Bomba Kitap Özeti

Bomba

Kitabın Konusu

Ömer Seyfettin, çoğu eserinde olduğu gibi bu kitabında da günlük olayları masalsı ve efsanelerden aldığı hikayeler yazmıştır. Çoğu hikayesinde Rumeli onun için çok özel bir yerdir. Bombada Osmanlı devletine düşman olan ve hikâyenin odağında Bulgarların sebep olduğu trajedileri anlatmaktadır.

Kitabın Konusu

Eylül aylarının en soğuk gecelerinden birinde Selanik yorgunluğunu atmak için uyumakta gibiydi. Rıhtım her zamanki gibi çok sessizdi. Bir gazino hariç şehirde lamba yanmamaktaydı. Selanik’in müthiş mimarisiyle yapılan merdivenlerinde, deniz kenarında heybetli bir gölge beklemektedir. Bu gölgenin sahibi Kenan Bey’den başkası değildi. Kenan Bey Fransa’da eğitim gördükten sonra sevdiği İtalyan uyruklu Grazia ile nişanlanan bir mühendistir. Kenan Bey kitabın geçtiği vakitte Türkleri kötü gösteren diğer ülkelere karşın Türklerin terbiyelerine aşık kişilik olarak geçmektedir. Savaştan nefret eder. Kemal Beyin bahsettiğimiz merdivenlerde beklemesinin sebebi ise okudukları ve insanlardan duyduklarıdır. Savaşın çıkması onu çok rahatsız etmiştir. İtalya faaliyetlerine başlamıştır. Önceden herkes gibi ilgi duyduğu ve âşık olduğu Avrupa insanları yok etmeye başlamıştır. Eğitim gördüğü Fransa’yı düşünmüştür. İnsan aşkıyla ve insanlığıyla övünen bu ülkenin yıllardır masum Afrikalıları katledip onların hayatlarını çalıp mahvettiğini düşünmektedir. Daha sonra diğer Avrupa ülkelerini düşünmekteyken en son aklından İtalya’yı geçirmekteydi bütün gece boyunca başka bir şey düşünemez hale geldi. Sonuç hep aynı çıkmaza sokmaktaydı. Kenan Bey yıllar boyunca kanları emen bu toplumlara hizmet ettiği ve onlar için yaşadığı için kendini affedememekteydi. Bu iğrenç düşüncelerden bir gün önce ise kendisine Türk demeye utanan ve geçmişte ırkının ne kadar heybetli ve harika bir ulus olduğunu tamamen aklından çıkarmıştı ve zaman zaman Avrupa’ya benzemediği için renksiz ve utanç verici bir ulus olduğuydu. Düşünmekle o kadar meşguldü ki eve gitme fikri aklına dahi gelmemişti. Kendini kaptırdı ve Splandi Sarayının hemen önünde kendini buldu. Saraydan bir oda tuttu ve rahat sandığı yatağına uzandı. Son sekiz saatlik süre onu sürekli çıkmaza sokarak şok olmasına yol açtı ve bu durumdan çokça rahatsızdı. Sürekli övündüğü ve toprakları içinde bulunmak istediği medeniyetlerin şu an ansızın her yere saldırmış hareket eden her şeyi paramparça etmeye başlamıştı bile. Kenan Bey hayran olduğu topraklardan atılmak üzeredir ve sürekli düşünme sebebi budur. Bu topraklara hayran olan bir Türk kimse tarafından istenmeyecek ve şüphesiz kovulacaktır. Kenan Bey’in başı çatlama noktasına gelmekle beraber göz yaşlarına engel olamamaktaydı. Buğulanan gözlerinin yerini sevdiği evi, eşi ve çocuğu alır. Bu anları yaşayacağını bu sabah aklından dahi geçirmemişken şimdiki hali içler acısıydı. Eski günleri aklında canlanmıştı. Böyle düşünmesinin sebebi Grazia’nın babasının Kenan Bey Türk olduğu için onu istemeyip aslında içlerinde bulunan gizli özelliklere Kenan Bey’in sahip olduğunu düşünmesiydi. Evliliğe izin vermesinin sebebi tamamen icraat amaçlıydı ve Kenan Bey’in çevresinin çok geniş olup ona yarar sağlayabileceğini düşünmesiydi. Kitap kendini 1903 yıllarında Makedonya’da yaşamış birinin hayallerinden yola çıkarmıştır. Genç bir çocuk yaşadığı yerden oldukça rahatsızdır ve buna rağmen kendisine söylenenleri yapmaktadır. Gencin tek düşündüğü yer İstanbul’dur. Geçmişte yaşadığı İstanbul hatıralarını anmaktaydı. Şu an yaşadığı hayat geçmişte yaşadığının tam aksine mutsuz ve heyecansızdı. Kendisini askerden önce mükemmel bir orduda hayal ediyordu. Agah Usta, gencin mutsuzluğunu fark etti ve onu ziyaret etti. Kötü İstanbul ağzıyla ona tavsiyeler vermeye çalışıyordu ve bu hayallerden vazgeçmesi için ter döküyordu. Bazı düşüncelerini geçen zaman gibi aklından atmasını ve yoluna bakmasını söylüyordu. Gerekirse içip unutmasını bu konuda onun yoldaşı olacağının sözünü bile vermişti. Genç, ustası gittiğinde az da olsa ona hak verdi ve bir keşif görevi için başvuruda bulundu. Görevi almayı başaran genç bu esnada düşmanların boş yemek depoları ve yağmalanan köylerden elde edilen silahlardan başka bir şey bulamamıştır. O dönemlerde etrafta bulunan yağmacı ve çetelerden korunmak için ekibiyle birlikte köyde saklandılar. İlk günler onun için ölüm gibiydi ve ıstırap vericiydi. İçinde yaşadığı ev ve etrafında gördüğü yağmalanmış köy onun adeta ruh halini yansıtmaktaydı. Bu durumu değiştiren şey ise uyandığında camdan gördüğü Bulgar kızdı. Genç kıza ilk görüşte tutulmuştu ve buna aşk diyordu. Bulgar kızı, gencin aklındaki bütün kötü düşünceleri adeta süpürmüştü. Şimdiden onunla ilgili hayaller kurmakta ve her şeyini toplayıp kaçmayı dahi düşünmüştü. Türk olması ve ülkenin adını kötü bir hale düşürmemek için bu aşkı kendi içinde Bulgar kızın bilgisinde olmadan yaşamaya başladı. Gün geçtikçe bu durum değişti ve kız her şeyin farkına vardı. Kız gençle her göz göze geldiğinde şarkılar söylemeye başladı. Şarkının anlamını bilmemesi genci, şarkıyı kendi isteğine göre yorumlamasına ve kızın gence olan aşkını haykırdığını düşünüyordu. Anlamını bilmediği şarkıyı ezberledi ve birlikte söylemeye başladılar ama maalesef gencin kötü terk etme zamanı gelmişti. Askerlerin geri dönmesi emredilmişti. Gitmeden önce kıza aşkını ilan edemedi ve bu şekilde köyü terk etmek istemedi. Ona bir hediye yollamak istedi ve bir çırak ile ona bir hediye göndermek istedi. Köyü terk ederken bunu yapmak istemesi kızın hediyeyi geri çevirmemesi için yapılmıştı. Genç gideceği sabah camdan baktı ama bu sefer kızı göremedi. Çırağı yanına çağırdı ve hediyeyi verme zamanının geldiğini söyledi. Genç bu sırada kızın adını öğrendi; Rada. Gitme zamanı söylendiğinde hancıyla konuşan genç Rada’yı sordu ve aldığı cevap onu şaşkına çevirdi. Hancının onu iyi tanımadığını ancak babasının köyde sevilmediğini, geçen senede vurulduğunu söyledi. Son olarak ezberlediği ve aşk şarkısı sandığı sözleri hancıya sordu, hancının cevabı ise onu şok etti ve artık Rada’dan nefret etmesine sebep oldu. Şarkının karşılığı İstanbul’u ele geçirme isteğini anlatıyordu.

Bir hikayeler silsilesi olan Bomba kitabının kahramanı olan genç Demirhisar da bir otelde konaklıyor. Sabahın erken saatlerinde naralar eşliğinde uyanıyor. Fark ettiği ilk şey naraların yerini alkış tufanları almış olmasıydı. Özel bir gün olduğunu ama ne günü olduğunu hatırlayamadı. Güzel manzaralı camından dışarı bakarken fark ettiği ilk şey büyük bir kalabalık bir topluluğun beraber hareket etmesiydi. Bu esnada Bulgar esnaflarının dükkanları açıktı. Esnaflar Türklere bakarak tebessüm etmekteydiler. Odasına gelen Rumlar seyahat vaktinin geldiğini ve Razlık’a gitmesi gerektiğini söylemiştir. Yola çıktı ve dik bir yokuşla karşılaştı. Atından inerek zirveye ulaştığında karşısında kılıçlı bir atlı gördü. Yanına gittiğinde konuşmaya başladılar. Genç On Temmuz’un her yerde takdire şayan olduğunu söyledi ve içlerinde bir münakaşa başladı. Osmanlının sadece Türklerden oluşmadığını ve birçok devletin bir arada bulunduğunu en sadık olanların ise Bulgarlar olduğunu savunmuştur. Bu sözler üzerine dost sandığı Bulgarların nefret dolu bakışları altında ezilmekteydi.

Kitapta Yer Alan Karakterler

Kenan Bey: Başarılı mühendis olmasıyla beraber vatansever ve Avrupa’da yaşadığı için pişman olan bir kişi.

Grazia: Kültürüyle özdeşleşmiş bir kadın ve Kenan Bey’in karısıdır.

Primo: Kenan Bey’in evladıdır. Türklüğüyle gurur duymasıyla beraber kültürünü bilmediği için üzgün biridir.

Yazar Hakkında

Ömer Seyfettin Kimdir?

1884 de dünyaya gelmiştir. İstanbulda eğitimine devam etti ve askeri okula kayıt oldu. Teğmen olarak mezun oldu. İzmir ve Rumeli’de görev aldı. Askerliği bırakıp Selanik’e yerleşti ve dergilerde eserlerini yayımladı. Savaş çıktığında askerliğe döndü ve esir kaldı. Tekrar ordudan ayrılıp edebiyat öğretmeni oldu. 1902 tarihinde vefat etti.

Biz İnsanlar Kitap Özeti

Biz İnsanlar

Kitabın Konusu

Yazar İnsan ruhunun derinliklerinde yatan duyguları muhteşem zekâsıyla ortaya çıkarmıştır. Eserde asil bir insanın yanlış anlaşılması karşısında yaşadığı buhranları ve riyakârlığa karşı isyan ettiği işlenmektedir. Savaş dönemlerindeki insanların kültürel ve ahlaki hayatları anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti

Biz İnsanlar kitabındaki hadiseler Kurtuluş Harbi sırasında gerçekleşmektedir. Anadolu da gerçekten bir savaş sürmekte Anadolu dışındaki yerlerde işgalci devletler halka zulüm etmektedir. Bu şartlar altında kitabın ana karakteri Orhan İstanbul’da öğretmenlik yapmaktadır. Öğrencilerinin gözetiminde olması gereken bir sürede masasının üzerinde tesbihini unutur. Geri döndüğünde öğrencilerden birinin diğerine hakaret ettiğini görür. Cemil Tahsin’e ‘’ Eşek Türk’’ diye bağırmaktadır. Tahsin de Cemil’e taş fırlatarak onun yüzünü yaralar. Orhan bu hadiseyi başta kavrayamasa da daha sonra bu olayın geçmişini öğrenir. Tahsin’in babası, Cemillerin yalısında çalışıyormuş. Cemil’in anne ve babası Avrupa ülkelerine heves ediyormuş ve yabancı ahbapları varmış. Hatta bir kere yalılarına Fransız bayrakları asmışlar ve mahalleli tarafından yalıları taşlanmış. Cemil’in babası vefat ettikten sonra annesi iyice değişmiş ve Mustafa’ya (Tahsin’in babası) ‘’Eşek Türk’’ diye hakarette bulunmuş. Mustafa da kadını ittirmiştir ve yere düşen kadının başı yaralanmıştı. Bu olaydan sonra Tahsin’in babası hapse girmiş. Annesini erken yaşta kaybetmiş Tahsin şimdi de babasız kalmıştır. Sokaklarda kalmaya başlar. Halk hem Tahsin’e üzüldükleri hem de babasına duydukları sevgiden dolayı onu Orhan’ın çalıştığı okula aldırırlar. Okuldaki üçüncü günlerinde bu hadise meydana gelir ve Orhan bu durumu Anadolu’nun içinde bulunduğu duruma benzetir. Atılan taşın iki küçük çocuğun kavga etmesi olarak değil, Anadolu’nun Avrupa devletlerine karşı bağımsızlığını korumak için verdiği savaşı simgelediği düşünür. Hem Tahsin’e üzüldüğü için hem de bu milli duygulardan dolayı Tahsin’in okuldan atılmamasını istemiş ve bunun için çabalamıştır. Ancak onun gibi düşünen tek kişi dostu Necati’dir.

Okul müdürüyle arası iyi olmayan Orhan bundan güç bularak müdürün karşısına geçmiş ve anlaşma teklif etmiş. Tahsin’in okuldan atılmaması karşılığında kendisinin istifa edeceğini söylemiş. Öğrencileri ile vedalaşan Orhan bahçedeki öğrencilerinin sevgi gösterileri ışığında okuldan ayrılmış. Okuldan ayrılan Orhan parasızlıktan dolayı çok kötü günler yaşamaktadır. İşsiz kaldığı 1,5 ay boyunca büyük bir sefalet içindeymiş. Bir gün donma tehlikesi geçiren Orhan amcasından yardım istemiş. Ondan cevap gelmeyince arkadaşı Necati’ye gitmiş. Necati onu samimi bir şekilde karşılamış ve zaten onunla görüşmeyi umduğunu okuldaki görevlerinin ağır geldiğini ve ona devretmek istediğini söylemiş. Çevirmen arayan arkadaşı Süleyman için çeviri yapmasını da teklif etmiş. Zor durumda olan Orhan teklifleri hemen kabul etmiş. Süleyman’la tanışmış ve konuşurlarken birbirlerinin düşünce yapısının aynı olduğunu fark etmiş.

Bir gün pastaneye gitmiş ve Cemil’i bırakmaya gittiğinde yalıda gördüğü Vedia isimli kadınla karşılaşmış. Vedia kıyafetlerini Fransız usulü seçmiş ve bunu gören Türk Zabıtaları kadına eziyet etmişler. Orhan ve Necati olaya müdahale ederek yaptıklarının yanlış olduğunu kadınlara böyle eziyet etmemeleri gerektiğini söylemişler. Zabıta olay yerinden ayrılmış. Vedia Fransız tanıdıkları olduğunu ve onları kurtarabileceğini söylemiş. Orhan ve Necati bunu uygun görmemişler. Zabıta az sonra yanına birkaç kişi alarak tekrar gelmiş ve onları karakola götürmüş. Baş zabıtanın karşısına çıkarılan Orhan ve Necati gelen telefonla serbest bırakılmışlar. Kurtulmalarında Vedia’nın parmağı olduğunu anlayan Orhan Vedia ile yine karşılaşmış. Vedia yengesinin kendisine teşekkür etmek için yemeğe davet ettiğini söylemiş. İlk başta biraz utansa da daha teklifi kabul etmiş. Yalıda Bahri adındaki bir adamla tanışarak arkadaş olmuş. Yengesi Orhan’dan Cemil’e Türkçe dersleri vermesini teklif etmiş. Orhan da bu teklifi kabul etmiş. Vedia ve yengesi yalıda Fransızlar için bir davet vereceklerini söylemiş ve Orhan’ın da davete katılıp ortamı görmesini istemişler. Orhan bu teklife sıcak bakmasa da geri çevirmek istememiş. Tüm geçen bu sürede Orhan kendisini Vedia’ya kaptırmıştır. Bahriyle dışarıda konuşan Orhan onun tavrından şüphelenmiştir. Vedia’yla ilgili bazı şeyler söyleyen Bahri onun Vedia’ya âşık olduğunu ve karşılık bulduğunu ima etmiştir. Ertesi gün Bahri’nin ölüm haberi gazete de yayınlanmış. Bahri silahla kendini intihar etmiştir. Bu olay üzerine yalıya giderek haberi Vedia’ya veren Orhan Vedia’nın tepkisine şaşırmış. Olayı oldukça sakin karşılan Vedia odasına çıkarak ağlamaya başlamış. Onun sesini duyan Orhan yukarıya çıkarak Vedia’yı öpmüştür. Bu olaya gülümseyerek karşılık vermiş ve yengesinin zoruyla bir tanıdıklarıyla görüşmeye başlamıştır. Orhan’a beklemediği bir anda mektup gelmiştir. Mektup amcasının eşinden gelmiş amcası bütün mirasını Orhan’a bırakmıştır. Belirli bir adresi olmadığından ona ulaşamadıklarını anlatmıştır. Orhan amcasının cenazesine gitmiş ve giderken Vedia’ya haber vermiştir. Döndüğün de o da Rüştü (Vedia’nın zorla görüştüğü aile dostu) kadar zengindir. Vedia ikisi arasında seçim yapamamış ve Orhan seçim yapmadan görüşmelerinin doğru olmadığını söylemiş. Vedia bir gün vapurda fenalaşmış ve hastaneye kaldırılmıştır. Orhan hemen onu ziyarete gitmiş doktorlar umut olmadığını ve çok hasta olduğunu söylemiş. Orhan Vedia’nın yazdığı günlükleri bulmuş ve onları okumaya başlamış. İçinde her anını anlatmıştır. Orhan ve Rüştü arasında nasıl kaldığını, belirsizlikleri, duygularını… Kalbinde rahatsızlığı olan Orhan bu notları okudukça kötüleşir. Bir gece kalbinden rahatsızlanarak vefat eder. Ertesi sabah Vedia gözlerini açar ve ilk sorduğu kişi Orhan olur.

Kitapta Yer Alan Karakterler

Orhan: Hikâyenin ana karakteri, materyalist bir düşünce yapısına sahip, öğretmen, yakışıklı ve dik başlı bir kişiliktir.

Vedia: Dış görünüş olarak güzel, narin duygusal yönü gelişmemiş şıp sevdi bir kişiliktir.

Tahsin: Yatılı okulda en mülayim, duygusal olarak yıpranmış, zeki ve suskun bir çocuktur.

Cemil: Burnu havada, kibirli zeki ama hor görülen bir tiptir.

Necati: Her alanda bilgili, kültürlü, realist iyiliksever ve milliyetçi yapıda bir karakterdir.

Vedia’nın annesi: Batı’ya düşkün, zeki, kindar, havalı ve insanları hor gören bir karakterdir.

Kitabın Ana Fikri

Peyami Safa materyalist düşünceyi ön plana çıkardığı bu kitabında parayla kaybettiği ruhlarını bulmaları için insanlara çağrı yapmaktadır. Zamanımızda insanların tüm derdi bundan ibarettir. Allah’ı tanımayan ve onu inkâr edenler aradıkları huzuru materyalist düzende bulamayacaklardır.

Yazar Hakkında

Peyami Safa Kimdir?

1899 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Peyami Safa, İsmail Safa’nın oğludur. Düzenli bir eğitim hayatı yakalayamamış ve kendisini tek başına yetiştirmek zorunda kalmıştır. Erken yaşta hayatı öğrenmeye başlamıştır. Bir posta telgraf nezaretinde çalışmıştır. Öğretmenlik ve gazetecilik yapan yazar geçimini yazdığı yazılardan sağlamıştır. Ve yine doğduğu şehir olan İstanbul’da yaşamını yitirmiştir.

Bir Tereddütün Romanı Kitap Özeti

Bir Tereddütün Romanı

Kitabın Konusu

Peyami Safa tarafından yazılan kitap ilişkide kararsız kalınması sonucu yaşanılan sıkıntıları konu edinmiştir. Yaşadığı ilişkide vurdumduymaz tavırlar sergileyerek ilgisiz kalan adamın yaşadıkları anlatılmıştır. Onun bu tutumu sadece kendisine değil hayatındaki insanlara da olumsuz yansımıştır.

Kitabın Özeti

Mualla hanıma yakın bir arkadaşı tarafından okuması için bir kitap verilir. Bir adamın hayatını anlatan bu kitabı tereddütle okur. Kitapta anlatılan konular Mualla hanımın dikkatini çeker. Kitabı elinden düşürmez. Kitapta zehirlenerek ölüm kalım savaşı veren bir adamın korku ve dehşet içinde geçirdiği sürede ölümü tek başına nasıl geçirdiği anlatılıyor. Mualla hanım kitabın yazarını tanımak ister. Ailesin yakın bir tanıdığı olan Raif Bey yazarı tanıyordur ve Mualla hanımla tanıştırır. Yazar bekâr olduğundan Raif Bey Mualla hanımın ne kadar düzgün bir insan olduğunu söyleyerek onunla evlenmesini tavsiye eder. Raif Bey Mualla Hanımdan çok etkilenir ve ona evlilik teklifi eder. Mualla Hanım ise düşünmek için biraz zaman ister.

Yazarın hayranlarından biri olan ve eserlerini yakından takip eden Vildan İtalya’daki kocasından ayrılarak tiyatro eserlerini araştırmak için yazarın yanına gelir ve ona âşık olur. Bir gün partide yazarın Mualla Hanıma evlilik teklifi ettiğini duyar ve gece vakti yazarın otelinin kapısına dayanır. Şoför yazarı odasından alıp kapıda onu bekleyen Vildan’ın yanına getirir. Arabanın içinde şaşkınlıkla onu bekleyen kadını önce tanıyamaz. Dikkatlice bakıp düşündükten sonra tanır. Vildan Mualla Hanıma yapılan evlenme teklifini kıskandığı için gelmiştir. Yazara ona özel bir gece yaşatmak istediğini ve bir mekan hazırladığı söyleyerek onu davet eder. Saatin geç olduğunu bahane ederek sonra arayacağını söyleyen yazar onu başından savar. Yazar oteli çok sevdiği için otelden ayrılmak istemez. Fakat onu soranlara otelden ayrıldığını söylemelerini tembihler. Ertesi sabah Vildan yazarın iş yerine giderek onu bulur. Yazar iş yerindekilerin Vildan’ı görmesinden korktuğu için geleceğini dair söz verir. Bir Perşembe günü için sözleşirler. Vildan hazırlığını yaparak yazarın gelmesini beklemeye koyulur. Kapıya kadar gelen yazar tereddüt de kalır ve geri döner. Daha sonra gitmediği için pişmanlık duyar.  Yine tereddütle arayıp geleceğini bildirir. Vildan Hanım yazarı kocası gibi kapıda karşılar. Vildan Hanımın tavrıyla biraz olsun rahatlar fakat bu süre geçicidir. Aradan biraz zaman geçmiştir ve Vildan Hanım aldığı alkolle kendinden geçmiştir. Bilincini kaybettiği sırada bir şeyler sayıklar. Gerçek ismim Vildan değil, ermeni kökenliyim ve anlatılan her şey yalan diye kendi hakkında bilgiler verir. Sonra ortaya bir hançer çıkarır ve hançerin üzerinde İtalyanca şöyle yazıyordur: Bu hançer bir kalbe girecek. Vildan Hanım ıssız bir ormanda gözlerden kaybolup hançeri kalbine saplayarak intihar etmenin planlarını yapmaktadır. Sayıklayarak bitkin ve yorgun düşen Vildan Hanım uyuya kalır. Yazar sabah kapıcıyla karşılaşır ve Vildan’ı ona emanet ederek evden uzaklaşır. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Vildan’ın evine gelen yazar onun taşındığını ve adresini kimsenin bilmediğini öğrenir. Vildan mevzusu yazar için tozlu raflara kaldırılmış olur.

Kitabın Ana Fikri

Tereddütle yapılan hiçbir şey başarı getirmez. Amacına gidilen yolda her türlü karar çekinmeden alınmalıdır.

Karakterler:

Mualla: İyi bir aile tarafından yetiştirilmiş, kitap okumaya düşkün temiz kalpli bir kadındır.

Vildan: İtalya’da ki kocasını terk ederek aşık olduğu yazar tarafından beğenilme arzusu taşıyan onunla evlenmek isteyen bir kadındır. Vildan’ın kıskançlığı ve yazarın çekimser tavrı yüzünden Vildan ve yazar aşkı yaşanamadan bitmiştir.

Yazar: Kararlarında çekimser davranan, hayatını tereddütle yaşamış ve bundan dolayı hiçbir ilişkisinde mutlu olamamış, duygusal bir adamdır.

Yazar Hakkında

Peyami Safa Kimdir?

1899 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Peyami Safa, İsmail Safa’nın oğludur. Düzenli bir eğitim hayatı yakalayamamış ve kendisini tek başına yetiştirmek zorunda kalmıştır. Erken yaşta hayatı öğrenmeye başlamıştır. Bir posta telgraf nezaretinde çalışmıştır. Öğretmenlik ve gazetecilik yapan yazar geçimini yazdığı yazılardan sağlamıştır. Ve yine doğduğu şehir olan İstanbul’da yaşamını yitirmiştir.

Başlıca Eserleri: Bir Tereddütün Romanı, Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Canan, Matmazel, Yalnızız, Mahşer, Şimşek, Bir Akşamdı, Sözde Kızlar, Gençliğimiz, Biz İnsanlar, Atilla

Bir ömür nasıl yaşanır Kitap Özeti

Bir ömür nasıl yaşanır

Bir ömür nasıl yaşanır isimli kitap yaşı fark etmeksizin birçok insanın hatta her insanın faydalanabileceği bir yapıttır. İlber Ortaylı’nın kendi kişiliğinden ve karakterinden bununla beraber yaşadığı olaylardan yola çıkarak hayat tecrübesinden akan önerilerden meydana gelen bir yapıtla bize sunulan bu kitap oldukça faydalı ve gelişimi tetikleyen bir eserdir. Bu eserde bireyin hayatın her alanında yaşadığı zorluklar ve karşılaştığı süreçler sonrası gereksinim duyduğu çözümlere nasıl ulaşabileceğinin yöntemleri çeşitli örneklerce okurla buluşmuştur. İlber Ortaylı, insanın bizzat kendi hayatını yönlendirirken ve ona şekil verirken nelere dikkat edeceğini, benliğini ortaya koyup kendi yolunu meydana nasıl getireceğini çok önemli esaslara değinerek ve nokta atışı yaparak kendi yorumuyla okura açıklamaktadır.

KİTABIN KONUSU

Kitap insanın ömründe yaşadığı her zamandan dolu dolu keyif alması ve ömrünü devam ettirirken nelere gereksinim duyduğunu, insan yaşamının kaç bölümden ve dönemden geçtiğini, yaşadığı dönemde nelere dikkat etmesi gerektiği ve hangi noktaları tecrübe olarak algılaması gerektiğini, kimden nasıl ne şekilde hangi bilgileri edinebileceğini ve bunları yaşam tecrübesine ilke edineceğini, seyahat etmenin en doğru şekilde nasıl ne zaman yapılacağını, doğru akıl yürütme ve bunda karar kılmanın nasıl gerçekleşeceğini, nokta atışı kararları nasıl alacağımızı, iyi olanı seçerken neleri gözden geçirmemiz gerektiğini, iyi eser seçmenin püf noktalarını, çeşitli alanlarda yer alan hangi temel yapıtlara göz atmamız gerektiğini anlatır.

KARAKTERLER

Günlük/Anı türündedir. Kişisel gelişim içeren bir kitaptır karakterlere yer verilmemiştir.

KİTABIN ÖZETİ

Cesur davranmak ve kendimizi çok da rahat hissetmediğimiz alanlara yönelmek aslında korkutucu değildir aksine orada bizi rahat hissettirecek bir pencereye rastlayabiliriz. İnsan gelişime açık olmadan, hep yanı başında durursa ve yerinde sayarsa benliğinden uzaklaşır. Hayatına dokunacak insanları aramazsa kendini nasıl bulacaktır? Miskin davranmak, yenilikten korkmak, iyiyi aramamak insana yerinde kalmasına sebebiyet veren durumlardır. İnsan gelişime açık olmalı ve gelişimi sağlayacak imkanlara fırsat vermelidir. Cesarete kapı aralanmazsa ve korkakça davranmaya devam edilirse hayatınıza ne katabilirsiniz ki? Cesurca davranmak size hayata yeni pencerelerden bakmanızı sağlayacak doğru ve yerinde bir adımdır. Dünyanıza başkasının değil kendi bakış açınızla göz atmalısınız. Doğru kararlar almak ve bunu hayata geçirmek cesaretli adımlarınızı güçlendirecektir. Bunun içinde kendi dünyanızın kahramanı olmalısınız. Hayat standartınızı yükseltmek ve konforunuzu yüceltmek sizi daha rahat hissettirir ve bu da kendinize yapacağınız en güzel ve doğru yatırımdır.  Herkes kendi kaderini oluşturur ve yaşantınızdaki olaylara siz sebebiyet verirsiniz. İyiyi bulmak ve iyiyle devam etmek sizin elinizdedir ki bunu yapmak için de iyiyi aramalısınız ve yeniliğe açık olmalısınız. Kimden hangi bilgileri alabileceğinizin ve kimin hayatınıza dokunabileceğinizin peşinde olmalısınız ki ömrünüze hakkıyla sahip çıkabilin. Hayatınızda kaç dönem var bunun farkında olun bu dönemde neler yapılabileceğini ve yeni yaşınıza nasıl başlayabileceğinize siz karar verin. Bugün eğer kendinizi bulmuşsanız bu zamanında hayatınıza dokunacak ve sizi doğru adımlarla değiştirecek insanları arayıp bulmuş olmanızdandır. Bunu yapmazsanız kendiniz olamazsınız ve hep başkalarının gölgesinde barınmak ve yerinizde saymak durumunda kalırsınız bu da sizi siz olmaktan uzaklaştırır ve başka birinin yansıması olmanıza yol açar. Hal böyle olunca da hayatınızı yaşamış sayılmazsınız ve geçirdiğiniz her dönemde sadece yaşamış olmak için yaşamış bir birey olarak kendinizi hatırlarsınız. Gelişime açık olmalı ve gelişimin izini sürmek size ve yaptıklarınıza oldukça olumlu yansıyacaktır. Daha iyi müziği araştırıp bulmak, hangi yapıtı okumalıyım sorusuna yanıt aramak, nasıl daha özenli ve doğru seyahat edebileceğinizi araştırmak, hangi kitabın size göre olduğunu araştırmak, hangi baş yapıtlara şans vermeniz gerektiğini arayıp bulmak, kimlerle ne şekilde iletişime geçilip hayatınıza katkı yapacağınızın peşinde olmak, nerede ne zaman gezip görmediğiniz yerlere uğrama fırsatını yakalamak, hayatınıza dokunmanın imkanlarını araştırmak ve uygulamak, hangi dönemde dili öğrenmek ve hangi dilde araştırma yapmak, hangi dilde yoğunlaşmak ve o dil en düzgün ve doğru haliyle nasıl öğrenilir bunu peşinde olmak, sorumluluklarınızdan vazgeçmemek ve sorumluluk sahibi olan biri kendisinden sonraki insanlara, çocuklarına ve kendisine nasıl bir yol hazırlamalı ve hangi eğitimi ve aldığı eğitimi nasıl edinebileceğini aramak, bir müzenin ziyareti nasıl olmalı ve bir şehirde hatta hangi şehirde nasıl vakit geçirebileceğini düşünüp ve araştırıp bulmak, dünyanın diğer yanına hangi şekilde gidilebilir ve hangi sokaklarda ne vardır, nasıl yaşanır onu gözlemlemek, kendi dünyanızın kahramanı ve yöneticisi olmak için nelerden vazgeçebileceğinizin farkında olmak çabalamanız gereken noktalar ve size kattıkları paha biçilemez olacak farkındalıklardır. Hayatınıza yön vermeye çalışanların izinden gitmemeli ve kendi hayatınıza ait önemli olabilecek her şeyin siz farkında olmalısınız. Hangi yerin gezilip görülmesi gerektiğine, hangi seyahate daha mutlu olacağınıza, hangi müziği dinlerken kendinizi bulacağınıza başkaları değil siz karar vermelisiniz ki hayatınız yaşanılabilir kılınsın ve daha mutlu bir şekilde yolunuza devam edebilmeniz gerçekleşsin.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

İlber Ortaylı Avusturya’ya bağlı olan Bregenz’de hayata gözlerini açmış 1947 doğumlu yazardır. Ailesi Kırım tatarıdır. Türkiye’ye gelmesi 2 yaşındayken olmuştur.  Ankara’da bulunan Atatürk lisesinde okumuştur. O liseyi bitirdikten sonra üniversiteye başlamıştır. Siyasal bilimler fakültesini Ankara Üniversitesinde okumuştur hatta o üniversitede tarih bölümünü de bitirmiştir. Halil İnalcık onun tarih bölümünü okurkenki öğretmenlerinden biridir. Chicago isimli üniversitede yüksek lisans yapmıştır hatta Halil İnalcık da ona eşlik etmiştir. İlber Ortaylı’ya herkes yaşayan tarih profesörü adını takmıştır ve ondan öyle bahsedilmiştir. Yaşı fark etmeksizin her insan onu çok sever ve takdir eder çünkü o yüksek zekası ve ayrıntıcı zihniyle, nüktelere yer veren konuşmasıyla, ince bakış açısı ve keskin karaktere bürünmüş zekası ile insanların dikkatini çeker ve beğenilir. Türk Tarih Kurumunda da şeref üyesi olarak yer almaktan geri kalmamıştır halk onu benimsemiş ve sevmiştir. Viyana’da yer aldığı sırada dil, coğrafya ile tarih eğitimini gören İlber Ortaylı, 1974’te Ankara Üniversitesinde ve buradaki siyasal bilimler fakültesi altında doktor olmuştur ve görevlendirilmiştir. Doçentliğe yükselmesi Osmanlıdaki Almanların nüfuzu ile olmuştur. Türkiye’ye geri dönmesi 1989’da olmuştur burada da profesör olmaktan geri kalmamıştır. Yerli hatta yabancı birden fazla dergide Osmanlı’nın ve Rusların tarihi ile alakalı şeyler yazmış ve onları yayımlamıştır. Bir süre sonra Bilkent ile Galatasaray üniversitesinde misafir öğretim üyelerinden biri olmuştur. Bu üniversiteler Türkiye’deki köklü ve seçkin üniversitelerden birileridir. Yaşı ilerlediği için 2012 senesinde Topkapı müzesi başkanlığından ayrılmıştır ve emekli olmuştur. Daha sonra da ödüller almaya devam etmiştir bunlardan biri de cumhurbaşkanlığının kültür ve sanat ödülüdür. Kendisi tam yedi dil bilmektedir ve tarih konusunda örnek alınması gereken bir idoldür. Akademik hayatında sayısı çok olan eserler yazmış, kitaplara imza atmış ve birçok ödül kazanmaya hak kazanmıştır. Gazi Atatürk hakkında da kitap yazmayı ihmal etmemiştir bu kitaplar hala çok okunmakta ve okurlarca beğenilmektedir. Kendi kitaplarının satışları ve beğenilme sayısı zirveyi korumaya devam etmektedir.

Bir Kadın Düşmanı Kitap Özeti

Bir Kadın Düşmanı

Reşat Nuri Gültekin

Reşat Nuri Gültekin’in ses getiren eserlerinden biri olan Bir Kadın Düşmanı adlı eseri 1927 yılında İnkılap Kitabevi tarafından yayımlanmıştır.Daha öncesinde tefrika usulü ile yayımlanan eserin ilk basımı tefrikaların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur.Gerek dili gerek karakterlerin yansıması ile zamanın ötesinde olan bu eser hiç editör müdahalesine uğramadan yayımlanmıştır.

KİTABIN KONUSU

Cazibesiyle erkeklerle gönül eğlendirmekten zevk alan Sara’nı planlı bir şekilde Homongolos’u kendine aşık eder.Sara gönül eğlendirirken Homongolos’un yüreği Sara’ya olan aşkıyla yanar.Fakar bu aşk sadece Homongolos’u yakar.

ANA FİKİR

Duvarın arkasından bakmak çok kolay oldu her zaman.O duvarın içinde ne var baktın mı hiç ? Gördün mü ? Yüreğini göremediğiniz insanların duyguları ile oynamayın.Hayatta kimsenin adına planlar yapmamalı, dalga geçmemeliyiz.Aksi  halde parçaladığınız yürek sonsuza kadar yok olur.

ÖZET

Erzurum Paşa’sının kızı olan Sara İstanbul’da annesiyle yaşamaktadır Sara, inatçı, tuttuğunu koparan, akıllı ve güzel  ve girdiği ortamda dikkatleri üzerine çeken bir kızdır..Sara’nın babası ailesini de yanında götürmek ister ama Erzurum’un soğuğu onu bu  fikirden vazgeçirir.Uzaktaki babasına özlem duyan Sara babası ile mektuplaşır.Yaz geldiğinde ise  Sara ve annesi  Erzurum’a babasının  yanına gideceklerdir.Fakat yazın dayısının kızı Vesime’nin  düğünü vardır.Yazın Erzuruma gitmeyip dayısı Rıza beyin yanına gidebilmek için her şeyi yapar.Annesini hatta aile doktorunu bile iş birlikçisi yapar.

Sara allem edip kallem dayı kızı Vesime’nin yanına gider. Sara’nın dayısı Rıza bey yaşadıkları köy de bilinen biridir.Sevgili kızı Vesime’ye koca adayı olarak da Avrupa da eğitim almış Remzi Bey’i uygun görür.

Gemi ile yola çıkan Sara, kasabaya yaklaşırken denizde çırpınan birini görür.Adamın biri denizde resmen boğuluyordur.Ama kimsenin umrun da değildir.Sara  sinirle kaptanın yanına gider ve boğulan  adama yardım etmedikleri için kızar.Kaptan o adamın hep böyle boğulma şakaları yaparak eğlenen bir adam olduğunu söyler.

Vapur yavaş yavaş limana yaklaşır.O sırada Sara’nın dayısı ve yakınları rıhtımda beklemektedir.Bu küçük kasaba önceleri ona çok sıkıcı gelse de kısa sürede alışır ve kasabalının dikkatini çekmeye başlar.Evde Vesime ve Remzi Bey için düğün hazırlıkları sürerken, Sara içten içe Vesime’yi kıskanmaktadır.Ancak, Sara Remzi Bey’in kendisiyle ilgilenmeye başladığını fark etmiş ve bunu dayısına bildirmiştir.

Sara kasabada gezerken motosikletli bir genç fark eder.Vesime’ye kim olduğunu sorar.Adının Homongolos olduğunu ve kampçı olduğunu öğrenir.Duydukları arasında en dikkatini çeken ise kadın düşmanı oluşudur.

Bir gece Sara’nın dayısı onun adına davet verir.Kabadaki kampçılar da davetliler arasındadır.Sara’nın ilgisini çeken motorcu Homongolos da davet edilmiştir.Fakat katılmaya pek istekli değildir.Sara ise sonrasında, denizde boğulduğunu sandığı adamın Homongolos olduğunu öğrenir.Davette Homongolos Sara’nın ilgilisini çeker.Huysuz, aksi, kendini bilmez ve kadınları hiçe sayan tavırları Sara’yı çok sinirlendirir.Ve bunun üzerine Sara ona haddini bildirme kararı alır.Kasabadaki günleri git gide azalan Sara, yengesi ve kızlarının da yardımıyla Homongolos’la görüşmeye başlar ve onu etkilemek için planlar yapar.

Başlarda görüşmek istemeyen Homongolos’un inadı bir şekilde kırılır.Homongolos Sarayı motor gezintilerine çıkarır.Birlikte hoş vakit geçirirler.Ama gün geçtikçe Homongolos Sara’ya tutulur.Bu sevgi Homongolos’u bambaşka bir adam haline getirir, artık kadınlara düşman değil aksine saygı duyan ılımlı bir adam oluverir.Ancak her şey yolunda gitmez. Sara’nın planları Homongolos’un kulağına gider.Homongolos kahrolur, içi kan ağlar.Ama Sara’ya belli etmez.O sıra Sara’da Homongolos’u kendine aşık ettiği için gülüp eğlenir.

Homongolos bir motosiklet yarışına katılır ve yarış sırasında bir kaza yaşanır.Motoru ile yuvarlanan Homongolos hayatını kaybeder.Sara Homongolos’un mezarını ziyaret eder ama gözyaşı bile dökmez.Hala neler yaptığının nelere sebep olduğunun farkında değildir, ta ki Homongolos’un, Necdet’e yazdığı mektuplar eline geçene kadar.

Bu mektuplar öncesinde Sara’nın tanımaya cüret etmediği Homongolos’u anlatır.Sara’nın planlarla kendine aşık edip oyunlar oynadığı adam aslında yapayalnız bir çocukluk geçiren anne baba sevgisi görmeyen bir çocuktur.Anne ve babası tarafından terk edilmiş bu çocuğu hayat kocaman, aksi ve nefret dolu bir adam haline getirmiştir.Ama Sara’ya olan aşkı az da olsa içindeki buzları eritmesine yardımcı olmuştur.

Homongolos arkadaşına yazdığı mektuplarda tüm kalp kırıklığını anlatır.Aşık oluğu kızın onunla oyun oynamasını gururuna yediremeyen delikanlı kendini yarış sırasında bilerek uçurumdan atmış ve bu acıya son vermiştir.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Reşat Nuri Gültekin 1889 yılında Üsküdar’da doğmuştur.Kız kardeşi daha küçücükken hayatını kaybetmiştir.Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tamamlamıştır.Eserine özenle Anadolu insanını işlemiştir.Özellikle “Anadolu Notları” bunlardan biridir.Çeşitli illerde öğretmenlik yapmıştır ve sonrasında Milli Eğitim Bakanlığı’nda Müfettiş olmuştur.Eserlerininin bazıları film ve dizi olarak yayımlanmıştır.Edebiyatt daha çok Halit Ziya’dan etkilenmiştir.En çok ses getiren eserlerinden birkaçı Yaprak Dökümü ve Çalıkuşu’dur.Realist bir yazardır ve günlük konuşma diliyle eserlerini kaleme alır.Daha akciğer kanserine yakalanır ve İngiltere’ye gider.7 Aralık 1956’da Londra’da hayata gözlerini yumar.

KİTAP HAKKINDA Kİ DÜŞÜNCELER

Yazıldığı dönem gereği çok fazla Osmanlıca kelime barındıran bu eser hüzünlü bir aşk hikayesidir.İki bölümden oluşur.İlk bölüm öykü ikinci bölüm Homongolos’un mektuplarından oluşur. ise Sara’nın Homongolos’u üzmesi onu gerçekten tanımadan hakkında planlar yapması ve sonunda bunun cana mahal olması okuyucuya büyük bir ders vermiştir.İnsanları yargılaman önce tanımak gerektiğini göstermiştir.Karakterlerin psikolojik durumları okuyucuyu çok etkilemiştir.Eserde zıt karakterler bulunmaktadır; güzel kız çirkin adam, köylü şehirli..

Genel olarak okuyucu Homongolos’a karşı sempati duyar ve bu yüzden kitabın sonu okuyucu için üzücü olmuştur.

Bir Çöküşün Öyküsü Kitap Özeti

Bir Çöküşün Öyküsü

Stefan Zweig, intihara zemin hazırlayan durumları ve psikolojik etkilerin doğurduğu depresif haller içindeki birinin yaşamını Bir Çöküşün Öyküsü kitabında anlatmıştır. Bir Çöküşün Öyküsü, akıcı ve sürükleyici bir anlatıma sahip olduğundan kitabı okumaya başlar hızlı bir şekilde bitirebilmektedir.

Kitabın Konusu

Başkahramanımız Prenses Prie zamanında sarayın en gözdesiydi. Saray hayatı dolu dolu eğlenceli partiler, şaşalı ve göz alıcı şekildeydi. Bir gün ansızın üzücü bir mektup aldı. Mektupta: saray hayatına son verip, biran önce Normandiya’da bulunan köşke çekilmesi emredildi. İktidardan uzak sarayın eğlenceli tarafını bırakıp nereye sürüleceğini bilemesi telaşa düşürdü. Prensesi gideceği yerden iktidarla uğraşamayacak, nifak tohumları serpemeyeceğinden korkuyordu. Gideceği yer konusunda üzülen kadın Paris’te birçok parti vererek yeniden gözde olmaya çalıştı. Yeniden sarayda kalmak için plan yapmaya başladı.

Kitabın Karakterleri

Prei: Olay tamamen bu karakterin başından geçer. Karakter şan, şöhret delisi tamamen statü meraklısıdır. Yanlış davranışları neticesinde arzu ettiği konumdan uzaklaştırılarak cezaya çarptırılmıştır. Bu ceza ağır gelmiştir ve kendi canına kıymıştır.

Kitabın Özeti

Prenses Prei’nin saray hayatı dolu dolu eğlenceli ve son derece özenilecek dereceydi. Bir gün eline mektup ulaştı. Mektupta sarayı biran önce terk edip Normandiya’da bir köşke yerleşmesi gerektiği yazıyordu. Prenses Prei, durumun lehine olduğunu düşünerek hızlıca toplanıp köşke doğru yola çıkar. Prenses burada doğayla ve hayvanlarla doğal bir yaşam umacağını düşünür. Tarlalarda koşar, üstündeki ağırlıktan kurtulmuş gibi mutludur. Buranın yemekleri, suyu ona çok tatlı ve lezzetli gelir. Aradan 1 hafta geçmiştir. Prenses Prei, eski mutluluğunu yakalayamamış ve sıkılmaya başlamıştır. Saraydaki partileri, şanı ve şöhreti istemektedir. Erkeklerin ilgisinin tekrar üzerinde olmasını özlemiştir. Dayanamayıp krala bir mektup yazar ve gönderir. Mektuba uzun zaman geçmeden yanıt gelir. Mesaja gelen yanıtta; devletin parasını çok boş şeylere harcadığı için orada sürgününe devam etmesi onay görmüştür. Akıbetinin ne olacağına 2 yıl içerisinde karar verileceği yazmaktadır. Prenses Prei, için bu bir mektup değildi adeta ölüm fermanıydı. Bu sürede insanların gözündeki iktidarı ve statüsü leş kargaları tarafından elinden alınacak ve kutlamalara konu olacaktır. Bu durumdan çok rahatsız olan Prenses Prei, papazı yanına ister. Papaz hızlı bir şekilde karşısına gelir. Prenses Prei, papazdan dua etmesini ister. Papazın yanında bir çocuk vardır. Prenses Prei, bu çocuğu görür görmez içerisindeki saray şehveti yeniden uyanır. Köylü çocuğa hükmetmeye ve otorite duygusunu bastırmak için yanına çağırır. Bu çocuk belki de Prenses Prei’nin bunalımını azaltacak bir etkendi. Prenses derhal papaza çocuğun Paris’e gönderilmesini ve bütün masraflarını üstleneceğini söyler. Bu hareketinden dolayı köylü çocuk büyük minnet duyar. Zamanla Prenses Prie’nin köpeği olur, ama bu durum çok uzun sürmeden tersine döner. Çocuk artık her denileni yapmamaya ve emirlere karşı gelmeye başlar. Prenses bir gün çocuğa itaat etmesi için emir verir. Çocuk emiri duyunca çıldırır ve kavga etmeye başlar. Prenses’e saldırır onu feci bir şekilde döver ve oradan hızlıca uzaklaşır. Prenses Prie, bu zamana kadar asla bu kadar aşağılanmamıştır.  Eski kudretini ve iktidarının asla geri gelmeyeceğine inanır, daha bir çocuğa söz geçirememektedir. Bu sürgün hayatının asla bitmeyeceğine ve kralın onu asla affetmeyeceğine inanır. Olay üzerine iyice düşünür ve odasına kapanır. Aklında sürekli intihar etme düşüncesi vardır. Bu yaşadığı hayat ölümden daha kötü bir hal almaya başlamıştır. Bir prensesin ölümü bu kadar kolay olmamalıdır der ve hemen ileriki bir tarihte balo düzenlenmesi için emir verir. Başta Paris olmak üzere ülkenin her yerine davet mektubu yollar. Prenses Prei, kendisinin de oynayacağı tiyatro gösterisini yapacağını belirtmiştir. Fakat gösterinin sonunda karakter kendini bıçakla öldürmektedir. Konukların gelmesiyle balo başlar. Günlerce süren baloda insanlara sürekli öleceğinden bahseder. Öleceği tarihi 7 Ekim olarak kafasında kuran ve insanlara söyleyen Prensesi kimse ciddiye almaz. Tiyatro sahnesinde çok iyi bir gösteri sergileyen Prenses Prei, herkes tarafından alkışlarla uğurlanır. Günler hızla geçmektedir. Öleceği güne yaklaştıkça bu durum onu daha çok yorar. Son gecesinde papazın yanındaki köylü çocuğu odasına çağırttırır. Çocukla sabaha kadar birlikte olur. 7 Ekim sabahı gitmesini engeller ve onunla beraber kalırsa servetini ona vereceğini söyler. Gözünü para hırsı büyüyen köylü çocuğun eline bir kutu mücevher vererek papaza gönderir. Kutunun içerisinde bana dua et yazmaktadır. Prenses Prei, sanki bir davete gider gibi süslenir. Daha önce hiç giymediği kadar güzel kıyafetler giyer. Önünde duran zehir kutusunun hepsini içer, korkunç bir şekilde cansız bedeni yere yığılır. Ölümünün anlaşılması üzerine Paris’e haber gönderilir. Prenses, ölümüyle çok ses getireceğini düşünse de insanlar ölüm haberini duyduktan kısa süre sonra normal hayatlarına devam ederler. İktidara olan sevgisi onun ölümünü ve çöküşünü getirmiştir.

Kitabın Yazarı Kimdir?

Stefan Zweig, 28 Kasım 1881 tarihinde Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya gelmiştir. Roman, tiyatro, şiir ve öykü türlerinde 30’a yakın eser vermiştir. 1930‘lu yıllarda en çok tercümesi yapılan ve insanlar tarafından en çok tercih edilen kitap yazarı olarak sayıldı. Eseri milyonlarca satış sayısına ve baskı sayısına ulaştı. 1933 yılında Nazilerin yükselmesi sonucunda birçok eseri ateşe verildi. Yaşanan bu olayların üzüntüsüyle 22 Şubat 1942 yılında eşiyle birlikte Brezilya’da intihar etti.

Bir Çift Yürek Kitap Özeti

Bir Çift Yürek

Bir Çift Yürek yazarı Marlo Morgan’ dır. Kitabın konusu ise Aborjin yerlilerinin yaşamları hakkında bize bilgi verir. Bu yaşamı incelemiş ve bu yaşamda yaşayan insanların aslında farklı hayatlara mensup olmadığı kanısına varmıştır. Marlo Morgan aslen Amerikalıdır. Mesleği ise bir tıp doktorudur.

Bir Çift Yürek Hakkında Bilgi

Kitabında ise Avustralya’da ruhsal bir yolculuktan sonra incelemiş oldu işleri paylaşmıştır. Aborjinler denilen kavim aslında Avustralya da yaşayan yerli halktır. Onlarla geçirmiş olduğu vakit dolayısıyla kabilelerin kendilerini adlandırdıkları şekliyle yani gerçek insanlarla 4 ay süren bir macerası vardır.

Çöl üzerinde geniş çaplı bir gezintinin ardından çöl coğrafyasında bulunan bitkiler veya orada yaşayan canlılarla nasıl uyum içerisinde yaşayacağını öğrenmiştir. Marlo burada olağandışı insanlar tanımıştır. Bu tanınmış keşfetmiş olduğu ortam karşısında bu insanların 50.000 yıllık kültürlerine veya düşünce fikirlerini tanımaya çalışıyor.

Bu etkinliklerin ilk gününden itibaren yazar zorlu ve uzun bir yolculuğa çıkar. Kendini her geçen vakit daha fazla zorlamak zorunda kalan yolculukta kendini fikirsel ve zihinsel olarak değişime uğrarken bulur.

Aborjinlerin Yazarı sıcakkanlılık ile karşılaması onu kendilerinden ayrı tutmaması sebebiyle onlara karşı daha bir yakın durumda kalmasına sebep olmuştur. Aborjinler kendilerini bu zamana kadar ne kadar koruma taktiklerini yazara bir kısmını ifade etmişlerdir. Ve yazar hem onların konuşmadan nasıl iletişim halinde olduğunu merak içerisinde takip eder iken hem de onların tedavi yöntemlerini de öğrenmiştir.

Yazarın bu merakı yerli halkın problemleri ile alakadar olması ile başlamıştır. Yazarın bu şekilde sorunları ile ilgilendiğini gören bir grup insan onu toplantıya çağırmışlardır. Eski bir jeep ile yapılmış olan yolculuğun ardından yolculukta çöl yolculuğu yaklaşık olarak 4 saat bulmuştur.

Çölün ortasında ilkel olmayan bir gruba rastlaması ile beraber orada istenen tek şey kendisinden ilk başta üzerinde bulunan eşyaların neredeyse tamamını çıkarmasıdır. Basit kıyafetlere sarılı kalan ayağı yalın ayak olan yazar çıkarmış olduğu eşyaların yakılması ile beraber onların grubuna dahil olmuş olur. Yazar burada fark ettiği şeylerden bir tanesi de bu İlkel halkın aslında birbirleriyle iyi bir şekilde iletişim kurup birbirlerinin tedavisi konusunda eski geçmişlerini hala yaşatmasıydı.

Doğa ile iç içe olan bu kabile kupkuru çölde nasıl aç kalmamalarını ve nasıl yaşamsal faaliyetlerini sürdürebildikleri hakkında bilgi toplamasına neden olmuştur.  Bu kabileye büyük bir hayranlık duyan yazar aslında birçok şey olmadan da mutlu bir şekilde nasıl yaşanabileceğini keşfetmiş olabilir. Birbirleri ile konuşmadan iletişim haline geçebilmelerine büyük bir ilgi ve hayranlıkla izlemesi Yazarın bu kabileye bakış açısı konusunda ufkunun genişlemesine sebep olmuş olabilir.

Kitabın Ana Fikri

Bir kişide kan veya kemik bulunmasının herhangi bir insanda da olabileceğini fakat Yürek ve niyetin kişiden kişiye göre bakış açısına göre değişikliğe uğrayabileceğini anlatan bir kitaptır. Morla Morgan yaşamış olduğu serüveninde dünyanın daha farklı bir yüzünün olduğunu keşfetmiştir. Bu kabile ile iletişim kurması veyahut onların çabucak onu kabul etmesi yazarın kabileye bakış açısında değişiklik göstermesine de sebebiyet vermiş olabilir.

Kitabın Hakkında Şahsi Görüşler

Kitabın ilk alındığında kitabın aslında Bir Aşk Hikayesi romanı olacağını düşündüm. Okumaya başlamamın ardından Aşk Hikayesi olup ama bu Aşk Hikayesi’nin yazar bizi bize anlatarak hikayenin farklı bir boyuttan kendimize dersler çıkarmamız konusunda bize yardımcı oluyor. Yazarın eğitim hayatı Morgan Paris’te doğmuştur.  Morgan’ ın eğitimi oldukça kaliteli okullarda geçmiştir. Avustralya yerlileri ile yapmış olduğu serüven sonrasında yazmış olduğu kitaplardan dolayı büyük bir popülerlik toplanmıştır. Kitabının çok popüler olması onun da popüler bir yazar olmasına sebep olmuştur.

Bir Başına Kitabı Özeti

Bir Başına

Bir Başına yazarı Anten Anthony Storr’ dur. Kendisi yabancı bir yazar olduğu için kitabı Türkçeleştiren başka insanlar da vardır. Bu kitap yalnız yaşayan insanların hayattaki başarılarını dile getiren bir kitaptır. Kitabın yazarı kitabında yalnız kelimesinin ne ifade ettiğini insanlar üzerindeki etkilerini açıklar. Mutluluğun anahtarını kişisel ilişkilerdeki olumlu düzeyde kaldığı sürece başarılı oldu kanısını reddeder.

Bir Başına Hakkında

Bir Başına kitabı aslında bir psikoloji kitabıdır. Yazar mutluluğun insan ilişkilerine bağlı olduğunu ifade eder. Kişinin niyetinin altında olan durum kişinin daha mutlu olmasına sebep olabilir. Kitabın asıl amaçlarından bir tanesi ise yalnızlığın aslında göründüğü kadar kötü bir kavram olmadığını göstermektedir.

Kitabın yazarı olan Anten Anthony Storr’ a göre mutluluk başarılı olan insanların ilişkilerinde saklı değildir. Anten Anthony Storr kitabında ve deneyimlerinden yola çıkarak mutluluğun tek kaynağının bunlar olmadığına inanmıştır.

Bir başına yaşayan Anten Anthony Storr birçok ünlü isimleri inceler. İnceleme sonrasında yaratıcılık kavramının sebeplerini araştırır. Bu kitabı merak içerisinde okuma yapabilirsiniz. Birçok konuda değinmiş olan noktalar sayesinde keyifle kendinize kişisel bakımın alnında geliştirebilirsiniz ve yenilikler katabilirsiniz.

Bu kitabı okurken oldukça meraklı bir şekilde okuma yapacaksınız. Zihnin güçlü olması bir şeylerin üstesinden gelebilme kapasitesine sahip olmasını sizi okurken daha meraklı olmanıza zemin hazırlayacak.  Bu durumun yalnızlıkla ilgili olan bağlantısını da göreceksiniz. Yazar kitabında Yalnızlık ifadesinin ne anlama geldiğini bazı kişiler için ne kadar değerli olduğunun vurgularını yapar. Kitabın sayfa sayısı 248 yapraktır. Okunması için ideal bir kitap sayfa sayısına sahiptir. Anlaşılabilirdik bakımından felsefi barındırabileceği için her yaşa uygun değildir. Kitabı istediğiniz mağazalarda bulunabilecek bir kitaptır. Bu kitabı okumaya ilk başladığınızda aslında kulağa kötü gelen kelimelerin bizi iyileştirme gibi özelliklerinin olduğunun farkına varabileceğiniz bir kitaptır.

Yalnızlık kavramı birçok konuda popüler olarak karşımıza çıkabilen bir kavramdır. Yazar burada Yalnızlık ilişkilerinin insan hayatındaki etkilerini ele almış bir hikaye tarzı oluşturmuştur. Oluşturulan bu tarzda ilişkilerin mutluluk bakımından ele alındığında insan ilişkilerinin hayatta normal olarak başarı veya insan çıkar ilişkilerinden meydana gelebileceğinden değil de insanların daha çok mutlu olmalarını sebeplerini daha farklı olduğunu ele almıştır.

Yalnızlık üzerine genellikle olumsuz şeyler söylenmesi aslında Yalnızlık kavramının Kötü bir fikir veya kötü bir durum olması anlamına gelmez. Yalnızlık kavramı bazen insanın kendini dinlemesi veya kendi yaptıklarını düşünmesi için önemli bir kavram haline gelebilir. Aslına bakıldığında Yalnızlık kavramını yaşayabilen insanlar önemli insanlar olabiliyor. Önemli insanlarında bazen kendilerini inzivaya çekip kendilerini duymaya çalışmaları onların hayatta ne kadar kararlı kalmalarına sebep olabiliyor.

Hatta dış dünya ile dış toplum arasındaki ilişkiye değerlendirmek babında yalnızlık kelimesi onlara yol gösterici oluşabiliyor. İnsanların kendilerini günlük hayatlarına fazla kaptırmaları kendilerine amaçlar belirlemeleri aslında onları mutlu eden bir davranış haline gelmiyor olabilir. Bazen onların yalnız kalıp kendilerini dinlenmiş olmaları ve bu doğrultuda kendilerine yollar oluşturmaları onlara daha iyi geliyor. Bazen yalnız kalmak insanı mutlu edebiliyor. Yazar aslında kitabında yalnızlık ve mutluluk kelimelerini nasıl bir araya getirebileceğimizi anlatıyor olabilir. Bir kişisel bakımdan insanların kendilerini eğitebilecekleri bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. İnsanlar bu kitabı okumaya başladığı zaman bazı şeylerin daha çok farkında olmasına sebep olabiliyor. Bu yüzden yalnızlık kavramını da dünyaca ünlü olan psikanalist Antonio Store incelemiştir. Hayat da kalıplaşmış ifadeler üzerinde durulması ve bu kalıplar içinden çıkılmaması insanlara bazen mutlu olmamalarına sebep olabilir. Belli konular da kendi kalıplarımızın dışarısında bazen çıkmasını bilmeliyiz.

Bir Devrin Romanı Kitap Özeti

Bir devrin romanı

Halide Nusret kendi biyografisini anlatmış olduğu bir kitabıdır. Kendisinin Roman tarzında yazdığı için aslında Halide Edip’in Evliliğine kadar olan hayat yaşantısını bu kitabında öğrenebiliriz. İlk baskısı 1978 yılında olmuştur. 29 yaşına kadar ki olan yaşamı boyunca yaşamış olduğu birçok anısını kitabına taşımış olan Halide Edip hakkında hem düşünce bakımından hem de yaşanmışlıkları nasıl sindirdiğini gizlemesi bakımından öyküleme yapılmış olan bir romandır.

Kitabında sunmuş olduğu bazı detaylar da o dönemde yaşamış olan insanlara nasıl bir yaşam tarzına sahip olduğu hakkında bize bilgi veren önemli bir kitaptır. Tanzimat’tan bu yana kadar Cumhuriyetin ilk yıllarının tasvir edilebilecek olan bir kitaptır. Cumhuriyetin ilk yıllarından yazarlık bakımından önemli bir kişiliği olan insandır. Bir devrin romanı tarih açısından da oldukça önemlidir.

31 Mart Vakasını ve Cumhuriyet yıllarının sonrasını modernleşme yıllarımızın en sancılı günleri olan dönemlerini tasvir edebilecek nitelikte bir kitaptır. Bu kitabı okuyup yorumlamasını iyi yapan bir insan o dönemde yaşanmış olan sıkıntıları zorlukları anlaması olası bir hal kazanır. Bu kitapta yazarın yaşamış olduğu özgeçmişi ve yaşamış olduğu 3 Devri anlatır.

Kitabın Özeti

Halide okuma derslerini annesinden öğrenmiştir. Halide ile dedesi İstanbul Sokaklarında dolaşan insanlarmış. Halide ile dedesi padişahın cülus şenliğine katılmışlar. Halide için bu katılım ilkmiş bu Şenliği Halide oldukça beğenmiş. Kendini izlemeye daldıklarında saatin kaça geldiğini farkına varamamışlar.

Hava kararmaya başlayınca gece olduğunu anlamışlar. Ve acele bir şekilde evlerine dövmüşler eve gittiklerinde annesi büyük bir merak içerisinde onları bekleyip ve geldiklerinde ise oldukça kızmıştır. İzmir’de bulunan amcasını ziyarete gitmiş. Halide yapmış olduğu ilk vapuru yolculuğunda oldukça sıkıntılı günler geçirmiştir. İstanbul’dan İzmir’e tam olarak 6 günde varmışlar. Bu sürecin sancılı geçmesi Halide için bu zaman diliminin daha uzun yaşanmış gibi hissetmesine sebep olmuştur. Vapur iskelesine amcalarına karşılama törenine Mahzar oldular.

Ardından amcalarının bahçeli büyük evlerine doğru yol aldılar. Oraya vardıklarında herkes çok mutluydu. Halide 2 haftalığına giden bu tatilde 3 ile 4 ay kadar amcaları ile beraber büyük Bahçeli evde vakit geçirip Hasret gidermiştir. Halide’ nin babası sürgünde idi. Sebebi ise babasının Cumhuriyet taraftarı olmasıydı. Halide İstanbul’a dönmesi ile beraber hukuku Umumiye gazetesini alıp okurdu. Babasının sürgünden gelmesi onun için dönüm noktası olmuş olabilir. Babasını kapıdan girmesi ile beraber bir kahraman gibi karşılaması onun fikirlerine saygı göstermesi babında iki tarafı da oldukça mutlu etmiştir.

Babasının gelmesinin ardından Halide bir parti kurmuştur. Ardından 31 Mart Olayı patlak vermiştir. Annesi Halide’nin eğitiminden oldukça endişe duymakta idi. Onun bir okula yazılmasını istiyordu. Babası ise böyle bir duruma gerek olamadığını düşünüyordu.

Kerkük’te İşte o sıralar eşkıyalık azalmıştı. Halide yaşıtlarından biraz daha büyük duruyordu. Babası onun Ata binip ve atış yapma konusunda iyi olmasını istiyordu. Halide bu durumu öğrendiği vakit çok sevindi. Ardından Halide at eğitimlerine başladı. Ata binmek de kendisi oldukça başarılı olmasının ardından çevresinin ilk yeni öğrenenlere karşı oldukça iyiydi.

Babasının oradaki görevi bitmesinin ardından İstanbul’a geri döneceklerdir. Bağdat’tan İstanbul’a vapur ile geçmeleri gerekiyordu. Ama her limanda Alışveriş yapıyorlardı. Her durduklarında havanın sıcak olması ile beraber Halide ve annesi dışarıya pek çıkamıyorlardı. Akdeniz’e geldiklerinde ise iyi bir fırtınaya yakalandılar. Sıkıntılı günler devam ediyordu. İstanbul’a gelene kadar bu durumun böyle devam etmesi onlar açısından oldukça sancılı günlerin geçmesi demekti. Yazarın birçok olaya tanıklık etmesi sebebiyle bu biyografik kitap oldukça tarihi açısından değerlidir.