Cahit Sıtkı Tarancı Hayatı ve eserleri

Cahit Sıtkı Tarancı

Cahit Sıtkı Tarancı 4 Ekim 1910 yılında Diyarbakır ilinde dünyaya gelen Türk şairi, yazar ve bunların yanı sıra çevirmendir. Diyarbakır ilinde dünyaya gözlerin açan şair, o dönemin oldukça saygın Pirinçcizadeler soyadına sahip ailesinin bir üyesidir. Cahit Sıtkı Tarancı hayatı ve eserleri Cumhuriyet dönemi edebiyatı çerçevesinde gelişim göstermiştir. Diyarbakır’da ilköğretim eğitimini tamamlayan şairin, lise hayatı Kadıköy de bulunan  Saint-Joseph Fransız Lisesinde tamamlamıştır. Ortaöğretim tahsilini ise Galatasaray Lisesinde bitirerek çevirmenlik hayatının ilk aşamasına geçmiştir.

Çevirmenlik yapmaya 1944 yılında başlayan şairin bu anlamda çalıştığı ilk yer Ankara Anadolu Ajansı’dır. Daha sonra Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı tarafından görevlendirilerek çevirmenlik hayatına devam etmiştir. 1954 yılında talihsiz bir şekilde felç geçiren şairin tedavisi Viyana da gerçekleştirilmiştir. Burada bulunan hastanede tedavisinin yapılması sonucunda 12 Ekim 1956 yılında zatülcenpten nedeni ile vefat etmiştir.

Cahit Sıtkı Tarancı Ailesi ve Çocukluğu

Cami Kebir Mahallesi’nde, 4 Ekim 1910 yılında gözlerini açan Cahit Sıtkı Tarancı Kürt kökenine sahip bir aile de büyümüştür. İsmi doğduktan sonra büyükbabası Hüseyin Cahit tarafından verilmiştir. Ailesi oldukça saygın ve soylu olan şairin asıl meslekleri pirinç ziraati ve ticaretidir. Bu neden ile ‘’Pirinçcizadeler’’ soyismini almışlardır.  Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatı Diyarbakır çevresinde şekillenmiştir.

1934 yılında Soyadı Kanunu ile birlikte aile yapısının Arif Efendi ve Bekir Sıtkı Bey’in soyundan gelenler şeklinde ayrılması nedeni ile, Cahit Sıtkı Tarancı ve ailesi çifti anlamına gelen ‘’Tarancı’’ soyismini almışlardır. Çocukluğunda ailesinin yanında kalmayı tercih eden şairin fiziksel özelliklerine bakıldığında, kısa boylu, kibar, dar göğüslü olduğu belirtilmiştir. Aynı zamanda ise belirgin yüz hatlarına ve koyu kahverengi bir saç rengine sahiptir.

Cahit Sıtkı Tarancı Eğitimi

Cahit Sıtkı Tarancı öğretim hayatının ilk aşamasını Diyarbakır ilinde bulunan Nümune-i Terakkî-i Hamidî Mekteb-i İptidâî’sinde başlamıştır. Burada ilköğretim hayatının ikinci yarısına Mekteb-i Sultani’nin iptidai bölümüne giderek tamamlamıştır. Bu bölümde ‘’üstün başarı’’ ünvanı alarak mezun olmuştur. Babası tarafından ilkokul hayatının bitmesinin akabinde vali olması istenmiştir. Bu aşamada geçirmiş olduğu olaylar çerçevesinde Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatı değişmeye başlamıştır. İlk olarak bu değişme İstanbul’a ilköğretim eğitimini tamamladıktan sonra gönderilmesi şeklinde oluşmuştur.

İstanbul da 1927-1928 yıllarında lise öğretimine devam eden şair, Kadıköy de bulunan Saint-Joseph Fransız Lisesinde eğitim hayatına devam etmiştir. Burada eğitim görülen Ziya Osman Saba ile tanışan şair, ortaöğretim dönemine Galatarasay Lisesinde tamamlamıştır. Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri ve fikir dünyasının edebi anlamda genişlemesi lise dönemlerinde olmuştur. 1931 yılında lise öğretimini tamamlayan şair, Mülkiye Mektebi’ne yatılı olarak devam etmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı hayatı ve eserleri bu dönemde şekillenmiş ve tanınmaya başlamıştır.

Cahit Sıtkı Tarancı Mesleği

Pirinçcizadeler soy ismine sahip olan ailesinin, pirinç ziraati yapmış oldukları dönemdeki zararlarının artmasına bağlı olarak maddi durumları bozulmuştur. Bunun üzerine eğitim dönemde Cahit Sıkı Tarancı ailesinden herhangi bir maddi destek alamayınca, Sümerbank bünyesinde yapılan bir sınava katılarak memuriyet mesleğine başlamıştır. Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri bu dönemde oluşmuştur. Cumhuriyete bu dönem içerisinde hikayeler ile yazmaya başlamıştır. Karabük bünyesinde yer alan bir fabrikaya gönderilmesi üzerine memuriyet görevine bir yıl daha devam ettikten sonra istifa etmiştir. Daha sonra Eminönü’ne giderek babasının yanında ticaret işlerini yürütmek üzere çalışmaya başlamıştır.

1944 yılının son zamanlarına doğru ticaret defterlerini tutmayı bırakmış ve Ankara’ya gitmiştir. Burada edebi şahsiyetinin kazanmasına vesile olan Anadolu Ajansı bünyesinde mütercimlik yapmaya başlamıştır. Cahit Sıtkı Tarancı hayatı ve eserleri bu dönemde şekillenmeye başlamıştır. Mütercimlik vasfı ile çalışmaya Toprak Mahsulleri Ofisi’nde devam etmiştir. Daha sonra Çalışma Bakanlığı kadrosunda mütercim olarak kabul edilmiştir.

Cahit Sıtkı Tarancı Sanat Hayatı

Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatı, başta aile çevresi ve edebi akımların oluşturmuş olduğu faaliyetler çerçevesinde şekillenmiştir. Küçük yaşlardan itibaren edebiyata karşı duymuş olduğu ilgi nedeni ile sanat hayatı oluşmaya başlamıştır. Lise öğretimine başladığı Saint-Joseph Lisesi’nde farklı birçok sanatçı ile aynı dönem eğitim almıştır. Bu sanatçılar şu şekilde sıralanmaktadır:

Galatasaray Lisesinde lise eğitimine devam eden şairin şiire olan tutkusunun başlaması bu döneme rastlamıştır. 2. Sınıfa başlaması itibari ile Fransız şairleri okumaya başlamıştır. Lise son sınıfta iken bu şiir eğilimleri ile birlikte başarılarını, Servet-i Fünûn ve Muhit dergilerinde göstermiş olduğu üstün başarılar ile göstermiştir.

Cahit Sıtkı Tarancı Eserleri

Cahit Sıtkı Tarancı şiirleri ile birlikte yayımlamış olduğu birçok farklı eser edebiyat dünyasının tekrardan şekillenmesine neden olmuştur. Farklı birçok bestekarlar tarafından şiirleri bestelenmiş olup, makamların çeşitliliği nedeni ile hepsi birbirinden farklı kişiler tarafından zikredilmiştir. Memleket İsterim şiiri bu farklı makamlarca bestelenen çok özel bir şiirdir. Bu şiir ve diğer mektup, hikaye ve biyografi eserleri ise şu şekilde sıralanmaktadır:

Şiir

Ömrümde Sükût (1933)

Otuz Beş Yaş (1946)

Düşten Güzel (1952)

Sonrası (1957)

Bütün Şiirleri (1983)

Mektup

Ziya’ya Mektuplar (1957)

Evime ve Nihal’e Mektuplar (1989)

Hikâye

Gün Eksilmesin Penceremden (2006)

Biyografi

Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri (1940)

Cahit Öztelli Hayatı ve eserleri

Cahit Öztelli

Cahit Öztelli hayatı hakkında genel bilgilere bakıldığı zaman, 1910 yılı Erzincan doğumlu olduğu, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduğu görülmektedir. Edebiyat öğretmenliği ile ilgili tecrübelerini ise Denizli, Samsun, Mersin ve Konya liselerinde kazandığı belirtilmiştir. Özellikle Cahit Öztelli hayatı ve eserleri hakkındaki yetkinliği Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu’na girdiği anda kazanmıştır.

Bu kapsamda Sözlük Kolu Başkanı olması da Cahit Öztelli’nin öğretim görevlisi olmasından sonra kazandığı tecrübeleri pekiştirmesi anlamında oldukça önemli bir aşama olarak tarih sayfalarına kaydedilmiştir.  40 yılı aşkın bir süre boyunca Türk Halk Edebiyatı dalında araştırmalar yaparak hizmet veren Cahit Öztelli 24 Şubat 1978’de Ankara’da hayatını kaybetmiştir. Cahit Öztelli eserleri şu şekilde sıralanmaktadır:

  • Zileli Şairler
  • Kul Nesimi
  • Karacaoğlan
  • Pir Sultan Abdal
  • Yunus Emre
  • Evlerinin Önü
  • Bektaşi Gülleri
  • Üç Kahraman Şair: Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu
  • Uyan Padişahım
  • Belgelerle Yunus Emre

Edebiyatta Cahit Öztelli Eserlerinin Yeri

Türk Halk Edebiyatı’na ismini altın harflerle yazdıran Cahit Öztelli, özellikle eserlerini araştırmacı bir ruh kapsamında aksettirdiği için çok ayrı bir yere sahiptir. Cahit Öztelli eserleri Türk Halk Edebiyatı ve Tarihi çerçevesinde duayen olarak zikredilmesine neden olmuştur. Yaşamı boyunca edebiyat kapsamında üretken ve araştırmacı kimliği sayesinde, eserlerine eleştirici düşünceyi de yansıtabilmiştir.

Halk bilimi ve edebiyatı düzeninde yazdığı şiirlerinden en fazla üzerinde çalıştığı eseri Saz şiiridir. Saz şiirinde yansıtılan farklı görüş ve kavramlar üzerinde Edebiyat Tarihinin de yoğunluklu bir şekilde eserinde yer vermesi onu duayen olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Araştırmalar yaparak hayatını geçiren Cahit Öztelli mutasavvıf halk adamı olarak tanınmıştır. Pozitivist görüşün temsilcisi olarak kabul edilen Cahit Öztelli, felsefi anlamda da edebiyata katkı sağlamıştır.

Cahit Öztelli Edebiyat Hayatı Nasıl Şekillenmiştir?

1910 yılında Erzincan’da doğan Cahit Öztelli eğitim hayatına Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olarak tamamlamıştır. Edebiyat alanında ilk gelişmeleri bu bölümden mezun olduktan sonra yaşamıştır. Cahit Öztelli hayatı ve eserleri Türk Halk Edebiyatı çerçevesinde şekillenerek, birçok farklı felsefi düşünceler ile oluşmuştur. Denizli, Samsun, Mersin ve Konya illerinde yer alan birçok farklı lise de görev yaparak öğretmen yetiştirmiştir. Bu sayede hayatının birçok döneminde farklı düşüncelerin etkisi ile düşünce sistemleri arasında bağ kurma yeteneğini yakalamıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı Milli Folklor Enstitüsü Müdürlüğü, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Halk Edebiyatı Öğretim Görevlisi, Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu gibi çeşitli resmi alanlar da farklı statüler ile araştırmacı ruhunu göstermiştir. Edebiyat alanındaki bu farklı araştırmacı ve eleştirel düşünce tarzı ile Cahit Öztelli edebiyat yazarları arasında farklı kimliğini oluşturmuştur.

Cahit Öztelli’nin Edebiyat Alanında Üretken Kişiliği Nasıl Oluşmuştur?

Hayat döngüsünde farklı birçok alan kapsamındaki yetkin eserleri sayesinde tanınan Cahit Öztelli araştırmacı kimliği ile de çalışmalarına yön vermiştir. Derlemem tarzında yazmış olduğu eserleri ile üretken bir yazar kimliği kazanmıştır. Bu sayede çalışmalarını daima üretkenlik adı altında oluşturmuştur. Cahit Öztelli hayatı ve eserleri kapsamında değerlendirilen her yapıt, Türk Halk Edebiyatı’nın derleyici ve eleştirel düşünce tarzının yansıtıldığı bilgiler anlamına gelmektedir.

Halk şairleri arasında mutasavvıf ilminin en değerli kişiliği olarak tanınan Cahit Öztelli araştırma ve derleme olarak 2 ayrı ana dal da eserlerini oluşturmuştur. Bu kapsamda edebiyat dünyasının Türk Halk Bilimi ve Kültürü oluşmuştur. Farklı birçok araştırmacı fikirleri ile Halk Edebiyatı şekillenmektedir. Ancak Cahit Öztelli hayatı bu farklı fikirleri çalışkanlık ve üretkenlik ile tekrardan oluşmuştur. Derleyici bir kimlik ile eserlerini yoğunlaştırarak Türk Halk Edebiyatına farklı bir kimlik kazandırmıştır.

Cahit Öztelli Eserlerinin Oluşum Süreci Nasıldır?

Cahit Öztelli eserleri edebiyat dünyasının farklı birçok kimliğinin tekrardan kazandırılmasına aracılık etmiştir. Özellikte Cahit Öztelli’nin her fırsat kapsamında yapmış olduğu gezi seyahatleri ile birçok açıdan fikirleri değerlendirme fırsatı yakalamasına imkan oluşturmuştur. Bu gezi planlarının uygulanması Cahit Öztelli’nin araştırmacı kişiliğinin oluşmasına neden olmuştur. Eserlerin yayımlanmasından sonra edebiyat dünyası tekrardan şekillenmiştir.

Cahit Öztelli Eserlerinin Kuram Açısından Nasıl Değerlendirilir?

Uzun yıllar boyunca edebiyat öğretmenliği yapan Cahit Öztelli Milli Folklor Enstitüsü’nu kurmuştur. Burada müdür statüsü kapsamında hizmet vermesi ile Türk Halk Edebiyatı’nın önde gelen kurucuları olarak değerlendirilmektedir. Köy ve kasabaları gezerek çeşitli incelemeler sonrasında Cahit Öztelli eserleri oluşmuştur. Bu nedenle oldukça araştırmacı ve derleyici bir kuram çerçevesinde her eserini meydana getiren yazarın, birçok farklı alanda makaleleri de bulunmaktadır.

Her eserini oluşturduktan sonra Türk Halk Edebiyatına olan katkılarını değerlendiren yazarın biyografisi bu anlamda oldukça zengindir.  Bilim dünyasını yeniden şekillendirmesi ve bunu edebiyat araçlığı ile yapması onu diğer yazarlardan ayıran en önemli özelliğidir. Toplamda 23 kitap ve 400’e yakın makaleye araştırmacı ve eleştirel düşünce tarzını benimseten yazar olarak imza atmıştır.

Cahit Öztelli Eserlerinin Dil ve Edebiyat Alanındaki Yeri Nedir?

Türk dili ve edebiyatında oldukça önemli bir yeri sahip olan Cahit Öztelli’nin farklı yayınları tekrardan eliminize ederek oluşturması onu diğer tüm yazarlardan ayıran özellikleri arasında gösterilmektedir. Bu nedenle dil ve edebiyat kuramları Cahit Öztelli eserleri kapsamında tekrardan şekillenmiştir. Tekke Edebiyatı ve Tekke şairleri IV. Atasözü ve Deyimler V. Masallar VI. Efsaneler Vn. Nasreddin Hoca ve Fıkraları VTH. Çocuk ve Halk Oyunları IX. Halk Hekimliği X. Halk Şiiri XI. Halk Hikâyeleri ve Dede Korkut XII. Gelenek ve Halk İnançları Çalışmamız, sonuç ve bibliyografya bölümlerinin yayımlanması ile de yazarlık alanına veda eden Cahit Öztelli bu çerçeve de oldukça farklı görüşü okuyucularına iletmiştir.

Cahit Külebi Hayatı ve Eserleri

Cahit Külebi

Tam olarak adı Mahmut Cahit Külebi olarak bilinen bir Türk şairidir. 9 Ocak 1917 Tokat şehrinin Zile ilçesinde hayata gözlerini açmıştır. Cahit Külebi’nin ailesi soyadı kanunundan sonra Erencan soyadını almıştır daha sonrasında ise Külebi soyadını tescil ettirmiştir. Cahit Külebi’nin eğitim hayatı ise farklı illerde okumuş olduğunu bize gösteriyor. İlkokul ve ortaokulu Tokat’ta okumuştur. Sivas Lisesi’nden mezun oldu. Daha sonrasında ise eğitim hayatına devam etti ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü tamamladı.

Öğretmen okulunda bulunduğu dönemde ise yabancı dil eğitimleri almıştır ve yurtdışına gitme imkânını bulmuştur. Eğitim hayatının ardından Antalya’da stajyer edebiyat öğretmenliği yaptı. Ankara Devlet Konservatuvarı ve Ankara Gazi Lisesi’nde ise edebiyat öğretmeni sıfatıyla görevde bulunmuştur. Hayatının sonraki dönemimde ise gerek eğitim hayatında gerek öğretmenlik hayatındaki başarılarından dolayı Milli Eğitim Müfettişi olmuştur.

Mahmut Cahit Külebi şiir yazmaya ilk olarak öğretmen okulunda başlamıştır ama okul müdürünün şiir yazdığı için ona kızacağını düşünmüştür.  Bu sebeple ilk kez Külebi adını kendisine tam olarak burada takmıştır. Ayrıca şair okul zamanında Ahmet Hamdi Tanpınar gibi büyük bir ustadan ders alma imkânı bulmuştur. Külebi İsviçre’ye Kültür Ateşkesi olarak tayin edilmiştir. Burada da başarılı bir şekilde görevini yerine getirmiştir. Burada görevini bitirip ülkesine dönünce de Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür Müsteşar yardımcılığı gibi çoğu yazarın hayalindeki kademelere ulaşmıştır. 1973 senesinde kendi isteği ile emekli olmuştur. Emekli olduğu zamanda bile çalışmayı tercih ederek 1983 senesinde Türk Dil Kurumu’nda görev yapmıştır. Külebi, 1976 senesinden sonra Türk Dil Kurumu’nda Genel Yazman görevinde bulunmuştur.

İlk Şiiirleri

İlk şiirlerini ‘’Nazmi Cahit’’ takma ismiyle 1938 senesinde bir dergide yayımlamıştır. Ardından Varlık Dergisinde yayımladığı şiirlerinde de aynı takma ismini kullanmıştır. 1950-54 yılları arasında dergilerde yayımladığı şiirleriyle büyük ün kazanmıştır. 1946 yılında ilk şiir kitabı olan ‘’Adamın Biri’’ adlı eserini yayımladı. 1949 senesinde ikinci kitabını çıkarmıştır ve bu kitabında Orhan Veli şiirine yaklaştığı dikkat çekmiştir. ‘’Atatürk Kurtuluş Savaşında ‘’ adlı yapıtı, Nevit Kodallı’nın ‘’Atatürk Oratoryosunun’’ temel yapı taşını oluşturmuştur. 1940 yılı ve sonrasında şiir yenileşmesi hareketinde kendine has bir yere sahip olmuştur.

Milli Edebiyat ve Beş Heceliler gibi toplulukların Batı’ya tam uyum sağlayamadıklarını ve geleneksel halk şiirine de uymadıklarını belirtmiştir. İkinci Yeni topluluğunun ise çizgisini bozduğunu düşünür. Ankara’da hayata gözlerini yuman şairin naaşı 2012 senesinde ailesinin özel talebi gerekçesiyle Niksara taşınmıştır. Erzurumlu Emrah Türbesi’nin yanına defnedilmiştir. Mahmut Cahit Külebi’nin vefat gününün tam olarak 20 Haziran 1997 olduğu kayıtlara geçmiştir.

Mahmut Cahit Külebi’nin Eserleri

Cahit Külebi eserleri ile Türk Edebiyatının unutulmaz kalemlerinden birisi olmayı başarmıştır. Cahit Külebi 1990’lı yıllarda İtalya’da bulunan şiir yarışmasına tek onur misafiri olarak çağırılmıştır. Kendisinin en sevdiği şair Ahmet Muhip Dıranas olduğunu belirtmiştir. Divan Edebiyatında ise Bakinin yerinin kendisinde ayrı olduğunu ve onu ayrı sevdiğini söylemiştir. Fuzuli ve Nef’i ve Şeyh Galip gibi isimleri de severek okuduğunu belirtmiştir.

Cahit Külebi şiirleri ise Fransızca, İngilizce gibi çeşitli dillere çevrilmiş olup totalde 21 dile çevrilmiştir. Hayatı boyunca çok fazla şiire hayat vermiştir. Külebi’nin şiirleri hem dünyada hem ülkede çok fazla sevilmiştir. Şair şiirlerinde neşe, sevinç, hüzün ve gerçekliğe yer vermiştir. Külebi’de toplumcu sanat anlayışı vardır. Bireysel sanat anlayışını benimsememiştir. Cahit Külebi’nin edebi anlayışı ‘’Yeni Romantizm’’ olarak adlandırılmıştır. Yazılarında hayali ögeler ve düşlerden uzak, gerçekçi anlatım ön plana çıkmıştır. Şiirlerinde yalın ve içten anlatımı nasıl bir ustalıkla okuyucuya sunabileceğini göstermiştir. Usta şair Mahmut Cahit Külebi’nin eserlerini yakından inceleyelim.

Atatürk Kurtuluş Savaşında

Mahmut Cahit Külebi’nin bu şiiri Nevit Kodallı eşliğinde Atatürk Oratoryosu olarak bestelenmiştir. Şiirlerinde her zaman yaşamdan yola çıktığını vurgulayan şair bu eserinde de öyle yapmıştır. Yazdığı şiirler güncelliğini hala yitirmemiş ve ilk gün heyecanı ile okuyucuyu etkilemiştir. Bu şiiri de o şiirlerinden birisidir.

İçi Sevda Dolu Yolculuk

Şairin 1986 senesinde anılarla oluşturduğu kitap, Türk yazı dünyasının en önemli parçalarından birisidir. Yazarın iç dünyasını daha yakından gördüğümüz ve yazarı daha iyi tanımamızı sağlayan bu anı kitabi Külebi’nin en önemli eserlerindendir.

Şiir Her Zaman

1985 senesinde metin şeklinde yazılan, kendine has üslubu ve anlayışıyla ön plana çıkan düzyazıdır. Genelde şiir yazan ve şair olarak nitelendirdiğimiz Cahit Külebi burada okuyucusuna düzyazısındaki başarısını da göstermiş bulunuyor.

Şiirleri

  • Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
  • Yeşeren Otlar (1954) 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.
  • Süt (1965)
  • Şiirler (1969)
  • Türk Mavisi (1973)
  • Sıkıntı ve Umut (1977)
  • Yangın (1980)
  • Bütün Şiirleri (1982)
  • Güz Türküleri (1991)
  • Bütün Şiirleri (1997)
  • Güzel Yurdum (1996)
  • Zerdali Ağacı
  • Kamyonlar Kavun Taşır
  • Biz Biliriz Bizim İşlerimizi
  • Ekin’in Göz Yaşları

Şiirlerinde gerçekçi anlatımı desteklediğini açıkça belli eden şair, Türk Edebiyatında önemli bir isim olmuştur. Kendisi bireyci değil toplumcu bir anlayışı benimsemiş ve şiirlerinde duyguya yoğun yer vermesi gözlerden kaçmamıştır.

Düzyazı

  • Şiir Her Zaman (1985)

Anı

  • İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986)

Ödülleri

  • Türk Dil Kurumu Sanat Ödülü (Yeşeren Otlar) (1955)
  • Yeditepe Şiir Ödülü (Yangın) (1981)

Bir Bilim Adamının Romanı (Oğuz Atay)

Bir Bilim Adamının Romanı

Bir Bilim Adamının Romanı, Oğuz Atay tarafından yazılmış olup ilk olarak 1975’te yayınlanmıştır. Biyografinin roman tarzına uyarlaması olan eser, bir bilim adamının yaşam öyküsünü anlatmaktadır. Oğuz Atay’ın hocası Mustafa İnan vasıtasıyla bahsedilen dönemin siyasal ve sosyal hayat düzeni yansıtılmıştır. Mustafa İnan’ın fotoğrafları da romana eklenerek, şahıslar okurun kafasında somutlaştırılmaya çalışılmıştır. Bir Bilim Adamının Romanı’nda ana kahraman, kırsal bir bölgeden şehre göç etmiş, zekası ve başarılarıyla dünyaca bilinen bir dâhi olarak karşımıza çıkmaktadır. Romanda yazar, eğitim sistemine eleştirilerde bulunmaktadır. Oğuz Atay’ın bu eseri MEB Yüz Temel Eser listesine girmeyi başarmıştır.

Romanın Konusu

Bir Bilim Adamının Romanı’nın konusu, akademisyen olan Mustafa İnan’ın yaşamı üzerinden anlatılan Türkiye’nin 1910 ve 1967 yılları arasındaki siyasal ve toplumsal düzenidir. Kırsal kesimden şehre gelerek bilim adamı olmayı hedefleyen Mustafa İnan’ın tüm çabası, güzel ahlakı ve hırsı ele alınmıştır.

Romanın Ana Fikri

Hayatta her zaman bir hedefe sahip olunmalı ve bu hedefe ulaşmak için mücadele edilmelidir. Toplum her zaman bireyden önce gelmeli ve toplumun menfaati için gereken hizmet verilmelidir. Yaşam boyunca değerlerimizden kopmamak ve güzel ahlaktan ayrılmamak gerekir. Doğru bilinen yoldan sapılmamalıdır.

Romanın Özeti

Bir Bilim Adamının Romanı’nın özeti de roman gibi iki bölümden oluşmaktadır. Mustafa İnan’ın doğduğu ilk günden eğitim hayatının sonuna kadar olan zaman dilimi ilk kısımda, akademisyenliğinden ölümüne kadar uzanan zaman dilimi ise ikinci kısımda işlenmektedir.

29 Ağustos 1911’de dünyaya gözlerini açan Mustafa İnan Adana’da doğmuştur. Seyyar bir posta memuru olan babasının ismi Hüseyin Avni’dir. Mustafa İnan, tıbbın o dönemlerde yeterince gelişmiş olmaması sebebiyle altı kardeşini kaybetmiştir. Bu sebeple Mustafa’nın doğumu ailesinin gözünde mucizevidir ve hayata tutunabilmesi için çok emek verilmiştir. 1. Dünya Savaşı zamanlarına denk gelen bebekliği, Adana’nın Fransa işgali altında olmasından dolayı başka yerlere göç etmekle geçmiştir. Küçük yaşta bu sorunlarla başa çıkmaya çalıştığı için ağırbaşlı ve olgun bir karaktere sahip olmuştur. Babası, işi nedeniyle başka şehirlere gitmek durumda kalmış, annesi ise işgal altındaki bu şehirde çocuklarıyla tek başına kalmıştır. Artık dayanamaz ve bu şehirden kaçmaya karar verir. Bu sebeple bir süre de Konya’da kalan Mustafa, Divan Edebiyatına Mevlana ile ilgi duymaya başlar ve şiir en sevdiği tür olur. Maddi sıkıntılar nedeniyle annesi Mustafa’yı kuyumcuda işe sokar. Mustafa o dönemlerde hem çalışır hem de okumaya devam eder.

Savaşın sona ermesiyle doğduğu yere geri döner. Bir akşam, kavurucu sıcaklarında etkisiyle damda yatmak isteyen Mustafa, bir talihsizlik yaşayarak damdan düşer. Oysaki bu düşüşün etkisini ölene dek göreceğini ve yaşamını kökünden değiştiren bir mucizeye sebebiyet vereceğini bilmemektedir.

Mustafa, okul yılları boyunca yatılı okulda kalmıştır. Hatırlama ve öğretme yetisi birçok insandan üstündür. Konuları yazma gereği duymadan aklında tutar ve hocalarından daha kolay bir biçimde akranlarına anlatabilmektedir. Bu durumun hocalarının da dikkatinde kaçmaz. Bu yetenekleri vesilesiyle hep öğretmen olmayı düşlemiştir. Makam ve mevki hiçbir zaman umurunda olmamış, öğretmeyi ve ileri nesillere örnek olmayı kendine hedef edinmiştir. Yurt dışından kendisine gelen talepler olsa da Türkiye’de kalıp buradaki insanlara yardımcı olabilmeyi tercih etmiştir. Yurt dışına yapılan beyin göçü onu her daim üzmüştür. Kendisi, doktorası yurt dışında kabul gören ilk Türk bilim insanı unvanını elinde tutmaktadır. Sahip olduğu derin bilgisi ve üstün zekasıyla kendini birçok çalışma için kabul ettirmiş ve çok küçük bir yaşta dekan ve rektör olabilmiştir. Her zaman Türk halkına hizmeti hedef edinmiş ve başardığı ilklerle Türk bilim tarihine adını kazımıştır. Lösemi hastalığı sebebiyle Almanya’da tedavi görmek zorunda kalan Mustafa İnan, kendi ülkesinde can verebilmek için çok çabalamıştır. Yası bütün ülkede tutulmuştur.

Romanın Kahramanları (Kişileri)

  • Mustafa İnan: İdealist, eğitimin ve bilimin izinden ayrılmayan biridir. Türkiye’ye ve Türk halkına olan saygısı, sevgisi ve inancı çok büyüktür. Daima hizmet etme arzusuyla doludur. Diğer tüm işleri görmezden gelerek kendini sadece öğretmenliğe adamıştır. Maddi sıkıntılar çekmesine rağmen kişiliğinden ödün vermemiştir.
  • Jale Hanım: Mustafa’nın öğrencisidir. Mustafa daha henüz öğrenciyken kendisine hocalık yapmıştır. Çok zengin bir aileden gelmesine rağmen öğretmeninden çok etkilenmiştir. Sabırlı ve kendini feda edebilen bir karaktere sahiptir. Mustafa ile evlenmeyi kabul etmiştir.

Romanın İncelemesi

Bir Bilim Adamının Romanı’nın incelemesi yapıldığında, geleneksel bir anlatıcının hakim olduğu görülmektedir. Eser aynı zamanda üçüncü tekil şahıs kullanılarak yazılmıştır. Romanın bazı bölümlerinde Mustafa İnan vasıtasıyla, Oğuz Atay’ın düşünce ve inanç yapısı aktarılmıştır. Olay örgüsü akıcı bir biçimde ilerlemektedir. Yazarın kendine has üslubu ve kurgusu dikkat çekmektedir.

Romanın Yazarı Hakkında Kısa Bilgi

12 Ekim 1934’te Kastamonu’da dünyaya gelen Oğuz Atay liseyi Ankara Maarif Koleji, üniversiteyi ise İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okudu. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde de görev yapmasının yanında birçok dergi ve gazetede söyleşi ve makaleleri yayınlandı. Akademisyenliği anlattığı Topografya adlı bir eseri de bulunmaktadır. TRT Roman Ödülü’nü Tutunamayanlar ile 1970’te kazandı. Beynindeki tümör sebebiyle 1977 yılında hayatını kaybetti. O zamanlar Türkiye’nin Ruhu isimli eserini yazmaktaydı. Vefatından sonra Günlük ve Eylembilim adlı eserleri de yayınlanmıştır.

Yazarın diğer eserleri;

  • Tutunamayanlar
  • Tehlikeli oyunlar
  • Korkuyu Beklerken
  • Oyunlarla Yaşayanlar
  • Günlük
  • Eylembilim
  • Türkiye’nin Ruhu

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Billur Köşk Masalları

Bir masal kitabı olan Tahir Alangu’nun yazdığı Billur Köşk Masalları konusu içinde toplam olarak 13 tane masal bulunmaktadır. Billur Köşk Masalları aslında çok eski bir geçmişe sahip olup, Türk masal derlemeleri arasında yer almaktadır. Halk arasında anlatılan masalların derlendiği bir çalışma olan Billur Köşk Masalları’nı, ilk olarak kimin ne zaman yazdığı ve kim tarafından yazıldığı bilinmemektedir.

Billur Köşk Masalları derlemesinin en önemli bir diğer özelliği ise Anadolu’nun ilk masal derlemesi olmasıdır. Billur Köşk Masalları ilk olarak doğu bilimleri uzmanı olan George Jacop tarafından 1889 yılında keşfedilmiştir ve ünlü araştırmacı üzerinde baskı tarihi bile bulunmayan bu masal kitabından söz etmiştir.

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) Özeti

Billur Köşk Masalları ilk olarak ne zaman yayınlandığı belli olmayan bir masal derlemesi olarak daha sonraki yıllarda pek çok yazar tarafından yeniden düzenlenip yayınlanmıştır. Buna bağlı olarak ünlü yazar ve edebiyat tarihçisi olan Tahir Alangu tarafından da, Billur Köşk Masalları 1961 yılında yeniden yayınlanmıştır.

Tahir Alangu haricinde bu ünlü ve sevilen masal derlemesi, Peyami Sefa tarafından 1925 yılında, Selami Münir tarafından ise 1937 yılında kitap haline getirilip, yayınlanmıştır. En sevilen derlemelerden biri olan Tahir Alangu Billur Köşk Masalları özeti ise hem insanları anlatan, hemde hayvanları anlatan, fantastik öğelerin sıklıkla yer aldığı masallar bütünüdür.

Sadece çocukların değil, büyüklerinde ilgiyle okuduğu Billur Köşk Masalları aynı zamanda içlerinde kralların, sultanların, padişahların ve kraliçelerin de yer aldığı büyülü hikâyeleri de içinde barındırmaktadır. Dünya ötesi yolculukların yer aldığı masal kitabı, ünlü yazar Tahir Alangu’nun akıcı ve güzel anlatımıyla daha da zevkle bir halde okunur hale gelmektedir.

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) Konusu

Ünlü yazar ve edebiyat tarihçisi Tahir Alangu’nun kaleme aldığı ve 1961 yılında yayınladığı Billur Köşk Masalları isimli kitapta birbirinden güzel 13 masal yer almaktadır. Kitapta yer alan masalların her biri okuyucuları ayrı bir yolculuğa çıkarmaktadır. Buna bağlı olarak Billur Köşk Masalları kitabında yer alan masallardan birisinin konusu örnek olarak şu olmaktadır;

Billur Köşk Masalları – Tasa Kuşu

Çok uzak ülkelerin birinde bir padişahın çok sevdiği bir kızı varmış. Padişah kızını çok sever ve onun bir dediğini iki etmezmiş, böylelikle padişahın kızı da dert tasa nedir bilmezmiş. Günlerden bir gün padişahın güzel kızı ile hoca hanım otururlarken, hoca hanım kıza dönüp bir derdinin olduğunu ve buna çok üzüldüğünü söylemiş.

Padişahın kızı hoca hanımın bu dediğine gülüp, onunla dalga geçmiş ve hiç ilgilenmemiş. Bunun üzerine çok kızan ve üzülen hoca hanım ondan intikam almak için kıza bir tasa kuşu alıp, hediye etmiş. Padişahın kızı bir gün bahçede dolaşırken kuşu da yanına almış ve onu bahçeye salmış. Bunun üzerine kuş kızı alıp, onu çok uzaklara götürüp, bırakmış.

Dağ başında tek başına kalan sultan, bir çobandan erkek kıyafetleri alarak onları giymek zorunda kalmış. Daha sonra kasabaya giden padişahın kızı, aç olduğu için çaycıdan iş istemiş, çaycı bunu işe almış, geceleri de yatması için bir oda vermiş. Padişah kızı burada hayatını geçirirken, bir gece tasa kuşu gizlice onun yanına gelmiş. Bütün bardakları kırmış, dükkânı yerle bir etmiş.

Bunun üzerine sabah dükkâna gelen çaycı bunu kızın yaptığını sanıp, onu dövmüş ve işten kovmuş. Ortada kalan padişah kızı aç kalmamak için bu seferde bir terzinin yanına işe girmiş. Tasa kuşu gelip yine dükkânı dağıtmış, kız yine kovulmuş, daha sonra bir avizecinin yanına girince de yine tasa kuşu gelmiş her yeri dağıtmış. Padişah kızı böylelikle girdiği her işten her seferinde kovulmuş. Zavallı kızcağız artık başa çıkamayınca dağlara gitmiş.

Dağda gezerken bir şehzadeye rastlamış, şehzade ona aşık olmuş, kızla evlenmiş. Kırk gün kırk gece düğünleri olmuş. Sultanın bebeği olunca tasa kuşu gelmiş, bebeği kaçırmış, kaçarken de kızın ağzına kan sürmüş gitmiş. Padişah torununun yok olduğunu görünce kızı idam ettirmek istemiş ama karısını çok seven şehzade buna izin vermemiş. Daha sonraları ise tasa kuşunun ettikleri bir bir ortaya çıkmış, padişah kızı çocuklarına kavuşmuş, böylelikle ortada olan lanet ortadan kalkarak herkes mesut ve mutlu yaşamış.

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) İnceleme

En ünlü ve eski tarihli masal derlemelerinden birisi olan Billur Köşk Masalları incelemesi dâhilinde, Anadolu’nun içinden doğmuş olan masallar bulunmaktadır. Halk arasında senelerce anlatılarak, nesilden nesile aktarılan bu masallar Tahir Alangu’nun anlatımıyla daha da büyük bir anlam kazanmaktadır.

Billur Köşk Masalları çocuk kitapları kategorisinde, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmış olup, ünlü masal kitabının sayfa sayısı ise 352 sayfadır. Türk kültürünün en güzel eserlerinden birisi olan eser aslında anonim bir eser olup, Tahir Alangu’nun 13 masalı derlemesi ile günümüzde de hayat bulmuştur. Billur Köşk Masalları kitabının içinde yer alan masalların başlıkları ise şunlar olmaktadır;

  • Billur Köşk ve Elmas Gemi
  • Ağlayan Nar ile Gülen Ayva
  • Helvacı Güzeli
  • Muradına Eren Dilber
  • Tasa Kuşu
  • Muradına Eremeyen Dilber
  • İğci Baba
  • Sefa ile Cefa
  • Hırsız ile Yankesici
  • Saka Güzeli
  • Alicengiz Oyunu
  • Mercan Kız
  • Karayılan

Bilge Karasu Hayatı ve Eserleri

Bilge Karasu

Bilge Karasu,  1930 senesinde İstanbul’da hayata gözlerini açmıştır. Bilge Karasu hayatı, edebiyata adanmış bir hayat olarak nitelendirilebilir. Eğitim hayatında lise dönemini Şişli Terakki Lisesi’nde tamamlamıştır. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü tamamlamıştır. Üniversite hayatından sonra Ankara Radyosu Dış Yayınlar Bölümü’nde çalışmıştır. Avrupa’nın birbirinden farklı ülkelerine gitmiştir. 1974’te Hacettepe Üniversitesi’nde akademisyen sıfatıyla göreve başlamıştır. 1950 senesinde ilk yazısını yayımlamıştır. Hemen ardından 1952 senesinde ilk öyküsünü halkın beğenisine sunmuştur. Bilge Karasu, birçok tarzda yazmıştır. Öykü, roman ve deneme alanlarındaki yazısıyla dikkatleri çekmiştir. Felsefeye de ilgi duyan Karasu, yazılarında felsefi sorunlara yer vermiştir.

Bilge Karasu özel hayatı hakkında ise çeşitli söylemler söz konusudur.  Yahudi bir ailenin oğlu olarak bilinen Bilge Karasu aynı zamanda eşcinsel olması – öyle bilinmesi – sebebiyle bazı topluluklar tarafından dışlanmıştır. Bilge Karasu yaşadığı dönemde ‘’kaçak’’ , ‘’yalnız adam ‘’ , ‘’yabancı’’ gibi sözleri sıklıkla duymuştur. Bilge Karasu bunları inkâr etse de yapılan araştırmalarda ve onun hakkında yazılan yazılarda bu bilgiler hala kullanılmaktadır. Karasu’nun yazdığı eserleri biraz yakından inceleyelim.

Troya’da Ölüm Vardı

Bilge Karasu hikâye anlayışı bu kitapta anlaşılmaktadır. On üç hikâyeden oluşur ve bunlardan dokuzu aynı konu diğer üçü değişik kişi ve konuları ele alan hikâyelerdir. Karasu’nun 20 yaşlarında yazdığı ve 1963 yılında yayımladığı ilk öykü kitabıdır. Doğum ve ölümü birbirine harmanlamış ve iki kavramı da sıradanlaştırıp felsefi anlayışını gözler önüne sermiştir. Postmodernizm anlayışıyla yazdığı roman görünümlü hikâye kitabıdır.

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı

Eser üç hikâyeden oluşmaktadır. Ada, tepe ve dutlar bölümlerinden oluşan kitap 1970 yılında yayımlanmıştır. Hikâyede zaman kavramı iç içe geçmiştir. Bilge Karasu felsefesi bu eserinde de kendini göstermektedir. Hikâyenin ilk kısmı olan Ada bölümünde Andranikos’un adaya kaçışını anlatır. Bu hikâyede kaçmak eylemi göze çarpar. Tepe isimli hikâyede ise geriye dönüş ve tasvir yöntemlerini kullanmıştır. Son kısım Dutlar bölümünde ise okuyucuya umut aşılayan cümlelere yer vermiştir.

Göçmüş Kediler Bahçesi

Kitap on dört öyküden oluşmaktadır. Öykülerin her biri okura farklı lezzetler sunmaktadır. Karasu, kısa öykülerini masal olarak nitelendirir ve her okunuşta farklı bir tat almamızı sağlayan bu kitap çoğu hikâye okuyucusunun başucu kitabı haline gelmiştir.

Kısmet Büfesi

On öyküden oluşmaktadır. Resimler ve fotoğraf kullanarak öyküleri yazmıştır. Bu kitapta Karasu, postmodernizm anlayışında ne kadar ileri gidebildiğini göstermiştir. Öykülerde süslü ve kolay anlaşılmayan bir dil kullanılmıştır. Okuyucuyu biraz düşündürmeye çalışan Karasu, bu kitapta olay örgüne bağlı kalmamıştır.

Kılavuz

Bilge Karasu roman anlayışı bu kitapta kendini göstermiştir. Karasu’nun ikinci yayımladığı romandır. Kitap üç bölümden meydana gelmektedir. Hayal ve gerçek gibi kavramlara sürekli yer vermiş ve başkahramanın hayallerini gerçek zannetmesini konu alır. Suç işlemediği halde cinayet işlediğine inanan ana karakter Uğur, intihar etmeyi düşünür. Romanda ölüm kavramı sürekli karşımıza çıkmaktadır.

Gece

Roman dört bölümden meydana gelmektedir. Yer, zaman ve olay belirsizdir. Olaylar arasında kopukluklar söz konusu ve olaylar katman katmandır. Yazar arada kısa kısa bilgiler vererek olayı anlamamıza destek olur. Bilge Karasu’nun ilk romanı olma özelliğini taşıyan bu kitap 1985 senesinde yayımlanmıştır. Bu romanda yazar okuyucudan beklenti içindedir. Olay ve zaman örgüsü belli olmadığından anlaşılması güç olan bu kitapta okuyucuya çok iş düşmektedir. Bu sebeple tembel okuyucu kitlesine hitap etmeyen bir roman olduğunu söyleyebilir.

Altı Ay Bir Güz

İmgelerle dolu, süslü bir anlatıma sahip Karasu imzalı bir denemedir. Okuyucu okurken anlamakta güçlük çekebilir. Kitabın kahramanının anılarına ve yaşamına dönük, hayata dair derin anlamlar içeren bir kitaptır. Bilge Karasu’nun hayata gözlerini yummasının ardından yayımlanan eserlerinden birisi olma özelliğini taşımaktadır.

Ne Kitapsız Ne Kedisiz

Denemelerden oluşan bir kitaptır. Bilge Karasu felsefi anlayışı ve kendine has üslubu kitapta kendini oldukça belli etmektedir. Yazar bu kitapta hayat felsefesini açıkça belli etmiş ve süslü anlatımıyla okuyucuya sunmuştur.

Radyo Oyunları

  • Peter Pan (Radyo için oyunlaştıran Bilge Karasu) , Ankara Radyosu
  • Sevilmek ,(Ocak 1970) , Ankara Radyosu
  • Kerem ile Kediler ,(Mart 1970), Ankara Radyosu
  • Gidememek
  • Aşk

Çeviri

  • 1953, Cep Kitapları, Abraham Lincoln, Emil Ludwing
  • 1956, Yenilik Yyayınları, Doktor Martino, William Faulkner
  • 1981, Karacan Yayınları, Bella’nın Ölümü, Georges Simenon

Deneme

  • Ne kitapsız ne kedisiz (1994)
  • Narla İncire Gazel (1995)
  • Altı Ay Bir Güz (Ölümünden sonra yayımlandı)

Roman

  • Gece
  • Kılavuz

Öykü

  • Troya’da Ölüm Vardı (1963)
  • Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970)
  • Göçmüş Kediler Bahçesi(1980)
  • Kısmet Büfesi (1982)
  • Lağımlaranası ya da Beyoğlu
  • Susanlar (2008) (öykü, şiir, deneme, röportaj)

Hakkında Yazılmış Kitaplar

  • Bilge Karasu Aramızda (1997) (Hazırlayanlar: Füsun Akatlı, Müge Gürsoy Sökmen)
  • Yazının da Yırtılıverdiği Yer (Bir Bilge Karasu Okuması) (2007); yazar: Cem İleri; Metis Yayınları
  • Bilge Karasu’yu Okumak (2013) (Hazırlayan: Doğan Yaşat), Metis Yayınları.

Almış Olduğu Ödüller

  • 1963 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü, D. H. Lawrence ’den çevirdiği Ölen Adam ile
  • 1970 Sait Faik Hikâye Armağanı, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile
  • 1994 Pegasus Ödülü, Gece ile
  • 1994 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Ne Kitapsız Ne Kedisiz ile

Beyaz Gemi (Cengiz Aytmatov)

Beyaz Gemi

Beyaz Gemi, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov tarafından 1970 yılında yazılmıştır. Özgün dili Rusça olan bu eserin Türkçe çevirisini, 2016 yılında Refik Özdek yapmıştır. Toplamda 168 sayfa olan romanda Beyaz Gemi, özgürlüğü simgelemektedir. Türk yazarların önde gelenlerinden Cengiz Aytmatov’un en bilindik ve önemli eserlerindendir.

Romanın Konusu

Beyaz Gemi romanının konusu; dedesi ile beraber birkaç ev nüfuslu San-Taş isimli küçük bir vadide yaşayan, annesi babası tarafından terk edilmiş, gerçekte mutsuz ama hayal dünyasında bir o kadar mutlu olan bir çocuğun psikolojisi ve yaşadıklarıdır. Çocuğun dedesinden başka seveni ve arkadaşı yoktur. Dedesinin masallarıyla büyümektedir. Anlattığı hikayelere inanması, çok kez hayal kırıklığı yaşamasına sebep olmuştur.

Romanın Özeti

Beyaz Gemi romanının özeti şu şekildedir:

Sadece birkaç evin bulunduğu San-Taş Vadisi’nde çocuk, Mümin isimli dedesi ve nine birlikte yaşamaktadır. Yamaçlar ve boğazın arasında ortak bir nokta gibi olan vadi, ormanlık bir bölgededir. Hiç arkadaşı olmayan çocuk, çoğu zaman çok sıkılmaktadır. Tek yapmayı sevdiği şey, Isık Göl’ü eski dürbünü ile izlemek ve Beyaz Gemi’ye denk gelmeye çalışmaktır. Çocuk, dedesinin anlattığı hikayeler sebebiyle oldukça geniş bir hayal dünyasına sahiptir.

Annesi ve babası tarafından terk edilmiş olmasına rağmen çocuk, babasının beyaz gemi kaptanı olduğuna inanır. Bir gün babasının yanına gidebileceğine ve bunu balık olup gemiye yüzerek başarabileceğine inanmaktadır. Mümin dede zekası ve çalışkanlığıyla bilinir. Ona Kıvrak Mümin diye hitap edilir. Orozkul adında kilolu, koca kafalı ve alkol tüketmeyi çok seven bir damadı vardır. Orozkul’un eşi kısırdır ve Orozkul bundan eşini sorumlu tutmaktadır. Alkolü fazla kaçırdığı zamanlarda eşini dövdüğü bile olmuştur. Sözüne güvenilmez biri olan Orozkul, alkol aldıkları zamanlarda arkadaşlarına tutamayacağı sözler verir. Sabah olduğunda ve ayıldığında bin pişman olur.

Dedesinin anlattığı masalları dinlemeyi çok seven çocuk, her akşam “Boynuzlu Maral Ana” masalını dinler olmuştur. Dedesi, Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan geldiklerini söyleyip durur. Hikayeye göre Maral Ana vadiyi terk etmiştir ama onları koruyordur. Evleri, çocuğun okuluna uzak olmasına rağmen Münin dede onu her gün okula götürür ve hiçbir zaman geç kalmaz. Bir gün çocuk kayalarla oynadığı sırada, oradan ot toplamaya gelen birkaç kamyonu takip eder. Aracı süren kişi farkına varınca durur ve onunla konuşur. İsmi Kulubeg olan şoför, çocuğa dedesi ile tanıştığını ve kendisinin de Boynuzlu Maral Ana soyuna dahil olduğunu söyler. Daha sonra oradan ayrılır.

Orozkul ile birlikte çalışan Münin dede, ağaçları dağdan indirmeye çalıştıkları sırada Marallara rastlar. Epey vakittir onları görmemiş olan dede işleri nedeniyle dikkatini oraya veremez. Dede, Orozkul’dan çocuğun okul çıkışına yetişebilmek için izin ister ama işler yoğun olduğu için ret cevabı alır. Bir süre işlerle ilgilenmeye devam eden Mümin dede, daha fazla dayanamaz ve izinsiz gitmeye karar verir. Daha önce hiç böyle yapmamıştır. Yoldayken, çocuk ve öğretmeniyle karşılaşırlar. Mümin dede öğretmenden af dilemiştir fakat çocuk küsmüştür ve hiç konuşmamaktadır. Dede, bugün Boynuzlu Maral Ana ile karşılaştığını söyleyerek çocuğun gönlünü almayı planlar. Çocuk bir anda sevinir ve heyecanlanır. Onu ormana götürmesi için dil dökmeye başlar. Uygun bir saat olmadığını söyleyen Mümin dede eve vardıklarında Orozkul’un öfkesiyle karşılaşır. Yine eşi Bekey’e şiddet göstermiş ve bu sebeple çocuğu korkutmuştur.

O gece kötü hava koşulları nedeniyle yolda kalan Kulubeg ve dostları, kalmak için Mümin dedeye gelirler. Sabaha kadar kalırlar ve daha sonra yollarına devam ederler. Aynı gün arkadaşıyla beraber verdiği sözü tutmak amacıyla çaya giden Orozkul’un peşine Mümin dede takılır. Orozkul’u kendisini affetmesi için ikna edebileceğini düşünür. İş başında oldukları sırada tekrar Marallara rastlarlar fakat yine üstünde durmazlar.

Çocuk, o gün rahatsızlanmıştır ve yatmaktadır. Gülme seslerine uyanır, dışarıya çıkar. Herkesin çok alkollü ve mutlu olduğunu görür. Dedesinin kenarda yer çökmüş olduğunu ve ateşle oynadığını fark eder. Yanında içi et ile dolu bir kazan durmaktadır. Dedesine bağıran ve sesini duyuramadığını fark eden çocuk, ters giden bir şey olduğunun farkına varmıştır. Dışarıya baktığında Orozkul’un Maral Ana’nın boynuzlarına vurduğunu ve yerde bir geyik derisi olduğunu görür. Çocuk olanları az da olsa anlamıştır ve korkup yatağına kaçar. Kulubeg’in bir kahraman edasıyla gelip onları koruyacağını ve Orozkul’a hak ettiğini yapacağını hayal eder.

Masa içeri taşınmıştır ve çocuk kahkahalarla tekrar uyanır. Tam o sırada Seydahmet yaşananları anlatmaya başlar. Çaydan tomruk çıkarma işi son bulduktan sonra Mümin dede ve Seydahmet ormandaki işlerine devam ederler. Marallarla bir kere daha karşılaşırlar. Maralları öldürmek isteyen Seydahmet’e, Mümin dede engel olmaya çalışır fakat o Maralları takip eder. Çok alkollü olması sebebiyle kurşunu Marallar’a isabet ettiremez. Mümin dede asla istememesine rağmen gözünü korkutur ve onun ateş etmesini ister. Mümin dede kendini Orozkul’a affettirmek amacıyla Marallar’ı vurur.

Çocuk, tüm bu duyduklarından sonra dedesine bakmaya gider. Dedesi ilk gördüğü yerde yatmaya devam etmektedir. Tekrar tekrar seslenir ama cevap alamaz. Göle gidip suya atlamaya karar verir. Balığa dönüşeceğine ve babasına kavuşacağına inanır. Su ile beraber akıp giden çocuk, asla babasına kavuşamayacak ve balık dam olamayacaktır.

Romanın Karakterleri (Kişileri)

  • Çocuk
  • Mümin Dede
  • Orozkul
  • Bekey Hala
  • Gülcemal
  • Seydahmet
  • Nine
  • Kulubeg

Romanın İncelemesi

Beyaz Gemi romanının incelemesi yapıldığında, gözlemci bakış açısıyla yazıldığı görülmektedir. Üçüncü tekil şahıs kullanılarak anlatılmıştır. Olay örgüsü düzenli değildir ve konular arasında atlama yapılmıştır. Betimlemeye sıkça yer verilmiştir.

Beyaz Diş (Jack London) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Beyaz Diş

Yazar kitabında, yaşadığımız müddetçe karşılaştığımız, sıkıntılara direnmemiz gerektiğini, kurt ve köpek karışımı olan karakterle anlatmaktadır.

Eserin Özeti

Beyaz Diş özeti Bill ve Henry iki arkadaş olarak, zengin birine ait olduğu düşünülen tabutu- soğuk bir kış günü zor şartlar altında- kendilerini izleyen kurtlar eşliğinde, M’Gurry adlı kente  kızaklarına bağlı köpekler ile taşımaları  ve devamındaki maceraları kapsar.

Beyaz Diş olay örgüsü, yarı köpek olan bir kurdun tüm cesareti ile köpeklerin yanına gidip, onları etkileyerek, birden fazla, köpek olan gurubun içinde onları parçalamışlardı. Bill ateşin başında, köpekleri uzaklaştırmak için yaptığı bir hareketle saldırıya maruz kaldı. Ve köpeklerin hunharca saldırıları sonucu parçalayıcı dişleri arasında son nefesini verdi. Olayı bire bir gören Henry korkusundan yatmamıştır. Soğuktan donmak üzereyken, iki gece sonra köpekleriyle Henry oradan geçen birilerinin yardımıyla sağ olarak evine ulaştırılabilmiştir. Kitche, köpekleri kandıran kurt, aynı zamanda Beyaz Diş’in annesidir.

Tek Göz ise deneyimleri ve gücüyle, sürünün en olgunu olarak Kitche’i etkilemek için, onu isteyen diğer köpeklerle yaptığı, it dalaşında başarılı olur. Ve Kitche’i hak eder. Beraberliklerinden, Beyaz Diş doğacaktır. Beyaz Diş yavaş, yavaş palazlandıkça, nasıl av bulması gerektiği, tabiatın içinde, kendi rakipleriyle nasıl başa çıkacağını, bilecektir. Zamanı geldiğinde, anne ve babasından uzaklaşır.

Beyaz Diş farkında olmadan Kızılderili kabilelerinden birine girmiş olup, kaçmak istese bile kurtulamamıştı. Beyaz Diş onu kurtarmak için sesine gelen annesi Kitche’le Gri Kunduz adında kabile üyesi tarafından, sahiplenildi.

Gri Kunduz, gözetiminde çadıra getirilen Beyaz Diş ve annesi buradaki köpeklerle sürekli dalaşır. Diğer köpekler onu aralarında görmek istemezler. Bu arada annesi Kitche takasa denk gelecek şekilde, bir başka Kızılderili’ye verilir. Tek kalan Beyaz Diş, dalaşa, dalaşa diğer köpeklerle, dövüş konusunda deneyimleri artar. Hareketleri diğer hayvanlardan, daha hızlı çevik ve kurnazdı. Hile yapmanın yollarını öğrenmişti. Artık insanlara, karşı daha sakin ve uysaldı. Böyle davranmazsa insanlar tarafından cezalandırılacağını biliyordu.

Bir gün Yukon’a satış yapmak üzere, gelen Gri Kunduz yanında Beyaz Diş ’ide getirir. Ne yazık ki burada da saldırgan köpekler vardır. Beyaz Diş bunlara karşı savunma yapmak üzere dalaşır. Beyaz Diş ve Karakterleri içerisinde Güzel Smith Beyaz Diş’ i gördüğünde almak ister. Fakat sahibi vermeyince, bir süre onu kandırıp içkiye alıştırır. Gri Kunduz içkiye alıştıktan sonra, önce tüm paralarını, sonra da güzel dövüşen köpeğini aldı.

Güzel Smith tarafından, Beyaz Diş açlığa ve dayağa maruz bırakılarak, diğer köpeklerle dalaştırılır. Bir defasında, terbiye olması için onu çok kötü bir şekilde döver. Beyaz Diş’ i kafese kapatır. Kafesten sadece dövüş zamanı çıkarılacaktır. Bazen kurt ve vaşaklarla bile dalaştırıldığı olmuştur. Hayatta kalabilmesi için, tek çarenin öldürmek olduğu öğrenmişti. Artık Beyaz Diş her müsabaka da kazanarak kurtulmayı başarınca, sahibi tarafından, gösteri dünyasına, dahil edilip insanlara sergilenir.

Cherokee diye bilinen Doberman, cinsi bir köpekle kapışmasında, onun ısırıklarından kurtulamaz. Feci şekilde yara almıştır. Olaya şahitlik eden, aynı zamanda parayla almak isteyen, altın toplayıcıları Weedon Scott ve Matt vahşi köpeğin ağzından onu kurtarıp himayelerine alırlar.

Bu aileye Beyaz Diş’ in alışma süresi biraz uzamış olsa da, ilerleyen günlerde, Scott’un Beyaz Diş’e karşı iyi davranması hayvanı oldukça etkilemiş, onsuz yemez içmez, adeta nefes alamaz duruma gelmişti. Scott öyle ki işleri için, evden uzaklaştığında, Beyaz Diş üzülmesin diye onu da yanına alarak yolculuk eder oldu.

Weedon Scott Kaliforniya ‘ya ailesinin yanına giderken de Beyaz Diş’ i götürecektir. Aile üyeleri başlarda, hırçınlığından dolayı hayvanı sevmeseler de, Weedon Scott’un babasını öldürme planıyla, evlerine gelen caninin tam iş başındayken onu yakalaması ve yargıç Scott’u son anda ölümden kurtarması, ve silahından çıkan kurşunla yaralanması üzerine derhal hastaneye kaldırılır. Yapılan operasyonla kurtarılıp hayata döner. Bütün bu durumlar aile içinde sevgiyle karşılanır. Beyaz Diş, bundan sonrasında aile tarafından benimsenecektir.

Eserin Konusu

Yazar, köpek ve kurt karışımı Beyaz Diş’ in, farklı özellikte, çeşitli zamanlarda sahipleri ile yaşadığı sınavı akıcı bir şekilde yazmıştır. Başlarda yırtıcı ve saldırgan olan bu varlığın, yaşadıkları zorluklarla birlikte, sakinleşip terbiye olduğu işlenmiştir. Merak uyandırıp, okunulası bir eser olarak, okuyucuya sunulmuştur. Medeniyetten kaçıp kurtulması gerekirken, insanlarla yaşamak için ormanı tek eden Beyaz Diş, bu sınavını oldukça acımasızca verecektir.

Eserin İncelemesi

Jack London’un  ‘’Vahşetin Çağrısı’’ adı altında çıkan eseri gibi köpek temalıdır. Eser, yazarın tanınmasına sebep olan en çok satan kitabı olup, 1906 da basılmıştır. Tüm Dünya’da duyulunca, başka dillere tercümesi yapılmıştır. Yazar, eseri kaleme alırken, Amerikan Gerçekçiliği denilen bir tarz kullanarak yazmıştır.

Jack London, küçüklüğünden gençliğe kadar geçen dönemde, sakin olmayan, ipe sapa gelmez bir kişilikti. Sonraki yıllarında Alaska’da değerli maden olduğu duyumunu almış. Ve altın bulmak üzere Alaska’ya gidecektir. Değerli madeni ararken, çevresini saran köpeklerin hayatını inceleme fırsatı bulmuştur. Altın bulamadan eve dönüş yaptığında, dimağında köpeklerle ilgili bir başka öykü belirmişti. Hayatına ait yaşadığı anları yazarak romanlar çıkaran, Jack London kısa ömrüne az fakat yıllarca okunabilecek kalitede, eserler sığdırabilmiştir.

Beş Şehir (Ahmet Hamdi Tanpınar) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Beş Şehir

Beş Şehir eserinin türü denemedir. İlk yayın tarihi 1946 yılıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar eserde gözlemleri ve etkileyici üslubunu bir arada kullanmıştır. Türk edebiyatında en kıymet verilen denemeler asında eser yer almaktadır. Denemede geçen beş şehir,

  • Ankara
  • Erzurum
  • Konya
  • Bursa
  • İstanbul

Beş Şehir Özeti

Bu bölümde Beş Şehir özeti genel olarak anlatılacaktır.

Ankara: Ankara her zaman dasitani ve muharip görünmektedir. Şehrin durumu bu duruma müsaittir. İstihkam manzarası uzaktan yassı iki tepe arasından göze çarpmaktadır. Millî mücadele bu şehirde tesir bırakmıştır. Ankara ili tarihin uzun şaşırtıcı olan tepkileri ile dolu haldedir. Asırlar boyunca uğramış olduğu istilalar, yangınlar ve yağmalamalar şehirde pek az iz bırakmıştır. Karışıklık içerisinde olan bu tarih daima insanın gözü ününde bulunmaktadır. Türk kültürüne ait daha önce medeniyetlerden gelenler bu şehirde çok canlı halde bulunmaktadır.

Erzurum: Birinci Dünya Savaşının geçirmiş olduğu acı tecrübeler burada çok açık bir şekildedir. Dört yıl boyunca bu dağlarda kurtlara insan eti ziyafet olarak çekilmiştir. Ölümün varlığı her yeri sarmalamıştır. Erzurum nüfusu o zamanlar altmış binden sekiz bine inmiştir. Erzurum, Millî Mücadeleye ön ayak olmuş bir ildir. Ermenistan zaferini kazanmıştır. Mücadeleler sonrasında yavaş yavaş şehir toplanmıştır.

Erzurum ili Türk tarih ve coğrafyasına 1945 metreden bakmaktadır. Malazgirt Zaferinin fethedilen büyük ve merkezi şehirleri arasında yer almaktadır. Millî Mücadelenin ilk temelleri Erzurum ilinde atılmıştır. Atatürk, Erzurum ilinde işe başlamıştır. İlk fatihlerin yaptığı gibi Atatürk’te Erzurum’dan Anadolu’nun iç kısımlarına yürümüştür. Erzurum’dan başlayarak milletin tarihi yeniden fethedilmiştir.

Konya: Konya ili bozkırların evladıdır. Kendisini gizleyen esrarengiz bir güzelliği bulunmaktadır. Bozkır kendine bir serabın çeşnisi edasını vermekten çok hoşlanmaktadır. Konya’ya nerden giderseniz gidin sizi bu serap karşılamaktadır. Serin gölgeler ve çeşmeler ise susuzluğa uzaktan gülen bir rüyadır. Yolların her birinde silinerek ve kaybolarak kendimizi Selçuklu Sultanlarına ait olan Konya’da bulmaktayız. Konya, Mevlâna şehridir. Mevlâna doğunun büyük şairleri arasında yer almaktadır.

Bursa: Bursa ili Türk ruhunun sahip olduğu en halis ölçülere kendiliğinden sahip olmaktadır. Evliya Çelebi, Bursa ilinden Ruhaniyetli şehir olarak bahsetmiştir. Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp bunlar şehrin semt ve mahalle adlarını oluşturmaktadır. Bu semtlerin adları bir zamanlar yaşamış olan insanların anılmalarının yansımalarını oluşturmaktadır.

Herkesin maziye karşı bilinmeyen bir özlemi bulunmaktadır. Bursa şehri erkeği tarafından unutulan, boş saray içindeki odalarda tek başına dolaşıp içlenen ve gümüş kaplı aynalara bakarak saçlarına düşen akları inceleyen eski masallardaki sultanlara benzemektedir. İlk olarak Edirne ili Bursa’ya ortak olmuştur. İstanbul ili ise daha sonrasında Bursa iline ortak olmuştur. Evliya Çelebi Bursa’nın çeşmelerinden bahsetmiştir. Bursa ili sudan ibarettir diyerek de Evliya Çelebi Bursa’ya ait sözü bitirmiştir.

İstanbul: İstanbul ili kendi güzellikleri ile insanda yarı ayrı duygular uyandırmaktadır. İnsanın hayallerinde başka şekilde yaşama ilhamları veren peyzajlara sahiptir. Şehir camilerin şehridir. Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy’ün tarafları, Çekmeceler, Bentler ve Adalar bir şehir içinde farklı coğrafyaların güzelliklerini içerisinde barındırmaktadırlar. İstanbul’da yaşayanlar az veya çok şairdir. Bu şairlik tarihten gündelik yaşama, aşktan sofraya kadar genişlik göstermektedir. Boğazın surlarında erguvanlar açmaktadır.

Eski İstanbullu insanlar bir masalın içinde yaşamaktaydılar. Günümüzde mahalle bulunmamaktadır. Mahallede bulunan ihtiyar kimseler birbirinin hatırlarını sormak için, bir kahveyi kırk yıl hatırla içmek niyetiyle ve geçmiş olan zamanı beraberce anmak için semt semt dolaşmaktaydılar. Bugünün mahalle insanı artık topluluk halinde yaşamamaktadır. Belediye teşkilatı içerisinde sadece var olmaktadırlar. Mahallede bulunanlar alttakinden üstekinin haberi olmadan yaşamaktadırlar.

İstanbul küçük bir Babil’e dönüşmüştür. Apartmanların pencerelerinden hep aynı radyo merkezine ait nağmeler duyulmaktadır. İstanbul’un minareleri kendisine ait olan hayallerden daha berrak bir aydınlığa benzemektedir. Beş Şehir İstanbul bölümü Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından bu şekilde kaleme alınmıştır.

Beş Şehir Konusu

Beş Şehir Konusu hayatımız içerisinde kaybolan şeylerin ardından duyduğumuz üzüntü ve yeni şeylere karşı beslemiş olduğumuz güçlü duygudur. Şehirler tarihi çatışma yoluyla anlatılmıştır.

Beş Şehir İncelemesi

Ahmet Hamdi Tanpınar tarafın yazılan kitap diğer kitaplarında olduğu gibi tarih ve kültür üzerine yaptığı düşüncelerini özetler niteliktedir. Yazarın kendisine ait tasvir yeteneği ile İstanbul, Bursa, Konya, Erzurum ve Ankara ilini Beş Şehir kitabında anlatmıştır. Yazar milli eğitim müfettişi olarak gezmiş olduğu yerleri ve bulundukları coğrafyaları kendisi yorumlamıştır. Yazar şehirleri yorumlarken tarih çatışmasını kullanmıştır. Yazarın bu şehirleri seçmesinin önemli bir nedeni ise şehirlerin başkentlik yapmış olmalarıdır.

Türk edebiyatımızda bulunan önemli denemeler arasında eser yer almaktadır. Anlatılan şehirlerin her birinin kendisine has tarihi ve doğal bir güzelliği bulunmaktadır. Yazar eserinde Evliya Çelebi’nin cümlelerine de yer vermiştir. Beş Şehir incelemesi bu şekilde aktarılmaktadır. Eser Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından deneme türünde kaleme alınmıştır.

Eserin anlatıldığı şehirler üzerinde birçok tasvirlerde bulunarak yazar anlatımda bulunmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri içerisinde Beş Şehir ön planda bir eserdir. Eser kendimizle yaşamak için geçmişle hesaplaşmamız gerektiği mesajını okuyucuya sunmaktadır. Kitap içerisinde yer alan ilk Şehir Ankara ilidir. Eserde şehirlerin sahip olduğu mimari yapılar hakkında da bilgi verilmektedir.

Benim Küçük Dostlarım

Benim küçük dostlarım

Halide Nusret Zorlutuna anı türünde yazmış olduğu bu hikâyede son derece önemli bir edebi eserdir. Benim küçük dostlarım konusu bir öğretmenin bakışı ile öğrencilerini tasvir edebilmekten ibarettir. Bu sebeple romanda birden fazla karakter ve konu bulunmaktadır. Hemen herkes için bir tercih unsuru olan başarılı öğrenci formu bu romanda farklı bir göz ile anlatılmaktadır.

Hikâyede öğretmenliği ve hayata bakış açılarının sıklıkla sorgulandığı görülmektedir. Hemen herkes tarafından beğenilerek okunan bu eser birçok öğrenci için yuva olan okul sıralarını da anlatmaktadır. Benim küçük dostlarım özeti tam olarak bu anlatımdır. Bir öğretmenden beklenen tek gerçek mesleğini iyi icra eden bir öğretmen olmasıdır. Aslında bu iyi neye göre şekillenmektedir. Bu kavram detayları ile anlatılmaktadır.

Öğretmenin Gözünden Öğrenciler ve Tasvirleri

Birden fazla karakter ile roman anlatılmaktadır. Bu öğretmenin gözünden bir anı formuyla okuyucuya aktarılmaktadır. Romanda önemli olan özellikle öğrencilerin başarılı olup, olmadığı ya da yetenekleridir. Benim küçük dostlarım incelemesi yapılırken genel olarak tasvirlerden sıklıkla bahsedilir. Anı türünde olmasının önemli detaylarından biri de kişiden kişiye değişen değişkenlerin bu romanda bir tabu olmasından ileri gelir.

Halide Nusret Zorlutuna ve Kalemi

Halide Nusret Zorlutuna sade ve doğal bir dil kullandığı romanında hemen herkes için bir parça hayat hikâyesi sunmaktadır. Okurken kişilerin devam edebileceği akıcılıkta yazı kalitesine devam etmektedir. Yazar aynı zamanda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Bu nedenle yazılarına son derece ciddi bir önem vermekte ve bu şekilde karakter analizleri yapılmaktadır.

Benim küçük dostlarım incelemesi yapılırken öğretmenlik mesleğine bakış açılarını anlatan ve nasıl bir öğretmen olunması gerektiği konusunda tasvirler yaparken, okuyucunun öğretmen tasvirine yönlendiren bir dil kullanılmıştır. Hemen herkes için bir bakış açısı üzerinden konuların anlatıldığı sade bir dil kullanılır.

Benim Küçük Dostlarım Konusu

Romanın en temel ana düşüncesi çocuk sevgisidir. Bu nedenle herkes için bir parça benlik barındırması mümkün olacaktır. Çocuk sevgisi herkes de vardır fakat bir öğretmende daha fazladır. Daha fazla olmak durumundadır. Benim küçük dostlarım konusu bu görüş etrafında dönmektedir. Yazar öğretmenliğe çocuklar ve hayatlarına ışık olma düşüncesiyle bağlanmaktadır. Yazar kitapta öğrencilerinden “Küçük Dostları” olarak bahsetmektedir.

Bir öğretmen gülmeyi biliyorsa öğrenciler mutlaka sevecektir. Gülmenin insan ruhu için en önemli ilaç olduğuna inanmaktadır. Genç yaşta öğretmen beş tanesi kız diğerleri erkek olan otuz kişilik bir sınıfta ilk öğretmenlik deneyimine başlamaktadır. Benim küçük dostlarım konusu olacak olan otuz öğrenci. Bu öğrenciler ile olan anıların anlatıldığı edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biridir. Romanda çoğunlukla öğretmende bulunan ve hatta bulunması gereken üstün vasıflardan bahsedilmektedir. Bu vasıflar bir öğrencinin bakışından, oturuşundan ve hatta konuşmasından ihtiyaçlarını görebilmeyi anlatan ifadeler kullanılmıştır.

Tecrübe Süzgecinden Geçen Hayat Parçaları

Yazar bu kitapta okul hatıralarından bahsederken aslında olunması gereken durumu tasvir etmektedir. Bu nedenle hemen herkes için son derece keyifli bir kitap olduğu görülmektedir. Benim küçük dostlarım özeti düşünüldüğünde bir anlam bütünlüğü oluşturan öğretmen doğru bir değer ile öğrencilerine verimli olursa, vatan ve millet için de ne doğru bir adım atmış olacaktır. Fedakârlık ve eğitimcilik anlayışının birleştiği öğretmenlik mesleğinden bir hayata dokunmak değil aynı onda otuz hayata yön vermek anlatılmaktadır. Meslek olarak sonsuz bir tahammül ve sevgi taşınması gerektiği düşüncesinin altı vurgulanmıştır. Kitap içerisinden bir öğretmende olması gereken özellikler sıralanmıştır.

Bir Öğretmen ve Yarınlar

Benim küçük dostlarım incelemesi yapılırken bazı detaylar dikkatleri çekmektedir. Bunlar;

  • Doğru öğrenci yetiştirmek için bir öğretmen öncelikli olarak mesleğini çok sevmeli,
  • Öğrenciler samimi genç, güler yüzlü öğretmenleri çok severler.
  • İyi bir öğretmen sadece okulda değil okul dışında da ilgilenmeli elini öğrencisinin üzerinden çekmemelidir.
  • Özellikle taşrada öğretmenlik yapmak son derece kıymetli ve önemli detaylar barındırır bu nedenle öğretmenler için oldukça önemli bir karakterler arasındadır.
  • Bir öğretmen için öğrenciyi yarınlara hazırlamak bu bilinç ile çocuk yetiştirmek son derece önemli detaylar arasındadır.

Bu noktada birçok detay daha bulunmaktadır. Kişilerin tercihleri arasında yer alan öğretmenlik son derece kıymetli bir görev olmakla birlikte kişilerin çocuk sevgisi olması ve çocuklara şefkatle eğitim vermeleri gerektiği bilincinde olunması gerekmektedir. Benim küçük dostlarım konusu öğretmen ve öğrenciler üzerine kişilerin karakterleri konumlandırılmaktadır.

Benim küçük dostlarım incelemesi

Yazarın son derece içten ve samimi bir anlatım dili bulunmaktadır. Bu nedenle hemen her öğretmen için önemli rol oynamaktadır. Öğrencilerine sonsuz bir sevgi ve saygı ile yaklaşan bir öğretmenin hikâyelerini konu almaktadır. Benim küçük dostlarım konusu yine aynı tema üzerinden ilerlemektedir. Herkes için bir ayrıntı olan ve son derece öğrencilerin en önemli detayları arasında olan ve bir öğretmenin öğrenci gözü ile son derece kıymetli detaylar içermektedir.

Halide Nusret Zorlutuna çocuk sevgisini ve eğitimini bu kitapta vurgulamaktadır. Hemen her konuda kişilerin eğitim ve güçlü bir gelecek ile hayatlara etki etmektedir. Hemen herkes için eğitimin önemli bir detayı olan öğretmenin çocuklar ile uyum içinde eğitim ve öğretimi tamamlıyor olması son derece önemlidir. Bu sayede gelecek nesillere aktarılması gereken önemli bilgi birikimleri öğretmen yolu ile aktarılmaktadır. Benim küçük dostlarım özeti çocuklar ve öğretmen ile olan eğitim anlayışı üzerinden ilerlemektedir.