaşam sürdüğü ev bulur. Bu evin içerisinde beş kişi vardır ve onlarla birlikte yaşamaya başlar. Ev içerisindeki tüm işleri herkes sırası ile yapmaya başlar. Düzenli olarak yiyecekler sayılır ve ne kadar yemeleri gerektiğini öğrenirler. Malorie’nin hamile oluşu ise evdekilerin ona önyargı ile yaklaşmasına neden olur.

Kamera ile izleyerek bu varlığı takip etmek isteseler bile herkes onun etkisine kapılır. Yalnızca akıl sağlığı yerinde olmayan kişiler bu varlıktan etkilenmezler. Aksine o varlığı çok sever ve kendilerine bir dost olarak görürler. Evdeki yiyecek ve kişi sayısı insanları sürekli hesap yapmaya zorlar. Bir gün hamile başka bir kadının daha gelmesi ile yiyecek daha sıkıntılı hale gelecektir. Eve ansızın gelen Gary de eve dahil olur ancak oldukça farklı bir insandır. Elindeki çantasını asla bırakmaz ve delirmiş olan kişilerden kaçtığını söyler. Çantanın içerisinde bir günlük bulurlar ve varlığın aslında güzel bir şey olduğu yazar. Gary her ne kadar günlüğün kendisine ait olmadığını söylese bile evden atılır.

Malorie ve Olympia aynı anda bebeklerini dünyaya getirirler. Bu esnada Gary bütün süreç içerisinde evdedir ve onu evde saklamışlardır. Doğum esnasında ev karışık olduğu için ortaya çıkar ve varlığın içeri girmesine izin verir. Olympia da varlığın etkisi altına girer ve yaşamını yitirir. Malorie iki bebek ile baş başa kalmıştır ve yaşam mücadelesi verir. Varlık çocuklarına isim ile seslenmesin ve onların delirtmesin ister. Bu nedenle çocuklar dört yaşına gelene kadar onlara isim vermeyi reddeder. Nehir yolculuğu oldukça uzun sürecektir ancak sonunda yaşanılacak yer mevcuttur. Gözleri kapalı bir biçimde nehir yolculuğunu geçirirler. Körlerin oldukça fazla olduğu bir yere varırlar ve burası güvenlidir. Malorie tehlikenin geçtiğini fark edince çocuklarına isim verir.

Yazar Hakkında Bilgi

Josh Malerman, Kafes kitabı ile dünya çapında tanınmış bir yazardır. Şarkı sözleri ve kısa hikayeleri ile de bilinir. 1975 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde dünyaya gelmiş ve yazarlık yapmayı tercih etmiştir. Kafes adlı romanı yayınlandıktan dört sene sonra film olarak ekranlarda yer almıştır.

Japon Yapmış Türk Gezmiş Kitap Özeti

Japon Yapmış Türk Gezmiş

Japon milleti, efsanelerinde kendilerini kutsal sayılmış ruhların soyundan geldiklerini ifade ederler. Japonlar kendilerinin özel bir kavim olduklarını ve diğer kavimlerden farklı olduklarını savunurlar. Japon Yapmış Türk Gezmiş kitabında da bunun o efsanelerde söylenenlere hak verilmesini sağlayacak yazılar yer alır. İşte Tokyo’da bulunuyorsunuz: O büyük kalabalık ve kargaşanın içerisinde o kadar dingin ve sade, yerinde bir düzen var ki kendinizi düşünürken ve şaşırırken buluyorsunuz… Bunu dünyalıların yaptığına inanamıyorsunuz. Hiroşima’nın hüznü, Sapporo’ ya ait buzdan heykeller, Osaka’da yer alan coşku, Okinawa’nın muhteşem tropik kumsalları, Nikkoda’daki filozof maymunlar, Nara’da yaşayan bisküvit isteyen geyikler, Kyoto sokaklarında bulunan geyşalar, ayağındaki topuklularla Fuji Dağına tırmanmaya çalışan çılgın ötesi kızlar… Japonya’da yer alan konuları ve ilginçlikleri anlatıyor yani.

Onur Ataoğlu’nun rehberliğinde gezerken hayranlık duyacağınız ve merak edeceğiniz Japonya bu kitapla karşınızda yer almaktadır. Dünya üzerinde yer alan Türkçe dışındaki diğer başka dillerin hiçbirinde hatta bununla kalmayıp Japonca’da dahi Japon milletini açıklayan ve belki de tanımlayan kısalıkta ve güçte bir söz yoktur. Türk halkı bilmeden ya da farkında olmadan, belki de bilerek Japonlara özel Zen Budizminin derin ama bir o kadar da sade felsefesi ile alakalı çok uygun bir özdeyiş meydana getirmiştir. Bu özdeyiş de Japonya ülkesine ve Japonlara bakış açımızı özetler, onları nasıl gördüğümüzü ve onların bizim gözümüzde nasıl tanındığını özet bir halde söyler; Hayranlık duyma, kutlama ve takdir etme, kıskanmaktan ziyade imrenme, taraf tutma ve destek olma, hayıflanarak iç geçirme, öz analiz ve öz eleştiride bulunma, bunların yanında motive olmayı da sağlama… Japon milleti ne yapmıştır, bunları nasıl ve neden yapmıştır, kimleri de ortak etmiştir bilinmezliğinin yanında bunları yaptığı gerçeği vardır.

Onur Ataoğlu isimli yazar, Japon milletinin yaratılış efsanelerinden olan Budizm inancına Japonya tarihinden başlayarak modern hayatlarına ve günlük yaşantısına, Japonların geyşa ve samuraylardan haiku ve mangalara kadar uzanmış geniş içerikli bir yelpazede Japon milletlerinin neyi başardığını ve neler meydana getirdiklerini ve ortaya çıkardıklarını yazmıştır. Bunu yazarken de düşündüren, kafa kurcalatan, akıl yürüttüren ve güldüren, eğlendiren bir içerikte ve dilde yazmıştır. Gezmeyi seven bir yapısı olduğu için gezip gördüğü yerleri anlatmaktan da geri kalmamıştır. Merak ettiklerini gezerek öğrenmeyi tercih etmiştir. Japonya’da yaşadığı ve şahit olduğu ilginçlikleri, çeşitli olayları aktarıp okuyucusu ile buluşturmuştur. Bu kitabı da çoğu okur tarafından bilinmektedir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

ONUR ATAOĞLU

Onur Ataoğlu 1970 senesinde Ankara’da dünyaya gelmiştir. ODTÜ’de okumuştur ve Endüstri Mühendisliğini bitirmiştir. Gezmeyi seven bir yapısı vardır. Yeni şeyler öğrenmeyi, gözlemlemeyi ve incelemeyi sevmektedir. Bunu da gezerek yapmaktan hoşlanan bir özelliği vardır. Yazmış olduğu gezi içerikli yazıları birkaç adet dergi ile kolektif bulunan kitap çalışmalarında yer alarak yayımlanmıştır. 2001 senesinde Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışmasında ikinci olmuştur ve ikincilik ödülüne layık görülmüştür. 2002 ile 2006 seneleri arasında üç buçuk sene Japonya’da bulunmuş ve orada yaşamıştır. Japonya’da gördüklerini, gezdiği yerleri, yaşadıklarını, incelemelerini ve şahit olduklarını toplamış ve kitap halinde yayınlamıştır.  Bu kitap Japon yapmış idi. Bu kitabı 2010 senesinde yayınladı. Daha sonra da Japon ne yapmış isimli 2. bir kitap yayınladı bunu da 2001 senesinde gerçekleştirdi. En göze çarpan hobileri fotoğrafçılık ile uğraşmak, gezmek ve görmek, kitap okumak ve kitap yazmak, gezip gördüğü yerleri paylaşmak, yazdıklarını blog sayfasında okurlara ulaştırmaktır.

İstila Kitap Özeti

İstila

Robin Cook ABD’li bir yazardır. Bu roman Robin Cook’un yazdığı bilimkurgu türünde yer alan bir kitaptır. Robin Cook gerçek üstü bir anlayışı benimseyen bir romancıdır. Tıp alanında da eğitim almıştır ve bunu romanlarında kullanmaktadır. Tıp konusunda yer alan fütürist ve fantastik kısımlar hakkında kitaplar yazmaktadır. Bu kitaplar bilimkurgu türündedir. Yazar, tıp konusunda yetişmiş ve bilgin insanlara dayanarak toplumdaki bastırılmış korkuları ve duyulan endişeyi romanlarında anlatmaktadır. Bu konuya şaşkınlık duyulmaktadır. Dünyanın gelecek konusunda yaşayacakları hakkında insanları endişeye sokan ve onlara korku yaşatan romanlar ilgi ile okunmuştur ve pek çok okur tarafından ilgi ile takip edilmiştir.

Kendisi Colombia Üniversitesinde Tıp Fakültesinde öğrenim görmüş ve bu fakülteden mezun olmuştur. Masterını da Harvard Üniversitesinde tamamlamıştır. Romancılık alanına ilgi duymuştur ve bu ilgisinden sonra da doktorluk mesleğinden daha çok romanları ile ünlenmiş ve bu yönü ile tanınmaya başlanmıştır.  Diğer bir ifade ile tıp konusunda bildikleri ile ilgili gerçek üstü olan bilimkurgu romanlar yazmıştır ve bu alanda çok fazla romanı bulunmaktadır. İstila isimli bu romanda dünyayı etkisi altına alma konusunda tehdit yaratan meteor yağmurlarının sonucunda bu meteorlar ile beraber dünyaya giden uzaylı bir virüsün bahsi işlenmekte ve bu konu anlatılmaktadır.  Meteor yağmurundan sonra uzaydan buraya gelen etkiler ve değişim yaşamış bir virüsün çok hızlı bir şekilde yayılması bu durumun da insan hayatını tehlike sokmaya başlaması konusu anlatılmıştır ve bu virüsün insanlığa saçtığı tehditten bahsedilmektedir.  İnsanlık hızlı bir şekilde gelişip ilerlemeli, dünya dışı olan yaşam form ve biçimlerinin olduğu kabul edilmeli ve farkında olunmalı, gelecek yıllarda insanlığa tehditte bulunabilecek tehlike ve risklere karşı koyabilecek teknolojik açıdan ilerleme ve gelişmeler hızlı bir şekilde ortaya atılmalı ve sağlanmalıdır. Bunlar yapılmaz ise asla umulmayan ve hiç tahmin edilmeyen bir anda meydana gelen bir tehlike, kötü ve tehdit saçan bir olay, tüm insanlığın sonu olacak ve dünyayı etkisi altına alarak onun yok olmasına sebep olabilecektir.

KİTABIN ÖZETİ

Dünya ve dünyada yaşayan insanlar meteor yağmuru tehlikesi ile karşı karşıyadır ve bu tehlike gün geçtikçe artmaktadır. Beklenmeyen bir anda ve şekilde birden başlayan bu yağmurlar hayatı yaşanmaz kılmaya başlar. Meteor yağmurları şehirde yer alan bütün elektronik aygıt ve eşyaları yakıp yıkmış, onları işlevsiz hale getirmiş, uyduları oldukça etkilemiş ve onlara zarar vermiştir. İletişim cihazları da bu olaydan çok fazla zarar görmüş, olumsuz birçok etkisini yaşamıştır. Meteor yağmuru yağdıktan sonra görülen her yerde ne olduğu konusunda pek bir fikir üretilmeyen ve algılanması zor olan siyah renginde ayrıca çakıl taşlarını andıran cisimler çok hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Bazı bilim adamları bu taşları incelemeye başlar ve ilgisini onların yönüne çevirir. Bu taşlar diğer taşlar gibi değildir yani sıradan sayılmazlar çünkü bunlar virüs taşımaktadır. Bu çakıl taşlarına temas eden insanlarda birbirinden farklı çok sayıda belirtiler meydana gelmeye başlamıştır ve bu durum da hızlı bir şekilde yayılmaya devam etmiştir. Bu konu hakkında çalışan bilim insanları da bu çakıl taşlarının insanoğluna ayrı bir protein sağladığını fark etmişlerdir. Bu proteinin insanların ve insanlar dışındaki canlıların genlerinde hasar ve tahribatlara, çeşitli mutasyonlara ve bu gibi septomlara sebep olduğunu ileri sürmüşlerdir. Virüs çok hızlı bir şekilde yayılmaya devam eder ve dünyadaki canlı cansız tüm varlıkların hayatını ve varlığını tehdit etmeye başlamaktadır. Bu virüs nezleden daha hızlı yayılmaya başlamıştır ve insanlık görülen bu salgından sadece bir aşı ile kurtulabileceğini düşünmektedir. Birkaç bilim insanı bu salgına son verecek ve insanlığın hayatının kurtulabilmesini sağlayacak bir aşının bulunması konusunda çalışmalar yapmaya başlamıştır. Bu aşının bulunmadığı ihtimalinde insanlığın yok olması gerçeği ile yüzleşilecektir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

ROBİN COOK

4 Mayıs 1940 tarihinde dünyaya gelmiştir. Amerika’nın New York kentinde doğmuştur. Doktorluk ve yazarlık yapmıştır. Orta öğrenimini Edinburgh’de bitirmiştir ve daha sonra Edinburgh üniversitesinde İngiliz Edebiyatı bölümünü tamamlamıştır. Evlidir ve iki çocuğu vardır. Macera içeren tıbbi romanlar yazmıştır. Doktorluk yaptığı sırada yazarlığa da ilgi duymuştur.  Yazdığı romanlarda yer alan olaylar genel olarak hastanede yaşanmaktadır. Karakterleri ise yine doktor, hemşire gibi meslekler ile uğraşan kişilerdir. Yazdıklarında genelde tıbbi terimler yer alır.  Başarılı ve dikkat çeken konular ile romanları büyük ilgi ile takip edilmekte ve geniş okur kitlesine ulaşmaktadır. Kendi türünde başarılı olduğu düşünülmekte ve okur sayısı da bunu ispatlamaktadır. Hayranlığa sebep olan yaratıcılığı onun ilgi çekici özelliklerinden biridir. Gerilim ve macera türündeki kitaplara ilgi duyanlar bu yazarı ve onun yazdıklarını incelemekte ve ilgi duymaktadır. Kitaplarında yer alan tıp alanında yer alan terimler bulunur. 1974 senesinde parlementoya giriş yapmıştır ve orada çeşitli görevlerde yer aldıktan sonra yazarlığa devam etmiştir. Colombia Ünivesitesinde öğretmen olarak da görev almaktadır. İblis tohumu, kör nokta, ölüm diyeti, vektör, 6.kromozom, şeytan zehiri, derin şok, istila, sancı, toksin, yaşam çizgisi, nöbet, virüs, okyanus tutsakları, yer of the intern, coma, sphinx, brain, terminal, blind sight, harmful intent, vital signs, mutation, coma, acceptable risk, invasion, mortal fear isimli kitapları onun eserlerinden bazılarıdır.