Semerkant Kitap Özeti

Semerkant

Dünyaca ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf’un 1988 yılında yayımlanan çarpıcı eseri Semerkant, okurlarıyla ilk buluşmasının üzerinden 30 yıl geçmiştir. Buna rağmen “Çok Satanlar” listelerindeki önceliğini koruyor. Çok boyutlu ve etkileyici hikâyesiyle yüreklere dokunan Semerkant’ın 11’inci ve 20’nci yüzyıllarda geçen olay örgüsü, “Tarihi Roman” kategorisine iki farklı zamandan göz kırpıyor.

Konusu

Ömer Hayyam’ın dörtlüklerini yazdığı Rubaiyyat adlı eserinden haberdar olan ve aramaya çıkan bir Amerikalı Hayyam’ın dörtlüklerini okuduğu sırada gerçekleşiyor. Bu sırada okurlarını Selçuklu, İran,  Alamut ve Moğolların ülkelerinde ve saraylarında gezdirmekle meşguldür. Amerikalının okuduğu Rubaiyyat adlı kitap ile okuyanlar Doğu’nu kültür dünyasında da dolaşırlar. Fakat bu Rubaiyyat kitabı da Titanic’le birlikte denizin dibine boylar.

Karakterler

Ömer Hayyam: Matematik ve astronomi bilginidir. Ancak, döneminin birçok akademisyeni gibi, şiir ve felsefe ile de uğraştı. Semerkant Han’ın Alparslan’daki ölümünden sonra Selçuklu Sultanı Melik Şah’a gönderdiği sempati komitesine dâhil edildi. Hasan Sabbah ile görüşen Yolsa, birlikte Selçuklu Sadrazam Nizamülmülk’ten gitti.

Melik şah: Alparslan’ın ölümünden sonra Selçuklu tahtına geçen oğlu olan kişidir. 17 yaşında tahta geçmiş ve devlet yönetimine dair Büyük Vezir Nizamülmülk’ten destek almıştır.

Nizamülmülk: Tuğrul Bey zamanından beri Selçuklu Sultanlığında vezir olarak görev yapıyordu. Nizamülmülk son derece deneyimli ve bilgili bir devlet adamıdır. Selçuklu ‘yu dünyanın en düzenli, zengin ve müreffeh devleti yapmak için uğraşıyorlardı. Asıl ismi Hasan’dır, TUS şehrinde doğmuş bir İranlı olarak bilinir.

Hasan Sabbah: Bilgeliği ve bilgisi ile çok zeki bir insandır. Kitaptan Nizamülmülk’ten bir işe başvurmaya hazırlanırken yolda Ömer Hayyam ile tanıştı. Nizamülmülk, Selçuklu Devletine hizmet verecek bir istihbarat teşkilatı kurmaktan sorumludur. Görevi kabul eden Hasan Sabbah, ülkeyi ihlal etti ve sürgüne gönderildi. Sürgünden kurtarıldı ve dik Alamut kalesini İran’a götürdü. Burada kendi koruması olan Hasan sabbah adlı bir örgüt kurdu ve amacına göre, özellikle suikast gibi çeşitli eylemlerde bulunuyor.

Cihan: Ömer Hayyam’ın saraydaki sevgilisiydi. Şiire meraklı ve saray kadınları arasında etkili bir konumda bulunuyor.

Benjamin O. Lesage: Ömer Hayyam’ın Ruabiyat kiitabını Tiitanic’te kaybetmesini ve tüm Semerkant kitabının öyküsünü biliyor.

Şirin: İran Şah’ının torunu olarak tanınır. İran’ın Batılılaşmasını savunur. Benjamin’le bir ilişkileri vardır.

Cemaleddin Afgani: Benjamin’i Rubailere yönlendiren moderniz yanlısı ünlü İslam düşünürü olan kişidir.

Kitabın Özeti

Bu kitap, dönemin büyük bilginlerinden Ömer Hayyam’ın yazdığı Semerkant’ın hikâyesini anlatıyor. Zamanının Büyük Selçuklu hükümdarı Melik şah ve Nizamülmülk ‘ün politikaları bunlardan yüzyıllardır bahsetti. Bu kitap sayesinde Alamut Kalesi’nin faaliyetleri hakkında da bilgi aldık. Buna ek olarak, İran hükümeti ve demokrasiye geçiş çabalarından 1900’lerde bahsedildi, elbette İran’ın yaşam biçimini ve İran’ı çok iyi tanıyoruz.

Semerkant’a adım atan Ömer Hayyam, kendi fikirleri için meydanda cezalandırılmaya ve dövülmeye karşı çıktı ve hâkim oldu. Hanımefendi hemen Sina’nın en önemli öğrencilerinden biri olan Ömer Hayyam olduğunu fark etti. Bu Hayyam’ın bir süre burada kalabileceğini gösteriyor. Hayyam ile Hayyam arasındaki mesafe yaklaşıyor. Cardi onu o zaman hükümdar Nasir Han’a götürdü. Hayyam, yöneticileri ve hükümdarları etkiledi ve Cihan adlı bir şair tarafından etkilendi, burada onu hissetti ve zaman geçtikçe duyguları sevgi doldu. Kadın elinde boş bir defter tuttu ve Hayyam’a verdi. En iyi çalışmasını bu deftere yazmasını istedi. Zamanla, defter sayfalarını Hayyam’daki en güzel Rubaileri ile doldurdu.

El Paslan Semerkant’a karşı savaştı ama savaşta öldürüldü. Böylece Nizamülmülk Hayyam ile tanıştı ve ondan görüşmesini istedi. Nizamülmülk ile tanıştığında yolculuğu uzundu. Yolculuğun bir yerinde kalırken Hasan Sabbah adında bir gençle tanıştı. Hasan Sabbah bilgili ve Hayyam üzerinde etkili oldu. Hayyam Nizamülmülk ile tanıştığında, Nizamülmülk ona haftada bir kez bir görev (yani istihbarat subayı, gizli polis) sağladı, ancak teklifi reddetti, ancak Hasan Sabbah ‘un görev için çok yararlı olduğunu düşündüğünü söyledi.

İlk başta her şey yolunda gitti, ama bir süre sonra aralarında bir çatışma vardı. Hasan, Nizamülmülk ‘ün görevini yerine getirmemesi gerektiğine inanıyor. Nizamülmülk’ten ondan kurtulmak istedi. Bu durum Melik Şah’ı rahatsız etti ve Hasan Sabbah’ı ölüm cezasıyla cezalandırdı, ancak burada büyük bir bilgin Hayyam’ın yerine Hasan’ı cezalandırmak için muhalefetini kullandı. Hasan Sabbah faaliyetlerine devam etti, ancak başarısız oldu. Sonunda buranın coğrafi ortamından kalenin zorluğunu anlamak için Ala Mut’a gitti. Bu gönüllüler çeşitli yerlere gittiler ve insanların toplandığı benzer suikast faaliyetleri gerçekleştirdiler, insanları etkilediler, intihar ettiler ve organizasyona katıldılar. Bu faaliyetlerle insanlar Hasan Sabbah’ya akın etti.

Nizamülmülk ‘ün hükümdardan habersiz iş yapması sonucunda Melikşah ona kızar ve sen kendini hükümdar mı zannediyorsun diye çıkışta bulunur. Nizamülmülk ‘de bunca yıldır anlamadın mı diyerek hükümdara karşı bulunur. Melikşah, Nizamülmülk’ten kurtulması gerektiğinin farkına varır ve onu öldürmesi için Hasan Sabbah ile konuşur. Öldürüleceği gün Nizamülmülk bir rüya gördüğünü ve Peygamber’in ona “sen daha çok yaşayacaksın merak etme dediğini, Melik Şah’a söyler. Melikşah bu söze şaşırır, kafası karışır. Nizamülmülk, Hasan Sabbah askerlerince öldürülür ve Melikşah ‘ta tam bilinmemesine rağmen 35 gün sonra öldüğü bilinir.

Taht savaşı başladı. Bu durumda Hayyam kalede öldürülmek istenildi, ancak onu öldürmekten sorumlu Vartan pes etti ve Hayyam ile kaçtı. Hayyam ile yakın arkadaş oldu. Hayyam ona Ruby’yi yazdığı kitabı gösterdi ve Vartan’la kitabı tamamladı.

Hasan Sabbah kalesinde kayıptı ve odasını bir süredir hiç terk etmediği söylendi. Hayyam’ın buraya getirmeyi umduğunu ve arkadaşlığının bu sorunu çözeceğini düşünüyordu. Fakat Lahey gelmedi. Hasan Sabbah gününde, o ve askerleri Vartan’ı öldürdü ve Hayyam’ın çalışmalarını devraldı. Hayyam’ın çalışması ve onu desteklediği düşünülse de, Hayyam desteklemiyordu. Zaman geçtikçe Hayyam ve Hassan öldüler. Alamote Kalesi’nde kütüphane Moğollar tarafından tahrip edildi. Hayyam’ın yakutundaki metninin orada yandığına inanılıyor.

Benjamin Omar, Fransız ve ailesinin Ömer Hayyam’a olan ilgisi nedeniyle Ömer olarak adlandırıldı, ancak Hayyam ile ilgileniyor, ancak bir süre sonra ilgisi kayboldu. Bir gün kitabın var olabileceğine dair haberler aldı, bu yüzden İran’a taşındı. Yazmaya yaklaşırken, hükümdarı öldürmeye yardım etmekle suçlandı ve İran’ı geri dönmek için terk etmek zorunda kaldı. Prenses Şirin ile tanıştı, İran’daki olaylar hakkında onu bilgilendirdi ve Batı’da paylaştı.

Bir süre sonra tehlikenin geçtiğini ve Benjamin’in İran’a dönebileceğini bildirdi. Benjamin İran’a geldiğinde Hayyam’ın çalışmalarının Şirin’de yazıldığını öğrendi. Sonunda yazmaya başladı. Sadece dokuz asır sonra çalışma yeniden ortaya çıktı. Benjamin, Şirinleri onu Avrupa’ya götürmeye ve Titanic’le binmeye ikna etti. Hepimizin bildiği gibi Titanik, Benjamin ve Şirin kurtarıldı, ancak Hayyam’ın yazıları sular altında kaldı. Benjamin, Şirin o grup insan arasında kaybetti ve bir daha asla adını duymadı.

Satranç Kitap Özeti

Satranç

Bir rastgelme ve karşılaşma sonucunda sahip olduğu kitapla satrancın ayrıntılarını ve detaylarındaki inceliklerin bilgisine erişerek oynadığı bu satrancı oyundan ziyade tutkuya çeviren ve giderek bu saplantısı sebebiyle beyin humması yaşayan Dr B’nin hikayesidir ve satranç olarak gözükse de kendisi özünde bir mektuptur. Bir veda mektubu olarak nitelendirilir. Bu kitap yazar Stefan Zweig Brezilya ülkesinde sürgün geçirdiği zamanlarda yazmıştır ve kendisi 1942 yılında intihar etmiştir. Bu kitabı intihar etmeden kısa bir zaman öncesinde kaleme almıştır. Satranç isimli bu kitapta Avurapa’ya ait kültürün rasyonel bir sosyalist nitelikteki tehlike karşısında yokluğa sürüklenmesine odaklanır. Kendisi Avrupa kültürü ile vedalaşırken öz yaşamına da elveda demeyi tercih etmiştir. Satranç isimli bu kitap onun kaleme aldığı son eserdir. Gerilime sahne olan bu kitap kurgusu bakımından oldukça heyecan ve gerilim doludur. Ayrıca kahramanlarının yaşadığı ruhsal karışıklıklar ve uğradıkları gelgitler onun dokusunda hayat bulmuş ve bu dokusuyla okuru heyecanlandıran ve türü bakımından uzun olan Satranç her özelliğiyle okuyanlarca beğenilmiştir. Bu kitap Stefan Zweig’in yaşama gözlerini kaparken yazdığı bir veda gibidir. Diğerlerinden farklı bir yaşamın ve öteki dünyanın penceresinden kafamızı uzatmamızı sağlayan bir yapıttır.

KİTABIN KONUSU

İsmi Dr. B olan kişinin kısa bir yaşam öyküsü anlatılır. Adolf Hitlerin yaşadığı zamanlarda bir otel odasına kapatılmış olan Dr. B adlı kişinin bu odada herhangi bir şeyin bulunmaması üzerine sorguya çekildiği esnada bir kabanın cebinde rastladığı kitabı alması ve daha sonra yaşananları anlatır. Kitaba rastlamadan önce kaldığı odanın duvarlarında tüm çizim ve desenlere ait ayrıntıları ezberlemiş olan Dr. B, çok uzun süredir hiçbir şey olmayan odasında vakit geçirdiğinden ve hayatında o odadaki duvarların dışında bir nesne ve obje olmamasından dolayı kitaba sarılır ve onu bir kurtuluş olarak algılar. Bu yüzden onu çalmıştır çünkü o kitap onu sahip olduğu yalnızlıktan ve o odadaki hiçlikten kurtaracak bir araçtır. Kitabı adeta sığınacak bir yol olarak görmesinin sebebi odada hiçbir şeyin bulunmaması ve sadece duvarlarla bakışmasıdır. Kitapla uzun süre zaman geçiriyor ve satranç oynamaya başlıyor. Oyunu iyice kavradıktan sonra başka oyunlar da üretmeye ve oynamaya başlıyor. Kitap, kendisi bir dönemin satrançtaki şampiyonluğu kazanmış Mirko Czentovic ile Dr. B’nin tanışmasını ve satranç oynamasını anlatır.

KARAKTERLER

Dr.B: Odasındaki yalnızlıktan sıkılıp buna çözüm üretmeye çalışan ve üretmeyi seven gelişime açık ve analiz yeteneği kuvvetli biridir. Babası avukattır ve Viyanalıdır. Tutuklanmasının sebebi Adolf Hitler’in Viyanada yaptığı işgal zamanında elindeki gizli belgedir. Sorgulanması uzun sürer ve bu sorgulama zamanlarında onu bir odaya hapsederler. Odada duvarlardan başka hiçbir şey olmaması onun canının sıkılmasına ve yalnızlıktan bunalmasına sebep olur. Sorgusunu beklediği esnada askerlerin birinin paltosunda bir kitap görür ve onu çalar. O bir satranç oyunları kitabıdır. Bu kitap onun hayatının değişmesine ve onun farklı bir hayata uzanmasına yol açar.

Mirko Czentovic: Satranç şampiyonluğu vardır ve Dr.B ile satrançta karşılaşarak kozlarını paylaşmıştır. Anlama konusunda sıkıntısı olan ve düzgün konuşma beceresine sahip olmayan bu şampiyon, satranç konusundaki yetenek ve başarılarından ötürü saygı kazanmış bir köylü vatandaştır.

Mc Connor: Oldukça zengin ve petrol yatağına sahip kişidir. İş adamı olarak hayatını sürdürmektedir.

KİTABIN ÖZETİ

Satranç isimli bu kitap, başlangıcı New York olan geminin Buenos Aires’e giderken iki arkadaşın bu gemiye binip yolculuk etmesiyle başlar. Bu gemide gazetecilerin de yer almasının sebebi Mirko Czentovic isimli dünyada satranç şampiyonluğu yaşamış adamın da turnuvaya katılmak için Buenos Aires’e yolculuk etmesidir. Mirko Czentovic daha küçükken anlama yetisinde yetersizlik ve konuşmasında güçlük yaşamaya başlamış köylüdür. Onun babası ve babasının arkadaşı akşamları satranç oynadığından Mirko da onu izler ve satranca büyük ilgi duyarmış. Onları düzenli bir şekilde takip etmiş ve izlediklerinden sonra satrancı öğrenirken kendini bulmuştur. Mirko Czentovic babasının oynadığı bir satranç turunda işinin çıkması sebebi ile kendisi oyuna devam etmiş ve kazanmıştır. Bu durumu gören herkes ona büyük şaşkınlık ve hayranlıkla bakmıştır. O da bu yeteneğini herkesle paylaşmak istemiş ve dünya satranç kulübüne ulaşarak bu kabiliyetini herkesle paylaşmıştır. Dünya şampiyonu olduktan sonra artık ününe ün katmıştır. Konuşmasındaki yetersizlik ve cevaplarındaki anlaşılmazlık ve saçma cümleler muhabirlerle satranç dışındaki konular hakkında söz etmemesine yol açmıştır. Zamanla gemideki diğer insanlar da onun satrançtaki şampiyonluğundan haberdar olur. Petrol zenginlerinden olan Mc Connor ona para teklif eder ve bir el kadar satranç oynamasını ister. Satranca ilgi duyan herkes orada kendisine karşı beraber oynayacaktır. Rakiplerini yenmeyi başarmıştır. Mc Connor yenilgiyi kabul etmediği için yine oynarlar. Oradan Dr.B gelir ve tek başına dünya şampiyonu Czentovic ile satrançta kapışmak ister ve oyun bittikten sonra pişmanlık yaşar. Bunun olanaksızlığını savunur ve tam yirmi beş senedir satranç oynamadığını ileri sürer. Mc Connor onu ikna etmeye çalışır fakat o ikna olmaz ve kendi öyküsünü onlara anlatır. Sorgu zamanlarında kaldığı odada zamanın uzunluğu ve her günün diğeriyle aynı geçmesi, tekdüzelikten bunalması ve buna katlanamaması sebebiyle kafasını uzattığı penceren dışarı baka baka tüm beyin sistemlerinin işleyişini kaybettiğini ve onları yitirmeye yüz tutuğunu anlatır. Arada sorguya giderken hiçbir şey yapmamaktan ve hiçbir şeye rastlamadığından zihni ve düşüncesinin gücüyle beynini destekleyerek sorgu yapılırken ağzından herhangi bir şeyin kaçmaması için çaba sarf eder. Sorguların yapıldığı esnada beklediği bir anda bir paltonun cebinde rastladığı kitaptan bahseder ve o kitabın onun beyin fonksiyonlarını tekrar harekete geçirecek bir faaliyet olduğunun farkındadır. Giderek tüm zamanlarına satrancı sokar ve günlük yaptığı aktivitelerin ve kişisel ihtiyaçlarını gidermenin yanında satranç oynamayı da ekler. Kitaptaki oyunları araştırır ve onları oynamaya başlar. Kendisiyle oynamaktadır ve yenildiği esnada kendine öfkelenmekten kurtulamamaktadır. Yine bu esnaların birinde kendisine yenilgisinin sonucu sinirlerine hakim olamaz ve cama vurur cam kırılır ve eli kesilmiştir. Soyadı doktor tarafından fark edilmiş ve tanınmıştır. Hastaneden çıktıktan sonra özgürlüğüne kavuşmuş ve satranç oynamamaya karar vermiştir. En sonunda, Czentovic ile satranç oynar ve Czentovic yenileceğini hissettiği için bırakır ve Dr.B tekrar oynamak ister. Bu sırada her zamanki gibi çok heyecanlamıştır ve tekrar sinirlerine hakim olamamış ve kriz geçirmiştir. Kendisine geldikten sonra oyunu bırakır ve satranç unsurları ve Cczentovic’i yalnız bırakır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

1881 senesinde Viyana’da dünyaya gözlerini açmıştır. Babası hali vakti yerinde bir sanayicidir. Kendisi Viyana ile beraber Berlin’de de eğitim almıştır. Birçok ülke gezmiş ve birinci dünya savaşı zamanında Zürih’e adım atmıştır. Savaşa çok karşı bir insandır ve bu özelliği ile tanınır. Belirli bir dönem Salzburg’da yaşamışını sürdürmüştür. New York’a gitikten sonra Brezilya’ya yerleşmeye karar vermiştir ve oraya gitmiştir. Avrupa’nın içinde bulunduğu hal onu derinden sarsmış ve buna daha fazla dayanamadığı için eşiyle beraber intihar etmiştir.

Romeo ve Juliet Kitap Özeti

Romeo ve Juliet

Romeo ve Juliet oyunu dünyada en çok ses getiren tiyatro oyunlarından biridir. William Shakespeare’in yazmış olduğu eser büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Dünyada ki birçok ülkede oynanmış her dile göre uyarlanmış ve kabul görmüş bir oyundur. Tiyatro severler için en büyük eserlerin arasında görülür.

Romeo ve Juliet Kitabının Karakterleri

  • Prince Escalus: Verona şehrinin varisi Prens’tir.
  • Eczacı: Romeo’nun ısrarına karşı gelememiş ve ona zehir ilaçını vermek zorunda kalan iyi bir adamdır.
  • Count Paris: Prensin akrabası ve Juliet’le evlenmek isteyen biridir.
  • Keşiş Laurence: Francisken tarikatından birisi ve Romeo’nun en iyi arkadaşlarıdandır.
  • Mercutio: Reomeo’nun dostu ve Prens’in akrabalarından biridir.
  • Romeo: Oyunun ne önemli kahramanlarından birisi ve Juliet’in aşkı.
  • Lord Capulet: Capulet ailesinin lideri ya da başı olarak anlatılıyor.
  • Benvolio: Romeo’nun arkadaşlarından birisi ve akrabasıdır.
  • Juliet: Oyunun en önemli ikinci kahramanıdır. Ayrıca Capulet ailesinin kızıdır.
  • Lord Montague: Montagu ailesinin lider ya da başıdır. Romeo’nun babasıdır.
  • Tybalt: Juliet’in akrabası ve babasının yakın dostu.
  • Mürebbiye: Juliet’in en yakın arkadaşı ve nedimesi.
  • Rosaline: Romeo’nun sevdiği kadın ve Capulet ailesinden biridir.

Romeo ve Juliet Kitabının Konusu

Birbirine yıllardır kan davası gütmüş iki ailenin çocuğunun hikâyesini anlatıyor. Romeo ve Juliet hiçbir şeyden haberleri yokken bu iki ailenin kavgasının ortasına doğmuştur. Rahip Lawence, iki aile arasındaki barışı sağlamak için çocuklara nikah kıymayı önermiştir. Ailelerin birbirini sevmediği yetmezmiş gibi sürekli aksilikler ortaya çıkar. Romeo, başını belaya soktuğu için başka şehre kaçmak zorunda kalmıştır. Juliet ise farklı bir adamla evlendirilmek istenir.  Juliet, düğünü engellemek için uyku hapı içer ve çok etkisinde olduğu için 2 gün uyanmaz. Ailesi ve çevresi öldüğünü düşünerek mezara koyar. Romeo olayı duyunca Juliet’i alarak oradan kaçırır.

Romeo ve Juliet Kitabının Özeti

Verona’da yaşayan iki köklü aile birbirine düşmandır. Capulet’ler, Montague’ler arasındaki bu büyük savaş birçok insan tarafından korkulacak boyuta ulaşmıştır. Verona Prensi Escalus, bu durumun son bulmasını ve bir daha kaos ortamı yaratmaya kalkarlarsa idam edileceklerini söylemiştir. Paris, Prens’in yakın akrabalarından birisidir. Paris, Lord Capulet ’ten kızıyla evlenmek istediğini söyler. Lord Capulet, bu teklifin daha erken olduğunu düşündüğü için 2 yıl sonra düşüneceğini bildirir. Aradan 2 yıl geçtikten sonra Kont Paris teklifini yineler. Bunun üzerine Lord Capulet, Juliet’e evlenmesi gerektiğini tembihler. Şehir genelinde bir baloya katılmak için hazırlanırken annesi bile Juliet’e teklifi kabul etmesi konusunda fikirler verir.

Montague Ailesinin oğlu olan Romeo, düşmanları Capulet ailesinden olan Rosaline abayı yakmıştır. Defalarca aşkını itiraf etmesine rağmen Rosaline teklifini kabul etmez. Rosaline’in rahibe olması kavuşmalarına engeldir. Bu durum Romeo’yu çok üzer ve acı verir. Romeo’nun dostu olan Benvolio Rosaline’e duyduğu aşkın bir geleceğinin olmadığından unutması gerektiğini söyler. Fakat o bunları söylerken Romeo şehir genelinde yapılacak baloda ne giyeceğini düşünür. Fakat baloyu Capulet ailesine özgü yapıldığından içeriye girmesi yasaktır. Romeo oraya gidip aşkını bir kez daha söylemek ister. Benvolio başına bir iş gelmemesi için ona yardım eder ve baloya sokar. Benvolio çevredeki kızları göstererek onlardan biri ile vakit geçirmesi gerektiğini tekrar yineler. Fakat Romeo diğer kızlara bakmadan sadece Rosaline’yi arar. Rosaline’yi ararken karşısına dünyalar güzeli bir kız çıkmış ve ona vurulmuştur. Kızın adı Juliet’tir. Romeo, Juliet’yi dans ederken resmen aşkla bakar. Bakışlarını fark eden Juliet, Romea’ya tutulur. Fakat ikisi de iki ayrı aileye ait ve düşmanlardır. Fakat bu durumu umursamazlar aşklarını yaşamak için elinden geleni yaparlar. Aradan zaman geçtikçe bu durum onları sıkmış ve evlenme kararı almışlardır. Romeo, Juliet’i elde etmek için rahipten yardım ister. Juliet’de aynı şeyleri dadısına söyler ve arabulucu olmasını ister. Rahip ailelerin arasındaki kanın durmasını sağlamak için ikisini nikahlar. Nikâh sonrası aileler bu durumu mecbur kabul edecek ve evlenecektir.

Caputler’den Tybalt yolda giderken karşısında Romeo’la karşılaşır. Romeo’la kavga etmek istercesine laf atar fakat Romeo hiçbir tepki vermemiştir. Fakat Mercutio dediklerini sineye çekemez ve karşılık verir. Tybalt karşılığın sonucunda düelloya davet etmiş ve düelloyu kazanıp Mercutio’yu katletmiştir. Gözlerinin önünde arkadaşının öldüğünü gören Romeo, biranda sinirle Tybalt’ı öldürmüştür. Prens ettikleri kavgayı duymuş ve askerlerine sorumluların tutuklanmasını emretti.

Caputler artık Paris ile Juliet’in evlenme kararını onaylamış ve işlemleri başlatmıştı. Juliet, Paris’e sevmediğini gönlünde farklı biri olduğunu defalarca söylemiştir. Haberleri duyan Romeo, askerlerden kaçmak için bir yol arar. Prens, Romeo’ya sürgün cezası vermiş ve tüm kaçma umutları suya düşmüştür. Juliet, tek çareyi rahipte bulacağını bildiği için direk yanına gider. Rahibe olanı biteni anlattıktan sonra rahip ona bir iksir verir. Bunu içtiğinde 2 gün boyunca hiçbir şekilde uyanmayacak insanlar onu ölü olarak bilecek ve mezara koyacak Romeo’da gelip onu kurtaracaktı. Plan harikaydı bu planı Romeo’ya anlatmak için ona bir posta yollar fakat Romeo’ya zamanında gitmez.

Romeo, Juliet’i kurtarmak için kaçmayı başarmış ve Juliet’in öldüğünü duyunca kafayı sıyıracak dereceye gelmiştir. Paris, her şeyin sorumlusunun Romeo olduğunu düşündüğü için ona saldırır fakat Romeo, Paris’i alt eder ve öldürür. Juliet’in cansız bedenini son kez öpmek isteyen Romeo, Juliet’in ağzındaki zehirden dolayı ölür. Juliet, uyandığında Romeo’nun başında ölü olduğunu görünce acıya dayanamaz ve intihar eder. Rahip bütün olanları iki aileye de tüm gerçeklikle anlatır. Aileler üzüntülerini birlikte yaşarlar ve barışırlar. Olan iki gencin aşkına ve hayatlarına olmuştur.

Romeo ve Juliet Kitabının Yazarı

William Shakespeare, Bir ticaret adamının oğlu olarak dünyaya geldi. 18 yaşında bir kadınla evlenip İngiltere’ye taşındı. Birkaç yıl tiyatro oyunculuğu yaptı. Daha sonra bir tiyatro mekanı kurdu. Başkalarının oyunlarını inceleyerek oyun yazmayı öğrendi ve büyük  eserler yazmaya başladı. 1616 yılında vefat etti. Günümüzde hala eserleri büyük bir önemle anılır ve oynanır. Birçok tiyatrocunun ilham aldığı birisidir.

Robinson Crusoe Kitabı Kitap Özeti

Robinson Crusoe

Daniel Defoe, 18.yüzyılda basımı yapılmış İngilizce dilinde bir romandır.  Kitabın asıl adı New York’lu Bir Denizci’dir. Başına birçok iş gelir hayatının 28 yılı hariç yalnız geçmiştir. Kitap ilk çıktığı yıllarda büyük bir ilgiyle karşılaştı. Daha senesi dolmadan geniş bir okuyucu kitlesi ve 5. Baskısını gerçekleştirdi. Kitaba başka ülkelerde talep yükseldi, çevrileri ve tercüması yapıldı daha sonra eleştiriler meydana geldi. Kitap geliştirerek resimli hale getirildi, çoğu kişi çocuğunun ufkunu geliştirmek için satın aldı. Kitaba adandan sonra olan serüvenler eklendi fakat özgünlüğünü kaybettiği için satışları pek sağlanamadı.

Robinson Crusoe Kitabının Karakterleri

  • Robinson Crusoe: Seyahat aşkıyla yanıp tutuşan bir adamdır. Gemisinin batması sonucunda adada uzun yıllar geçirmiş ve zor bela kurtulmuştur. Hala akıllanmayıp farklı seyahatlere gider.
  • Friday( Cuma): Yerlilerin eseri olarak karşımıza çıkar. Robinson, onu eğitir ve dil öğretir. Robinson ’la yaptığı bir seyahat sırasında vefat eder.

Robinson Crusoe Kitabının Özeti

Normal gelirli bir ailenin çocuğu olarak doğan Robinson’un hayalleri çok büyüktür. Robinson Cruose, ailenin en küçük çocuğudur ve sürekli dünyayı gezme hayallerinden bahseder. Birgün dünyayı gezmek için yola koyulur. Tüm gezisi boyunca yalnızdır. Daha sonra babasının tanıdığının yanında seyahate devam eder. Bu gemi yolculuğundan sonra bir Türk gemiciye köle olarak satılır. Köle olmaktan kurtulmanın bir yolunu ararken oradan kaçmanın bir fırsatını yakalar. Bir Portekiz gemisine binip Brezilya’ya kadar yol gider. Brezilyalı bir çiftçinin yanında misafir olarak kalır ve bir süre onunla birlikte şeker kamışı üretir. Fakat buradaki hayatı da rutine binmiş ve sıkılmaya başlamıştır. Daha sonra karşısına İngiliz çiftçi köle ticaretine ortak aradığından bahseder, heyecan ve para kazanmak için bu işe hemen tamam der. Afrika’ya doğru gitmek için denize açılır. Güney Amerika, yakınlarında bir kayaya çarparlar geminin alt bölümü parçalanmış içerisi su dolmaya başlamıştır. İlerideki adaya kadar yüzen Robinson, canlı olarak tek kurtulan kişidir.

Gemiden kalan erzakları ve içecekleri toplayarak adayı gezmeye başlar. Fakat adada hiçbir ses yoktur. Ne beyaz biri nede köle bir zenci kimseyi bulamaz. Barınma ihtiyacını gidermek için derme çatma bir yer kurup yatmaya başlar. Buğday, tahıl üretimi ve yabani hayvan eğitimine başlar. Aradan 23 yıl geçmiş fakat hiç kimseyi halen bulamıştır. Burada öleceğini düşünerek umutsuzca otururken diğer adada savaşan iki kabileyi görür. Robinson, yerlilerden kurtulanların ona zarar vereceğini bildiği için gemiden kalan barut ve silahını güzelce hazırlar. Aradan 1 gün geçtikten sonra ellerinde bir esirle yerlilerin geldiğini görür. Hiç düşünmeden yerlilere ateş eder ve onların kaçmasını sağlar. Esir olan adamın kurtulduğunu görünce onunla tanışmak için yanına gider. Ona esir yerine Cuma ismini verir. Cuma’yla zor anlaşsa da iletişim kurmayı becerir ve biraz İngilizce öğretmeye çalışır. İletişimleri güçlendikten sonra Cuma, diğer adada 17 tane esir insanın olduğunu söyler. Konuşmaların üzerine hazırlık yaptıklarında adadan sesler geldiğini duyarlar. Adadaki seslere doğru gittiklerinde 1 beyaz, 1 de yerli bir esirin götürüldüğünü görürler. Esirlerden biri Avrupalı, diğeri ise Cuma’ın akrabasıdır. İsini de yerlilerin boş anlarında kurtarma fırsatını yakalarlar. Diğer adadaki 17 esiri kurtarmak için diğer adaya doğru giderler.

Adaya bir İngiliz gemisinin geldiklerini görürler hızla gelen gemi biranda demirler. Gemiye doğru baktıklarında gemiden kaptan ve mürettabatın atıldığını görürler. Gemide ki 2 kişiyi hızlıca etkisiz hale getirdikten sonra İspanyol ve Cuma’nın babasını beklerler onlar gelmeyince hızlıca İngiltere’ye doğru gitmeye başlarlar.

Robinson ilk olarak evine gider fakat annesi ve babası vefat etmiş, diğer kardeşleri ise yaşlanmıştır. Robinson, burada evlenir ve 3 çocuk babası olur. Fakat yine denizleri özlemiş yiğeni kaptan olduğu için onu Çin seyahatine davet eder. Hiç düşünmeden yine gemiye atlar ve yolculuğa başlar. Yiğeni onun kaldığı adaya doğru gidince İspanyol aklına gelir ve ileriki adada demirlemesini söyler. Adaya indikleri anda İspanyol yerli bir kadınla evlenmiş mutlu bir hayat sürmektedir. İspanyol’un gelmek istemediğini anlayınca seyahate devam ederler. Çin’e daha varmadan korsanların saldırısı sırasında Cuma ölür. Robinson, Çin’de biraz vakit geçirdikten sonra İngiltere’ye döner. Artık seyahat edecek ömrü kalmadığı için burada yaşlılığını geçirme kararı alır.

Robinson Cruose Kitabının Yazarı

Daniel Defoe, 1660 yılında İngiltere’de doğdu.  Hayatında birçok zorluk yaşanmış, İngiltere kralına yapılan ayaklanmada dikkat çeken birisi olmuştur. Hayatın birçok alanında çalıştı hatta birileri içi casusluk görevi yaptı. 40 yaşından sonra gazeteciliğe ve  yazarlığa merak sardı bu dönemden sonra kalemi kuvvetlendi. Yayınladığı dergi ve kitaplarda fazla siyasi düşünceye aykırı tutum sergilediği için hapishaneye girdi.  Her ne kadar İngiltere vatandaşı olarak bilinse de aslen Romanya’ya dayanan bir kökü vardır. Romanya’da Osmanlı gelenekleri ve kültürlerini öğrendi. 1731 yılında İngiltere’de vefat etti. Robinson Cruose’e hayat verdiği için hala unutulmamıştır.

Refet – Fatma Aliye Topuz Kitap Özeti

Refet

Refet romanı 1898 yılında Fatma Aliye Topuz tarafından okuyucuya sunulmuştur. Yazar, bu roman içerisinde kendi hayatında yaşamış olduğu zorluklara da yer vermiştir. Kitabın içerisindeki yazılar aslında yazarın gerçek hayatta yaşamış olduğu zorluklar ile örtüşür. Bu nedenle roman gerçekçilik etkisini elinde tutar.

Özeti

Refet karakteri kendisi okumayı tercih etmiştir. Bu karakter ilk kadın öğretmen olarak görev yapmış ve bu yolculuğunda oldukça büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Refet çocukluğunda maddi sorunlar ile karşı karşıya kalmış ve okuması zor hale gelmiştir. Ancak zekası öyle parlaktır ki okul yolundaki mücadelesini sonlandırmak istemez. Tamamen kendi zekasını kullanarak daima ileriye yol alır. Bu yolculuğunda ise herkes ona karşı çıkacaktır. Kadının eğitim hayatında okumak için bile zor yer edindiği bir dönemdir. Bu dönem içerisinde bir kadının eğitim vermesi ise toplumun alışkın olduğu bir süreç değildir. Refet, bütün zorluklara karşı direnir ve herkese her şeye rağmen başarmak ister.

Kadınlar toplumda hep sınıf ayrımına maruz kalmışlardır. Kadınların her mesleği yapması hoşnut durmaz ve toplum baskısı vardır. Ancak toplum baskısına rağmen hayallerinden vazgeçmeyen Refet vardır. Refet toplumun inandıklarını inkar eder ve her mesleğin yapılabileceğine inanır. Kadınlar evde yer edinmeli ve çocuk doğurmalıdır inancını reddeder. Sıfırdan başladığı hayatı içerisinde kendisine destek olan kişi neredeyse yoktur. Daima inançlarını ayakta tutmak zorundadır. Bu zorunluluğu ile kendisinin her şeyi yapabileceğine inanır. Refet oldukça fazla bir özgüvene sahiptir. Bu özgüven içerisinde kendisini topluma katmaya çabalar. Toplum içerisindeki yer cinsiyet ile değil zeka ile belirlenmelidir. Refet kendisine yakışan konuma elbette sahip olacaktır, ancak bu süreç içerisinde baş etmesi gereken fikirler vardır. Ona yapamayacağı ve yakışmadığı dillendirilir. Her türlü davranış ile ona burada öğretmenlik yapmasının hoş olmadığı belli edilir. Ancak inançlar insanların istekleri ile değişebilecek yapıya sahiptir. Refet inanır ve başarmanın öyküsünü yazar. Kadınlara yalnızca kadınlar destek verir ve erkekler karşı çıkar. Farklı sınıftaki kadınlar bile Refet’e destek olur. Amaç kadınların daha iyi konumlara gelebilmesinin mümkün olduğunu göstermektir.

Yazar Hakkında Bilgi

Fatma Aliye Topuz 9 Ekim 1862 yılında Osmanlı Devleti topraklarına dahil olan İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Edebiyatımızdaki ilk kadın yazar olarak bilinir ve toplamda beş farklı romanı bulunur. İleri düzeyde Fransızca bilgisine sahiptir. 1891 yılında Ahmet Mithat Efendi ile birlikte yazmış olduğu bir eser bulunur. Bu eserde her iki karakter de farklı cinsiyetleri dile getirmiştir. Refet eserinde olduğu gibi diğer yapıtlarında da cinsel ayrımcılıklara yer vermiştir. Kadınların toplumda yaşamış olduğu haksızlıkları kaleme almış ve eşitliğin sağlanmasını istemiştir. Feminist olarak bilinen yazar daima dinine bağlı kalmıştır. Dini dahilinde kadın haklarının eşitliğini savunmuştur. Ölümünden sonra İstanbul ve Ankara’da bazı sokaklara ismi verilmiştir, ayrıca şuan kullanımda olan bir paranın arkasında da resmi mevcuttur.

Puslu Kıtalar Atlası Kitap Özeti

Puslu Kıtalar Atlası

Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın yayımlanmış ilk romanıdır.

Mayıs 2014’te 50. baskısı yapılan kitap, ilk kez Ocak 1995 tarihinde İletişim Yayınları tarafından basılmıştır. Yayınlandığı andan itibaren hem içerik hem biçim olarak çok ilgi görmüştür. Birçok yeni baskısı yapıldı ve eleştirmenler tarafından olumlu değerlendirmelerde bulunuldu.

Bu kitap için Ali İhsan Anar’ın “edebiyatın yeni nefesi” olarak tanımlanıyor. Bu kitap İhsan Oktay Anar’ın bu derinliği okuyuculara aktarabilen bir filozof olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu kitabın düzgün ifadesi nedeniyle tarihe olan ilgi de artmıştır. Bu kitapta kullanılan dil anlaşılabilir olsa da, aynı zamanda çeşitli dillerden eski kelimeler de içerir ve bizi bir kez daha bu tanıdık dile hayranlık uyandırır. Bu kitap, İlk Yayın tarihinden 20 yıl sonra İlban Ertem’in resimlerini içeren İletişim Yayınları tarafından yayınlanan bir çizgi romandır.

Konusu

Puslu Kıtalar Atlası, 17. yüzyılda İstanbul’da, özellikle Galata’da, toplumun alt tabakasını oluşturan bir çevrede ve ‘kara para’ ile sonsuzluğa kavuşmayı arzulayan Büyük Efendi Ebrehe ile dünyayı tanımak için evini terk eden ve daha sonra türlü maceralar yasayan ve bu parayı tevafuken ele geçiren Bünyamin adlı bir genç arasındaki mücadeleyi konusu ele alınır.

Karakterleri

Uzun İhsan Efendi: Kitabın ana karakterlerinden biri olan yazarın kendisiyle özdeşleştirdiği konusunda gelen bir kanı var olmaktadır. Zamanının çoğunu uyuyarak geçirir ve buna mukabil bir dünya haritası hazırlayacağını söyler. Aslında bu konuda haksız sayılmaz zira uyumadan önce içtiği özel bir iksir sayesinde rüyalarında dünyayı dolaştığına inanır. Rüyaların yaşanılanları yarattığına düşünür.

Bünyamin:

Uzun İhsan Efendi’nin oğludur. Lağımcı Ocağına kayıtlı bir yeniçeri olmuştur. Muhasara altındaki bir kaleden kaçırılacak olan casus için tünel kazdıkları esnada başına talihsiz bir olay gelir ve yüzünü kaybeder ancak bu esnada eline ne olduğunu bilmediği ancak devlet için çok önemli olan bir hazine geçtiğine inanır. Kitapta tüm karakterlerle yolu kesişir ve hikâyeler onun tanıklığıyla gün yüzüne çıkar.

Arap İhsan Efendi                                                                                                                                  Osmanlı Donanması namına denizlerde korsanlık yapmış olan tecrübeli bir denizcidir. Oldukça heybetli ve küfürbaz bir kişidir. Bir kolundaki dövmede “ah minel aşk” ve diğer kolunda ise “ve minel garaib” dövmesi bulunmaktadır.

Alibaz: Arap İhsan Efendi’nin bir seferden getirdiği oldukça yaramaz bir çocuk idi. O kadar yaramazdır ki yaklaşık 3 yaşına kadar afyonla uyutulmuştur. Bunda dolayı artık uyuyamaz hale gelmiştir. Yaramazlığı olduğu kadar uyumamasıyla da etrafındakileri çileden çıkarmakta ustadır. Okula başladığında kendine Efrasyap adını vererek çocuk çetelerinin başı olur ve İstanbul’da ufak çaplı yağmalara başlayarak adını duyurur.

Ebrehe (Büyük Efendi): Osmanlı İstihbarat Teşkilatı’nın başlarındandır. Oldukça zeki bir adam olduğu söylenir. Görünüşü ürkütücüdür olmakla birlikte devlete bağlı olmaktan ziyade kendi bilme tutkusunun esiri olmaktan kendini kurtaramaz.

Kubelik: Puslu Kıtalar Atlası, 17. yüzyılda İstanbul’da, özellikle Galata’da, toplumun alt tabakasını oluşturan bir çevrede, ‘kara para’ ile sonsuzluğa kavuşmayı arzulayan Büyük Efendi Ebrehe ile dünyayı tanımak için evini terk ettikten sonra türlü maceralar yasayan ve bu parayı tesadüfen ele geçiren Bünyamin adlı bir genç arasındaki mücadeleyi konu edinir. Hınzır yedi: Çok iyi kılık değiştirip makyaj yapardı. Bağdat’taki en ünlü hırsızdır. Kılıktan dolayı tutuklandıktan sonra çalmayı bıraktı ve dilenmeye başladı. Sultan Murad bu saygınlığı duydu ve (Dilenciler) Kethüdası olması için İstanbul’a götürdü. Hınzır yedi ismini, yasaklanmış olmasına rağmen domuz eti yedikten sonra adlandırılmıştır

Dertli: Saçı, kaşları ve kirpikleri olmayan miskin bir adamdı. Kendisini altı kere yıldırım çarptığı için İstanbul’da çok fazla dolaşması yasaklanmıştır. Hayattaki şansıda bu şekildedir.

Kitabın Özeti

Romanların ve gerçekçi romanların doğasını sorgulamak etkinliği ikincil tutar. Kısacası, puslu kıta atlasını açıklamak ve anlamak zordur. Korsan Arap İhsan Efendi yeğeni Uzun İhsan Efendi’yi ziyaret etmek için İstanbul’a geldi. Elinde bir kitap bulunan bu kitap Arap İhsan’ın hayatını kurtardı. Ancak, kitap bilmediği bir dilde yazıldığı için kitabı çevirmek istedi. Buna ek olarak, Kubelik adlı bir kişi ona çok büyük kazık attı, Kubelik’i bulup intikamını da alacaktı.

Arap İhsan Efendi bir kölesi olan Alibaz adlı çocuk ve yanındaki sırdaşı olan maymunu Uzun İhsan’ın yanında bırakarak Kubelik’i bulmak amacıyla İstanbul’da araştırma yapmaya başladı.. Arap İhsan, en sonunda hasmı Kubelik’i bulmuş ve tek bir şart ile ondan öç almaktan vazgeçeceğini ona söylemiştir. Arap İhsan’ın Kubelik’e koyduğu şart ise aldığı elindeki kitabın tercüme edilmesiydi.

Kubelik kitabı çevirerek Arap İhsan’a getirmek için Uzun İhsan Efendi’ye verdi. Bu kitap Rene Descartes isimli bir yazara aittir. Bu kitabın başlığı “Zagor’u Uygulama” (Metodoloji) adlı kitabıydı. Uzun İhsan Efendi kitabı Arap İhsan’a teslim etmeden açmaya karar verdi ve okumaya başladı.

Uzun İhsan Efendi (Uzun İhsan Efendi) bir çeşit şurup içerek uykuya dalan ve rüya görmeye devam eden bir kişidir. Bu şurubu içti ve bir rüyada uyudu. Uykusunda, ruh bedeni terk etti ve dünyayı dolaştı. Uyandığı anda rüyalarını kitapta yazdı. Bu rüya kitabının adı ise ” Puslu Kıtalar Atlası” dır. Uzun İhsan Efendi, amcası için çeviriyi okumaya başladı. Rendekar’ın ” Zagon Üzerine Öttürme” kitabını okuduktan sonra, işletme hayalleri ve gerçekliği düşünmeye başlar.

Bu kitap onu var olan her şeyden, hatta kendi varlığından bile şüphe ediyor. Bu nedenle, içtiği rüya ve gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda son derece karışık hissetmeye başladı. Sonunda, sonucu şudur ki ” Gerçek olan düşleridir, düşten uyanması düştür, düş için uyuması gerçeklik.

“Rüya gördüğümden hiç şüphem yok. Rüya görüyorum, bu yüzden varım. Ben, ama ben kimim?”

Uzun İhsan Efendi’nin bir oğlu var. Oğlunun adı Bünyamin, adı Hz. Özellikle bu noktaya dikkat çekti, böylece Yusuf’un kardeşine Bünyamin denildi. Bünyamin babasının değişikliklerini izler, davranış değişikliklerini gözlemler ve nedenini bilmek ister. Ayrıca gerçekleşen her şeyin uyku şurubu ile ilgili olduğunu gözlemledi.

Babasının dünyasında bu sırları ortaya çıkarmak için bu şurubu içti, ancak biraz daha içtikten sonra uyanamadı. Herkes onun öldüğünü düşündü ve onu gömdü. Mezarın içine gömüldüğünde, başının üstünden gelen ses onu uyandırdı ve mezardan kurtulmayı başardı. Bundan sonra herkes Bünyamin ile konuşmaya başladı.

Bünyamin artık babasının sırrını biliyor. Bu temelde Uzun İhsan Efendi oğlu Bünyamin’e kıtanın atlası hayalini verdi. “Gitmene izin ver, git. Göremediğimi gör, dokunamadığım şeye dokun, sevemediğimi sev ve hatta bu babanın acı çekmeye cesaret edemediği acıya maruz kal. Bu dünyadan ve bin bir halinden korkma “Bünyamin, babasının hayal ettiği kitabı aldı ve Osmanlı İmparatorluğu lağımcı olarak katıldı.

Bünyamin böylece elinde Puslu Kıtalar Atlası ile düş mü gerçek mi olduğu pek de ayırt edilmeyen maceralara başlar.  İlk macera uygun olmayan şartlarda bir kaleye baskın yapabilmek için lağım kazmak işidir.  Bu görev esansında pek çok aksilik çıkmıştır.  Kurtardığı Zülfikar ona mıknatıslı uğursuz bir kara para vermiş, o parayı da babasından aldığı Puslu Kıtalar Atlasının içine koymuştur. Zülfikar’ı kurtaran Bünyamin, kendi süvari birliklerine yetişmeye çalışırken düşmanlardan yediği darbe ile yüzünün derisi soyulmuş artık tanınmaz hale gelmiştir.

Bünyamin’in yüzü değişti ve tanınmaz bir şekilde İstanbul’a döndü. Babasının hamal tarafından götürüldüğünü, gözlerinin oyulduğunu ve kulaklarının kesildiğini öğrendi. Bünyamin babasını bulmaya karar verdi. Bünyamin, babasının izini kitaptan okunan bir cümlede buldu. Bu temelde, kitaptaki bir bölümü okudu ve kitabın kılavuzuna göre bir grup dilenciye topluluğuna katıldı.

Bu dilenciler Zülfüyâr ve efendisi Eblehe için çalıştı. Tüm bu insanlar için Bünyamin’i bulmak zor. Ama onu bulamadılar çünkü Bünyamin’in görünüşü değişti. Ebrehe, para çekmek için Bünyamin’i aradı, böylece babası İhsan Efendinin gözlerini ve kulakları kestirtmişti.

Bünyamin dilencilerin Büyük Efendisi olan Ebrehe ile de tanışmayı başarmıştır. Böylece Bünyamin, Ebrehe ’den Osmanlı Devleti’ndeki gizli casus örgütlenmesini, kara paranın sırrını ve Mehdi’nin ilerleyen günlerde İstanbul’a geleceği yönündeki haberleri de öğrenmek üzeredir. Fakat bu haberler doğru çıkmamış,  dilenciler ayaklanıp Ebrehe’yi toplu şekilde öldürmüşlerdir.

Dilenciler loncasının yok olması üzerine Bünyamin özgür kalmıştır. Babasının kendisine verdiği kitabı daha dikkatli bir şekilde okumaya başlamaya karar kılmıştır. Bu kitabın adı Puslu Kıtalar Atlası olmuştur.  Ve bu kitabın son sayfasında tüm yaşananların babası Uzun İhsan Efendi’nin düşlerinde meydana gelen olaylar olduğu sonradan anlaşılmaktadır.

Piruze ve Oğulları Kitap Özeti

Piruze ve Oğulları

Piruze ve Oğulları romanı, 2014 yılında Sinan AKYÜZ tarafından Piruze-Şam’da Bir Türk Gelini kitabının devamı olarak yazılmış, yaşanılmış bir olayın anlatıldığı eserdir. Bu eser yazarın 8. kitabıdır.

KİTABIN KONUSU

Serinin ilk kitabında genç ve güzel bir kadın olan Piruze’nin diplomat olan babası Abdullah Bey’in tayini çıkmasıyla birlikte olaylar başlar. Bunun ardından Şam’a taşındıktan sonra yaşadıkları kaleme alınmıştır. Yeni hayatında Wassım’a aşık olup başta güzel giden ama sonrasında aşık olduğu adamın değişmesiyle durumlar gelişir. Bunun ile birlikte yaşadığı zorluklar ve gördüğü şiddetle dayanılmaz hale gelen durum kaçışı kaçınılmaz yapar. Hüzünlü hikaye başlar İkinci kitap Piruze ve Oğulları’nda ise konu Piruze’nin zorunlu terk edişinin sonucunda geride kalan çocukların neler yaşadığını aktarır. Bunun yanı sıra, neler hissettiğini, Piruze’nin yaşadığı zorlu ve buhranlı dönemdir. Kavuşma umuduyla geçen yıllarda yaşanılan acı ve umut dolu günler anlatılmaktadır.

KARAKTER İNCELEMESİ

Piruze: Romanın ana karakteridir. Üç çocuk sahibidir. Haksızlığa uğrayan, oğullarına tekrar kavuşmak için elinden gelenin fazlasını yapan, hiç pes etmeyen, umut ve hayal kırıklığı dolu bir kişiliktir.

Wassım: Piruze’nin eşidir. Despot ve baskıcıdır. İyi bir baba olmak için ilgisini eksik etmemeye çalışsa da annelerini kötüleyerek oğullarına büyük zarar verdiğini fark etmeyerek ve Piruze’yi unutmaya çalışarak ömrünü geçirmiştir.

Amer: Piruze ve Wassım’ın ilk çocuğudur. Kız arkadaşı sayesinde yıllar sonra annesiyle görüşmüş ve kardeşlerinin görüşmesini sağlamıştır.

İmad: Ortanca çocuktur. Babasına olan düşkünlüğünden dolayı baştan annesiyle görüşmeyi kabul etmese de sonrasında dayanamamıştır.

Rami: Kardeşlerin en küçüğüdür.

Alia Nahhas: Amer’in kız arkadaşıdır. Bir alışveriş gününde yaşadığı tesadüfle ilk adımın atılmasını sağlayıp yıllar süren zorluğun düzelten kişidir.

Mazen: Wassım’ın abisidir. Aynı zamanda iş ortaklığı yapmışlardır. Üzerinden yıllar geçtikten sonra görmesine rağmen Piruze’ye şiddet göstermiştir.

Hazel: Wassım’in dayısının kızıdır ve ona aşıktır. Bu aşk onun ölümüne neden olmuştur. Ablasıyla Wassım’ın evlendirilmek istenildiğini öğrendiğinde intihar etmiştir.

KİTABIN ÖZETİ

Piruze’nin kendisini terk etmesini kabullenemeyen Wassım onu hiçbir zaman unutamaz. Oğullarına anne kelimesini yasaklamıştır ve annelerinin bahsini dahi geçirmemeleri için onun biriyle kaçtığı yalanını söyleyerek görüşmelerine engel olmaya çalışmıştır. Bu zaman içinde namaza başlar, dine yönelir. Çocuklarına iyi bir baba olmak için ilgisini hiç eksik etmez. Çocuklarını geride bırakmak zorunda kalan Piruze Türkiye’ye geldikten sonra Wassım ile boşanır fakat çocuklarını yanına alamaz. Onu çok üzen bu durum yıldırıcı olmamıştır ve olmayacaktır. Çocuklarına ulaşmak için Şam’a gitme kararı alan Piruze ilk gidişinde eski eşi Wassım tarafından cezaevine attırılmıştır. Cezaevinden çıktıktan sonra pes etmeyen Piruze umut savaşına devam etmektedir. Arayışları son bulmayan anne bir sene sonra tekrar Şam’a gitmiştir. Bu gidişinde ise oğullarının bulunduğu evin kapısını açan Wassım’ın abisi tarafından öldürülesiye dayak yer. Çabalarından olumlu sonuç alamayan Piruze inancını hiç kaybetmemiştir. Tek dileği oğullarına yeniden annelik yapabilmek ve onların rahat bir yaşam geçirmesini sağlamaktır. Kardeşi de evin lanetli olduğunu düşünüp terk eder ve ortaklığını sonlandırır.

Evlatlarının özlemi ve onlara kavuşma arzusuyla günlerini geçiren Piruze kendini işine adamıştır. Bu sırada kendisi gibi eşinden ayrılmış ve avukat olan biriyle evlenmiştir. Bir gün Piruze mağazada çalışırken Arapça konuşan müşterisine dikkat kesilir. Alışverişi bitince yanına gider. Alia Nahhas adındaki kızla kahve eşliğinde ilerleyen muhabbetinde tesadüflerin en güzeli yaşanmıştır. Çünkü sohbet ilerlediğinde babasının ismi Wassım olan Şamlı Amir ile sevgili olduğunu söyleyen bu kız, ilk göz ağrısı olan oğlu Amer’in sevgilisidir. Bu fırsat için şükürler eden Piruze olanları baştan sona kıza anlatır. İyi kalpli biri olan bu kız Amer’i çok sevmektedir ve duydukları karşısında anne ile oğlu bir araya getirme kararı alır.

Nihayet yıllar sonra Piruze oğullarını görme fırsatı yakalamıştır. Alia’nın ayarladığı restoranda oğlu Amer ile buluşmaya gider. Bu buluşma oldukça duygusal geçmiştir. Amer’in hatırladığı son karenin hava alanında terk edilme sahnesi olduğunun farkında olan Piruze buna ek olarak Wassım’ın söylediği başka bir erkek için onları terk ettiği yalanını duyunca daha çok üzülür. Olaylarının neden ve nasıl olduğunu samimi bir şekilde tek tek anlatmaya başlar. Aslında terk edilmediğini annesinin onları bırakmak zorunda kaldığını anlayan Amer bu durumu tüm olgunluğuyla, anlayışla karşılar. Birlikte bir hafta zaman geçirirler. Sonrasında Amer olanları babası ve kardeşleriyle konuşmak için Şam’a geri döner. Bu arada Piruze Alia’nın maddi durumu iyi olduğu için kendi maddi sıkıntısından dolayı ne yapacağını düşünen Amer’in durumunu öğrenir. Amer’e araba alır, iş bulur ve düğününü yapar.

Amer olanları babasına anlatır ve babası ona çok kötü davranır. Böyle olunca gizlice kardeşleriyle durumu paylaştığında babasına düşkün olan İmad annesiyle görüşmeyi reddeder. Küçük kardeşi Rami ise ikna olmuştur. Wassım oğullarının anneleri ile kaynaşmaya başladığını fark eder bu gidişatı değiştirmek için uğraşır ama yıllarca anne özlemi yaşamış çocuklar daha fazla sürsün istememişlerdir. Wassım bu kavuşmaya engel olamaz. Amer ve Rami anneleri ile görüşmek için Lübnan’a gider karşısında iki oğlunu gören Piruze gözyaşlarını tutamaz. Sımsıkı bir sarılmayla yıllar süren hasret sona ermiştir. Piruze oğullarına iş kurar, tüm ihtiyaçlarını karşılayıp iyi bir hayat sürmeleri için her şeyi yapar. Günler geçmektedir. Bir gün Wassım ölür. Cüzdanından Piruze’nin fotoğrafı çıkar. Bunu gören annesi Piruze’ye durumu anlatır. Çektiği tüm acı ve hayal kırıklıklarına rağmen bir zamanlar aşık olduğu insanı, çocuklarının babasını affettiğini söyler. Böyle bir eseri herkesin okumasını şiddetle tavsiye ederim. Yazarın bu kadar başarılı olacağını tahmin etmezdim. Bundan sonra yazacağı eserlerini sabırsızlıkla bekliyor olacağım. Sizde bu eseri okuduktan sonra benimle aynı fikirde olacağınızdan hiçbir şüphem yok.

SİNAN AKYÜZ

1972 yılında Iğdır’da doğdu. Lise öğrenimine kadar çeşitli okullarda okudu.  Yazar Sinan AKYÜZ İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden başarılı bir şekilde mezun olmuştur. Bu gelişmenin ardından başarılı yazarımız kariyer hayatına 23 yaşında genç bir delikanlı iken gazetecilik yaparak başlamıştır. Uzun yıllar gazetecilik yaptı ve gazeteciliğin hemen hemen her kademesinde çalıştı. Daha sonra gazeteciliğe ara vererek Almanya’ya gitti. İstanbul’a döndüğünde ise 1996 yılında Sabah Gazetesi’nde dergi gurubunda çalışmaya başladı. O dönem fotoğrafçılığa merak sarıp ilgi alanını bu yöne kaydıran ünlü yazar birçok dergi ve gazeteye moda ve portre fotoğraflar çekti. 1999 yılında Sabah Gazetesi’nin hafta sonu eklerinde çalışmaya başladı. Süre gelen zaman içerisinde 2001 yılında devam ettirdiği fotoğrafçılığa ara verip kitap yazmaya başlamıştır. Başarılı yazarımızın 2003 yılında yayınladığı deneme türündeki eseri Etekli İktidar ile de deneme türündeki kariyerini başlatmıştır. Daha sonra Yatağımdaki Yabancı, İncir Kuşları, Piruze serisi (Piruze Şam’da Bir Türk Gelin – Piruze ve Oğulları), Bana Sırtını Dönme, İki Kişilik Yalnızlık, Sevmek Zorunda Değilsin Beni, Aşk Meclisi, Şahika Feraye, Aşk Başka Evde, Bir Evlilik Komedisi ve Yağmurun Gelini gibi önemli eserlere imza attı. Şu anda 2006 yılında başladığı Takvim Gazetesi köşe yazarlığına devam etmektedir.

Parma Manastırı Kitap Özeti

Parma Manastırı

Kitabın Konusu

Parma Manastırı, yazarın Manastır’da dinlemiş olduğu bir olay üzerine yazılan bir kitaptır. Bu romanda siyaset, din ve orduyu ağır bir şekilde eleştiren halkın düşüncelerini alaycı bir dille aktarmıştır.

Romanda, Fabricio del Dongo adındaki bir kahramanın Napolyon askerlerinin arasında yer almak istemesi anlatılıyor. Waterloo Savaşı’ndan Carthusia Manastırı’na kadar uzanan bir konu ele alınmıştır.

Kitabın Özeti

Fabricio, küçüklüğünden beri kahramanlık hikayeleriyle büyümüş birisidir. Sezar güç kaybederken Napolyon Milano’ya girince Fransızlar bu durumu büyük bir sempati ile karşılamıştır. Bu olay Fabricio’yu da etkilemiştir. Yaşanan o yıllarda siyaset ve orduda olan rüşvet artık din işlerine kadar uzanmıştır. Hatta bu rüşvet durumu cinayet ve diğer kötü işlerin içine de fazlasıyla karışmıştır. Toplum ve burjuva arasında iş yaptırmak artık kiralık katil tutmaya kadar gitmiştir. Bunu yapmayanları da zayıf olarak görmüşlerdir.

Fabricio bir gün orduya katılmaya verir ve evden ayrılır. Ama kendi yağında bile kavrulmamıştır. Orduya gittiği zaman oradaki kadınlar bile onun asker olmadığını anlamışlardır. O kadar açık bir şekilde belli ediyordur kendisini. Fabricio’ya top atışlarından ürkmeyecek ve kaçmayacak bir at bulmasını önerirler. Ordu içinde yer alan rütbeli kişilere birkaç bira ısmarlayarak da katılabileceği önerisini alır başka kişilerden. Tüm bunlar yaşanırken aklından çıkardığı bir durum daha vardır. Abisi ise Fabrico’yu ihbar etmiştir. Kahraman olan Fabricio artık kaçak bir casus olur.
Fabricio ise birkaç siyasi olaya karışmaması sayesinde aklanabilecektir. Bir de iyi niyetli olduğunu kanıtlaması ve burjuvanın gönlüne girebilmesi gerekiyordur. Düşes olan halası ise Fabricio’yu yanına çağırır. Aralarında olan ilişki akraba ilişkisi gibi görünse de bu durum zamanla değişir. Düşes duygularını dizginleyemez. Kont ise bu yakınlaşmadan pek hoşnut değildir.
Fabricio aklanma sürecinde olsa da yolda rastladığı bir kadına âşık olmasından ve onu korumasından dolayı ölmesine neden olacaktır. Başta kahraman olarak çıkmış olduğu bu yolda daha sonradan kendisini bir anda hapiste bulur. Hatta kendisini her gün zehirleyip öldürmek isteyen kişiler de vardır. Bu yerde komutanın kızına âşık olmuştur. Alfabe ve ışıkla konuşarak anlaşabiliyorlardır sadece. Âşık olduğu bu kadın ise gelecekte Fabrico’ya aslında evlilik acısının en büyüğünü yaşatacak olan kişidir.

Prens ise halkın karmaşasının tam ortasında kalır. Düşes, Prensi tanıdığı için Fabricio’nun kurtulmasına yardımcı olur. Ama aklı hala Garnizon komutanın kızında kalmıştır. Düşes ise Fabricio ile komutanın kızının arasında yaşanan bu yakınlığı çekemez. Bu yüzden kızın başkasıyla evlenmesini ne yapar eder hızlandırır. Fabricio ise bu dönem içinde Başkonsolos vekili olarak inzivaya çekilme kararı almıştır. Uzun bir zamandan sonra ise bir sürprizle karşılaşacaktır. Fabricio bu günahı temizlemek adına insanları da ölüme sürükleyecektir. Bunların yanında bitmeyen sevgisi yerine ise vicdan azabı çekecektir.

Kitabın Ana Fikri

Sevginin aslında her sevgiden bir önceki var olan insanı öldüren bir şey olduğunu anlatır. Yani kara bir ütopya gibidir de diyebiliriz. Belli aşamaları atladıkça öncekinden pek bir şey kalmaz geriye. Her son geldikçe bir diğeri de ardından gelir.

Kitabın Yazarı Hakkında

Stendhal Kimdir?

Burjuvalı bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. 1783 yılında Fransa’da dünyaya geldi. Küçük yaşta ise annesini kaybetmiştir. Teyzesi ve babası tarafından oldukça disiplinli bir şekilde büyütülmüştür. Fakat içinde hep bir asker olma isteği vardı. Bu isteğini daha fazla bastıramayarak orduya katılma kararı aldı ve genç yaşta orduda yer aldı. Orduda kaldığı süre zarfında ise pek çok görev almıştır. Başlarda askerlik zamanları oldukça güzel geçerken sonradan bunun kendine göre bir şey olmadığının farkına vardı ve görevinden ayrıldı. Yazarlık alanında denemeler yapmaya ve kendini geliştirmeye başladı. Tiyatro ve felsefe ile daha yakında ilgilenmek adına Paris’e gitmiştir. Sonralarda ise aşkının peşinden İtalya’ya gitmiştir. Yaşadığı bu yıllarda yazılarına oldukça önem vermiştir. 23 Mart 1842 yılında ise hayat veda etmiştir.

Ölü Canlar Kitap Özeti

Ölü Canlar

Serisi olan bir kitabın 3.eseri olarak bir seri halinde okuyabileceğiniz bir romandır. İkinci ve 3. Bölümleri aşırı tepki alması sonucuyla yazılmayan bir eserdir. Ölü Canlar kadrosunda diğer romanlarından karakterlerde bulunur. Ölü Canlar Aslında Ukrayna asıllı Toprak sahibi bir ailenin çocuğunu konu alır. Nikolay vasilyeviç Gogol ilk cildini 1842’de yapmıştır ama bitirememiştir.

Romanın konusu kendisine başka bir taraf tarafından öneri üzerine üç cilt olarak tasarlanmıştır. Aslında Dante İlahi komedyası olarak örnek alınarak yazılan bu romanda ustaca yergiler ve tasvirlere yer verilmiştir. Bu da romanın daha kapsayıcı ve olmasına sebebiyet göstermiştir. Çeviri bir eser olmasının yanı sıra Rusça yazılan bu romanda mizahi unsurların bulunduğu gözlerden kaçmayan bir detaydır. Tarzı esprili ve yergili bir dil ile anlatım mevcuttur.

Olayları gözleyip izleyen ve takip eden yazar betimleyici anlatım okuyucusuna olayı tasvir eder anlatan kişi 3. Tekil bir şahıs olması ile beraber o kavramıyla anlatılır.

 Ölü Canlar Özeti

Küçük güzel bir arabayla bir misafir gelmiştir. Gelen kişi Pevol No İvanoviç Çiçikov’ tur. Bu kişi kendisini danışman olarak tanıtmış Çiftlik sahibi ve iş için yolculuk eden birisi olarak köylülere kendisini göstermiştir.

Kendini üniversite Danışman olarak anlatan bu kişi ileri gelenleri ile tanışıp Vali polis memuru gibi üst düzey mevkide olan insanlarla sohbet etmiştir. Bu insanlara karşı gayet kibar ve kendini üst mevkide birisi olarak göstermiştir. Katıldığı her konuşmada ilgi çekici konuşmalar yapmayı başarmış ve insanların ilgi odağı haline gelmiştir. İnsanların zaaflarını kolay kullanır ve onları duymak istediği tatlı sözleri fısıldar insanları mutlu eder bu özelliği insanlarda güven duygusunun oluşmasını tetikler.

İnsanlara karşı son derce kibar ve naziktir ama görüntüsü altında yatan başka bir kişi vardır. İnsanlarla hoşça vakit geçirip yemeklere davet edilmesi üzerine insanların güvenini ve ilgisini kazanmıştır. Diğer insanların kendini daha farklı tanıtan bu kişi insanların özellikle de Soylu insanların güvenini kazanır.

Çiftlik sahibi Manuella Ailesi ve Sabo ile yakın ilişkiler kurmuş olan bu kişi onların evlerinde vakit geçirmiş onlarla uzun saatler sohbet etmiştir. Çok iyi izlenimler bırakmayı başaran bu kişiyi Manuella Ailesi üzerinde güzel kazanımlar elde etmiştir. Bazı sorular sonra bu kişi çalıştığını ve çalışan kölelerden kaç kişi öldüğü sorunu sormuş insanları şaşırtmıştır. Manuella Ailesi ölen köle sayısı hakkında fazla bilgi sahibi olmadığını ve çok sayıda kişinin öldüğünü söylemiştir.

Manuella Ailesi bu soru karşısında oldukça şaşkın bir tavır göstermiştir. Manila ölen kişilerin tam sayısını istediğinin neden böyle bir soru şeklinde yönelttiğini merak etmiştir. Ölen köylü kölelerini bu gösterişli adam satın almak istediğini söyleyecektir. Bu teklif karşısında çok şaşırmıştır ama dostu bu teklifini çok anlamsız bulmuştur.

Ölmüş kölelerin evraklarını küçük bir miktar para üzerinde anlaşıp satışını gerçekleştirmiştir. Çiçikov’un ölü satın alması o köyde yaşayan insanlar tarafından oldukça ilginç olarak karşılanmıştır. Birçok tartışmanın fitilini ateşleyen bu olay sonrasında Çiçikov hakkında bazı olaylar konuşulmaktadır. Halbuki Çiçikov Rusya’ yı karış karış gezerek ölü kölelerin ölüm belgelerini satın almak ile beraber bu belgelere mevcut olmayan mülklerin Rehine olarak koyarak karşılığında para alır ve bu kişi tam olarak bir dolandırıcı ve sahtekârlık yapan bir insandır. Toprak sahipleri tarafından bu alışverişten memnun olarak gözükmelere ilk başta doğal karşılansa da daha sonradan işin aslı ortaya çıktığı zaman Toprak sahipleri bu kişiye düşman olabilir. Ölmüş olan kişilerin belgelerini satarak küçük bir Mevla da olsa kazanç elde edilen kişilerin keyifleri yerindedir. Çiçikov ise bu olayı artık bir düzenek haline getirilmiş ve gitmiş olduğu köydeki bilgileri iyi bir şekilde toplayıp analiz ederek ölü insanların belgelerini satın almaktaydı.

Tatlı dilli ve giyinişi bakımından hoş görünen bu insan insanların dikkatini çekebilecek nitelikteydi. Üniversite mezunu gibi görünüp ve önemli bir işle insanları dolandıran bu kişi bir salon takımı gibi giyiniyordu. Bu durum da insanların arasında daha cazip bir kişilik olmasın da önem kazanıyordu. Varlıklı ailelerin evlerine davet edilip siyaset ardından ölü köle satın alması hem onun işine yarıyordu.

Hem de karşı tarafı güzel bir şekilde para kazanmasına sebep oluyordu. Çiçikov bulunduğu kentte o kadar çok beğenilip sevilmiştir ki ayrılık gitmek hiç içinden gelmemiştir. Gittiği her toplada toplantıda kendisine sevgi sözleri duymuştur. Bir gün uçsuz bucaksız Rusya’da gezerken hayran olmuş olduğu bir Çiftlik görülecek ve bu Çiftliğin sahibi ile tanışmak için can atacaktır.

Teknik yüksek okul mezunu Çiftlik sahibi birisidir. Topladığı köylülerle toprağını köylülerle paylaşmış olan bu kişi aldığı eğitim ile beraber köylülere eğitmiş ve onların kazançlarına ortak olmuştur. Bu kişi son günlerde almış olduğu verimli düşüşte olduğunu görmesi ile beraber işlerden de elini eteğini çekmiştir.

Hayattan sıkıldığını bir çiftlik sahipleri ile tanışmaları ve onların elindeki canlıların belgelerini satın aldığından bahsetmektedir. Bir gün çiftlik sahibi olmak olan tek hayali Çiftlik sahipleri Eğitimi ve işten anlayan insanlar olduklarını gözlemlenmektedir. Bunun yanında kölelerin belgelerini satın almaya devam etmektedir. Ancak ölü insanları canlı yaşıyor gibi göstermeyi de ihmal etmemektedir.

Bu bir sahtekarlık belgesi olarak ileride gün yüzüne çıkacaktır. İleride Çiçikov hapse atılacaktır. Birisinin teklifini kırmayıp içeriye gire Çiçikov’un hapisten çıkarılacaktır. Ahlaksızlık konusunda ülke oldukça karışık bir hal almaya başlamıştır. Rüşvet alma veya bir insanın hakkına gasp etme gibi şeyler ülkede rahatlıkla yapılır hale gelmiştir. Sahtecilik ve namussuzluk karşısında da ayaklanmak gerektiğini gösteren bir kitaptır.

Otomatik Portakal Kitap Özeti

Otomatik Portakal

Anthony Burgess, 15 yaşındaki Alex’in ergenliğinde yaratabileceği sorunları ele aldı. Alex’in ergenliğiyle birlikte bozulmuş ahlak ve toplum yapılarını sert bir dille eleştirir. Roman kin ve nefret duygularını anlatan diplomatik bir eserdir. Otomatik Portakal’ın filminin çekilmesi kitabın şöhretini 2 katına çıkardı.

Romanın Konusu

Gelecekteki iktidarın baskıcı bir yönetimi olması ve bu iktidara direnen sokak çetelerinin hikâyesi anlatır. İngiltere sanayisi sonrasında oluşan şehirlerdeki, ahlaki değerlerin zayıflaması, iyi ve kötünün birbirine karıştığı toplumda sokak çeteleri halka şiddet uygular. Romandaki genç adamın, hem büyümesini hem de şiddetlerini konu edinir.

Romanın Karakterleri:

Alex: 15 yaşında ne yaptığını bilmeyen ve umursamaz toplumda kaybolmuş kişiliktir. Romanın başkahramanıdır. Bir çete lideridir. Yaptıkları kötülüklerin cezasını en ağır şekilde ödemek zorunda kalmıştır.

Dim: Alex’in çete üyelerinin en salak üyesidir. Üyelerden en kuvvetli olandır.

Peter: Çete üyelerinden birisidir. Üyelerin en zekisi olarak kabul gördü. Ayrıca en psikopat kişiliktir.

Romanın Özeti

Henüz 15 yaşında olan Alex ve çetesi; insanlara şiddet uygulamakta, gasp etmekte, dükkânları kundaklar.  Hatta o kadar sorumsuz ve büyük kayıplar yaşandığı toplumda kadınlara tecavüz ederler. Çetenin birbirine tanıması için Rusça sözcüklerden yararlanırlar. Oluşturdukları kelimelere jargon denir. Bu jargon Rus dilinde Nadsat ismi verilmektedir.

“Neden herkes tarafından kabul edilen iyilik kavramını kökünden incelemezler? Eğer yaptığımız iş kötülük olarak görülüyorsa bu onların tercihidir. Ben kötülüğü isteyenlerin olduğu taraftayım.” Sözünün sahibi Alex, çoktan yolunu seçmiştir. Bir gece barda yüksek dozda uyuşturucu alırken Dim ile Alex çok büyük bir tartışmaya girerler. Alex çetenin lideri olduğundan Dim’e birçok söz söyler. Dim çetenin liderine laf edemediğinden birçok şekilde rahatsızlığını belli eder. Alex ertesi gün çete işlerini yolunu koymaya çalışırken otoritesinin zarar gördüğünü fark etmiştir.

Bir gece “Otomatik Portakal” kitabını yazmakta olan adamın evine dalarlar. Kırıp dökerler, eşyalara ve paralara zarar verdikleri gibi yazarın karısına tecavüz ederler. Çete üyesi Peter’in aklında yaşlı kendi halinde yaşayan kadının evine girme fikri gelir. Bu fikri başta Alex onaylamaz. Fakat çete içerisinde oluşan Dim’le olan tartışmaların getirdiği otorite sıkıntısı yüzünden kabul eder. Alex, eve girer ve yaşlı kadını alt etmeye çalışır. Kadın bu durumun başına geleceğini hissettiğinden Alex’le büyük derecede mücadele eder. Kadının sahip olduğu kediler Alex’in bacaklarını tırmalar. Canı yanan Alex kadının kafasına bir vazo geçirir ve kadın eve girdikleri esnada polisi aramıştır. Kadının besledikleri kedilere zarar verip kadını öldürmüş olan Alex, bütün çete üyeleri tarafından polisin önüne yem olarak atılır. Çete üyelerinin bu satışı nedeniyle Alex, hapishaneye girer. Hapishane girmesinin üzerinden tam 3 yıl geçer. Kaldığı nezarethaneye bir mahkûm daha gelir. Mahkûmla o akşam yatak kavgası yaşarlar. Alex, sabah uyandığında mahkûmun esrarengiz bir biçimde öldürüldüğüne tanık olur. Gardiyanların durumu fark etmesiyle Alex büyük oranda ilgi çekmiş. O akşam İç İşleri Bakanı, cezaevi müdürüne bir projeden bahseder ve denek ister. Ortaya atılan proje “Suçluları yeniden topluma kazandırma” bu projenin hayata geçirilmesi için çete üyelerini denek olarak kullanılması gerekir. Alex, ilk denek olarak seçilir. Alex, için proje çalışmaları başlar. Alex’e içerisinde şiddet ve tecavüz gibi fiziki şiddet temalı birçok film izletilir. Film izletildikten sonra Alex’e aynı yöntemlerle acı çektirilmeye başlanır. En sonunda vücudu fazlasını kaldıramayan Alex, artık kötülük içeren bir şeyler gördüğü anda kusarak acı çekmeye başlar. Beethoven besteleri dinlettirildiği zaman kendisine izletilen filmlerdeki Nazi soykırımı dehşetini yaşamaya başlar. Artık proje deneği Alex’in son aşamalarıdır.  Alex, müzik ve özellikle Beethoven bestelerini dileyemez, bir kuklaya dönüşmüştür. Bunu farkında olan yetkililer raporlarına iyileşti ibaresi ekleyip, Alex’i serbest bırakmıştır. Alex, uzun süre hapishanede kaldığından eve döndüğünde odasının başka bir insana kiraya verildiğini görür ve evsiz kalır. Artık arkadaşları polistir, etrafta şiddet uygulamaya başlayan ise polislerdir. Alex arkadaşlarının yanına gittiğinde şiddet görür ve diğer polislerden şiddet gördükten sonra kendini “Otomatik Portakal” yazarının evinin önünde bulur.  Yazar, iyimser ve sosyalist görüşlü birisi olduğu için Alex’i içeriye alır. Alex’in en başından beri neler yaşadığını ve neler olduğunu anlatmasını ister. Anlatılanları duyunca faaliyette olan projeyi insanlara yapılan bir suç olarak ispatlamak için harekete geçer. Yazar, Alex’i makinaya dönderdiklerini gördüğü için yardımcı olmaya çalışır. Fakat Alex yaşananları başkalarına anlattığı için farklı insanların kuklası olmaya devam etmiştir.

Kitabın Yazarı Anthony Burgess Kimdir?

25 Şubat 1917 tarihinde İngiltere’de dünyaya gözlerini açmaktadır. Yazar, annesini çok erken yaşında kaybetmiş ve hayatına teyzesinin yanında devam eder.

Anthony Burgess, Manchester Üniversitesi’nde öğrenim görmüştür. İngiltere’nin 2. Dünya Savaşı’nda asker ihtiyacını karşılamak üzere 1940-1946 yılında savaşa katılır. Savaştan sonra beyninde bir tümör olduğuna ilişkin sonuç çıkarılmıştır. Karısının ölümünden sonra bir rahatsızlık çekmemesi için kitap, roman yazmaya başlamıştır. Tümör döneminde 50’den fazla eser yazmıştır. Fakat aylar sonra tümör teşhisinin yanlış olduğunu öğrenmiştir. Fakat dünyaca ünlü yazarlar arasında yerini almıştır. 1962 yılında hayat verdiği Otomatik Portakal kitabı rekorlar kırmış ve ayrı bir ün kazanmasını sağlamıştır. Otomatik Portakal, dünya tarafından okunmuş ve benimsenmiş kitaplardan biri olmuştur. Çok satanlar listesindeki yerini hala koruyabilmektedir. 1971 tarihinde Otomatik Portakal filmi çekilmiştir. Anthony Burgess; gazete, roman, dil bilimi, hikâye ve eleştiri türünde yazdığı eserler sayesinde İngiliz edebiyatının en önemli yazarları arasında görülmektedir.1993 yılında kanserden hayatını kaybetmiştir.

Yazmış olduğumuz bu yazımızda Anthony Burgess ’in en değerli eserlerinden birisi olan Otomatik Portakal adlı romana değindik. Roman kesinlikle okunması gereken klasiklerden bir tanesi, İyi okumalar!