İki Şehrin Hikâyesi

İki Şehrin Hikâyesi

Charles Dickens tarafından tarihler 1859 senesini gösterdiğinde yazılan; Fransız Devrimi anında, öncesinde mekân olarak ise Paris ve Londra’yı mekân edinen bir romandır. Eser 200 milyona aşkın bir satış yaparak tüm zamanların en önemli edebi eserleri arasında yerini en önlerden almıştır.

İki Şehrin hikâyesinin türü roman olmakla beraber konusu da çoğu kesim tarafından ilgi çekici ve merak uyandırıcıdır. Usta yazar burada Fransız İhtilali sonucunda birçok insanın öldürülmesinin feryadını İngilizlere anlatmayı amaçlamıştır.

İki Şehrin Hikâyesi Özeti

İki Şehrin Hikâyesi özeti hakkında konuşacak olursak; Kitapta boş yere Paris’te bir mahpusta 18 sene geçirmesinin ardından eski bir dost sayesinde hapisten kurtulabilen doktorun hayatını konu ediniyor. Doktorun Londra’ya dönüşüyle tesadüf eseri tanıştığı Charles Darnay ile kızının yapacağı evliliği ve sonrasında Fransız İhtilalini kendine konu edinmiştir. İnsanların bedensel ve zihinsel farklılaşmasını konu edinen eserde tarihi yansımalar da bulunmaktadır.

Olaylar birbirleriyle oldukça bağlantılı ve oldukça hızlı bir biçimde aktığından okuyucu eseri bir çarpıda bitirmek ister, sonrası için merak uyanır. Doktorun intikam isteğini kızının sevgisi bastırabiliyor ve intikam istediği, kendisini bu durumlara düşüren insanlara biricik kızını verebiliyor; okuyucuya burası oldukça ilginç geliyor. Yazar bu romanı yazarken aynı Darnay’ın evliliğindeki gibi bazı sorunları vardı. Bu roman insanların birbirlerine duyduğu güven ve güvensizlik duygularını okuyucuya sorgulatıyor.

İki Şehrin Hikâyesi Etkileri

Eserde yazar; Fransız İhtilalinden önce acıya mahkûm edilen, sömürülen Fransız halkının bu hadiselerden dolayı oluşan ruhsal yaralarını, aslında gelişmemiş ve ilkel kalmış bir toplum olduklarını en ince detayına kadar kaleme almıştır.

İki Şehrin Hikâyesi İnceleme

İki Şehrin Hikâyesi inceleme altına alırsak; devrime önderlik eden ve seneler boyunca asiller tarafından ezilen köylüyü, bunun bir sonucu olarak devrimin ilk zamanlarında asillere karşı yaşanan dehşet verici durumu, Londra’daki hayat üzerinden aynı dönemdeki gruplar arasındaki eşlikleri yazar. Bu hadiseler eşliğinde bazı şahsiyetlerin kişisel olayları da konu edinilir. Darnay dik duruşuna ve erdemli şahsiyetine rağmen devrim döneminde seçilen kurbanlardan eski bir Fransız aristokrattır.

Carton ise daha çaresiz bir durumda ve Darnay’ın eşine platonik bir sevda duymaktadır. Karşılıksız aşkıyla boş geçen yıllarının acısını çıkarmaya ve hayatını kurtarmaya çalışan Carton, aynı zamanda bir avukattır.

45 bölüme sahip olan ve halk tarafından çokça övgüler alan bu roman, bir edebiyat dergisinde 31 haftada yayımlanmıştır. Romanın giriş cümlesinde yazar, zamanların en iyisiydi ve zamanların en kötüsüydü şeklinde ilginç bir giriş cümlesi ile başlayarak okuyucunun ilgisini çekmeyi burada yeniden başarmış bulunuyor. Usta yazarın bu sözü ünlü ’’Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu’’ gibi kalıplaşmış, halk arasında kullanılmış, dillere pelesenk olmuş diyebileceğimiz türden bir söz olmayı başarmıştır.

Fransız Paris şehri ve İngiltere’nin Londra şehri arasında geçen bu kitap, Fransız iki ailenin tamamen tesadüf bir şekilde yollarının birleşmesi ve başlarından geçen hadiseleri konu ediniyor. Kaderin birleştirici gücü burada da karşımıza çıkıyor. Bu kitapta ana düşüncelerden birisi de insanın kaderinden kaçamadığı düşüncesidir bizce.

Eserin en başlarında Tellson Bankası görevlisi Mr. Lorry ana kahraman gibi görünse de eserin devamında Doktor Manette ve kızı Lucie de romanımıza dâhil oluyor. Doktor Manette tabiri caizse tam olarak on sekiz yıllık bir ölü. Doktor bundan on sekiz sene önce ailesinden koparılmış ve hapishanede mahkûm olarak yerini almıştır. Makine gibi durmadan çalışıyor ve insancıl tepkilerden uzak kalmıştır.  Arkadaşı sayesinde bir şekilde kurtulur ve hikâye asıl burada başlar.

İki Şehrin Hikâyesi Tanımı

Dickens, hayat hakkında araştırmalar yaparken ve kapitalizmin öznel olmayan çelişkilerini gözler önüne koyarken, burjuva toplumuna karşı koyulmaz bir biçimde eleştirel bir ifade almış olan 19. yüzyıl sanal olmayan isimlerinden birisi olmayı başarmıştır. Halkı çatışan insan çıkarlarının arenası sayan Dickens hadiseyi olduğu yerde bırakmamıştır. İngiltere topraklarında olgunluk çağını yaşayan burjuva demokrasisi ile kapitalist gelişmenin içerdiği olumsuz yanların bilincine vardıkça, Dickens’in başlangıçtaki iyimserliğini sönmeye bırakmış; alaylı halinin yerini ise öfkeli bir ifade almıştır. İki Şehrin Hikâyesi isimli eser, bir çırpıda bitirilecek, gerilimi ve güçlü lirizmiyle, okunması gereken Dickens romanlarının en önde gelenlerinden ve en sevilenlerinden biridir.

Bu eserde; sevginin, aşkın, tutkunun, cesaretin, fedakârlığın en göze çarpan durumuna tanık oluyoruz ve de günümüzde bile hala popülaritesini koruyor, en çok satılan eserler arasında yerini sağlamlaştırıyor. Kendisi şuan resmen okunması gereken klasikler listesinde yerini almış bir eserdir. Okuyucunun kimi zaman isimler konusunda kafası karışabilse de ve hadiseler arasında bağ kurmakta güçlük çekse bile yine de okuyucuya bambaşka bir lezzet sunuyor. Bunu yokuşu çıkarken çok yorulduğumuz fakat inerken ne kadar zevklenebildiğimiz ve mutlu olduğumuz şeklinde de düşünebiliriz elbette.

Çoğu okuyucunun beğenmesindeki en büyük etkenlerden birisi de kitaptan aldığı eleştirel lezzet diyebiliriz. Çoğu okuyucunun başucu kitabı olmayı başaran bu eser, iyi ki okumuşum ya da bu zamana kadar neredeymiş dedirten cinsten.  Kitap yaklaşık 500 küsur sayfalık olduğundan gerçekten okumayı seven kitap kurdular tarafından seviliyor, beğeniliyor; kitap yarıda bırakmayı sevmeyen ve okudukça sürükleyen kitapları bir vazgeçilmez haline getiren okuyucular bu kitabı çok sevecektir.

İbrahim Efendi Konağı (Samiha Ayverdi) Özeti, Konusu ve İncelemesi

İbrahim Efendi Konağı

Ünlü yazar Samiha Ayverdi’nin en tanınmış eseri olan İbrahim Efendi Konağı romanının konusu, aslında büyük çoğunlukla yazarın gözlemlerine ve izlenimlerine dayanan gerçek ve yaşanmış olayları anlatmaktadır. Eserin içeriğinde 1900 yılları İstanbul’unda yaşayan İbrahim Efendi ve ailesinin hayatlarından kesitler sunulmaktadır.

İbrahim Efendinin çevresinde bulunan aristokrat kesimin yaşam tarzlarını da anlatan romanda, aynı zamanda Meşrutiyet İlanı, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de o dönemdeki durumları aktarılmaktadır. İbrahim Efendi ve ailesinin üzücü ve trajik sonu ile onlarla benzer bir akıbeti paylaşan Osmanlı’nın son zamanlarını da çarpıcı bir dille Samiha Ayverdi İbrahim Efendi Konağı romanında kaleme alınmıştır.

İbrahim Efendi Konağı (Samiha Ayverdi) Özeti

Samiha Ayverdi’nin en çok ses getiren romanlarından birisi olan İbrahim Efendi Konağı özeti çerçevesinde 1900 yılında yaşamış olan İbrahim Efendi’nin yaşamı çarpıcı bir dille okuyuculara aktarılmaktadır. Romanın başkahramanı olan İbrahim Efendi, Gediz’in ileri gelen bir tiftik tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bu yüzden doğduğu günden itibaren çevresinden hep itibar görmüştür. Bu yüzden yaşamı boyunca İbrahim Efendi ile herkes dost olmak istemiştir.

İbrahim Efendi evlendikten sonra iki kız sahibi olmuş ve karısı hayatını genç yaşta kaybedince bir daha evlenmemiştir. Ailesinden kalan büyük bir mirasla ve kardeşleri, kızları ve damatları ile büyük ve gösterişli bir konakta hayatına devam etmektedir. Oldukça lüks bir yaşam süren İbrahim Efendi, bir Osmanlı aristokratı olup, yazın İstanbul Boğazında yer alan muhteşem konağında, kışları ise Şehzadebaşı’nda bulunan büyük konağında yaşamaktadır.

Pek çok çalışana ve geniş bir aileye sahip olan İbrahim Bey’in büyük konağında kardeşleri Baise Hanım ve Hilmi Bey de kalmaktadır. Aynı zamanda ölen eşinden sahip olduğu Şükriye ve Şevkiye isimli iki kızı ve iki damadı da İbrahim Efendi’nin yanına taşınarak, onunla birlikte yaşama başlamışlardır.

İbrahim Efendi’nin damatlarından biri olan Salih Bey çok kötü bir insandır. Paradan başka gözü hiç bir şeyi görmeyen Salih Bey, bu yüzden İbrahim Efendi’nin büyük mirasına konabilmek için her türlü yola başvurmaktan çekinmemektedir. Öteki damadı olan Yusuf Bey ise Salih Bey’in aksine çok iyi ve sakin bir insandır.

Kalender ve efendi bir adam olan Yusuf Bey, romanda karısının yaptığı aksiliklere dayanamayarak sonunda intihar etmektedir. İbrahim Efendi’nin konağında pek çok eğlence ve balolar düzenlenmekte ve hayat bütün ihtişamı ile devam etmektedir. Herkes mutlu mesut yaşarken bir gün İbrahim Efendi kalp krizi geçirerek aniden vefat eder. Bundan sonrası ise geride kalanlar için kötü günlerin başlangıcı olacaktır.

İbrahim Efendi hayatını kaybettikten sonra ise büyük konağın idaresini kızı Şevkiye Hanım almıştır. Şevkiye Hanım para işlerinden anlamadığı için kısa sürede işler iyi gitmemeye başlamaktadır. Para için her şeyi yapan Salih Bey ise paraları elde edemeyince konağı terk edip gitmiştir. Konağın gelirleri gittikçe azalmış ve zalim kâhya Zaim Bey, Şevkiye Hanım konağı iyi idare edemediği için ona yardım edeceğine, onu sömürmeye başlamıştır. Kâhya Zaim Bey böylelikle Şevkiye Hanım’ı kandırmak suretiyle en sonunda büyük servetin hepsini ele geçirmeyi başarmıştır. Artık çok fakirleşen Şevkiye Hanım ile Şükriye Hanım ise en son bütün mücevherlerini satıp, hayatta kalmaya çalışmaktadır. En sonunda bütün paraları bitince ise zalim kâhya onlara çatı katında kötü bir yerde kalabileceklerini söylemiştir. Burada büyük sıkıntılar yaşayan iki kız kardeşe sonunda akrabaları olan Eczacı Sedat Bey yardım etmiştir. Onlara bir ev kiralayan Sedat Bey, bakımlarını da üstlenmiştir. Bir süre sonra ise olanlara artık dayanamayan Şükriye Hanım hayatını kaybedecektir.

İbrahim Efendi Konağı (Samiha Ayverdi) Konusu ve İncelemesi

İbrahim Efendi Konağı Samiha Ayverdi eserleri içerisinde en çok sevilen romanlardan birisidir. İbrahim Efendi Konağı romanında bir ailenin çöküşü ile birlikte büyük bir devletin yıkılışı da, okuyanlara anlatılmaktadır. Varlıktan yokluğa seyreden hayatların anlatıldığı roman, 1964 yılında İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Neşriyatı tarafından ilk olarak yayınlanmıştır.

Ünlü eser İbrahim Efendi’nin konağında geçen ve çöküşe giden olaylarla birlikte, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını da etkileyici bir dille sergilemektedir. Edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden biri olan roman, aynı zamanda Milli Eğitim Bakalığı 100 Temel Eser listesinde de yer almaktadır.

Samiha Ayverdi yazarlık kariyeri boyunca eserlerinde, İstanbul’un tarihi geçmişine de yer vermiş, aynı zamanda kendi hayatına dair olan izlenimlerini de aktarmıştır. Samiha Ayverdi’nin yazdığı İbrahim Efendi Konağı incelemesi dâhilinde, eserde yer alan karakterler ise şu şekilde sıralamaktadır;

  • İbrahim Efendi: 80 yaşında Meclis-i Maliye reisi ve aynı zamanda tanınmış olan geniş çevreli, nüfuslu bir adamdır. Osmanlı aristokratı olan İbrahim Efendi büyük bir konakta, İstanbul’da ailesi ile beraber yaşamaktadır.
  • Yusuf Bey: İbrahim beyin iyi bir insan olan damadıdır.
  • Şevkiye Hanım: İbrahim Efendi’nin saflığı ile bilinen kızıdır.
  • Hilmi Bey: İbrahim Efendi’nin erkek kardeşidir.
  • Baise Hanım: İbrahim Efendi’nin kız kardeşidir.
  • Salih Bey: İbrahim Efendi’nin gözünü para bürümüş, hırslı ve bencil damadıdır.
  • Şükriye: İbrahim Efendi’nin küçük kızıdır.
  • Zaim Bey: İbrahim Efendi’nin kötü ve zorba bir karaktere sahip olan kâhyasıdır.

Hep O Şarkı (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Hep O Şarkı

Hep O Şarkı türü bakımından romandır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hep O Şarkı isimli romanı 1956 tarihinde basılmış ve yazarın son romanı olma özelliğini taşır. Fakat romanlarının zincirleme zaman bütünlüğü bakımından ilki sayılabilir. Karaosmanoğlu, bu eseriyle diğer eserlerinde kullandığı ve konularını tükettiği saray takımı ve eski İstanbullu üst tabakanın hayatını kaleme alır ve zaman bakımından sonra gelen romanlarının yolunu yapar. Üzücüdür ki, bu eseri gözde eserlerinden biri değildir ama Karaosmanoğlu’nu ve eserlerini tümüyle ele alabilmek için Hep O Şarkı romanını okumak ve idrak edebilmek çok önemlidir.

Hep O Şarkı Özeti

Ana karakterimiz Münire zengin bir paşanın evladıdır. Konakta yetişen karakterimiz yine kendisi gibi komşu konakta büyüyen Cemil’e sevdalanır. Karakterimiz ve Cemil evlenmek ister ancak karakterimizin babası bunu engellemek ister. Karakterimizin babası buna sebep olarak Cemil Bey’in kadın düşkünü, alkolü seven ve hatta vurdumduymaz birisi olduğunu öne sürer. Karakterimizin babası kızını Nafi Molla Efendinin oğlu Rükneddin ile baş göz etmek istemektedir. Nitekim bu isteğinde bir hayli ısrarcı olan karakterimizin paşa olan babası, çok sevdiği kızını mutsuz ve huzursuz bir evliliğe itmiş olur.

Karakterimiz kocasının evdeki yardımcılar ile ilişkisi olduğunu öğrenip evi terk eder. Halası Şahende hanımın vesile olması üzerine Cemil ile yeniden buluşmaya başlayan karakterimiz Cemil Bey’in bir sultanla dünya evine girmeyi istememesi üzerine Anadolu sürgününden sonra buluşmalara mecburi ara verir. Cemil’in sürgününden 25 yıl sonra Cemil ile bir araya gelirler; fakat Cemil evlenmiştir ve perişan haldedir. Cemil’in bu halini gören başkarakterimiz Münire ise büyük bir düş kırıklığına uğrar. Yaklaşık 35 sene evvel başlayan bu sevda büyük bir düş kırıklığıyla biter. Münire’nin ele aldğı eser ise bu sevdanın öyküsüdür. Eserin konusu bu aşk öyküsüyle beraber oluşurken zamanının yaşayış stili sosyatik hali ve batı özentisi hayat biçimi birçok örnek ile ortaya konulur. Yani ele aldığımız bu eser yalnızca bir sevda öyküsü değil devrin sosyokültürel ve siyasal yapısına da yol gösterici olan bir eserdir. Bu çıkarımla birlikte Hep O Şarkı özeti bitiyor.

Hep O Şarkı Konusu

Eser Abdülhamit Abdülaziz ve 5. Murat dönemini ele alır. Bu yönüyle de kiralık konak eserinden öncesini anlattığı çıkarımında bulunulabilir.Eserin diğer bir özelliği ise Karaomanoğlu ilk defa eserini bir kadının ağzından birinci şahıs bakış açısıyla yazmış olmasıdır. Başkarakterimiz olan Münire asıl olarak kitabın içinde kitap yazmaktadır ve bu kitap “Hep O Şarkı” romanını oluşturmuştur.

Ana karakterimiz Münire yaşlanmış ve dul kalmış bir hanımdır. Karakterimiz sürekli yaşanamamış hayallerini düşünen bunlar ile kendini yiyip bitiren bir kadındır. Sevdalı olduğu Cemil Bey ile yaşanmamışlıklarını ele alır eserinde. Bu olgular acı dolu ve hüzünlü bir eser meydana getirmiştir. Eserde ele alınan karakter ve tiplemeler sıradan günlük hayattan alınmıştır. Yazarın diğer eserleri gibi karakterler büyük olaylar ve dramalar yaşamamaktadır.

Hep O Şarkı konusu yalı ve konak arasında ikiye ayrılır yalıda nispeten daha iyimser konakta ise daha kötümser bir hava ele alınır bu yolla yazar yalı ve konak kavramlarına nazire yapmaktadır. Bu tarafıyla roman kiralık konak romanına göz kırmaktadır fakat bu tek göz kırpması değildir. Karakterlerden biri olan cemil beyi üçüncü kez romana sokan yazar değişmiş istanbulu anlatırken redingot teriminden bahseder ki bu tabir kiralık konak romanının girizgahında istanbulun halini anlatmak için kullanılmaktadır.  Bu şekilde karakterimiz olan münirenin halasını kullanarak Nur Baba’daki Bektaşi hayatına gönderme yapar.

Hep O Şarkı İncelemesi

Üzerinde durduğumuz eser Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eser serüvenini sıra dışı bir şekilde bitirdiği bir eserdir. Eserin sıra dışılığı içim veya içerik olarak milli politik konuları ele alan bir yazar olarak bilinen Karaosmanoğlu’nun bibliyografyasında yer almayan tarzı olmayan bir eserdir. Konusu bakımından Karaosmanoğlu’nun diğer eserlerine benzememesiyle beraber sıradan ve naif bir aşk öyküsü anlatmasıyla yazarın diğer eserlerinden ayrılır. Bununla beraber Atilla Özkırımlı’nın da bir yazısında da söylediği üzere “Hep O Şarkı” bir aşk öyküsü değildir.” Yalnız bir kadının ağzından anlatılan hayat öyküsü kurcalanmaya üzerinde tartışılmaya değer görülmeyerek büyük bir sükûnetle kucaklanmıştır. Yalnız başına sükûnet bile daha öncede söylediğimiz gibi bunun bir kadın eseri olduğunu destekler. Fakat halen daha doğru sayılan erkeklere özgü değer ölçüleridir.

Kabaca dile getirecek olursak değerli sayılan futbol ve diğer tüm sporlardır. Modaya ayak uydurmak giysiler satın almak veya bunlar hakkında konuşmak az önce saydığımız gibi spor türlerine kıyasla değersiz görülmektedir. Hep O Şarkı incelemesi ile ele aldığımız eser, kendi hayatını yazıya döken kadın anlatıcısından yola çıkarak Türk edebiyatında seneler içerisinde adı anılmasından adeta korkulan bir otobiyografik roman haline gelmiştir. Bütün bir edebiyat tarihi boyunca eril dilin ve erkek yazarların kadını ve kadın anlatılarını kurgulaması bu ve bunun gibi eserler ile yumuşatılmış ve hatta yıkılmıştır.

Eserde on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı İstanbul’unda bir paşa kızı yaşamını ve yaşadıklarını kaleme almaya karar verir; fakat kaleme aldığı otobiyografisinin daha ilk paragrafından kadın ile yazı yazmak arasındaki gerilim kendini göstermeye başlamıştır. Roman şu cümleyle başlar “Meğer roman yazmak ne güç bir iştir.” İşte elimde defter önümde kalem saatlerdir evirip çeviriyorum ve iki cümleyi bir araya getiremiyorum. Ben ki bütün ömrü okumak ile geçmiş bir kadınım.

Havaya Uçan At

Havaya Uçan At

Havaya uçan at Romanı Server Bedri tarafından yazılmıştır. Havaya Uçan At özeti anlatılırken bu konudaki en önemli detay ise, takma ismi ile tanınan Peyami Safa asıl adı Server Bedri’dir. Romanda ana karakterler olduğu kadar ara karakterlerde bulunmaktadır. Karakter açısından kalabalık bir kadrosu bulunmaktadır. Peyami Safa yani Server Bedri bu eseriyle Türk Edebiyatının ilköğretim kurumlarına sunmuş olduğu yüz temel eseri arasında girmeyi başarmaktadır. Havaya Uçan At konusu okuyucuları son derece etkileyen ve dil olarak da sade bir anlatıma sahip romandır. Masal türünde olan bu romanın konusu ise okuyucuları etkileyen bir padişahın başından geçen olayları anlatmaktadır.

Havaya Uçan At özeti

Büyü ve bu gibi şeylere inanan Hint padişahı söz konusun bu merakı sebebiyle para harcama konusunda eli çok açık bir padişahtır. Bir gün ülkesine Japon padişahı misafir gelir. Ve işin tuhaf tarafı da şudur ki, Japon padişahı da büyü ve fal gibi şeylere çok inanır. Havaya Uçan At konusu ise tam olarak bu durumdan kaynaklanmaktadır. Gizemli şeylere merakı olan Hint padişahı, Japon padişahı ile tanışır. Bu noktada Japon padişahı Havaya Uçan At özeti olan Havaya uçan tahtadan bir atının olduğunu söyler. Tabii Hint padişahı ise bunu görmek ister. Atı uçurması için ise Japon padişahı kızı ile evlenmek ister. Hint padişahı bunu kabul eder.

Söz konusu uçan tahta ata şehzade Sacir’i bindirir. Padişah tahta atı uçurur ve şehzade uzaklara doğru yol alır. Gözlerden kaybolan şehzade için ise padişah endişelenmeye başlayacaktır. Oğlu tamamen gözlerden kaybolunca şimdide geri getirmesini ister. Fakat Japon padişahı atı geri getiremez. Bu durum üzerine Hint padişahı Japon padişahını üç ay boyunca zindana attırır. Ve oğlunu geri getirmesini emreder. Havaya Uçan At incelemesi için konu olan tahta at şehzadeyi uzak diyarlara götürmüştür.

Atın üzerindeki Şehzade Sacir uçma sırasında atın kulağında bir düğme olduğunu görünce bu düğmeye basar. Basmanın ardından at yavaşça aşağı doğru inmeye başlar ve bir saraya iner. Havaya Uçan At konusu olan tahta at şehzadeyi bir sarayın bahçesine götürecektir. Bu sarayda ise güzeller güzeli bir kız ile tanışır. Burası Bengal Hakanın sarayıdır. Ve gördüğü kızda Bengal Hakanın kızıdır. Bu güzel kız Şehzade Sacir’i sarayında misafir eder. Ve bir süre sonra birbirlerine âşık olan çift evlenme kararı alırlar.

Evlenen Şehzade Sacir ve Sultan tahta ata binerek saraya geri gelir. Saraya geri gelen oğlunu gören Hint padişahı ise çok sevinir. Ve Japon padişahını affeder. Japon padişahı kaçarken ise Sultanı da alıp kaçar. Tahta at ile Kaşmir’e kaçan Japon padişahı burada Sultanı ağaca bağlar ve alışveriş yapmaya giderken, Kaşmir padişahı sultana âşık olur ve sarayına getirir. Havaya Uçan At konusu olan Tahta at Kaşmir padişahının sarayına bıraktığı Sultanın yeni bir olayın içine atacaktır. Kaşmir padişahı sultan ile evlenmek isteyecektir. Şehzade Sacir ise her yerde karısını aramaktadır. Sultan Kaşmir padişahı ile evlenmek istememektedir. Hasta olur ve Şehzade Hekim rolü yaparak Karısını bu saraydan kaçırmayı başarır.

Şehzade sultanı iyileştirmek için tahta atın yakılması gerektiğine inanır. Ve tahta atı yakarlar. Kaşmir padişahına tahta atı yaktıran Şehzade Sacir karısını alıp saraylarına dönerler. Şehzade ve sultan sağlıklarına kavuşarak evlenirler ve mutlu bir hayat sürerler.

Havaya Uçan At incelemesi

Havaya uçan at bir masaldır. Bu masalın anlatım şekli ve karakterleri ise de son derece sade ve yalın bir dil aracılığı ile okuyucuya aktarılmaktadır. Havaya Uçan At konusu ile öncelikle dikkatleri çeken Peyami Safa yani gerçek adı ile Server Bedri yazılarında her zaman sadelikten yana bir yazar olmayı tercih etmiştir. Birçok eser yazar ve çocuklar için son derece önemli detaylar ile okurlarına mesajlar veren yazar. Bu eseriyle ilk yüz eser arasına girmeyi başarmaktadır.

1925 yılında yazılan ve çocuklara özel bir seri olan kitap binbir gece masallarının diyarlarından birine okuyucuları sürükleyecektir. Mutlaka okunması gereken bu kitap genel olarak nitelikli ve okuyucuda düşündürücü etkileri olan eserler arasındadır. Havaya Uçan At özeti merak içinde var olan padişahların hayal dünyalarını anlatmaktadır. Bir uçan at hikâyeyi anlatan yazar herkesin okuyunca beğeneceği eserler ile edebiyat dünyasına yol göstermektedir.

Peyami Safa ve Eserleri

Peyami safa eserlerinde son derece sade ve yalın bir dil ile okuyucu kitlesi olan çoğu zaman çocukların kolaylıkla okuyunca anlatabileceği yazılar yazmaktadır. Bu nedenle hemen herkes için son derece keyifli romanlarda arasındadır. Havaya Uçan At incelemesi yapıldığında oldukça başarılı bir anlatım dili olan ve hikâye kendi içinde sürükleyici bir dile sahip olması sebebiyle okuyucuyu kitap içinde tutmayı ustalıkla başarmaktadır.

Peyami safa yani gerçek adı ile Server Bedri yazarlık hayatı boyunca birçok eser ile çoğunlukla çocukların edebi akımına ve düşünce güçlerine katkıda bulunmaktadır. Havaya Uçan At konusu itibariyle bir uçan tahta at olarak görülse de aslında burada anlatılmak istenilen hayal gücü ve maceranın yaşam üzerindeki etkilerine vurgu yapılmak istenilmiştir. Peyami safa çocuklar için zengin bir dil ile kitaplarını yazmıştır. Bu anlamda her çocuğun kütüphanesinde bulunması gereken önemli bir eserdir.

Han Duvarları Konusu

Han Duvarları konusu

Han Duvarları konusu hakkında; Han Duvarları isimli eser, 1922 senesinde soğuk bir bahar gününde başlayan ve Ulukışla’dan Kayseri’ye at arabası ile gidilen üç günlük bir yolculuğu kendine konu edinir. Öğretmen sıfatı ile Kayseri Lisesi’ne görev için giden şair, gerçekten de 1922 senesinde Ulukışla’dan Kayseri’ye yolculuk yapmış bulunuyor. Bazı verilere göre şiir, şairin bu yolculukta şahit olduklarından yola çıkarak kaleme alınmıştır. Bazı verilere göre ise 1925 senesinde Güneydoğu illerine yaptığı gezi ile ilgili düşüncelerini anlatmakta ve okuyucunun beğenisini bu şekilde kazanmaktadır.

Bu kadar merak uyandıran ve sevilen bir şair tarafından keleme alınan bir şiir olduğundan ‘’ Han Duvarları şiirinin konusu nedir? ‘’ en çok merak edilen sorulardan birisi haline gelebiliyor. Şiirin içerisinde dörtlükler halinde dağıtılmış “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” adlı bilinmeyen bir halk şairinin dörtlükleri mühim bir yer tutar. Ozan, yolculuk esnasında kaldığı hanların duvarlarındaki dörtlükler yolu ile kendinden bir süre önce savaştan dönerken aynı yolculuğu yapmış Şeyhoğlu’nun izini sürer. Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış diye birisinin olup olmadığı, ona atfedilen kısımların Faruk Nafiz tarafından mı kaleme alındığı ya da monte edildiği tartışma konusudur. İç içe geçen iki şiir de de “yol” teması vardır diyebiliriz. Her iki şairin de yolu buluşmuştur veya Faruk Nafiz hissettiklerini böyle bir yol ile okuyucusunun beğenisine sunmuştur.

Han Duvarları İnceleme

Osman zade Hamdi Bey’e ithaf edilen eser, 140 dizeden meydana gelmektedir. Mesnevi biçiminde 7+7=14’lük hece vezni ile kaleme alınmıştır. Zengin benzetme ve kafiyeler ile oluşturulmuştur. Şiir düzyazı tarzında bir yol izleyerek okuyucusunun beğenisini kazanmıştır. Han Duvarları eserindeki Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’a atfedilen şiir, İsmet Nedim tarafından Hüseynî Fantezi makamında yazılmıştır. Bu bahsedilen şiirin şairi olarak Faruk Nafiz belirtilmiştir. Han duvarları incelemesi ele alındığında biçim yönünden inceleyecek olursak; Dörtlüklerin (koşma) ölçüsü: 6 + 5 = 11’li hece ölçüsüdür. Nazım biçimine bakacak olursak manzum hikâyedir. Eserin içerisinde yer alan dörtlükler “koşma” nazım biçimi ile kaleme alınmıştır.

Han Duvarları şiiri incelemesi kısmında mesela uyak şeması incelendiğinde ise aa / bb / cc / dd / ee biçiminde olduğu gözlemleniyor. Dörtlükler incelendiğinde ise aaab / cccb / dddb şeklindedir. (Dörtlüklerin tek bir şiir olduğu düşünülmelidir.)  Şiirdeki ahenk unsurlarını inceleyecek olursak; Şiirde, uyak ve redifler hariç bazı ses ve kelime yinelemeleri yapılarak ahenk güçlendirilmiştir. “duya duya”, “toprak sarı, ağaçlar sarı”, “ince ince”, “uzun uzun”, “ağır ağır” buna örnek olarak gösterilebilir diyebiliriz. Bunlar dışında dize içerisinde Bir takım sesler, sıklık ile kullanılarak aliterasyon yapılmıştır. “yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı” kısmında “k” ve “ş” sesleri kullanılarak aliterasyon (ses tekrarı) oluşturulmuştur.

Şiirin temasının gurbet olduğunu söyleyebiliriz. Şiiri içerik bakımından ele aldığımızda ise üç varlığı içinde bulunduruyor. Anadolu coğrafyası, Anadolu insanı ve şairin kendisi içinde bulundurduğu varlıklardır. Eser, harekete dayandığı için cümlelerin çoğunluğu çekimli fiillerden meydana gelmiştir. Yazar eseri; sade, açık, yalın ve akıcı bir şekilde yazmıştır. Çok az da olsa isim ve sıfat tamlamalarına yer verilmiş: “yağız atlar, meşin kırbaç, eski han, ilk sevgi, beyaz ölüm” bunların en açık örnekleridir.

Eser, öyküleyici anlatım biçiminde kaleme alındığından bazı dizeler tümü ile nesre özgü bir karakter bulunduruyor. Şiirin içerisinde bulunan “koşma” ise Halk şiirine özgü, lirik bir dil ile okuyucunun beğenisine sunulmuştur. Bu lirizm, duyuş biçimi ile beraber biçim ve üslupla da alakalıdır diyebiliriz. Şiirin tümündeki nesre özgü detaylar “koşma” da bir yana atılarak duygu özüne dönülmüş, duygular yoğun bir biçimde ele alınmıştır.

Şiirde var olan “yaslı yollar”, “inleyen tekerlekler”, “aygın baygın maniler” gibi kişileştirme sanatı ile “derebeyi gibi kurulmuş kervansaraylar” ya da “yılan yollar” gibi benzetmeler anlatıma farklılık ve tazelik katıyor. Bu özellikleri ile şiir oldukça sevilmiş ve şairine şöhretin kapılarını sonuna kadar açmıştır.

Han Duvarları Özeti

Faruk Nafiz Çamlıbel Cumhuriyet Dönemi en önde gelen halk şairleri arasında yerini alır. Han Duvarları ise Cumhuriyet Döneminde şiirleri içinde kült olarak kabul gören bir klasiktir. Şiirin ünü şairin ününün önüne geçmiş diyebiliriz ve bundan sonra Han Duvarları şairi olarak şairden bahsedilmeye başlanmıştır

Han Duvarları özeti incelendiğinde kitap toplam 282 şiirden meydana gelmektedir. Kitap 2 farklı bölümden meydana gelmekte; Han Duvarları ve Bir Ömür Böyle Geçti. Her kısım ise kendi içinde bölümlere ayrılmış. Han Duvarları kitabın ilk şiiri ve hem kitaba da ilk kısmına ismini vermiş. Altında ise Memleket Şiirleri, Aşk Şiirleri, Rubailer olarak üzere 3 kısım var. Bir Ömür Böyle Geçti bölümünün altında ise; Mustaripler, Rüzgârda Bir Ses, FNÇ in kitaplara girmemiş şiirleri yer almaktadır.

Şiirlerinde büyük bir memleket aşkı dikkat çekmektedir. Yazar memleketine, Atatürk’e ve Anadolu kültürüne olan sevgisini şiirlerinde de göstermiştir. Eserde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve gaziler için yazılmış şiirler bulunmaktadır. Bunun dışında yazarın efsanevi sevdaları anlatan Çoban Çeşmesi isimli şiiri de okumaya değerdir. Faruk Nafiz Çamlıbel eski bir eğitimci aynı zamanda 8, 9, 10 ve 11.Dönem milletvekilliği yapmış bir politikacıdır. Yazar, Behçet Kemal Çağlar ile Onuncu Yıl Marşının da sözlerini kaleme alarak büyük bir başarıya imza atmıştır.

Halime Kaptan (Rıfat Ilgaz) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Halime Kaptan

Rıfat Ilgaz tarafından kaleme alınan Halime Kaptan, MEB 100 Temel Eseri arasında bulunmaktadır. Halime Kaptan konusu bakımından Temel Reis’in gelini bulunan Halime Kaptan adlı karakterin, kaptan olmasını anlatmaktadır.

1911 yılında doğan Rıfat Ilgaz, 83 yaşında iken 1993 senesinde vefat etmiştir. Bu süreç boyunca Türk Edebiyatına çok sayıda eser kazandırmış olup, bunlardan biri de 1972 yılında İş Bankası Yayınları tarafından basılan Halime Kaptan’dır. 197 sayfa olan eser farklı yerlerde geçmekle beraber temel olarak Kastamonu ilimizin, Cide ilçesine bağlı olan Gebeş’te geçer.

Rıfat Ilgaz da Cide doğumlu olup, eserinde Kurtuluş Savaşını işlemiştir.

Halime Kaptan Karakterleri

Hallime Kaptan içerisinde adı geçen çok sayıda karakter bulunmaktadır. Halime Kaptan incelemesi bu çerçevede yapılacak olduğunda, bazı karakterlerin temel olduğu görülmektedir. Bunlar şu şekildedir;

  1. Temel Reis: Cideli bir kaptan olup, Karadeniz’de birçok konuma sefer gerçekleştirmiştir. Oğlu olan Sabri savaşa gitmiş olup, Temel Reis de ev gereksinimleri için tekrar sefer kararı alır. Ne var ki son seferinde hastalanarak, hayata veda eder.
  2. Halime Kaptan: Sabri’nin eşi olan Halime Kaptan, ahır ve ev gereksinimleri ile ilgilenmektedir. Ancak Temel Reis hayatını kaybedince denizciliğe yönelir. Böylece Kurtuluş Savaşında cephane kaçırmaya başlar.
  3. Sabri: Halime’nin eşi, Temel Reis’in oğludur. Denizciliği sevmemekte olup, bir asker kaçağı olan Halit’i temizleyebilmek için askerden kaçar. Ne var ki muhtarın gayretleri neticesinde teslim olarak, bir alaya gönderilir.
  4. Memiş: Sabri ve Halime’nin, yedi yaşında oğludur.
  5. Bekir: Temel Reis ve Halime Kaptan’a tayfa olan Bekir 13 yaşındadır ve Halime’nin, kız kardeşinin oğludur.
  6. Zeynel: Köyde denizcilikten en iyi anlayan karakterdir. 17 yaşında olup, Temel Reis ve Halime Kaptan’a tayfalık yapmaktadır.
  7. Ali Efendi: Köyün muhtarı olarak görev yapmaktadır.
  8. Halil: Önce Temel Reis’e, ardından da Halime Kaptan’a tayfalık yapan bir çocuktur.
  9. Çipil Reşit: Köy korucusu olup, Sabri’nin de yardımıyla Halit’i öldürmüştür.
  10. Haşim Bey: Köyün yakın çevresinde bulunan asker ocağının reisi olarak görev yapmaktadır.
  11. Halit: Asker kaçağı olup, silahı ile ekmek istemekte, köylü kadınlarla askıntılık etmektedir. Reşit ve Sabri birleşerek öldürür.

Romanda farklı karakterler de mevcut olup, olay örgüsü bunlar üzerinde geçmektedir.

Halime Kaptan Konusu

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 100 Temel Eser arasına alınan Halime Kaptan konusu olarak Kurtuluş Savaşını alır. Romanda silah tutabilen tüm erkekler savaştadır. Bu nedenle köylerde yalnızca çocuklar ile kadılar bulunmaktadır.

Bu esnada kıtlık da yaşandığı için gaz, un, şeker, yağ ve tuz gibi temel gereksinimler bulunmamaktadır. Oğlu da savaşa giden Temel Reis, bunun üzerine bir sefere çıkma kararı alır. Ancak bu yolculuk esnasında hastalanarak, hayatını kaybeder.

Halime de böylece oğlu ile yalnız kalır. Bu nedenle geçimi sağlayabilmek için erkek kılığına girerek, tayfaları ve oğlu ile Karadeniz sularına açılır. Böylece kaptan olur. İlerleyen zamanlarda, Kurtuluş Savaşına da destek vererek, kahraman haline gelir.

Halime Kaptan Özeti

Rıfat Ilgaz tarafından yazılan Halime Kaptan özeti incelenecek olursa, Kurtuluş Savaşı dönemlerini ele aldığı görülür. Eli silah tutan herkes asker olmuş, köylerde de bir kıtlık başlamıştır. Bunun sonucunda temel gereksinimler de karşılanamaz hale gelmiştir.

Bu bakımdan Temel Reis’in oğlu olan Sabri de askere gitmiştir. Bundan bir süre sonra Temel Reis, bir sefer daha yapmaya karar verir. Lodos kesildiği zaman, sandalıyla denize açılarak İnebolu’ya gitmeyi, buradan da köyün gereksinimlerini almayı ister.

Gelini olan halime ile tayfasından olan ve kendisine yardım eden Bekir, kendisinden denizciliği öğrenmiştir. Bu bakımdan ikisi yol esnasında gerek duyduğu şeyleri hazır eder. Reisin yanında, yardımcı olarak Halil ile Zeynel vardır.

Temel Reis, denize açılmadan Halime’ye güçlük ile karşılaşırsa, Kadirköy’de bulunan Ali Efendi’ye gitmelerini söyler ve ardından satmak için yanına yumurtalarını da alarak, denize koyulur. Amacı bunları satıp, ihtiyaçları almaktır. Ne var ki denize çıktıktan sonra fırtına çıkacağını anlar. Halime Kaptan özet kısa içerisinde bundan sonra da reisin gitmesi üzerinden henüz üç gün geçmesine rağmen, askere giden oğlu Sabri, kaçarak evine gelmiştir. Ne var ki eşi Halime’ye kaçak olduğunu söylediğinde eve alınmamış; Halime camdan dışarı çıkarak evini asker kaçaklarının sardığını bağırmıştır.

Bu sırada Temel Reis hâlâ denizdedir. Tıpkı düşündüğü gibi fırtına çıkmıştır Kerempe Fenerine sığınmaya çalışsa da, kendilerine doğru bir taka yanaşır. Bunlar asker kaçağı olup silah, para ve yiyecek almaktadır. Buna karşılık reisin yanında tabancası vardır ve takanın yelkenine nişan alıp, üç delik açar. Böylece onlardan kurtularak Kerempe’ye gider.

Sabri ise eve alınmadığı için köyden ayrılır. Ne var ki köyde korucu olan Çipil Reşit de onu takip ederek, yakalar. Ne var ki Sabri, Reşit’e askerden kaçma nedeni olarak, bir eşkıya olan Halit’in peşine düşmek istemesini gösterir. Böylece iki karakter, beraber yola koyulur. Bu sırada karşılarına yeni bir asker kaçağı çıksa da, vurarak öldürürler.

Bu olaylar devam ederken, denizde olan Temel Reis hastalanmış, bunu sonucuna ölmüştür. Halil, Bekir ve Zeynel; köye gelerek Halime’ye Pontusçu olan Kara Niko’nun yanındakiler ile saldırdığını, ancak reisin yağmura rağmen İnebolu’ya gittiğini söyler. Ne var ki ıslandığı için hastalanmış, ardından da hayatını kaybetmiştir. Halime Kaptan yer zaman olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında, Karadeniz’de yaşanan bu olayları ele almaktadır.

Halikarnas Balıkçısı

Halikarnas Balıkçısı

Kendini denize adamış olan Halikarnas Balıkçısı hayatı ve eserleri ile bu adanmışlığını okuyucuya yansıtmaktadır.

17 Nisan 1890 tarihinde, Osmanlı’nın köklü ailelerinden Şakir Paşa ailesine mensup olarak Girit’te doğdu. Annesi Girit doğumlu Sare İsmet Hanım’dır ve babası Girit ve Atina şehirlerinde sefirlik ve valilik yapmış olan Mehmed Şakir Paşadır.

Halikarnas Balıkçısı mahlasını kullanarak tanınan yazarın gerçek adı Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. İlköğrenimini Büyükada’da, orta ve liseyi 1907’de Robert Kolej’de tamamlayan yazarın ilk yazısı İkdam Gazetesi’nde yayımlandı.  İngilizce’den tercüme edilmiş bir yazıydı. Lise öğreniminden sonra İngiltere’de denizcilik alanında ihtisas yapmak istemesine rağmen ailesinin ısrarı ile Oxford Üniversitesi’nde tarih lisansı aldı. Ailesinin maddi sıkıntılar çekmesi nedeniyle İstanbul’ a dönen Halikarnas Balıkçısı kendine ait bir silahla babasının vefat etmesi üzerine on beş yıl kürek cezasına çarptırılmıştır.

1925 yılına gelene dek haftalık yayınlanan dergilerde tercüme yapıp yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatürler çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak geçimini sağladı. Türk edebiyatındaki kapakçılık kültürünün öncülerindendir.   “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler” başlıklı öyküsünden dolayı İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde yargılayarak ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’ tan suçlu bulundu. Doğal güzelliğine hayran kalacağı Bodrum’a sürüldü. Çocuklarının eğitimi nedeniyle İzmir’e taşındı.

Ekim 1973’te İzmir’de kemik kanseri nedeniyle hayatını kaybetti.

Halikarnas Balıkçısı yazı dili göz önüne alındığında destanımsı bir anlatıma sahip olduğu şiir diline ve coşkun anlatımına çok güvendiği için yapıtlarında üslubun ikinci planda kaldığı gözlenmektedir.

Halikarnas Balıkçısı’nın hayatı kısaca,

  • 1926 yılından sonra deniz hikâyeleri yazmaya başlaması ile tanınmıştır.
  • Eserlerinin konusunu Ege Bölgesive Akdeniz Bölgesi kıyı ve açıklarında gelişen, denize bağlı olayları irdeleyerek çıkardı.
  • Hikâye ve romancılığımızda “deniz çığırını” anlatan, deniz insanlarının yaşantılarına değinmesi ile ün yapan sanatçı aynı zamanda usta bir balıkçı, sünger avcısı, botanik uzmanı ve iyi bir tarihçi olarak da bilinmekteydi.
  • Eserlerinde denizin içi ve dışına ait her şeyi, ömrünü verdiği Bodrum’u, Ege Denizi’nin efsanelerini, Akdeniz savaşlarını konu alan Halikarnas Balıkçısı olayları bizzat yaşayarak kaleme almıştır.
  • Balıkçılık yapan, gemi görevlisi olan, süngercilik yapan, dalgıç, kaptan ve tayfa gibi ekmeğini denizden çıkaran kişiler kısacası denizin insanları yazarın eserlerinin şahıs kadrosunda kendine yer bulur. Onun kahramanları kendi deyimine göre “ötelerin çocukları” olarak adlandırılır. Sonu ölüm bile olsa denize büyük bir tutku ile bağlı olan insanlardır.
  • Yazarın dili sade bir anlatım ile yazılmıştır ve aynı zamanda teknik ve üslup diline pek önem vermemiştir. Şiirsel bir anlatımı vardır fakat bir bütünlük halinde eseri okuyamayız.
  • Halikarnas Balıkçısı anlatımında yazarın Üslubundaki en güçlü özelliği olan deniz terimlerini son derece iyi bilmesi nedeni ile sunmuş olan cümleleri deniz terimlerinin canlı anlatımı ve çok net bir şekilde bunu anlamaktayız.
  • Eski Yunan kültürünün Ege kıyılarımızdan doğduğunu düşünerek, oradaki kültürü kendi kültürümüz olarak almamızı isteyen yazar bu düşünceleri ile “Mavi Hümanizma” hareketini başlatmıştır.
  • Arkadaşları ile birlikte Mavi Yolculukfikrini hayata geçirmişlerdir. Bu mavi yolculuklarda yanlarına peynir, su, istanköy peksimeti, tütün ve rakı alırlar, gazete okumaz radyo dinlemezlerdi. Amaç dünyadan kaçmak ve medeniyetten uzak olarak kafayı dinlemek için bu yolculuklara çıkarlardı.
  • Halikarnas Balıkçısı’na Kültür Bakanlığınca1971 Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.

Halikarnas Balıkçısı’nın aşk hayatı

1913’te İtalyan bir kadınla evlenerek İtalya’da kalmayı tercih etti. Bu sırada resim öğrenimi gördü. İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım’la yapmış olan Halikarnas Balıkçısı’nın üç evliliğinden beş çocuğu oldu.

Halikarnas Balıkçısı’nın eserleri

Doğaya, denize, deniz insanlarına, bitki örtüsüne, mitologyaya değinmiştir. Ve eserlerinde çarpıcı dikkat çeken kısacası hepsi çok şiirli eserler yazmıştır.

Ötelerin Çocuğu

Bodrum’da geçen roman, ekmek kavgalarının, aşkların ve acıların denizle özdeşleşen insanların gözünden çarpıcı ve parıltılı bir şekilde anlatıldığı eserdir.

Aganta Burinata Burinata

Bir denizcilik terimi olan ve anlamı “serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tutmak” olan eserde denizci olan Mahmut’un deniz ve deniz insanının anlatımını konu alıyor.

Uluç Reis

Akdeniz’de korsanlık yapan diğer Türk denizcilerinin yaşamları çevresinde dönemin genel şartlarının anlatıldığı eserdir.

Turgut Reis

Halikarnas Balıkçısı Turgut Reis’in tarihsel kişiliğini çok sevmektedir. Bu nedenle çeyrek yüzyıl yaşadığı Bodrum’un, Sıralovaz yarımadasının ucundaki, Karabağ köyünde doğan Turgut Reis’in serüvenini romanlaştırırken, bu eksende Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişme ve gerileme dönemlerini de gözler önüne sermiştir.

Deniz Gurbetçileri

Yazar bu romanında, deniz emekçilerinin çile, sorun ve aşklarını, yani denizcilerin dünyalarını birinci ağızdan anlatmıştır.

Öyküleri

  • Ege Kıyılarından (1939)
  • Merhaba Akdeniz (1947)
  • Ege’nin Dibi (1952)
  • Yaşasın Deniz (1954)
  • Gülen Ada (1957)
  • Ege’den (1972)
  • Gençlik Denizlerinde (1973)

Deneme Yazıları

  • Anadolu Efsaneleri (1954)
  • Anadolu Tanrıları (1955)
  • Anadolu’nun Sesi (1971)
  • Hey Koca Yurt (1972)
  • Düşün Yazıları (1981, ölümünden sonra)

Çocuk Kitapları

  • Denizin Çağrısı
  • Yol Ver Deniz

Anı Kitapları

  • Mavi sürgün (1961)

Halide Edip Adıvar

Halide Edip Adıvar

Türk edebiyatında hemen hemen her türde eser vermiş olan Halide Edip Adıvar hayatı ve eserleri ile olduğu kadar siyasetçi kişiliği ile de öne çıkmaktadır. Aynı zamanda okullarda profesörlük yapmış olan sanatçıyı daha yakından tanıyalım.

1982 yılında Beşiktaş’ta İstanbul’da II. Abdülhamit döneminde Ceyb-i Hümayun (Padişah Hazinesi) kâtipliği, Yanya ve Bursa Reji Müdürlüğü yapan Mehmet Edip Bey ve Fatma Berifem Hanım’ın kızı olarak doğmuştur. Yaşını büyüttüğü gerekçesiyle Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nden atılan Halide Edip Adıvar evden eğitimine devam etmiştir. Daha sonra tekrar okula dönerek lisans derecesi alan ilk Müslüman kadın olmuştur.

  1. Meşrutiyet ilan edildikten sonra Halide Salih (eşinden dolayı) imzasını kullanarak kadın haklarını konu alan yazılar yazmaya ve yayınlamaya başlayarak kariyerine başlamıştır. Bu davranışı ile dönemin muhafazakâr kesiminin tepkisini çekmiştir. 31 Mart ayaklanmaları sırasında öldürülme endişesi ile İngiltere’ye gider. Orada bulunduğu sırada birçok fikir insanı ile tanışır. Halide Edip Adıvar sanatçı kişiliği göz önüne alındığında Doğu-Batı, eski-yeni, mistik-pozitivist, yüksek kültür-halk kültürü gibi birçok etkiye maruz kalmış ve bu durum eserlerine yansımıştır. Ayrıca toplumun temeli olduğu düşündüğü kadın unsuruna sıklıkla değinmiş, doğu kadınından batı kadınına kadar her türlü kadın figürüne yer vermiştir. Halide Edip Adıvar yazı dili incelendiğinde sade bir üslup kullandığı, konuşma dilinden uzaklaşmadığı üslupçu bir yazar olmadığı görülmüştür.

Halide Edib Adıvar, 9 Ocak 1964 günü İstanbul’da 80 yaşındayken böbrek yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.

Halide Edip Adıvar’ın hayatı kısaca,

  • İlk yazısı Tevfik Fikret’in çıkardığı Tanin’de yayımlandı.
  • 1909’da siyasi içerikli yazıları ile edebi yazılar da yayımlamaya başladı. Bu dönemde ilk olarak Heyyula ve Raik’in Annesi isimli romanları basıldı.
  • Balkan savaşı sırasında Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin (Kadınları Yükseltme Derneği) kurucu üyeleri arasında yer aldı.
  • Bu sırada Son Eseri adlı aşk romanını kaleme aldı.
  • Halide Edib, Turancılık düşüncesinin etkisiyle Yeni Turan adlı eserini yazdı. 1911’de Harap Mabetler ve Handan isimli romanları yayımlandı.
  • Yazar, I. Dünya Savaşı başladığında hayatını Mor Salkımlı Ev adlı kitabında anlatmıştır.
  • Padişah tarafından Mustafa Kemal ile birlikte idam kararı verilen ekibin içinde yer almıştır. Daha sonra ise Mustafa Kemal’in edebî işlerini yürütmüştür.
  • 1936 yılında olan Sinekli Bakkal’ın İngilizce orijinali “The Daughter of the Clown” yayımlandı.
  • Sinekli bakkal isimli eseri ile 1943 yılında CHP Ödülü’ne lâyık görülmüştür.
  • İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi kürsüsünü kurdu. Kürsünün 10 yıl başkanlığını üstlendi.
  • Halide Edip Adıvar edebi kişiliği ise herhangi bir ekole bağlı olarak düşünülmese de, realist bir çizgi izlediği fark edilebilir. Sanat hayatının bir döneminde, natüralizme yakın bir yerde durduğu da düşünülebilir.

Halide Edip Adıvar’ın aşk hayatı ise kendisine ders veren matematik öğretmeni olan Salih Zeki Bey ile başlamıştır. Ayetullah ve Hikmetullah adında iki çocuğu olmuştur. Daha sonra Salih Zeki Bey’in başka bir kadınla evlenmek istemesi üzerine boşanmıştır. Daha sonra aile doktorları Adnan Adıvar ile evlenmiştir.

Halide Edip Adıvar’ın eserleri

Halide Edip Adıvar her türde eser vermiş olsa da romancılığın üzerinde durmuştur. Nitekim yazmış olduğu romanlarla üne kavuşmuştur.

Raik’in Annesi

Raik’in Annesi, Halide Edib Adıvar’ın kaleme aldığı, 1909 yılında basılmış olan yazarın ilk romanlarındandır. İstemediği bir genç kızla evlenmek endişesiyle evinden ayrılıp Heybeliada’da bir otele yerleşen Siret’in bu tatil esnasında, şahit olduğu bir aile faciasıdır.

Seviye Talip

1910 yılında İstanbul’da yayımladığı feminist bir romandır. Yazarın ilk eserlerinden birisi olma özelliği taşıyan bu roman, kadının kocasını terk ettikten sonra âşık olduğu erkekle yaşamasını konu alır.

Handan

Handan, Halide Edib Adıvar’ın mektupları bir araya getirip ortaya koyduğu eseridir. İlk 1912 yılında yayımlanmış olup aynı zamanda Türk edebiyatında kadın psikolojisini ele alan ilk eser olma niteliğini taşımaktadır.

Yeni Turan

Türk edebiyatının ilk siyasal/ideolojik romanı olma ünvanına sahiptir.  II. Meşrutiyet dönemini anlatan ütopik bir romandır. “Yeni Turan” adıyla kurulmuş olan bir partinin program ve çalışmaları anlatılmaktadır.

Son Eseri

1913 yılında tefrika edilen bir aşk romanıdır.

Mev’ud Hüküm

Hasta olmaktan korkan bir kadın doktor kocası sayesinde bu korkusunu atlatmaya çalışır. Kocası ile bir anlaşma yapar, bu anlaşma doğrultusunda hastalanır ise en acısız şekilde ölmek için kocası devreye girmesi anlatılmaktadır.

Vurun Kahpeye

İdealist İstanbullu öğretmen Aliye’nin Anadolu’da bir kasabaya gidişi ve bölgede Millî Mücadele düşüncesine destek faaliyetleri aktarılır.

Kalp Ağrısı

Eserde iki yakın kız arkadaşın aynı adama âşık oluşu ve arkadaşı için bundan vazgeçişini anlatılmaktadır.

Zeyno’nun Oğlu

1928 yılında yayınlanmış olan romanıdır. Kalp Ağrısı adlı romanının ikincisi niteliğindedir.  Cumhuriyet’in ilk yıllarında Doğu Anadolu’ya görevli giden Türk subayları ve eşlerinin gözlemlerini aktarmaktadır.

Sinekli Bakkal

Sinekli Bakkal mahallesinin Sinekli Bakkal sokağında doğup büyüyüp evlenen Rabia adlı bir hafız kızının ve çevresindekilerin hayatının anlatıldığı eserdir.

Tatarcık

Eserde Cumhuriyet’e geçiş ile birlikte yaşanan duygular anlatılmaktadır. Genel de olduğu gibi Halide Edip yine kendine baş kahraman olarak bir kadın figürü gözünden değerlendirilmiştir.

Sonsuz Panayır

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Anadolulun egemen olduğu İstanbul lüks kesimini ve eğlence dünyalarını anlatmaktadır.

Döner Aynası

Kaçırılan Hanife’nin başından geçen olaylar ve yaşadığı ölüm korkusu bir kadının gözünden anlatılıyor.

Sevda Sokağı Komedyası

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’un bir semtinde üç kişi arasındaki aşk hikayesini anlatıyor.

Öyküleri

  •  Bursa’ya (Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve Mehmet Asım Us ile birlikte, 1922)
  • Harap Mabetler (1911)
  • Dağa Çıkan Kurt (1922)

Tiyatroları

  • Kenan Çobanları (1916)
  • Maske ve Ruh (1945)

 Anıları

  • Türkün Ateşle İmtihanı (1962)
  • Mor Salkımlı Ev (1963)

Haldun Taner Hayatı ve Eserleri

Haldun Taner

Türkiye’de ki en önemli sanatçılardan birisi olan Haldun Taner hayatı ve eserleri, edebiyatseverler tarafından her dönemde en çok araştırılan konulardan biri olmuştur. Haldun Taner tiyatro, oyun ve öykü yazarlığının yanı sıra, gazetecilik ve öğretim üyeliği de yapmıştır. Aynı zamanda Türkiye’de kabare tiyatrosunu ilk defa faaliyete geçiren ve tanıtan sanatçı unvanını da elinde bulundurmaktadır.

Ünlü sanatçı Haldun Taner Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en iyi yazarlarından birisi olup, bütün hayatını bu yönde olan çalışmalara adamıştır. Eserlerinde topluma ve insanların yaşama tarzlarına ait olan kesitler sunan Haldun Taner, özellikle dram ve epik tiyatro çalışmaları ile herkesin büyük beğenisini toplamıştır.

Bu bağlamda sanatçıya ait olan Keşanlı Ali Destanı, tüm dünyada tanınan en büyük tiyatro eserlerinden biri olmuştur. Türk edebiyatının ilk epik tiyatro örneği olan Keşanlı Ali Destanı, yurt dışında başta İngiltere, Almanya ve Yugoslavya olmak üzere pek çok ülkede gösterime girmiştir.

Haldun Taner Hayatı

Dünya çapında tanınan sanatçılardan birisi olan Haldun Taner hayatı yazarlık ile geçmiş olup, ünlü sanatçı 16 Mart 1915 yılında İstanbul’da doğmuştur. 07 Mayıs 1986 yılında ise hayata gözlerini yummuştur. Sanatçının ailesinin geçmişi Gürcü olan Tavdgiridzelere dayanmakta olup, babası Ahmed Selahattin Bey Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyesi olarak görev yapmıştır.

O zamanlarda ülkenin bağımsızlığını savunan Haldun Taner’in babası, yazıları ve nutukları ile tanınmış olan ünlü bir aydındır. Beş yaşında babasını kaybeden Haldun Taner’i ise annesi ve büyükbabası büyütmüştür. 1935 yılında Galatasaray Lisesinden başarı ile mezun olan sanatçı, daha sonra devlet tarafından eğitim görmesi için Almanya’da bulunan Heidelberg Üniversitesi’ne gönderilmiştir.

Almanya’da eğitimine devam eden Haldun Taner, geçirdiği ağır tüberküloz hastalığı nedeniyle, öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalmış ve 1938 senesinde yurda geri dönmüştür. 1950 yılında ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Filolojisi bölümünü başarı ile bitirmiştir. Daha sonra ise 1950 ile 1954 yılları arasında mezun olduğu üniversitenin Sanat Tarihi bölümünde asistan olarak çalışmıştır.

Öğretim görevlisi olduğu yıllarda, diğer yandan Tercüman Gazetesi’nde köşe yazıları yazmıştır. Bunun yanı sıra, 1973 senesinde Milliyet Gazetesi’nde köşe yazıları yayınlanmıştır. Aynı zamanda Varlık, Yedigün, Ülkü, Küçük Dergi ve Yücel isimli dergilerde öyküler ve makaleler paylaşmıştır. Bütün bu çalışmaları dâhilinde, Haldun Taner Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve tiyatrosunun en çok sevilen yazarlarından biri olmuştur.

Haldun Taner Eserleri

Üniversite’de asistanlık yaptığı yıllarda Haldun Taner tiyatro çalışmalarına da başlamış ve Günün Adamı isimli oyunu, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sergilenmek üzere iken yasaklanmıştır. Bunun üzerine Haldun Taner Viyana’ya tiyatro eğitimi almak üzere gitmiş ve 1955 ve 1957 yılları arasında Avusturya’da eğitim görmüştür.

Oyun yazma işlerine devam eden sanatçı Türkiye’ye dönerek bu alandaki çalışmalarına hız vermiştir. 1967 yılında ise Türkiye’de ilk kabare tiyatrosu olan Devekuşu Kabare’yi Metin Akpınar ve Zeki Alasya ile birlikte kurmuştur. Tiyatro çalışmalarına devam eden Haldun Taner eserleri ile tüm Türkiye’de kısa sürede tanınmıştır.

Mizaha ve gözleme dayalı olan eserlerinde, büyük şehirlerde yaşayan sonradan görme karakterlere sık olarak yer vermiş ve manevi duygulardan yoksun olan kişileri anlatmıştır. Haldun Taner yapıtlarında ve tiyatro oyunlarında yer alan mizahi ve entrikalı olaylara, İstanbul konuşması ile renk katmıştır. Tüm Türkiye’de Haldun Taner hayatı ve eserleri konuşulur hale gelmiştir. Haldun Taner’in eserleri ise şunlar olmaktadır;

Haldun Taner Oyunları

  • Keşanlı Ali Destanı – 1964
  • Vatan Kurtaran Şaban – 1967
  • Astronot Niyazi – 1970
  • Günün Adamı – 1957
  • Huzur Çıkmazı – 1962
  • Sersem Kocanın Kurnaz Karısı – 1971
  • Yâr Bana Bir Eğlence – 1974
  • Dün Bugün – 1971
  • Dev Aynası – 1973
  • Ve Değirmen Dönerdi – 1958
  • Zilli Zarife – 1966
  • Ayışığında Şamata – 1977
  • Fazilet Eczanesi – 1960
  • Bu Şehr-i İstanbul ki – 1968
  • Lütfen Dokunmayın – 1961
  • Aşk-u Sevda – 1973
  • Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım – 1964
  • Hayırdır İnşallah – 1980
  • Ha Bu Diyar – 1971

Haldun Taner Öykü Kitapları

  • Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu – 1953
  • Sancho’nun Sabah Yürüyüşü – 1969
  • Yaşasın Demokrasi – 1949
  • Konçinalar – 1967
  • Tuş – 1951
  • Yalıda Sabah – 1983
  • Ayışığında Çalışkur – 1954
  • Kızıl Saçlı Amazon – 1970
  • Onikiye Bir Var – 1954

Haldun Taner Fıkra ve Söyleşiler

  • Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil – 1979
  • Berlin Mektupları – 1984
  • Devekuşuna Mektuplar – 1960
  • Yaz Boz Tahtası – 1982
  • Önce İnsan Olmak – 1987
  • Hak dostum Diye başlayalım Söze – 1978
  • Çok Güzelsin Gitme Dur – 1983
  • Koyma Akıl Oyma Akıl – 1985
  • Düşsem Yollara Yollara – 1979

Haldun Taner’in Kazandığı Ödüller

  • 1955 yılında, Onikiye Bir Var adlı eseri ile Sait Faik Hikaye Armağanı
  • 1972 yılında, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı isimli eseri ile Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü
  • 1953 yılında, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu adlı eseri ile New York Herald Tribune tarafından düzenlenen Uluslararası Hikâye Yarışması Türkiye Birinciliği
  • Sancho’nun Sabah Yürüyüşü adlı eseri ile Bordighera Müzik Festivali Hikâye Ödülü
  • 1956 yılında, Varlık Dergisi tarafından tertiplenen yarışmada Türkiye’nin En Beğenilen Öykü Yazarı Ödülü
  • 1983 yılında Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü

Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Gün Olur Asra Bedel

Cengiz Aytmatov’un dünyaca tanınan ve sevilen Gün Olur Asra Bedel isimli romanı Sovyetler Birliği dönemi Rusya’sında yaşanan ve bir güne sığan olayları etkileyici bir yazım dili anlatmaktadır. O dönemlerde yaşanan olayların, sosyal ve kültürel olarak yaşanan sorunların adeta bir öz eleştirisi olan Gün Olur Asra Bedel romanının konusu, Rusya’ya komünizmin gelmesi ile birlikte geleneklerini korumaya çalışan insanları göz önüne sermektedir.

Dünyaca ünlü roman Gün Olur Asra Bedel olay örgüsü içinde verilen ana mesaj ise insanların mankurt olmaktan nasıl kurtulacaklarına dair olmaktadır. Romanda, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Kazak bozkırlarında yer alan bir tren istasyonunda yaşamaya başlayan ve bir kazan Türkü olan Yedigey’in yaşadıkları anlatılmaktadır.

Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov) Özeti

Ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un yazdığı Gün Olur Asra Bedel özeti dâhilinde, roman kahramanı olan Yedigey’in savaştan eve döndükten sonra küçük bir tren aktarma istasyonunda çalışması ile eser başlamaktadır. Yedigey’in bu tren istasyonunda tanık olduğu olaylar ise o dönemlerde yaşananları anlatmaktadır. Yedigey bu tren istasyonunda Kazgangap ile birlikte çalışmaktadır.

Aynı zamanda Yedigey’in en iyi dostuda Kazangap’tır. Bir gece tren istasyonunda çalışırken Yedigey’in karısı Ukubala ağlayarak istasyona gelip, kocasına dostu Kazangap’ın öldüğünü haber verir. Çok üzülen Yedigey, hemen istasyon şefini arayarak izin ister ve yerine iş arkadaşı Adilbay gelir. Yedigey karısına herkese haber vermesini söyleyerek, cenaze hazırlıkları için hemen Boranlı’ya doğru yola çıkar.

Yolda ilerlerken Sarı Özek adı verilen uzay üssünden ateş halinde bir hortumun gökyüzünde doğru yükseldiğine şahit olur. Sarı Özek Amerikan ve Rusya ortak uzay çalışmalarının yapıldığı merkezdir. Yedigey yolda ilerken Kazangapla yaşadıkları gözlerinin önünde canlanmakta ve en değerli dostunu kaybetmekten ötürü derin bir üzüntü duymaktadır.

Kazangab, Yedigey cepheden hasta ve çok yorgun olarak döndüğü zaman ona yardım etmiş, elinden tutmuş ve dostuna her türlü iyiliği ve yardımı yapmıştır. Aynı zamanda Kazangap, Yedigey’in tren istasyonunda işe girmesini de sağlamıştır. Keder içinde yolda ilerleyen Yedigey köye varınca hemen cenaze hazırlıklarına başlar. Kazangap’ın bir kızı ve bir de oğlu vardır ve onlar şehirde yaşamaktadır. Bu nedenle babalarının cenazesi için onlara da hemen haber salınır.

Yedigey dostu Kazangap’ın kutsal bir mezarlık olan Ana Beyit mezarlığına gömülmek istediğini ve bunu vasiyet ettiğini herkese bildirir. Şehirden gelen Kazangap’ın oğlu Sabitcan ise işi olduğunu ve çabuk olması için daha yakına babasının gömülmesini ister, Yedigey buna çok kızar ve bu teklifi asla kabul etmeyeceğini Sabitcan’a söyler. Cenaze hazır olduğu zaman, Boranlı köyünden 30 km uzaklıkta olan Ana beyit Mezarlığına doğru kafile yola çıkar.

Yedigey ve yanındakiler Ana Beyit mezarlığına ulaştığında ise büyük bir şok yaşarlar. Çünkü mezarlığı tamamen çelik telle çevrilmiş bir halde bulurlar. Buna hiç bir anlam veremezler. Silahlı bir asker onların yanına gelerek artık mezarlığın kullanılamayacağını, çünkü burada bir şehir inşa edileceğini onlara söyler ve onlardan hemen mezarlığı terk etmelerini ister. Yedigey ise asla cenazenin geri gidemeyeceğini söyleyerek Kazangap’ı tellerin dibine gömer, aynı zamanda kendisinin de ölünce buraya gömülmesini herkese vasiyet eder.

Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov) Konusu ve İncelemesi

Cengiz Aytmatov’un eseri Gün Olur Asra Bedel roman incelemesi kapsamında kitabın kahramanları şunlar olmaktadır;

  • Yedigey: Romanın başkahramanı olan Yedigey, ufak bir tren istasyonunda çalışmaktadır. 2.Dünya Savaşı sırasında cephede savaşan Yedigey, savaşta aldığı darbeler yüzünden bazı zamanlarda beyinsel olarak sarsıntılar yaşamaktadır. Romanda Yedigey ülkesini çok seven, geleneklerine bağlı olan bir karakter sergilemektedir.
  • Adilbay: Yedigey’in sevdiği iş arkadaşlarından biri olan ve aynı zamanda çok iyi bir insandır.
  • Kazangap: Roman kahramanı Yedigey’in en iyi dostudur.
  • Sabitcan: Kazangap’ın oğludur. Sabitcan romanın önemli karakterlerinden birisi olup, yıllarca Sovyet yatılı okullarında öğrenim görmüştür. Değerlere önem vermeyen, mankurt, acımasız ve bencil bir karaktere sahiptir.
  • Ukubala: Yedigey’in hayatını ve her sorununu paylaştığı karısıdır.
  • Ayzade: Yedigey’in en yakın arkadaşı olan Kazangab’ın kızıdır. Aynı zamanda mutsuz bir evliliğe sahiptir ve kocasından devamlı dayak yemektedir.

Aytmatov’un en ünlü romanlarından birisi olan Gün Olur Asra Bedel zaman ve mekân olarak, aslında 24 saat içerisinde yaşananları anlatmakta ve adını da buradan almaktadır. Gün Olur Asra Bedel isimli roman genel olarak, bir baskı rejiminin etkisi altında kalan insanların yaşadıklarını ve kültürel değerlerini koruma çabalarını dile getirmektedir. Sovyetler Birliği başta olmak üzere Cengiz Aytmatov’un eserleri yaklaşık olarak 150 dile çevrilmiş olup, ünlü yazarın en çok tanınan romanı ise Gün Olur Asra Bedel isimli eseridir.

Tüm dünyada evrensel bir yazar olarak kabul edilen Cengiz Aytmatov’un kitapları pek çok kere filme çevrilmiştir. Buna bağlı olarak Gün Olur Asra Bedel romanı da senaryolaştırılarak, film olarak çevrilip, birçok ülkede vizyona girmiştir. 2004 yılından beri Milli Eğitim Bakanlığı 100 Temel Eser listesi içinde yer alan Gün Olur Asra Bedel romanı, aynı zamanda Türkiye’de İlesam Ödülünü almıştır. Cengiz Aytmatov adına düzenlenmiş olan İstanbul Sinema Günleri’ne katılmak için ünlü yazar Türkiye’ye gelmiş ve hayranları ile buluşmuştur.