Hür- Ezgi Durmuş Kitap Özeti

Ezgi Durmuş

Ezgi Durmuş’un, içerisinde bulunduğumuz 2020 yılında ilk baskısını çıkarmış olduğu kitabı Hür.  Gelin hep beraber deneme türünde yazılmış bu kitabın özelliklerine bakmadan önce yazarımızın hayatına bir göz gezdirelim.

EZGİ DURMUŞ KİMDİR?

Yazarımız 1988 senesinde Ankara’da dünyaya gelmiştir. Ezgi Durmuş, lise hayatı boyunca görüp öğrendiği yabancı dil temeli ile Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü okuyup bitirmiştir. Okuduğu bölümden mezun olduktan sonra Haberyelkeni adını taşıyan Online bir haber sitesinde köşe yazarlığı yapıp yazılar yazmaya başlamıştır.

Yazmaya olan ilgisi ve ilgisinin neticesinde gelen başarısını fark eden Ezgi Durmuş bu işi bir hobi olmaktan çıkarıp profesyonel bir iş haline getirmiştir. Profesyonel yazarlık hayatına çeşitli reklam ajanslarına bağlı olmakta olan firmaların reklam filmlerinin metinlerini yazarak başlamıştır. Ardından ilerleyen yıllarında Türkiye’nin en büyük online bilgi aflarından birisi olan Ekşi Teknoloji bünyesinde proje yöneticiliği görevinde bulunmuştur.

Ezgi Durmuş 2014 senesinde kurulan Priz Reklam Ajansının kurucularındandır, ayrıca marka yönetimini ve metin yazarlığını da yapıyor. Bütün bunların haricinde de Ezgi Durmuş yaklaşık olarak 1 yıldır kurucu ortakları arasında bulunduğu Flora Yayıncılıkta da çalışmalarına devam etmektedir.

HÜR:

Ezgi Durmuş 2020 yılında yayımladığı deneme türünde ki “           Hür” adlı eserinde kitap adı ve içerik bağlantısını oldukça iyi bir şekilde kurmuştur. Deneme kitabı özelliğini taşıyan Hür okuyan bireyin hiçbir ideoloji, düşünce, birey ve kurum hatta aklınıza gelebilecek hiçbir yere bağımlı olmaması gerektiğini kendi hür, özgün ve harika kalemine yansıtmıştır. Az önce de bahsettiğimiz üzere kitap bir deneme kitabı olma özelliğini taşımaktadır. Denemeler hakkında kısa bir bilgi geçecek olursak eğer, bilmeyenler için. Deneme; yazarın kendi düşüncelerini hiçbir ispat etme veya kabul ettirme çabası olmadan olabilecek en güzel şekilde ve üslupta okuyucuya anlatmaktır.

Eğer ki sizler kitap okurken sevdiğiniz, beğendiğiniz cümle veya paragrafların altını çizmekten hoşlanıyorsanız yanınızdan 1 adet kalemi veya da post-IT eksik etmeyin. Deneme kitabı olması hâli ile doğal olarak kısa olan bu kitapta zihninizin derinlerine uçmuş, kaybolmuş veya da bir daha açmamak üzere kilitlediğiniz düşüncelerinizi görebilirsiniz. Her bir cümle ve her bir paragrafından ayrı bir ders çıkarılabilir.

Eugenie Grandet Kitap Özeti

Eugenie Grandet

Eugenie Grandet’in yazarı olan Balzac’ın okuyucularına karşı yazmış olduğu eserlerden en başrılı olanıdır. Eugenie Grandet eseri realist bir romandır. Bu kitap yakın bir dille anlatımı mevcut olup gereksiz sözcükler kullanımından kaçınılmıştır. Bu romanda betimleyici olarak okuyucuya bilmesi gereken ayrıntılara yer verilmiştir. İnsanın kimyası hakkında biyolojik bakımından incelenmiş ve daha sonrasında çıkarılar bulunulmuştur. Eserde oldukça zengin ama karakter olarak iyi bir insan olmayan birisinden bahsediyor. Bu adam cimri özelliği sayesinde ailesine karısına ve kızına hayatından bezdiriyor.

Eugenie Grandet Özeti

Sumur kasabasında yaşayan ihtiyar Grandet isimli birisi bu kişi karısı ve kızı, hizmetçisi Nanın ile beraber bir yaşam sürer. Granadet eskiden orta halli olarak geçinen birisiymiş. Daha sorasında yapmış olduğu evlilik sayesinde zengin birisi haline gelmiştir. Zengin bir odun tüccarı ile evlenmesi sonrasında zengin olan bu adamın kötü bir özelliği varmış. Grandet cimri bir insanmış.  Karısınıdan ötürü oldukça zengin bir yaşam süren bu adam karısının ninesinden ev dedesinden kalan miraslar sayesinde çok daha fazla zengin olur.

Ardından şehrin valisi unvanı ile baya bir zengin duruma gelmiştir. Grandet ise zengin olmasını yanında çimlik boyutunda üst düzeye çıkıyordur. Sofraya az ekmek gitmesini ister. Kasım ayının soğuğunda eğer ilk yarı değil ise sobaya izin vermez. Eğer çok soğuk olur dayanılamaz bir hal alırsa o zaman da az odunla yakılmasına izin verilirdi. Grandet karısını köle gibi kullanıyordu. Karısı aşk ve sevgi kelimelerinden yoksul olarak yaşamıştı. Zengin olan Grnadent biricik kızına ise iki tane aile istemekte idi. Bunlardan birisi ise Bankanın sahibi olan ailedir. Diğeri ise de noterin oğlu kızını ister. Eugenie’nin doğum günün de iki bey de oradaydı. Aynı akşam oraya bir kişinin daha gelmesi ile beraber olaylar değişmiştir.

Kızın amcasının oğlu da amcasına bir mektup vermek üzere gelmiştir. Bu mektubu Grandet’ e ulaşması gerekmekteydi. Eugenie ise gelen kuzenine karşı son derece ilgili davranmıştır.  Çocuğun ismi Charles olan bu yakışıklı beyefendi kızı büyülemişti. Charles’i n babası ise iflas etmiştir. Ve bunun üzerine intihar edip kardeşinden ise oğluna iyi bakmasını istemektedir. Charles artık Eurgenie2nin evinde kalır. Charles babasının ölümü üzerine çok büyük üzüntü yaşar. Charles bazen annesine ve hizmetçisine Nanon bazen harçlık verir.

Grandet ise bu durumdan son derece memnun olur. Ayrıca intihar meselesinden sonra Charles ve Grandet’in isimlerine leke gelmiştir. Charles zengin birisi olmak için Grandent’lerin oturduğu yerden ayrılır. Eugenie ise bu Charles’in gidişinde babasından gizli olarak altı bin franklık bir ücret verir. Bu iki aşık birbirleri için yanıp tutuşur ve birbirlerine daima birbirlerini sevecekleri için yemin ederler. Charles artık o kasabada yaşamamaktadır. Aradan bir yıl geçmesinin ardından babası kızının drahomasını Charles’e verildiğini öğrenir ve çılgına döner.

Kızını odaya kapatan baba kızının başkaları ile konuşmasını yasaklar. Annesi bu olay karşında kızının ceza aldığını görünce hastalanır. Eugenie ise bu cezadan dolayı acı çeker ve annesini kaybeder. Grandet ise karısının ölümünden sonra kızı ile barışır 82 yaşında Grandet de ölür. Babasından oldukça çok fazla para kalmıştır. Eugenie ise babasından kalan para ile orada kalmıştır. Çünkü Charles zengin olabilmek uğruna soylu bir kadınla evlenmiştir. Eugenie oldukça ısralı olan Chouchot ile dünya evine girmiştir. Daha sonrasında Eugenie2nin kocası da ölür. Kocasının serveti de ona kalması ile beraber çok zenginler. Bir tane dostunun olduğunu düşünen kızın en iyi dostu Nanon’dur.

Nanon ve Nanon’un kocası ile beraber yaşmaktadırlar. Zengin ve dul olarak çok serveti ile beraber rahibe hayatı yaşar.

Kitap Hakkında


Honoré de Balzac
tarafından kalem yazılmıştır. Kitabın orijinal dili ise Fransızcadır. 1822 yılında izleyici ile buluşan bir romandır.Fyodor Mikhaylovich Dostoyevski kariyer basamaklarının ilkini bu kitabın çevirisini yaprak başlamıştır.

Eugenie Grandet romanı yazarı için önemli bir roman olma özelliğini taşır. İlk kez yazmış olduğu sosyal içerik barındıran bir romandır. 1833 yılında yayınlanmaya başlayan bu kitap yazarının roman konusunda ilerlemesinde öncülük etmiş bir kitaptır. Taşra için ağır eleştiriler yapan yazar en başarılı roman olma özelliğini taşır. Taşra üzerine konu alan bu kitap Fransız İhtilali sonrasında Fransa’da değişen halkın hayatlarını konu alır.

Yazar bu kitapta aslında taşralı yerde yaşayan halkın değişen maddi koşullarına rağmen büyük servet sahibi birisinin fakir gibi yaşamasını ve cimrilik yüzünde yaşam standartlarını oturtamamış bir hayattan bahseder.  İkiyüzlü olan ve çıkarları doğrultusunda hareket eden insanların iç duygu ve düşüncelerini anlatan bir romandır.

Yazarın İnsanlık Komedyası olarak nitelendirdiği bu romanın da en çok başarılı olunan ve en çok sevilen romanlarından birisi olma özelliği taşır. 1883 yılında ise taşrada yaşayan insanların para ile ilgili ilişkilerini konu alır. Bu konuyu Reaist bir biçimde ele alır. Fransız Edebiyatında söz sahibi olan yazar bu eserini birçok dilde tercüme edilmiştir. Bu roman hemen her ülkede sevilen bir roman olma niteliğini taşıyabilir.

Babasının bu kadar zengin olmasının ona bir faydası olmayan ailesi ve hizmetçisi ile beraber yıkık bir evde oturmuştur. Charles in geri dönmemesi ile beraber Eugnie ‘de yaşanmaya ve git gide babasına benzer bir hal almaya başlamıştır. Eserin burada vurgusu ise taşra insanlarına ve parası konusunda cimrilik yapan insanların parayı bulduklarında hayatlarına katmadığını aşkın ve sevginin para veya mirastan daha güçlü olduğunu ifade eder. Taşra hayattan bahsettiği şey ise sosyal hayatlarında sekmede olan ve kopuk yalan anlamındadır, yaşam kalitelerinin düşük yaşamaktadırlar. Nokta kadar olan menfaatleri için virgül kadar boyun eğmemek gerektiğini vurgusunu yapar. 1994 yılında ise Bu roman filme de alınmıştır.

Eşitler Evi Kitap Özeti

Eşitler Evi

2017 senesinin Haziran ayında ilk kez yayınlanan bu eser, Üstün Dökmen’in önemli eserlerinden birisi haline gelmiştir. Küçük Şeyler kitap ismi adı altında, ortaya 4 farklı eser çıkaran Üstün Dökmen, “Küçük Şeyler 4” eseri adı altında “Eşit Evler” bu değerli eseri, biz okuyucuların huzuruna sunmuş. Eşit Evler eserinde, gündelik hayatın esaretlerini gözler önüne sererek öncesinde Esirler Evi olan bu evi zamanla Eşitler Evine nasıl döndüğü anlatılıyor.

Kitabın Konusu

Bu değerli eserde gerek ev yaşantımızda gerekse iş yaşantımızda sergilemiş olduğumuz baskıcı tavırlar doğrultusunda baskıya uğrayan ya da baskıyı yapanların nasıl özgürlüklerinin kısıtlandığı detaylı bir biçimde anlatılıyor. Eşitler Evi eserinde tam olarak geçmişten günümüze değin esaretin nasıl bir yol izlediği tartışılıyor. Bununla beraber iş yerlerinde ya da aile içinde bireyin onuruna karşı eşitlikçi bir tavır ile saygı, baskıcı tavır, bu baskıcı tavırların meydana çıkma biçimleri, baskıcı tavırların zararları, sebepleri ve bu baskıcı tavırlardan nasıl kurtulabilinir tüm bunları detaylı bir biçimde ele almış yazar kitabında. Romanda bahsi geçen bu evin içinde bulunan herkes insansa, herkes birbirine eşit oluyor ve böylelikle bu evin ismi Eşitler Evi oluyor. Evdeki herkes sonuna kadar eşit olacak, evin beyi kendini bu evin reisi olarak görüyor ise bu ev eşitler evi değil tam olarak esirler evi olur. Güncel olay ve örnekler ile beraber olayların anlatıldığı bu eserde eşitler evi nasıl kurulur bunu anlatıyor.

Kitabın Özeti

Tam bir sohbet havası ile kaleme alınmış bu eserin kısaca özeti şu şekilde verilebilir:

Tam Eşitlik Olabilir Mi?

Üstün Dökmen, gündelik hayatın içine inerek aile yaşantısında var olan tutsaklığa örnekler vererek ele alıyor. Baba figürü, kendisini evin reisi olarak görüyorsa burada ciddi bir eşitsizlik ve esaret söz konusudur. Günümüz zamanında da iş bulabilmek için, karnını doyurabilmek için tekneler yardımı ile başka diyarlara göç ederken boğulanlar, köle ticaretinin de hala devam ettiğinin büyük bir katını olarak karşımıza çıkar. Çocuk işçilerin sömürülerek çalıştırılması, beyaz kadınlar üzerinden yapılan ticaret de kölelik ticaretinin devam ettiğine birer örnektir. Esirler evinde bulunan bazı sözler, bireyin kendisini sınayabilmesinde önemli bir ölçüt oluşturur ve bunlara birkaç örnek verecek olursak eğer “kadın erkeğin bel kemiğinden yapılmıştır”, “kızını zamanında dövmeyen, zamanı gelince dizini döver” gibi söylemler örnek olarak gösterilebilir. Kitapta bahsi geçen eşitler evinde, bireylerin temel ihtiyaçları karşılanıyor ve evde bulunan birey ekonomik yönden bağımlı halde değil. Bu evde cinsiyet ayrımı kesinlikle yapılmıyor, onur eşitliği söz konusudur, bireylerin uzlaşma becerileri son derece gelişiyor ve bununla beraber daha pek çok durum söz konusu. Eşitler evinde öfke bireyleri ve evi olumsuz etkiliyor, kitabın yazarı “tam eşitlik olabilir mi?” sorusunun yanıtını detaylı bir biçimde bu eserde açıklıyor. Kulluk ve kölelik etmenin insan beyninde olduğunu detaylı bir biçimde ele alan yazar, günümüzün çağdaş köleleri de kredi kartı uygulamaları ile varlıklarını sürdürüyor. Zamanında Osmanlı padişahı Genç Osman’ın bu düzene baş kaldırması ve köleliğin kötü bir şey olduğunu ileri sürerek, tek eşliliğin getirilmesini istemesi nedeni ile öldüğünü de yazar eserinde anlatmıştır. Zorlanmadan çalışan çocuklar haricinde, çocukların acımasızca çalıştırılması, sağlık problemleri nedeni ile işçilerin işte çıkarılması gibi durumların da tamamen bu düzen dâhilinde kölelik çerçevesi içine girdiğini söylüyor. Kulluk etmekten kurtulup tamamen özgürleşmenin izlerini süren romanın yazarı, eriştiği bu özgürlük aşamasında aile ve işyerinde eşitler evinin meydana geldiğini savunur. Romanda, çocukların anne ve babalarına olan bağımlılıklarının eşitler evini etkilediği yazıyor ve yazar bu durumu da bağlılık ile bağımlılık arasındaki ayrımı açıklayarak ve örnekler vererek açıklık getiriyor. Yazar kitapta eşi olmadan hiçbir şey yapamayan kadın için “bağımlılık”, beraber olmayı, istekli davranmayı ve sevip saymayı da bağlılık olarak açıklamaktadır. Beraber yapılan seçimler eşler arasında oluşan bağlılığı gösterir ve bununla birlikte eşlerin kendi ailelerine “bağımlı” bir biçimde davranmaları ise eşitler evini son derece olumsuz etkiliyor. Çevremizdeki bireyleri kendimiz gibi düşünmeye zorlamamız, onları köleleştirmek istediğimiz anlamına geliyor. Ebeveynleri olarak, çocuklarımızı her daim öğrenmeye, araştırmaya, okumaya, özgür düşünmeye yöneltmeli ve yapacakları meslek tercihinde de onları asla yönlendirmemeye özen göstermeliyiz.

Defne Sendromu

Yazmış olduğu eserinde toplum bireylerini köleleştirmenin pek çok yönüne örnek veren Üstün Dökmen, bireylerin telefonlarının dinleniyor olmasını öne sürerek bireylerde korku yaratmanın da bir köleleştirme çeşidi olduğunu anlatır. “Defne Sendromu” adı altında kadınların nasıl köleleştirildiği detaylı bir biçimde açıklanır, yazarda eserinde kadınların köleleştirilmesine defne sendromunu örnek verir. Babanın anne ile ilgili yanlış tutumlarını çocuğuna yansıtması, erkek çocuğunun ailede üstün tutulması ve zamanla erkek egemenliğinin ilan edilmesini sağlar. Eşitler evinin en önemli koşulu kadın erkek eşitliğidir ve iş yerinde de son derece geçerli önemli bir konudur. Kadın ve erkek onurunun eşitliğine son derece önem verilmeli ve kadınların aşağılanmasından kaçınmalı ve onlar el üstünde tutulmalıdır. Erkeğe tanınan hakların, kadınlara da tanınması ile beraber kadınlar büyük ve önemli işlere adım atabilirler. Eşitler evini bozan en ama en önemli olgulardan birisi de toplum içersinde erkeğe abartılı değer verilmesidir, bununla beraber erkeğin kadına olan öfkesi de eşitler evini adeta esirler evine çevirir. Bu öfkenin oluşumunda çeşitli sebepler vardır, mesela model alma, bastırılmış korkular ve eski hikâyeler örnek verilebilir. Büyüyen çocuklar, ailelerinden ne gördüyseler bunu kendi hayatına ve çevresine yansıtmaya başlarlar. Üstün Dökmen, yazmış olduğu bu eserinde sonuç olarak toplum ve ailenin içinde bulunan tüm baskıcı tavırların esir evlerine katkıda bulunduklarını öne sürer, yeni bilgiler ve davranış biçimlerini edinmekle beraber eşitler evinin kurulabileceğini de dile getirir. Vermiş olduğu etkili örnekler dâhilinde görüşlerini detaylı bir biçimde bu değerli eserinde açıklayan Üstün Dökmen, kitabın son derece sürükleyici olmasına da olanak sağlamıştır.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi

1954 senesinde İstanbul’da doğan Üstün Dökmen, yazarlıkla beraber sürdürdüğü psikologluk mesleğinin etkilerini yazmış olduğu eserlerin yansıtmıştır. Yaşamı esnasında televizyon programcılığı ile de ilgilenen yazar, uzun yıllardır akademisyenlik yapmaktadır. Şu an hala Ankara Üniversitesinde akademisyenlik yaptığı bilinen Üstün Dökmen, 1971 senesinde Ankara Cumhuriyet Lisesini bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesinde Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. 1986 senesinde doktorasını de bitiren yazar, sırası ile doçentlik ve profesörlük unvanlarına hak kazanmıştır. Eğitim kariyerini son derece sağlıklı bir biçimde tamamlayan yazarın başlıca eserleri şu şekildedir:

Romanları:

  • Eşitler Evi
  • Selam
  • Küçük Şeyler 2004
  • Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati
  • Sosyometri ve Psikodrama
  • Yarına Kim Kalacak?
  • Ladesçi
  • Küçük Şeyler 2006
  • Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak
  • Yaşama Yerleşmek

Oyunları:

  • Ladesçi
  • Selam
  • Yağmurda Yangın
  • Toplumsal Cinsiyet
  • Otoyolda Piknik
  • Bir Yumurtanın Tarihçesi ya da Bir Yumurta Pişirme Tarifi
  • Komşu Köyün Delisi

Ermiş Kitap Özeti

Ermiş

Ermiş” eseri 1923 senesinde, Halil Cibran tarafından yazılmış ve dünyanın pek çok yerinde beğenilerek okunan kitaplar arasında yerini alabilmiştir. Pek çok dile çevrilen bu kitap, ülkemizde de son derece okunan ve sevilen bir kitaptır. İnsanlığa doğru yol gösteren bir seçilmiş insan tarafından konusu oluşturulan bu eserin gelin detaylarına daha yakından bakalım.

Kitabın Konusu

Seçilmiş bir insan olan El Muhammed’in gitmiş olduğu bir şehirde insanlara verdiği güzel dersler, bilgiler ve nasihatler ile iyi bir insan olabilmeyi aşılaması üzerine dönen bu eserde ona ilk inanan öğrencisi El Mitra’nın, şehirden ayrılması üzerine El Muhammed için üzülmesi detaylı bir biçimde anlatılmıştır. Şiirsel bir düz yazı halinde yazılan bu eserde aşk, evlilik, çocuk, okul aklınıza gelecek her bir konu işlenmiştir. Eserde başkahraman insanı insana anlatmaya çalışır ve dünyanın daha güzel bir yer olabilmesi için güzel insan olmanın yararlarını söyler.

Kitabın Özeti

İncecik görünen “Ermiş” kitabının içinde aslında kocaman bir dünya yer alıyor, dünyanın pek çok yerinde büyük ilgi ile okunan bu kitabın özeti işte şu şekildedir: Romanın başkahramanı El Mustafa, bilginliği ile biliniyor. Yıllar önce gelmiş olduğu Orphalese şehrinde kendine inanan ve ona sonsuz bir saygı gösteren bireylere tüm bildiklerini büyük bir zevk ile anlatmış olan El Mustafa, El Mitra talebesini son derece seviyordur. Bunun nedeni ise kentte ona ilk insanın El Mitra olmasıdır. El Mustafa bu şehre geldiğinden beri, öğrencisi El Mitra onu hiç yalnız bırakmamış, sorgusuz sualsiz her daim ona inanmış ve hep destekçisi olmuştur. Günün birinde El Mustafa’nın bu şehirden gitmesi gerekir ve bu haberi alan öğrencisi El Mitra son derece derin bir hüzne kapılır. Bu şehirde görevini tamamlamış olduğunu bilen El Mustafa hem şehirden ayrılışına, hem de onu bu kadar destekleyen ve her zaman yanında olan öğrencisinin bu denli üzülmesi onu derinden etkilemiştir. Gitme günü gelip çatmıştır, şehrin yerlileri El Mustafa’ya soracak pek çok soru hazırlamış ve El Mustafa da gideceği gemiye binmeden evvel insanlığa dair pek çok önemli konuda soracak oldukları bu soruları yanıtlamaya başlar. El Mustafa’nın vermiş olduğu bu yanıtlar içerisinde hayata dair bilinmesi gereken en önemli detaylar, mutluluk nedir, mutluluğun sırrı nedir tüm bu önemli bilgiler yatar. Hayatın içinde pek çok şeye değinerek sormuş oldukları tüm yanıtları güzelce cevaplayan El Mustafa, bu şehirdeki son görevini de layığı ile yerine getirmiştir. Üzücü bir vedalaşma sonrasında El Mustafa gemiye biner ve yeni yolculuğuna atılır. Romanın başkahramanı olan El Mustafa, Orphalese şehrindeki insanlara hayata dair görüşlerini, zamanla yarışan, her din ve farklı yörelere ait insanlara seslenerek onlara iyi bir insan olabilmenin, mutluluğa erebilmenin yollarını düşündürücü bir nitelikte anlatmaya, aktarmaya çalışır. Kitabın içerisinde sık bir biçimde bazen aynı cümlelere denk gelebiliyorsunuz, yazan bu yazılar hayatınızın yönünü değiştirebilecek niteliktedir. Yaratılan evrenin güzelliğine, kıymetinin bilinmesine, insanları kırmadan hoşgörülü bir biçimde yaşayarak, dürüst bir insan olmanın güzelliklerine kadar pek çok bilgi veren El Muhammed bilgeliği ile dillere destan olmuştur.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi

Amerika Birleşik Devletlerinde dünyaya gelen Halil Cibran aslen Lüblan’lıdır. İlköğretim yıllarını Lübnan’da tamamlayan Cibran, daha sonraki yıllarda Boston’a taşınmıştır. Arapçayı çok iyi bilen yazar, ilerleyen yıllarda tekrar Boston’a dönerek deneme türünde eserler vermeye ve bu eserlerini de çeşitli gazete ve dergilerde yayınlamaya başlar.  Yazar, yazmış olduğu eserleri ile tüm dünyaya ses getirmeyi başarabilmiştir. 1883 doğumlu olan Halil Cibran, “Ermiş” eserini, diğer eserlerinden hep ayrı tutmuştur. Bunun sebebi ise, daha önce yazmış olduğu tüm eserlerinde vermek istediği mesaj ve düşünceleri bu kitapta bir araya getirmiş olmasıdır. Bu kitap için aylarını verdiğini söyleyen yazar, her bir satırından emek fışkırdığını söylemiştir. Başucu kitabı olarak bilinen bu değerli eseri okuyan herkes, okumayanlara mutlaka tavsiye ediyor. 1931 senesinde Amerika Birleşik Devletlerinde hayata gözlerini yuman başarılı yazarın mezarı şuan Lübnan’dadır. Halil Cibran’ın yazmış olduğu yazılar şu şekilde ele alınabilir:

  • Ermiş
  • Gezgin
  • Kırık Kanatlar
  • Asi Ruhlar
  • Gözyaşı ve Kahkaha
  • Deli
  • Kum ve Köpük
  • Ermiş’in Bahçesi

RANA DEMİRİZ: ENDÜLÜS’TE BİR HAFTA Kitap Özeti

Rana Demiriz

Rana Demiriz Kimdir?

Rana Demiriz, 1995 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Okul hayatının çoğu Marmaris de geçti. İlkokulu Şehit Ahmet Benler İlköğretim Okulu’nda okumuş ve üstün başarı göstererek okul birincisi olmaya hak kazanmıştır. Ardından Halıcı Ahmet Urkay Anadolu Lisesi’nde öğrenimine devam etmiştir. Güzel sanatlara ve edebiyata ilgi duymuştur. Bu ilgisi sayesinde “Gölgedeki Işıklar” adlı ilk romanını okurla buluşturmuştur. Rana Demiriz bu romanını kaleme alırken henüz 14 yaşında olduğu için bu durum Türkiye’de devasa bir ilgi ve merak duyulmasına sebep olmuştur. Ayrıca yerel basında uzun bir zaman adı geçmiştir. Akranlarına örnek olduğu için Başbakanlık tarafından bu başarısı için hediye verilmiş ve bu durum karşısında ailesi kızları için gurur duymuşlardır.

Genç yazarın bu dillere destan başarısı İstanbul şehrinde de oldukça ses getirmiş, Özel Doğa Anadolu Lisesinin de destekleri ile lise öğrenimine burada devam etmeye layık görülmüştür. Bir yandan liseyi başarıyla tamamlayıp bitirirken, diğer yandan da yazarlığa devam etmiştir.

Daha sonra 15 yaşında ikinci romanı olan “Gölgedeki Işıklar- Yüzleşme” kitabını kaleme almıştır. Aslında bu kitabı yazmasının amacı ilk romanının bir tesadüf sonucu ortaya çıkmadığını ve ikinci romanını da yazarak gerçekte başarılı bir yazar olduğunu kanıtlamaktı. Bu amacını da yerine getirmiş oldu ve yine yerel medyada yer aldı. 16 yaşına geldiğinde üçüncü romanı olan Donmuş Ateş’i okurlarıyla buluşturdu. Yaşına göre göstermiş olduğu bu üstün başarısı sayesinde adı, o zamanlar ünlü olan bir yarışma programında soru olarak karşımıza çıktı. Birçok seminer ve televizyon programlarına katılıp orada hem başarısını hem de olgun davranışlarını sergileyerek, akranlarına ve hatta kendinden yaşça büyük olan insanlara bir ışık kaynağı oldu. Aslında başarının yaşla hiçbir alakası olmadığını ve azimle ortaya çıkabileceğini kanıtladı. 17 yaşında “Kutsal Denge” romanını yazarak, bu yaşta toplamda dört roman sahibi oldu.

Eserleri Nelerdir?

  • Endülüs’te Bir Hafta
  • Gölgedeki Işıklar- Donmuş Ateş
  • Ayasofya’da Bir Gece
  • Sarayda Bir Yıl
  • Gölgedeki Işıklar
  • Gölgedeki Işıklar Yüzleşme II- Gerçekle Karşılaşmaya Hazır Mısın?

Endülüs’te Bir Hafta

Yazarın bu kitabı soğuk bir şubat ayında okurlarıyla buluştu. Kaleme aldığı bir önceki romanı Ayasofya’da Bir Gece ile zaten geniş bir kitleye sahip olmuştu. Bu da demek oluyor ki okur yazarın yeni kitabını heyecanla bekleyip neden almasın? Endülüs’te Bir Hafta adlı romanıyla Rana Demiriz, okurlarını adeta okudukları zaman oraya götürüyor. Onlarla buluştuğu zaman merak edilen bütün soruların cevapları tereddütsüz verildi. Bu eğlenceli sohbette kitabı alan okurlar kitaplarını imzalatmayı ve fotoğraf çekilmeyi de unutmadılar. İşte okurların genç yazarımıza sorduğu sorular;

  • GENİŞ KAPSAMLI OLARAK ELE ALDIĞINIZDA HANGİ YAZARLARI TAKİP EDİYORSUNUZ?
  • Gerçekte var olan yaşadığımız hayat ile aslında hiç görmediğimiz ve görmeyi istediğimiz hayali hayatın birbirlerine karışarak bir araya gelmelerini seviyorum. Kendimi bildim bileli sanat tarihi ile ilgilendiğim için sizlerin neleri ne kadar merak etiklerini biliyorum. O yüzden siz değerli okurlarıma takip ettiğim ve dikkate aldığım yazar isimlerini verecek olursam; Isabel Allande, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Lobin Lafevers’dir.
  • ROMANLARINIZA GENEL OLARAK BAKTIĞIMIZDA HEP SANAT VE TARİH BİZİ KARŞILIYOR. PEKİ SİZİN YAŞAMINIZDA BU İKİ KONU NE KADAR YER EDİNİYORLAR?
  • Benim için sanat daima vardı ve ona ilgi duydum. Tarih ise sonraları bende yer edindi. Hep bu iki konuyu bağdaştırdım. Bizim ailede kim olursa olsun resme hep merak duymuşlardır. Resim bizim hep gündemimizde olduğu için bende bir resim eğitimi almaya karar kıldım. Bu aşamada sanata ait her ne varsa vazgeçemediğim ve onları ayıramadığım için bende sanat tarihi ve arkeoloji ile ilgili öğrenim gördüm. Kısacası ikisi de benim hayatımda devamlı yer aldıkları için onlardan kendimi ayrı düşünemiyorum.
  • YAZMIŞ OLDUĞUNUZ ENDÜLÜS’TE BİR HAFTA ADLI ROMAN SADECE BİZLERE DEĞİL, HEMEN HEMEN HER YAŞTA İNSANA DOKUNUYOR. ELBETTE BU KİTAP İLE ALAKALI BİRDEN FAZLA MERAKIMI UYANDIRAN KONU VAR. BUNLARI TEK TEK SORUP SİZİ BUNALTMAK İSTEMİYORUM. O YÜZDEN BİZLERE BU KİTABIN ÖYKÜSÜNÜ KENDİ GÖZÜNÜZDEN NASIL GÖRÜLDÜĞÜNÜ İFADE EDER MİSİNİZ?
  • Endülüs, karşıma hep okul hayatımda konu olarak çıkıyordu. Lakin kitabı yazdıktan iki yıl önce aslında orada bulunmam için bir fırsat doğdu. Oraları gezerken aklımda hep bir soru vardı. “ Endülüs şu an bu denli güzelken, geçmiş zamanlarda acaba nasıldı?” Aslında ben bu kitabımda sizlere geçmişle gelecekteki Endülüs’ü anlatmaya çalıştım. Ki bunu da başardığımı düşünüyorum. Bu roman benim için zamanımı almadı, onu çok kısa zamanda kaleme aldım. Bu kitapta bir yandan anlatırken, diğer yandan da sizlere ufak tefek sorular yönelttim. Sizce benim anlattığımın ne kadarı doğruydu? Endülüs’ü bir de sizin görmeniz gerekmez miydi?
  • ELBETTE Kİ BU SİZİN SON ROMANINIZ OLMAYACAK. ÖYLEYSE GELECEKTE KALEME ALDIĞINIZ ESERLERİNİZDE DE Mİ HEP SANAT TARİHİNE YER VERECEKSİNİZ? YOKSA BİZİ SÜRPRİZLER BEKLİYOR MU?
  • Sanat tarihi ile alakalı eserler okumayı sevdiğim ve tercih ettiğim için, illa ki onunla ilgili romanlar yazmayı da istiyorum. Bunun sonrasında yine roman yazacak olsam konusu herhalde sanat tarihi olurdu. Ama her eserimde dikkatimi çeken bir şey varsa o da asla bir önceki kitabın kopyası olmamasıdır. Dolayısıyla tekrar sanat tarihi ile ilgili bir kitap yazmamın hiçbir sakıncası olduğunu düşünmüyorum.
  • KİTAP YAZMAK İSTEYİP DE YAZMAKTAN KORKAN BİRÇOK GENCİMİZİN OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM. ONLARI CESARETLENDİRİP, ONLARA IŞIK KAYNAĞI OLACAK TAVSİYELERİNİZ NELERDİR?
  • Bu konuda onlara en büyük tavsiyem galiba, çokça kitap okuyun demek olacaktır. Çünkü okumak onların kalıplarını kıracak ve onlara azim verecektir. İşte o zaman içlerinden nasıl geliyorsa öyle yazacaklardır.

Endülüs’te Bir Hafta Kitap Özeti

Kitapta Manolya adlı başkarakter, Tarih bölümünde öğrenim gören ve son sınıfa giden bir öğrencidir. Bir öğretmeni ile birlikte Endülüs’te çalışıyorlardır. Yaz tatili geldiği zaman kendisini hiç ummadığı bir anda Granada’nın Elhamra Sarayı’nda bulur ve orada işçi olarak çalışan Mateo ile tanışma fırsatı bulur. Bir gün sarayı gezmeye karar verirler ve gezdikleri zaman tünellerde yollarını kaybederler. Karşılarına göz alıcı teknolojiler çıkar. Böylece orada serüvenleri başlar.

Yazmış olduğumuz bu yazımızda Endülüs’te Bir Hafta kitabının içeriğine, yazarının kim olduğuna ve hayatına değindik. Genç yaşta tanınan bir yazar olan Rana Demiriz’in umuyoruz ki yeni nesle bir faydası olur. Keyifle okumanız dileğiyle…

Eksik Parçalar Kitap Özeti

Eksik Parçalar

2000 senesinin Eylül ayında basılmış olan Eksik Parçalar romanı, Joy Fielding’in kaleminden çıkmış başarılı bir eserdir. Konusu ve sürükleyici yapısına sahip olmasıyla beraber roman dünyanın pek çok yerinde ses getirebilmiş ve yayınlandığı ilk günden beri de belirli bir okuyucu kitlesine sahiptir. Gelin bu başarılı romanı daha yakından inceleyelim.

Kitabın Konusu

Romanda bahsi geçen başkahraman Kate Sinclair’ın başına gelen vahşi olaylar ve öncesinde yaşadığı sakin hayat arasındaki o ince çizgi, başarılı bir biçimde yazar tarafından ele alınmıştır.

Kitabın Karakterleri

Kate Sinclair: Romanın başkahramanı olan bu şahıs, son derece güzel bir fiziğe sahip, güzelliği ile dikkatleri üzerine çekebilen kahverengi gözlü bir bireydir. Mesleğinin psikologluk olması onu iş anlamında ne kadar başarılı kılarsa kılsın, mesleği hakkında bildiği bilgileri ne yazık ki kendi hayatına aktaramıyor ve başına gelen durumlar karşısında adeta günden güne mahvoluyor.

Larry: Başrol Kate Sinclair’ın inşaatçı kosacı olan bu şahıs, hafifçe kilolu, golf oynamak ile arası son derece iyi olan birisidir. Pasif bir baba olması ile beraber ailede sözü pek ciddiye alınmaz.

Jo Lynn: Başkahraman Kare Sinclair’ın üvey kız kardeşi olan bu karakter, erkekleri baştan çıkarabilecek kadar bir güzelliğe sahip olması ile beraber ikna yeteneği de yüksek bir bireydir. Dar görüşlü bir yapıya sahip olan Jo Lynn, olaylara ne yazık ki tek yönlü bir biçimde bakar ve son derece de şıpsevdi bir kadındır.

Sara: Başkahraman Kate Sinclair’ın öz kızı olan bu karakter, güzellik bakımından son derece teyzesi Jo Lynn’e benzemektedir. Dürüst bir kişilik yapısına sahip olmayan Sara, teyzesinin özellikle kötü huylarını kendine örnek alması ile beraber başına gelmeyen kalmaz.

Kitabın Özeti

Psikolog bir kadın olan Kate Sinclair, romanın başkahramanı olması ile beraber insanların hayatlarında meydana gelen psikolojik travmaları iyileştirmek için çabalar durur. Geçmiş zamanlarda yaşamış olduğu bazı olaylar neticesinde pek çok sır edinmiş ve bu sırları daha fazla içinde tutamayacak gibidir. Kate Sinclair’ın önceleri herkes tarafından inanılmaz biçimde özenildiği bir hayatı vardı, lakin üvey kız kardeşi Jo Lynn öyle bir adamla evlenmek ister ki, bu isteği sonucu Kate’nin hayatı mahvolur. Üvey kardeşinin evlenmeyi düşündüğü adam Colin Friendly daha önceden on kadına tecavüz etmiş, onları vahşi bir biçimde katletmiş ve bununla beraber yargılanmıştır. Hayatı mükemmel huzurlu bir biçimde süren Psikolog Kate, beklemediği bir anda kendisini bu huzurlu hayatını bozmaya çalışan Colin Friendly ile mücadele vermeye çalışırken bulur. Bu durumun yanı sıra, Kate’nin 75 yaşındaki annesi de zamanla daha fazla bunamaya başlar ve kızının teyzesini örnek alması ile beraber sergilediği değişik davranışlarda Kate’nin iyice bunalmasına sebep olur. Üvey kardeşi Jo Lynn, sonunda Colin ile evlenir, Colin girmiş olduğu hapisten Jo Lynn sayesinde firar etmeyi başarır. Daha önce 13 kadına tecavüz edip vahşi bir biçimde onları öldüren Colin, Jo Lynn’i de öldürdükten sonra kız kardeşi Kate’nin evine gider. Colin, elime almış olduğu bıçakla Sara’nın boğazına yapışır ve tam da bu esnada Kate’nin 75 yaşında ki bunamış olan annesi arkadan Colin’e doğru yanaşarak eline almış olduğu sert cisim ile Colin’e vurarak onu bayıltmayı başarır. Colin’in yakalanmasını sağlamaları ile beraber onu ait olduğu hapishaneye geri göndermeyi başarabilirler ve bununla beraber psikolog Kate, hayatına kaldığı yerden ailesi ile beraber mutlu ve huzurlu bir biçimde devam etmeye başlar.

Kitabın Ana Fikri

Hayatın her yerinde ve her zaman atacağımız her adım, vereceğimiz her karar için son derece dikkatli düşünüp o şekilde davranmaya özen göstermeliyiz. Vereceğimiz bir karar pek çok kişinin hayatına mal olabilir bu yüzden tercihlerimizi yaparken çok yönlü düşünmeliyiz. Karşımıza çıkan ilk olumsuz durumda hemen pes etmek yerine, sonuna kadar savaş vererek hakkımız olanı almalı ve hemen kendimizi bırakmamalıyız. Başımıza ne gelirse gelmiş olsun, her zaman ümitli olmayı ve neşe saçmayı da başarmamız gerekir. Kötü insanları hayatımızdan uzaklaştırarak, dünyanın, evrenin ve hayatın getirdiği güzelliklerin farkına varmalıyız. Kötü insanları kendimize örnek görmekten son derece kaçılmalı ve her koşulda kendimiz olmayı başarmalıyız.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi

Eksik Parçalar romanının yazarı olan Joy Fielding, 18 Mart 1945 senesinde Kanada’da gözlerini açmıştır. 1966 senesinde yaşadığı şehrin Toronto Üniversitesi’nde eğitimini bitirir ve mezun olur. Yazdığı eserler ile sesini tüm dünyaya duyurabilmeyi başarmış olan Joy Fielding, film ve dizilerde oyunculuk da yapmıştır. Aldığı psikoloji eğitimini, eserlerine son derece iyi bir biçimde yansıtmayı başaran Joy Fielding, eserleri ile okuyucusunu etkilemeyi başarabilmiştir. Bu değerli yazarın eserleri başlıca şu şekilde sıralanabilir:

  • Eksik Parçalar
  • Orada Olmayan Kız
  • O Kız Ben Değilim
  • Şeytanın İzi
  • Gölgeler Kasabası
  • Artık Ağlama
  • Nemesis Polisiye Seti

Efsane Kitap Özeti

Efsane

İskender Pala tarafından kaleme alınan Efsane Bir Barbaros romanı, 2012 yılının Ocak ayında yayınlanmıştır. Tarihi bir roman olan bu eser, Barbaros Hayrettin Paşa’nın hayatından kesitleri okuyucuya aktarıyor. Eserin içinde bulunan aşk öyküsü de, okuyucuyu derinden etkiliyor. Yazdığı eserle ile sesini duyurmayı başarmış olan İskender Palanın Efsane romanı, yayınlandığı ilk günden beri rağbet görmektedir. Gelin bu başarılı eserin detaylarını hep beraber inceleyelim.

Kitabın Konusu

Osmanlı döneminde gerçekleşen vahşetler ile ailelerinin gözleri önünde öldürülmesi sonucu kendilerinin köle olarak oradan oraya savrulmasının anlatıldığı bu kitapta Hayrettin Paşa’nın başarıları detaylı bir biçimde ele alınmıştır. Dönemin yaşanan olaylarını, içine aşkı da katarak güzel bir dil ile ele alan İskender Pala, okuyucusunu son derece etkileyebilmeyi başarmıştır. Dünyaya nam salan Barbaros Hayrettin Paşa hakkında bilmeniz gereklere de bu kitapla beraber erişiyorsunuz.

Kitabın Karakterleri

Billure (Beatrix): Romanın başkahramanı Billure, ailesini acı bir şekilde kaybeder ve köle olarak satılır. Hayatının ilerleyen yıllarında bir Müslüman olmasına rağmen kilisede rahibelik yaparak yaşar. Alkala’nın biricik sevdiğidir.

Alkala: Aileni öldüren adamları bulmak için intikam gününü bekleyen bu genç, beş dil bilir ve harita okuma yeteneği ile Hızır Reis’in en sevdiği adamlardan birisi olur. Billure’yi çok seviyor ve hayatlarını mutlu bir biçimde sürdürüyorlar.

Hızır Reis: Romanın başkahramanlarından birisi olan Osmanlı deryası Hızır Reis, Midilli’de yaşayan Yusuf ağanın dört oğlundan birisidir. Alkala ile güzel işlere imza atan Hızır Reis, Sultan Süleyman’ında yakından sevdiği bir kişiliktir. Ölümü üzerine pek çok insan etkilenmiş ve ona yapılan mezar saygı ile sık sık ziyaret edilmiş.

Yusuf Ağa: Midilli Adası’nda yaşayan, dört çocuk sahibi bu adam tam bir Osmanlı sipahisidir. Adanın en güzel kızı ile evlenmiş olan bu adam oğullarına son derece bağlıdır.

Kitabın Özeti

Midilli’de yaşayan yalnızca bir kişi Efsane denize sahip olacaktı. 1473 senesinde Midilli Adası’nda dünyaya gelen Barbaros, Türk sipahisi Yakup Ağa’nın oğludur.  Son derece cesur, güçlü bir yapıya sahip olan Yakup Ağa, Midilli Adası’na yerleşerek adanın en güzel kızı ile evlenir. Bu güzel kadından Hızır, Oruç, İshak ve de İlyas isminde çocukları olur. En büyük çocukları Oruç ile İshak’ken, İlyas ve Hızır onlardan biraz daha küçüktür.

Dönemin padişahı Sultan Beyazıd, Adalar Denizinde ticaret yapmaya çalışan Hristiyanları engellemek adına çeşitli önlemler alıyordu. Bütün adalar korsanlar tarafından ele geçirilmeye çalışılırken, Midilli’nin de diğer adalar gibi korsanlar ile dolup taşmaya başlaması herkes gibi Yusuf Ağa’nın oğlu Hızır’ı da son derece huzursuz etmeye başlamıştır. Bu korsanlar artık hadlerini o kadar aşmışlardı ki, Sultan Beyazıd’ın adalarının kıyı kesimlerine diledikleri gibi saldırıyor, burada bulunan Türk erkek ve kadınlarını alıkoyarak Ceneviz esir pazarlarına diledikleri gibi satabiliyorlardı.

Ufuklara uzanan bir tepenin yamacında bulunan şirin görünümlü ev, Kral Fernando’nun emri üzerine ölen küçük kızı için yapılmıştı. Malaga’da bulunan bu eve kimse uğramıyordu ve Yeni Kraliçe Germana, kalabalıktan uzaklaşmak ve çocuk seslerinden uzak huzurlu bir hayat sürmek için bu evi adeta gözden çıkarmış.

Ege bölgesine yerleşmiş olan Billure, yaklaşık üç sene önce yaşadıkları bölgeyi basan şövalyelerin babasını öldürmeleri üzerine annesi ile beraber bu şövalyeler tarafından kaçırılmışlardı. Yaşanan bu olaylara daha fazla dayanamayan annesi esirlerin satılığı pazarda eline geçirmiş olduğu bıçak ile kendini keserek öldürdü ve Billure gördüğü bu manzarayı yıllar geçse de asla unutamıyordu. Daha 8 yaşında olan bu küçük kız, ölmüş olan annesinin bedeninden çıkardığı bıçakla kendisini satan kişilere doğru saldırıyordu ki bu adamlar tam onu öldürmeye kalkmıştı ve o esnada kralın başmabeyincisi bir köle satın almak için yüksek bir miktar para teklifinde bulunur. Satılan Billure, kral’a götürülüyordu ve ismi de Beatrix konulmuştu. Başına gelenlerden dolayı mahvolan Billur, ne satılmasından ne de isminin değiştirilmesinden şikâyetçiydi çünkü artık hiçbir şey umurunda değildi ve her şeyi kabullenmişti.

Endülüslü bir genç olan Alkala, çevresine kendisinin İspanyol olarak tanıtsa da aslen Müslüman bir gençti. Ailesinin vahşice katledilmesini unutamıyor ve bir an önce intikam alacağı günü bekliyordu.

Malaga’daki eve geldiği vakitler 12 yaşına ermiş olan Billure, Kral Feernado’nun sarayında yetiştirilmek üzere köle parasından satın alınmış. Decan Ojeda onun Müslüman olduğunu gizlemek adına ismini Betrix olarak değiştirir çünkü Müslüman olduğu öğrenildiği an vahşice öldürülür.

Burada okula başlayan Beatrix okuluna hemen ısınmış ve oldukça sevmiştir. Okulunu bu kadar sevmesinin sebebi de ona yazık köydeki evlerini hatırlatıyor olmasındandı. Burada yaşamaya çalışan Beatrix, Türkçe konuşabilmeyi de oldukça özlemişti. Beatrix 15 yaşına basmış olan Alkala ile tanışmıştı ve bu çocuk son derece zeki birden çok dil biliyor, harita bilgisi de oldukça iyidir. Bu ikili aralarında bir anlaşma yapmaya karar veririler, bu anlaşma dâhilinde Alkala Beatrix’e Almanca ve Arapçayla beraber harita okumayı öğretirken, Beatrix’te bunun karşılığı olarak ona Türkçe öğretecekti.

15 yaşına geldiği vakit Fernando’nun sarayına istemeleri üzerine Beatrix’i Alkala ve başpapaz kaçırarak bir köye götürür. Ona gemi bulmaya çalıştıkları esnada, zamanında onu kaçırmış ve köle yapmış olan kişiler tekrar Beatrix’i kaçırır. Neye uğradığını bile anlamadan kendini kızlarla dolu bir gemide bulur.

Akdeniz kıyılarına geldikleri vakitlerde Osmanlı gemileri, kızlar ile dolu bu gemiye saldırarak kızları kurtarır. Kızlar ile dolu olan bu gemide Eleves Dükü’nün eşi ve 4 kadın, bir bebek ve de hizmetkârlar vardır. Saldırı esnasında çıkan yangında bebeği kurtarmaya çalışan Beatrix’in elleri ne yazık ki yanar. Onları bulan Osmanlılar kiliseye satar.

Aradığı hiçbir yerde Beatrix’i bulamayan Alkala çok üzgündür. Hızır Reis’in gemisinde harita okuma ve çizme işine başlayan Alkala, inanılmaz kısa bir zaman içersinde Hızır Reis’in en güvendiği çalışanı konumuna gelmiştir. Hiç kimseye söylemediği sırrını gerçekleştirmek için gün sayan Alkana, ailesini yok eden ve köyünü mahveden o adamları bulup intikamını alacaktı.

Sonbahar vakti, gemiler kazığa takıldığı an başrahip ile görüşmeye gittiği an umudunu kaybetmeden Beatrix’i de arayan Alkana, kendine vermiş olduğu sözün bir kısmını yerine getirerek ailesini öldüren adamlardan bazılarını bularak intikamını alır ve onları hiç düşünmeden öldürür.

Satılmış olduğu kilisede Rahibe olan Beatrix, artık Alkala’nın onu bulabileceğinden bulsa da yüzüne bakabileceğinden ümidini kesmiştir çünkü o artık kilisede çalışan bir rahibeydi. Alkala’nın kendinden nefret edeceğini düşünen Beatrix, Müslüman bir çocuğun hristiyan bir rahibe ile olacağına inanmıyordu.

Beatrix’i bulan Alkana son derece heyecanlanır ancak tam o esnada dönemin padişahı Sultan Süleyman, Hızır Reis’i Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’a çağırır. Hazırlıkların tamamlanmasının ardından Hızır Reisin donanması limanından ayrılarak Osmanlı’ya doğru yola çıkar.

Sonunda Beatrix’e kavuşan Alkala, rahibeliğinin aşkının önüne geçmeyeceğini söyleyerek onun her zaman yanında olacağını söyler. Bunun üzerine bir daha kimseyi öldürmemesini isteyen Beatrix’in bu isteğini kabul eden Alkala ona sarılır ve bundan sonraki hayatları huzur içersinde geçer.

Hızır Reis’i İstanbul’a çağıran Kanuni Sultan Süleyman, başından geçen her şeyi en ince detayına kadar yasmasını ve böylelikle bütün tarihin de bu yaşananları bilmesi gerektiğini söyler. Hazır Reis başından geçenleri en iyi Alaka’nın yazacağını düşünerek ona bu teklifi sunmuş ve Hızır Alaka’dan bahsederken kardeşlerinin ölümünden sonra onun kardeşi olduğunu en yakın sırdaşı olduğunu söyler.

Hayrettin Paşa yaklaşık 8 yıl sonra vefat eder ve Sultan Süleyman’ın konağında düzenlenen cenazeye pek çok kişi katılır. Vasiyeti üzerine Hayrettin Paşanın mezarını Sinan ustanın yaptığı türbeye gömerler.

Sultan Süleyman’ın emri üzerine, bundan sonraki tüm donanma seferleri için önce Hayrettin Paşa’nın mezarına gidilip dua edilecek daha sonra dönüş zaferlerinin duası da yine bu mezarda onu saygı ile anarak yapılacaktır. Onun mezarının önünden geçen her gemi, hızını kesip onu selamlayacak ve gece vakti ise de geminin fenerleri kısılarak saygı duruşu alınacak. Hayrettin Paşa’nın mezarının bulunduğu bölgedeki yoksul insanların karınları doyurulacak ve devletin kaptanıderyaları bundan sonra Hayrettin paşayı hiç unutmadan hep saygı ile anacaktır.

Birbirine kavuşan Alkala ve Billure’de yaşanan bu olaylardan pek çok tecrübe edinerek mutlu mesut bir biçimde yaşamaya devam eder.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi

Edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan İskender Para, yazmış olduğu eserler ile ses getirebilmeyi başarmış bir yazardır. 8 Haziran 1958 senesinde Uşak’ta dünyaya gelen yazar, Divan Edebiyatı üzerinde yaptığı işler ve bu edebiyata kattığı eserler ile herkesçe taktir görmüştür. Lise hayatına Kütahya’da devam eden yazar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Bölümü ile lisans hayatını da başarı ile tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesinde lisans tez çalışmalarını da yapan yazar, doktora eğitimini de başarı ile yerine getirdi. Hayatını İstanbul’da devam ettiren bu başarılı yazar 3 çocuk babası evli bir adamdır. Peyami Safa’nın eserlerini büyük bir hayranlık ile okuduğunu belirten yazar, çeşitli edebi kimliklerden faydalanarak Osmanlı Tarihi ve Edebiyatı ile de daha yakından tanışmıştır. Televizyon kanallarında çeşitli edebiyat programı üzerinden sunuculuk yapan İskender Pala, hayatı boyunca pek çok ödüle de layık görülmüştür. Zaman gazetesinde köşe yazarlığı da yapan bu önemli yazarın başlıca eserleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Efsane
  • Gözgü
  • Kırklar Meclisi
  • Aşina Güzeller
  • Atasözleri Sözlüğü
  • Divan Edebiyatı
  • Ayine
  • Perişan Güzeller
  • Ve Gazel Yeniden
  • Kudemanın Kırk Atlısı
  • Müstesna Güzeller
  • Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü
  • Akademik Divan Şiiri Araştırmaları
  • Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi
  • Şairlerin Dilinden
  • Ah Mine’l-Aşk
  • Şiirler Şairler Meclisler
  • Mevlid
  • Hayriyye
  • Güldeste
  • Tavan Arası
  • Kahve Molası
  • Şah ve Sultan
  • Kurtların Efendisi
  • Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk
  • Mihmandar
  • Od
  • Dört Güzeller

Duyguların Psikolojisi Kitap Özeti

Duyguların Psikolojisi

2006 senesinin Aralık ayında yayınlanan Duyguların Psikolojisi isimli bu değerli eser, Nevzat Tarhan tarafından kaleme alınmıştır. Yayınlandığı ilk günden beri büyük rağbet gören bu kitap, tam bir psikoloji ve kişisel gelişim kitabıdır ve okuyanları üzerinde olumlu pek çok etki bırakır. Değerli yazar Nevzat Tarhan bu eserini, kitap okurları tarafından rahat bir biçimde anlayabileceği şekilde anlaşılır ve bir o kadar da akıcı bir dille yazmıştır. Eserin içinde bulunan kısa ve bir o kadar da önemi bilgiler, duygu ve düşüncelerimiz üzerinde yarattığı etkiler ile çevremizde bulunan bireyleri daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Eserin son kısmında bulunan anket ve ölçekler yardımı ile kendinizi analiz edebilir ve kendini daha yakından tanıyabilme şansı yakalayabilirsiniz. Size son derece bir farkındalık kazandırabilecek olan bu değerli eser, kendinizi daha yakından tanıyarak olumsuz yönleriniz üzerinden hangi yolları izlemeniz gerektiğine de rehberlik edecektir.

Kitabın Konusu

Yazar, yazmış olduğu bu eserinde duyguların kökenlerini anlatarak, okuyucusunun kendi duygularını yönetebilmesini sağlamaktır. Kitap duyguların tanımlanması ile beraber bireyin kendini daha yakından tanımasına olanak sağlıyor ve kendinde bilmediği duyguların var oluşlarını keşfederek bu duyguların ne anlama geldiğini daha yakından anlayacak.

Kitabın Özeti

Değerli yazar Nevzat Tarhan, yazmış olduğu bu eserini dört ayrı bölüme ayırarak ele almıştır ve romanın ilk bölümünde duyguların fizyolojik boyutunu detaylı bir biçimde ele alır. Uzun vadeli planlar yapabilen sol beynimiz, son derece stratejik ve rasyonel düşünür. Geçmişe odaklanan sol beynimiz, “fakat”, “eğer” gibi kelimeleri oldukça sık bir biçimde kullanır. Benmerkezci tarafımızı ifade eden sol beyin, erkeklerinde en sık kullanan bölüm olduğu da biliniyor. Daha duygusal olması ile bilinen sağ beyin, yakınlık ve sıcaklık kavramlarına son derece önem verir. Oldukça fazla taktik üreterek, isteklerini hızlı bir biçimde yerine getirmeye çalışır. Hemen ve şimdi gibi kelimeleri sık kullanan sağ beyin, oldukça geleceğe odaklı olması ile dikkat çeker. Böylelikle sağ beyin “dişil” olarak, sol beyin ise ”eril” olarak biliniyor. Vücudumuzda bulunan ön beyin kısmı ise; duygu ile akılı bir araya getirir ve sol ve sağ beynimizi yönetebilmeyi başarır. İşlem süreci olarak bilinen ön beyin, bekleyerek daha iyi zamanlar elde edebilmeyi sağlar ve doğru zamanda girişimde bulunur. Ön beyin, kişiliği organize etmesi ile de bilinir. Sağ beyin emir verirken, sol beyin yalnızca görüş bildirir ve ön beyinde ortaya çıkan bu iki fikri satmaya yarar. Sağ beyni kullanan bireyler, çevresindeki insanlar ile daima bir mücadele içerisindedir ve sol beyni kullanan bireyler de daima savunma halindedir. Bununla beraber ön beyni kullanan bireyler ise sevmenin yanında iken, sevilmenin de daima farkında olmayı başarır, bunu başarıp kendilerini sevdirebilmeleri de an meselesidir. İnsanlarda iki duygu çeşidi vardır, bunlar ise; yüksek ve temel duygulardır. Hem insanlarda hem de diğer canlı türlerinde bulunan duygu çeşidine temel duygular ismi verilirken, yalnızca insanlarda mevcut olan duygu tipine de ise yüksek duygu ismi verilmektedir. Bazı insanlar altıncı hissini geliştirmek ister, bu durumda sezgilerimize kapılmak yerine, o anda bulunan duyguların dikkate alınması gerekmektedir. Bir şeyin düşünce boyutuna doğru olmasına inanmak irade ile açıklanmaktadır, herhangi bir bilgilinin doğru olmasına ilk olarak akıl yolu ile erişiriz, ardından ona duygu yüklemeye başlarız. Bununla beraber o doğru bildiğimiz şey, inancımız haline gelmeye başlar. Akıl ile fırsatın kesişim yoluna şans ismi verilmektedir yani, aklın karşımıza çıkmış olan fırsatları fark etmesi ve kullanabilme becerisi şansı doğurur. Duygu kalıplarının bireyler tarafından kabul edilebilmesi için mutlaka bilgi içerikli olması gerekir. İnandığımız şeyler ya da tutku biçiminde gerçekleşiyor ise, insanlar kişilik yapısını yanlış temeller üzerine kurmuş olabilir ve kocaman bir belirsizliğin içinde kaybolup gidebilir. Yapacağınız araştırmaların bilgi temelli ve zihinsel sorgulamaya müsait bir biçimde olması doğru duygu ve düşüncelerinizin oluşmasını sağlar.

Duyguların Psikolojisi eserinin ikinci bölümünde ise yazar Nevzat Tarhan, duygu ve olumlu duyguların kombinasyonları ile ilgili detaylara değinmiştir. Mesela yaşantımızda var olan sevgimiz ile ümitlerimiz birleşince, hayata karşı olan motivasyonumuz son derece artar. Aksi halde yalnızca sevgimiz var ama ümidim yok ise bu durum bir süre sonra içinden çıkılmaz bir çaresizliğe dönüşebilir. Tutkuculuktan ziyade dinamik bir birey olmak hayat standartlarına daha fazla uyum sağlayabilmemize olanak sağlar. Tabi bu süreçte insanın en büyük destekçisi de sevgidir. İletişimin sürdürülebilmesi adına duygularımızı kesinlikle karşı tarafa belli etmeliyiz, çünkü duygunun olmadığı bir iletişim son derece eksik kalacak ve kalıcılığı yakalayamayacaktır. Bu durumun çok farkında olan birileri vardır ve bu kişiler reklamcılardır. Hazırladıkları reklamlarda bulunan ürünleri, insanlara sevdirmeye çalışmaları ve yaptıkları reklamları insan duygularına hitap etmeye yönelik bir biçimde tasarlamaya da son derece özen gösterirler. Çevremizde bulunan bireylerin duygularını anlayabilmek için, öncelikle kendi duygu ve düşüncelerimizi anlamaya çalışmalıyız. Bireylerin minik detayları fark etmesi üzerine doğan ümit, bu detaylara büyük anlamlar yükleyerek ümitle bağlanmaları sonucunda büyük başarılara yol açar.  İyimserlik kavramına gelecek olursak,  bireyin kendi çıkarları ile beraber karşı tarafın çıkarları arasında olumlu bir denge kurması durumunda gerçekleşir. İyimser kişiler, daima olumluya karşı ilgilidir ve beyninde sürekli bir canlılık geliştirmeye özen gösterir. İyimserliğin bağışıklık sistemini etkilediğine dair araştırmalar da söz konusudur. İyimser bireylerin bağışıklık sistemi sağlam olduğu için, hastalıkları son derece basit bir biçimde yenebilirler. İyi yanlarını daima pekiştirmeye çalışan içgörü sahibi bireyler, kötü bulduğu yanlarını da daima kontrol altına alabilir ve böylelikle başarı oranları da artış gösterir. Beyninin mutluluk hormonunun sağlanmasını sağlayan merhamet duygusu, insan doğası için var olması gereken bir duygudur. Merhamet duygusunun olgunlaşmış aşaması ile ortaya çıkan şefkat duygusu, empati duygusu ile gelişir. Bireyin kendisini tanıması ile ortaya çıkan mutluluk, kendini fark ettirerek, çevresindeki bireyler ile iletişime girmesi neticesinde gerçekleşir. Günümüz dünyasında en ihtiyacımız olan duygulardan birisi olan sabır, insanın zamanını olumlu bir biçimde yönetmesi ile sürdürülebilir.

Duyguların Psikolojisi eserinin üçüncü bölümünde ise, meydana gelen olumsuz duygulara ve bu duyguların birey yaşamında yol açtığı etkileri detaylı bir biçimde ele alınmıştır. Bu bölümde değinilen ilk duygu bencilliktir. Bireyin iç dünyasındaki acizliklerin dışa vurulması ile beraber ortaya bencillik duygusu çıkar. Sevgi duygusuna sahip olan bencil bireyler, sevgi nesnesini tamamen kendi olarak görür. Bencillik duygusu narsizm boyutuna gelir ise, kişi ciddi problemler yaratmaya başlar. Altı boş bir duygu olan kibirlilik, ortaya çıktığında önemsizmiş gibi dursa da bu insanlar ile yakından vakit geçirdiğiniz an bencilliklerinden son derece bunalabilirsiniz. Empati duygusundan eksik bir şekilde yetişen bu bireyler ile anlaşabilmek son derece zordur.  Bireyin olgunluğuna olumlu katkıda bulunan, olumsuz yapıcı olan duygu utanç ile isimlendirilebilir. Dengesini kurabilmenin çok önemli olduğu utanç duygusu, kurulamadığı halde kötü durumlara yol açabilir. İletişim kurduğumuz insanların sınırlarına yönelik aldığım önlemler bütününü de utanç duygusu altında ele alabiliriz. Akıl süzgecimizden geçiremediğimiz şüpheler, düşünmeyi ve sorgulamayı son derece azaltabilir. Bazı zamanlarda korku ile karışarak insanı savunmaya iten öfke, kişiye ve karşısındaki bireye zarar verebilir. Bireyin akıl kontrolünü sağlayamaması ile artan öfke, kontrol edilmediği taktirde ciddi zararlar doğurabilir. Bireyin zarar göreceğini düşündüğü bir nesne ya da kişiyi ortadan kaldırma isteği nefret duygusu ile açıklanabilir.

Duyguların psikolojisi isimli eserin dördüncü ve son bölümünde ise, detaylı bir biçimde duygusal zeka kavramı ele alınmıştır. Zihnimizde meydana gelen olayların anlaşılması ve zihni eğitmek için var olan anahtar duygusal zeka olarak kabul edilebilir.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi

Duyguların Psikolojisi isimli eseri başarılı bir biçimde ele alan Nevzat Tarhan, 1952 senesinde Amasya’nın Merzifon ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1969 senesinde Kuleli Askeri Lisesini bitiren Nevzat Tarhan, 1975 senesinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesini başarılı bir biçimde bitirmiştir. 1982 senesinde Psikiyatri Uzmanı olan Nevzat Tarhan, mesleğinin etkilerini eserlerine güzel bir biçimde yansıtabilmeyi başarmıştır. Hastanelerde hekimlik yapan yazar, 1996 senesinden beri Profesörlük yapmaktadır. Yazarın başlıca eserleri şu şekildedir:

  • Duyguların Psikolojisi
  • Değerler Psikolojisi ve İnsan
  • Toplum Psikolojisi ve Empati
  • Rumi Therapy
  • İnanç Psikolojisi ve Bilim
  • Faith in the Laboratory
  • Yunus Terapisi
  • Bilinçli Aile Olmak
  • Son Sığınak Aile
  • Conscıous Family
  • Bağımlılık & Sanal veya Gerçek Bağımlılıkla Başa Çıkma
  • Kendinizle Barışık Olmak
  • Conscıous Youth
  • Bilinçli Genç Olmak
  • Sen Ben ve Çocuklarımız
  • Mutlu Evlilik Psikolojisi
  • 10 Adımda Pozitif Psikoloji
  • Aile Okulu ve Evlilik
  • Mevlana ile Aile Terapisi
  • Mesnevi Terapisi
  • Kadın Psikolojisi

Don Kişot Kitap Özeti

Don Kişot

Don Kişot’ un asıl mesleği askerliktir. 1571’de Türklerle yapılan bir savaş sonrasında Türklere karşı savaşan don Kişot sol elinin kaybetmiştir. 58 yaşında Don Kişot kitabının ilk bölümünü yazmıştır. Ardından 69 yaşına geldiğinde ise ikinci bölümünü yazmıştır. Don Kişot dünya edebiyatında önemli bir kitaptır. Öykü’den romana geçişin ilk adımı sayılır. Kervan Test Don Kişot da Roman kurucusu modern temsilcisi olmuştur. Bu eserinde Alaycı bir anlatımı ile anlatmış okuyan tarafından açık bir dille anlatıldığı için kolay kavranabilecek bir kitaptır.

 Kitabın Özeti

Asıl adı Quien Olan Don Kişot zayıf bekar bir insanmış. İspanya’nın maşa eyaletinde yaşamıştır. Zevk bakımından romantik çağların şövalyelerin yaşam öykülerini okumak ve bu öyküleri olan düşkünlüğü sayesinde biraz kafayı fırlatılmıştır. Çağların şövalyelik kurumunun yeniden canlanması gerektiğine inanırmış. Tutsak prensleri kurtarmak hainler cezalandırmak olan amacı ise onu diri tutar. Bu hayali üzerine don kişot artık Şövalye olmaya adım adım yaklaşmak idi. Unvanla bir Lord olarak verebilirdi.

Kafasında hayal ettiği büyük bir şaka gibi gözüken bir düşünceyi kurdu. Don Kişot rahatsız bir deli olduğunu anlayan Hancı ve diğer misafirleri de eğlendirerek mükemmel bir gösteri sunmasını ister. Oyunda sergilemiş oldu Üstün performanstan ötürü artık adı Don Kişot’ tur. Don Kişot hancı ile serüvenlere Yelken açmaya başlamıştır. Sasko onun artık silahşör niteliğindedir.

Şövalyeler bir kıza aşıktı. Anlatıldığı üzere okumuş olduğu kitaplar da böyle bir olay yaşamak istemiştir. Bu yüzden kaba bir köylü kızını kendisine sevgili olarak edinir. Don Kişot’ un macerasında ilk uğradığı yer değirmen ile savaşmasıdır. Savaşmasının asıl sebeplerinden bir tanesi kötülük yapılmış gibi insanlara karşı kötülük yapan Devlermiş gibi bakmasıdır.

Sasko engel olmaya çalışsa da yel değirmenlerine saldırır. Yel değirmenlerinin kanatları Don Kişot’u perişan eder. Bu darbeler onu akıllı biri olamaya itmez. Bir yerde Don Kişot Zincirlere vurulmuş kürek mahkumlarına rastlar onları Mazlum insanlar sanarak kurtarma savaşına girer. Bu savaştan Büyük bir galibiyet ile çıkar. Görmüş olduğu iki koyun sürüsünün birbirleri ile savaşmak üzere olan iki Ordu Sanması üzerine zayıf olan tarafa yardım eder. Diğer tarafa saldırır çobanlardan dayak yer. Yine de akıllanmaz başlarından daha pek çok olay geçmesini sonunda köye dönen Donkişot Samsa Karasu adındaki biri tedavi eder.

Donkişot kitabın sonunda ölür. Hastalığından kurtulmuştur. Anlaşılacağı üzere kendimize hayallere karşı çok fazla kaptırmamız gerekir. Hayallerin ötesinde yaşamış olduğumuz bir hayatı düşünmemiz bazen yanlış kararlar veya yanlış insanlarla arkadaşlık kurbanınıza sebebiyet verebilir. Hayal dünyamızı gerçek dünya ile ilgili bağlantısının belli bir noktada bırakılması hem bu dünya için hem de kafamızdaki kurmuş olduğumuz hayal dünyasının daha etkin bir şekilde faaliyette kalabilmesi için önemlidir.

Hayal dünyasında yaşayan bir insan gerçek hayatta çok fazla konsantrasyon olamayabilir. Bu yüzden hayal dünyamızı yeteri kadar beslemeli ve nereli bitireceğimizi bilmeliyiz.

Yazar Hakkında Bilgi 

Eylül 1547 yılında İspanya’da dünyaya gelmiş bir yazardır. Donkişot’u yazarak edebiyat hayatında oldukça popüler bir noktaya gelmesine sebebiyet olmuştur. Tiyatro eserleri sayesinde kısa süre içerisinde edebiyat alanında tanınmış bir yazar olarak kabul edilebilir. İspanyol edebiyatında vermiş olduğu büyük emeklerden dolayı Roman geleneğinin başlatılmasında önemli katkıları bulunur. 15 Eylül 1569 yılında Madrid’e bir olay sonrasında bu yazarın sol elinin kesilecek olması 10 yıl Sürgün edilecek olması İtalya’ya Bu yazarın gitme nedeni olabilir. 1571 yılında Osmanlı donanması ile İnebahtı Körfezi’nde yapılan savaşta yazar iki defa göğüs kısmında yara almıştır.

1575 ile 1580 yılları arasında Cezayir’de esir olarak yaşamıştır. Osmanlı donanmasının esaretinde bulunduğu süre zarfında 4 defa kaçmaya çalıştığı söylenir. Donkişot’u hapishanede kaleme almıştır. Eser dünyaya kendini tanıtmak için önemli bir etkisi vardır. Eserde kendi hayatı ile alay etmesi ve kahramanlarla aralarında birçok benzerlik olması yönünden aslında kitap Bir nevi kendisini anlatmaktadır. Donkişot dünyanın en çok okunan eserlerinden biri haline gelmesi bu yazarın dünya çapında bu okuyucu skalasına sahip olmasına sebep olabilir. Bu kitap yaklaşık olarak 38 dile çevrilmiştir. Dünyada en çok bilinen romanlar arasında yer alır.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Kitap Özeti

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

1930 yılında Peyami Safa’nın yayınlanan ilk kitabıdır. Türk edebiyatının Psikolojik roman türündeki romanlarından en önemli örneklerinden biridir. Romanın basit bir kurgusu olması asla sırıtmaz. Romandaki kahramanın çektiği acıları ve hastalıkları yazarın çocukluğundaki sıkıntılarına benzetilir. Bu açıdan bakıldığında otobiyografik olarak nitelendirilir.

Romanın Konusu

Küçük yaşta babasının ani ölümü sebebiyle annesiyle yaşam mücadelesine tutulan 15 yaşındaki bir genci anlatıyor. Bacağındaki rahatsızlıktan dolayı hastanelerde 7 yıl boyunca tedavi olmaya çalışır.  Ayrıca hasta çocuğun kendisinden yaşça büyük olan bir kıza aşkını çok güzel bir şekilde anlatıyor.(Anlatılanlara bakıldığında yazarın hayatından kesitler vardır.)

Romanın Karakterleri

Hasta Çocuk: Adının belirtilmediğinden anlaşıldığı gibi bu kahramanın yazarın kendisi olduğu düşünülmektedir. Hastalıkla uğraşmaktan birçok sorunu kendi başına halletmiş. Bu çocuk; 15 yaşında görünen 50 yaşındaki adamın ruhunu taşır. Kahraman birden fazla acı çekmiş ve sonunda bacağı iyileşse de mutluluğa kavuşamamış.

Nüzhet: 19 yaşında ve diğer kızlara nazaran çok güzeldir. Paşa’nın kızıdır. Ailesi tarafından el üstünde tutulmuş ve hop mizaçlı zeki bir kızdır. İçinde büyüttüğü çocuktan asla kurtulamamıştır.

Doktor Ragıp: Yakışıklı, boylu postlu, kendine güvenen başarılı bir doktordur.

Paşa: Okumayı ve kitapları çok seven ve sahip çıkıcı samimi bir adamdır. Nüzhet’in babasıdır.

Nurefşan: Hasta çocuğun mutlu olması için çok caba sarf eden birisidir, ayrıca köşkün hizmetlisidir.

Doktor Mithat: İsminden anlaşıldığı gibi hasta çocuğun doktorudur.

Romanın Özeti

Hasta çocuk, diz pansumanı yaptırmak üzere hastaneye doğru yola koyulur. Dizindeki sargı bezleri açılırken her seferinde müthiş bir açıyla bağırıyor, sargının açılmasıyla ayağındaki iyileşmenin ne kadar az olduğuna tanık oluyordu. Çocuk hastanenin avlusuna çıktı ağaçlara baktı. Sakinlikleri o kadar hoşuna gitti ki ağaçları kıskanmaya başladı. Avluda biraz daha vakit geçirip evin yolunu tuttu. Evde kimseyi bulamadı. Alt katlara bakmak için indiğinde de kimse yoktu. Annesinin bir rahatsızlık geçirdiğini düşünmeye başladı. Fakat fazla süre geçmeden annesi birkaç poşetle içeriye girdi. Annesi çocuğu karşısına aldı, doktorun tedavisi hakkında neler söylediğini sordu. Çocuk annesinin çok üzüleceğini bildiği için yalan söyledi ve tedavinin iyi gittiğini ameliyatın tarihini daha belirlemediklerini söyledi. Yemek yemeye gittikleri esnada ikisi de hiç konuşmuyordu. Hasta çocuk biranda sessizliği bozarak yarın Erenköy’e gitmek istediğini söyledi. Mithat beyefendiye bacağını göstereceğini ya da başka bir hekimle görüşeceğini söyledi.

Hasta çocuk, gün doğumundan yola çıktı. Aile dostu olan Paşa’nın evine gitti. Paşa, çocuğu görünce mutlu oldu. Paşa, zaten çocuğu çok seviyordu. Geceleri Paşa’nın isteği üzerine hasta çocuk, Paşa’ya kitap okurdu ve bu durumdan çok zevk alırdı. Paşa’nın kızı çok güzel bir hanımefendi olan Nüzhet’iydi. Hasta çocuk Nüzhet’iye karşı içerisinde bir hoşlantı besliyordu. Paşa, hasta çocuğa bacağı hakkında sorular sormaya başladı ve çocuğu yarın Ragıp Efendi’yle görüştüreceğini söyledi. Paşa, o sırada kızından yeni kitaplar getirmesini istedi. Nüzhet, hasta çocuğu yanına gelmesi için çağırdı. Gelmesini sabırsızlıkla beklemeye başladı. Paşa’nın bu durumu güzel görmeyeceğini düşünerek hasta çocuk avluya gitmedi. Nüzhet, çocuğa Paşa’nın uyuyakaldığını söyledi ve çocuk ile en kısa zamanda konuşması gerektiğini söyledi. Avluya ikisi de çıktığında Nüzhet,  telaşlı bir biçimde Doktor Ragıp’ın onu istediğini söyledi. Bu durumun herkes tarafından bilindiğini ve insanların konuştuğunu anlattı. Hasta çocuk bunları duyunca dilini yutmuşçasına konuşamadı ve çok sert bir tavır aldı. Nüzhet, ortalığı yumuşatmak için “çok ciddi adamsın ya” dedi. Hasta çocuk, bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğini belirtti. Nüzhet, çocuğun bu sözlerinden sonra Doktor Ragıp Efendi’ye bir şey hissetmediğini ve evlenmek istemediğini söyledi. Bu sözleri duyan hasta çocuk aşk teminatı aldığını düşündü ve sevindi. Aralarında 4 yaş vardı. Hasta çocuk 15 yaşında bir gençti, Nüzhet ise 19 yaşındaydı. Fakat bu zamana kadar Nüzhet’e hastalığından hiç bahsetmemişti. Yatağına yattığında aklında hastalığı ve Nüzhet vardı. Hasta çocuk o gece odada gözleri açık şekilde olanları düşünürken, Nüzhet içeriye girdi “ neden uyumuyorsun” diye sordu. Hasta çocuk, sesindeki sert tavrı da koyarak Doktor Ragıp olayını düşünüyorum dedi. Nüzhet, hiç oralar yaşanmamış gibi konuyu normal konulara çevirdi. Nüzhet, hasta çocuğa artık uyu deyip, giderken kafasına vurdu. Kafasından tam elini uzaklaştırırken çocuk elini tutup kendisine çekti ve Nüzhet’i aniden öptü. Nüzhet şok oldu ve bir anda odadan kaçtı. Ertesi gün oldu hasta çocuk hastaneye doğru yol aldı. Doktor, tedaviye başlamadan ona hastanenin kadavra bölümünü gezdirdi. Kadavraları gören hasta çocuk aklına hamlet oyununu geldi. O gün doktor tarafından muayene edilmedi, fakat doktor bundan sonra baston kullanması gerektiğini söyledi. Paşa’nın evine geldiğinde Nüzhet, annesi ve Paşa bağırış çağrış tartışıyorlardı. Hasta çocuğun eve geldiğini görünce hepsi bir şey yaşanmamış gibi ortalıktan çekildiler. Evin hizmetçisi Nurefşan, hasta çocuğa Doktor Ragıp Efendi konusunda tartıştıklarını söyledi. Hasta çocuk Nüzhet’i uygun bir zamanda köşeye çekip sordu, Nüzhet anlatılanların olayla ilgisi olmadığını söyleyerek yalanladı. Hasta çocuk, çok üzücü bir dönemden geçiyordu ve bacağının kesilmesi kararı alınmıştı. Paşa’nın onu öyle bırakmayacağını bildiği için yalan söyleyerek evden ayrılması gerekiyordu. Paşa’ya buradan gitmesi daha iyi olacağını söyledi. Ayrıca kendi mahallesindeki sıhhiyecilerin daha yararlı olduğunu iddia ederek müsaade istedi. Paşa, üzgün bir şekilde sağlığı için gitmesini onayladı. Paşa’nın konağında vakit geçirmek için annesi ziyarete geliyordu. Bu haberi alan çocuk Paşa’nın evinde biraz daha kalma kararı aldı. Annesinin geldiği akşam Ragıp Efendi ve annesi de yemeğe davet edildi. Masadaki konuşmalara bakıldığında Ragıp ve Nüzhet evliliğinin ciddiye gittiğini anladı. Ragıp; uzun parlak sarı saçları ve Slavların burnuna benzeyen burnu vardı.  Bunun yanı sıra oldukça başarılı bir doktordu. Hasta çocuk, karşısında bu adamı gördüğü anda sinirleniyordu.

Artık doktor doktor gezmekten yorulmuş son gittiği doktorda bacağının kesileceğini söylemesi durumunda onay verecekti. Fakat son gittiği doktor 5 ameliyat yapılması durumunda bacağının kurtulacağını söyledi. Bunun için hastanede birkaç ay geçirmesi gerekiyordu. Kaldığı koğuşun adı ise Dokuzuncu Hariciye Koğuşuydu, bu koğuşta psikolojisi çok bozulmuştu. Gün içerisinde sık sık bayılıyor ve Nüzhet ismini sayıklıyordu. “Nüzhet kim?” diye sorulduğunda cevabı bilmiyorum oluyordu. Yalan söylemiyordu Nüzhet’in kim olduğunu ayırt edemeyecek kadar kötü durumdaydı. Ameliyat günü geldi ve ameliyata girdi bacağı kesilmekten kurtuldu.  Her ne kadar bacağı ameliyatla kesilmekten kurtulsa da eskisi gibi üstüne basamıyordu ve hareket ettirmede zorluk çekiyordu. Hastaneden taburcu oldu, dışarıya çıktığında ona ilk gelen haber Nüzhet’in evlendiydi. Bu haberle hayalleri yıkıldı ve gerçek bir hayatın peşinden gitmek için oralardan uzaklaştı.

“Bize söylenen öğütleri dinlememiz gerekiyor. Hayallerin peşinden koşmak yerine gerçeği aramalıyız.”

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Yazan Yazar Kimdir?

Peyami Safa İstanbul’un Fatih ilçesinde 2 Nisan 1899 yılında dünyaya gözlerini açmıştır. Türk edebiyatında değerli birçok eseri vardır. Hayatını ve fikirlerini eserlerine mutlaka yansıtan bir yazardır. Roman ve kitap yazarlığında yetenekli olduğu kadar, gazetecilik mesleğinde de çok yetenekliydi. Peyami Safa ismini Tevfik Fikret armağan etmiştir. Daha çok küçük yaşlarında babasını kaybetmesi birçok sorunu beraberinde getirdi. Peyami Safa kemik erimesi rahatsızlığı çekti. Bu hastalıkla mücadele ederken yaşananları kaleme aldı ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşunu hayata geçirdi. Hayat geçirilen eser Türk edebiyatında çok fazla rağbet gördü. Hala kitap birçok konuda insanların tercihi olmaktadır.