Ahmet Mithat Efendi Hayatı ve Eserleri

Ahmet Mithat Efendi

Ahmet Mithat Efendi 1844 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş olup, yine 28 Aralık 1912’ de İstanbul’da vefat etmiştir. Babasını takriben 6/7 yaşlarında kaybedince, Vidin’ de kaza müdürü olarak görev yapan ağabeyinin yanına götürüldü. İlk Öğretim Okuluna burada başladı. Fakat ağabeyi görevi gereği İstanbul’a dönünce, Tophane Sıbyan Mektebinde öğrenimine devam etti. Daha sonraki yıllarda ağabeyinin Niş’e ataması yapılınca onunla birlikte, Niş Rüştiyesinde okuma fırsatı bularak Orta Öğrenimini tamamlamıştır. Tuna Vilayeti Mektebi Kaleminde 1863 yılında memuriyete başlamıştır.

Ahmet Mithat Efendi Şark kültürü ile ilgili çalışmalarıyla birlikte Arapça Fransızca ve Farsça dersi aldığı bu yıllarda ‘’Tuna’’ gazetesinde yazılar yazıyordu. Nihayetinde yayınlanan yazıları ve çabası Tuna Valisi Mithat Paşa’nın ilgisini çekti. Ona kendi ismi olan Mithat adını verdi. Kendisini Sandık Eminliği görevine getirdi. 1869 yılında Bağdat Valiliğine atanınca Paşa, değer verdiği Sandık Eminini yanında götürdü.

Ahmet Mithat Efendi Vilayete bağlı ‘’Zevra’’ adlı gazetenin yayımına devam ederken ilk kitaplarını çıkardı. Hâce-i Evvel ve Kıssa’dan Hisse’yi çıkardı. Başarılı kariyeri devam ederken, burada ağabeyini kaybetti. 1871 yılında onun vefatıyla birlikte ailesini yanına alarak İstanbul’a döndü. Ve ailesinin nafakasını kazanmak üzere, evinde basımevi kurarak, yayıncılığa devam etti. Aynı zamanda Ceride-i Askeriyye ve Basiret gazetelerine makaleler yazdı. Bu dönemde Türk Edebiyatı’nın İlk hikâye derlemelerinden olan ‘’Letaif-i Rivayet’’ adlı eseri çıkarmıştır.

‘’Dağarcık ve Kırk Ambar’’ dergileri ile ‘’Devir ve Bedir’’ gazeteleri 1873 – 1876 yıllarında yayınlandı. Bu süreçte Namık Kemal ile karşılaştı ve tanıştı. Yayınladığı ‘’ İbret ‘’ gazetesinin daimi yazarı olarak göreve başladı. Dönemin liderlerinden Abdülaziz’in, Meşrutiyet yönetimini savunan aydınları sindirmek gibi bir özelliği vardı. Dolayısıyla Dağarcık dergisinde bir inceleme yazısında yayımlanan darvinizm yazısının dinsizliği savunan bir düşünce olduğu kabul edilip yazar, Rodos’a sürgün edilmiştir.

Ahmet Mithat Efendi Abdülaziz’in vefat etmesi, 5. Murat’ın padişah olması ile beraber aftan yararlanarak İstanbul’a geri döndü. Sürgün yıllarına kadar ki dönemi ve sonrasını anlattığı ‘’Menfa’’ adlı eserinde Osmanlı’nın değişen yönetim tarzını eleştirmiş, ‘’Üssü İnkılap’’ adlı eseriyle dönemin padişahı 2. Abdülhamit’i överek kendisinin takdirlerini kazanmıştır.

Ahmet Mithat Efendi 1878 de basmaya başladığı Tercüman-ı Hakikat gazetesi yayını Osmanlı basın geçmişinin en uzun yayıncılığıdır. Yazar, 2. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte emeklilik döneminde Darülfünun’ da tarih ve felsefe eğitmenliği yapmış, ilerleyen zamanda Darüşşafaka’ ya geçmiştir. Öğretmenlik vazifesi devam ederken de hayata gözlerini kapatmıştır.

Ahmet Mithat Edebi Şahsiyeti

Roman ve hikâye dalında pek çok eser vermiş olan yazar, modern ve sade bir üslup kullanarak eserlerini tamamlamıştır. Aynı zamanda Ahmet Mithat Efendi çıkardığı gazeteler ile edebiyat dünyasında oldukça bilinen bir yazar ve yayıncımızdır. Kendisinin bilinen diğer edebi kişiliği hakkında bilgi aşağıda yer almaktadır.

  • En önemli yanı Roman ve Hikayecilikte yayınladığı eserleridir.
  • Ahbar-ı Asara, Tamim-i Enzar adlı kitaplarında garp roman çeşidinin gelişimi, var olan durumunu, detaylı bir şekilde açıklamıştır.
  • Didaktik eserler meydana çıkararak sade bir dille yazdığı yazılarında toplumun dikkatini çekmiştir.
  • Eserlerinin sonunda toplumun sosyal edebiyat anlayışına bağdaşması açısından, romanların sonu genellikle iyiler kazanıp, kötülerin kaybetmesiyle sonuçlanır.
  • Batı romanlarından çabuk manipüle olduğu için hemen akabinde benzeri eserler veren yazar kendisinden sonra gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ ada ilham olmuştur.
  • Ahmet Mithat Efendi kimi zaman okuyucunun dikkatini istenilen konuya çekmek için ,ona yazılarında seslenerek diyalog kurar.
  • Eserlerinde öğretici bir üslup kullanılmıştır.
  • Eserlerinde döneminde moda olan romantizm, realizm ve natüralizmin etkisinde kalmıştır.
  • 1874-1910 yılları arasında yazdığı romanları Tanzimat’ın ikinci dönemine denk düşmektedir.
  • ‘’Dekadanlar’’ tenkid konusunda yazılmış önemli bir eseridir.
  • ‘’Müsabaka-i Kalemiyye: İkram-ı Aklam’’ klasikler işlenmiş. Türk Edebiyat dünyasında da bu konu ilk kez ele alınmıştır.
  • Gazetecilik ve dergi yayıncılığını birlikte yürütmüştür.
  • ‘’Müşehedat’’ natüralist yaklaşımda en önemli eseridir.
  • ‘’ Bahtiyarlık’’ adlı eseri kent ve köy yaşamını karşılaştırmış. Köy toplumsal bir unsur olarak işlenmiştir.
  • ‘’Jöntürk’’ adlı son eseri 1908 Meşrutiyet yılını anlatır.

  Ahmet Mithat Efendi’nin Eserleri

Türk Edebiyat dünyasında sunmuş olduğu eserler incelendiğinde, Ahmet Mithat Efendi romancılığı kendi klasmanında ilklerde yer almaktadır. Bilindik romanlarından bazıları aşağıda sıralandığı gibidir.

Romanları

  • Hasan Mellâh yâhud Sır İçinde Esrar
  • Dünyaya İkinci Geliş yâhud İstanbul’da Neler Olmuş
  • Hüseyin Fellah
  • Felatun Bey ile Rakım Efendi
  • Karı-Koca Masalı
  • Paris’de Bir Türk
  • Çengi
  • Süleyman Musûlî
  • Yeryüzünde Bir Melek
  • Henüz On Yedi Yaşında
  • Karnaval
  • Amiral Bing
  • Vah! 1882
  • Acâib-i Âlem
  • Dürdâne Hanım
  • Esrâr-ı Cinâyât
  • Cellâd
  • Volter Yirmi Yaşında
  • Hayret
  • Cinli Han
  • Çingene
  • Demir Bey yâhud İnkişâf-ı Esrâr
  • Fennî Bir Roman Yâhud Amerika Doktorları
  • Haydut Montari
  • Arnavutlar-Solyotlar
  • Gürcü Kızı yâhud İntikam
  • Nedâmet mi? Heyhât
  • Rikalda yâhut Amerika’da Vahşet Âlemi
  • Bir Acîbe-i Saydiyye
  • Taaffüf
  • Gönüllü
  • Eski Mektûblar
  • Mesâil-i Muğlaka
  • Altın Âşıkları
  • Hikmet-i Peder
  • Jön Türkler

Hikayeleri

  • Kıssadan Hisse (1870)
  • Letâif-i rivayet
  • Suni’fi Zann
  • Gençlik
  • Esâret
  • Teehhül
  • Felsefe-i Zenân
  • Gönül
  • Mihnetkeşân
  • Firkat
  • Yeniçeriler
  • Ölüm Allâhın Emri
  • Bir Gerçek Hikâye

Oyunları

  • Eyvah
  • Açık Baş
  • Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski Medeniyeti
  • Zuhur-ı Osmaniyan
  • Çengi
  • Çerkeş Özdenler
  • Fürs-i Kadim’de Bir Facia yahut Siyavuş

Dil Kitapları

  • Durub-ı Emsal-i Osmaniye Hekimiyatının Ahvalini Tasvif

Tarih

  • Kainat
  • Üss-i İnkilab
  • Tarih-i Umumi
  • Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide
  • Tedris-i Tarih-i Edyan
  • Tedris-i Tarih-i Umumi

Ruhbilim

  • Nevm ve Hâlât-ı Nevm (1881)
  • İlhamat ve Tagligat (1885)

İktisat, tarih coğrafya edebiyat ve ziraat alanında pek çok eseri olan yazar, batı kültürünün ilim ve sanatını anlatırken, Osmanlı’nın da ahlak yapısının her daim saklı kalmasını savunmuştur. Genç yazarların yanında yer alırken, dilin yalınlığından hiçbir zaman taviz vermemiştir.

Ahmet Kutsi Tecer Hayatı ve Eserleri

Ahmet Kutsi Tecer

Cumhuriyet dönemi yazar ve şairlerimizden Ahmet Kutsi Tecer 04.09.1901 yılında Kudüs’ de dünyaya gözlerini açmış 23.07.1967 yılında ise İstanbul’da hayata gözlerini kapatmıştır. İstanbul Darülfünunu Felsefe bölümünü 1929 yılında bitirdi. İş hayatına Edebiyat Öğretmenliği ile başlamış olup, Edebiyat öğretmenliğine paralel olarak Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi üyeliğinde de bulunmuştur. 1931 yılında Sivas’ da ‘’Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurdu. Böylelikle halk müziğinin tanınmasına bu müziğin okullarda ders olarak okutulmasına ve radyolarda dinlenmesine sebep oldu. 1942 ile 1946 yılları arasında milletvekilliği görevi yapmıştır. 1949 ile 1951 yıllarında Fransa’da talebe müfettişliği görevinde bulundu. Yine bu yıllarda Unesco Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Yurda dönüş yaptıktan sonra, emekli olduğu 1966 yılına kadar Galatasaray Lisesi, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Belediye Konservatuarında öğretmenlik görevini yapmıştır.

Sanatçı eserlerine şiirle başlamıştır. Dergah ve Milli Mecmua dergilerinde 1921 yılında şiirleri yayınlandı. Takip eden zaman diliminde ise ’’ Varlık, Oluş, Yücel ’’ ve yönetimini kendisinin yürüttüğü ‘’Ülkü’’ gibi dergilerde eserleri yayınlanmaya devam etti. Şair, 1932 yılında tüm şiirlerini ‘’Şiirler’’ adlı kitabında derleyip yayınlamıştır.

Şair eserleri incelendiğinde, hece ölçüsünü şiirlerinde ağırlıklı olarak kullandığı gibi, lirik şiirle de duygularını yansıtmış. Zaman, zaman ulusal duyguları da şiirlerinde ön plana çıkarmıştır. Ahmet Kutsi Tecer sadece Halk edebiyatı ile kalmayıp, Divan Edebiyatı’nda ritmik bir biçim olan ‘’müstezat’’ hece uygulamasını da şiirlerinde başarıyla uygulamıştır. Şiirlerinde ana tema halktır. Dolayısıyla saz şiirini ve âşık tarzının bütün detaylarını inceleyip folklor değerleriyle harmanlamıştır. Böylece Ulusal şiirler yazmış. Kısa sürede de bu anlamda başarılar elde etmiştir.  Ortaya çıkarmış olduğu eserlerinde bu folklorik değerlerde yazılan şiirleri tüm çıplaklığıyla görmekteyiz. Öyle ki kendinden sonra gelen pek çok şaire de bu anlamda ilham olmuştur. Özellikle Sivas’a Milli Eğitim Müdürü olarak tayini çıktığında, folklor merakını gidermek için tüm kuruluşlardan yararlanmış. Çok başarılı eserleri peş peşe burada yazmıştır. Bu şehri çok seven şair Sivas’ın Deliktaş köyünde olan Ruhsati’ nin bir şiirinde geçen Tecer dağının ismini kendisine soyadı olarak almıştır. Ulusal değerlere verdiği önemi sonrasında çıkardığı oyun yazarlığında da sergilemiştir.

Şair tiyatro oyunlarının ana temaları, Türkçe’yi şiir tarzında bir dile dönüştürüp, Türk toplumunun batı karşısındaki özentisini diyalektik olarak incelenmesidir. Şair, Avrupa’da edindiği bilgileri memleket sevgisi ile birleştirip bu anlamda aydın biri olarak eserleri ile kendisinden sonra geleceklere de  ışık olmuştur.

Eski Türk oyunları, Köylü Temsilleri ve orta oyunları ile ilgili Ahmet Kutsi Tecer önemli incelemelerde bulunmuş. Sonrasında bunları derleyerek, Türk halkına tiyatro oyunları şeklinde sunmuştur.

Edebi Karakteri

Türk Edebiyatına katkısına bakıldığı zaman Ahmet Kutsi Tecer, edebi kişiliği hakkında rahatlıkla şöyle düşünebiliriz.

  1. İlk eserlerinde ıstırap, aşk ölüm konularını işlerken daha sonraları Faruk Nafiz Çamlıbel’ den etkilenmiş ve memleket şiirleri yazmaya başlamıştır.
  2. Memleket şiirleri yazarken köylerden esinlenmiş, bu şekilde yıllarca çok fazla şiir yazarak, pek çok şaire de ilham olmuştur.
  3. Şiirlerinde ana tema, destanlar, türküler, gelenek-görenek ve efsanelerdir.

Şiirlerinde yalın olmaktan geri durmamış abartıdan uzak, saf bir dille yazmış, hece ölçüsüne her daim bağlı kalmıştır.

  1. Aşık Veysel, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi büyük üstatları hayatlarını ve eserlerini tüm yurtta tanıtımına büyük katkılar sağlamıştır.
  2. Sanatçı yalnızca şiir dalında eserleri yayınlamamış. Aynı zamanda, araştırma tiyatro ve inceleme dalında da takipçilerine eserler sunmuştur.
  3. Didaktik şiirlerle birlikte lirik şiir yazımını da önem vermiştir.
  4. Türk Halk şiirinden uzaklaşmamış, bu motifi sürekli kullanmıştır.
  5. Ziya Gökalp’ den manipüle olmuş. Özellikle ‘’halka doğru ilkesini’’ şiirlerinde uygulamıştır.
  6. Türk halk şiirini araştırmakla kalmayıp, topluma empoze edip yayılmasına da sebep olmuştur.
  7. Tiyatro türünde de eserler yayınlamış olup, konularını genellikle halk biliminden istifade ederek yazmıştır. Zaman, zaman orta oyunu tekniğinden de yararlanmıştır.

Eserleri

ŞİİR:

  1. Şiirler – 1932
  2. Tüm Şiirleri – 1980

OYUNLARI:

  1. Yazılan Bozulmadan -1947
  2. Köşebaşı – 1948
  3. Köroğlu – 1949
  4. Beş Mevsim – 1957
  5. Bir Pazar Günü – 1959
  6. Satılık Ev – 1961

İNCELEMELERİ :

  1. Sivas Halk Şairleri Bayramı – 1932
  2. Köylü Temsilleri – 1940
  3. Türk Folklorunda Sosyal Mesele – 1969

ŞAİRİN BAZI ŞİİRLERİ:

  1. Nerdesin
  2. Orda Bir Köy Var Uzakta
  3. Ilgaz Dağlarından
  4. Seni Seviyorum Demek İsterdim
  5. Halay
  6. Besbelli
  7. Tabiat Odam
  8. İhtiyar Aşık
  9. Eğer Bir gün Ölürsem
  10. Konya Destanı
  11. Kır Uykusu
  12. Çıngırak
  13. Anneler
  14. Bir Gün Edirne’ye Gelirsen
  15. Kerem
  16. İyi Uykular

Eserlerine bakıldığında en çok tanınanı Ahmet Kutsi Tecer Orda bir köy var uzakta olarak bilinir. Şair burada memlekete havasına duyulan özlemi, umudu ve beklentiyi naif ve dokunaklı bir şekilde işlemiştir. Ayrıca Ahmet Kutsi Tecer Nerdesin şiiri de unutulmayanlar arasındadır. Şair bu şiirinde de onu uykularından eden büyük bir sevginin beklentisi ve umudu içindedir.

Türk halk şiirine olan değerli katkıları unutulmayacak olan sanatçı, dönemin araştırmacı, naif ve romantik şairlerindendi.

Aganta Burina Burinata (Halikarnas Balıkçısı)

Aganta Burina Burinata

Aganta Burina Burinata, Cevat Şakir Kabaağaçlı yani namı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın 1946 yılında yazılmış olan ilk ve en bilinen eseridir. Fransızca bir denizcilik terimi olan Aganta Burina Burinata, anlamını “ Serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tut” deyiminden almıştır. Romanın genel özellikleri, Halikarnas Balıkçısı’nın diğer eserleriyle benzerlik göstermektedir. Eserde denizcilerin zorlu yaşamı, denizin büyüleyici oluşu, denize olan derin sevgi ve balıkçıların zorlu hayat şartlarına değinilmiştir. Romanda deniz, ana kahraman olarak gösterilmiş, bu sebeple ilk yayımlandığı zaman büyük ilgi görmüştür. Cevat Şakir Kabaağaçlı da, eserleri dışında çarpıcı hayatıyla (babasını katletmesi ve sürgün edilmesi) yaşadığı dönemde adından çokça söz edilen bir yazardır.

Romanın Konusu

Mahmut, çocuk yaştan itibaren denizci olmak isteyen bir gençtir. Romanda Mahmut’un hedefine ulaştıktan sonra toprak işleri ile uğraşmak içine köyüne geri dönmesi ve denizciliği bırakması anlatılır. Bu sebeple Aganta Burina Burinata romanının konusu, Mahmut adlı karakterin toprak ve deniz arasında yaptığı tercihtir.

Romanın Özeti

Aganta Burina Burinata romanının özeti, Mahmut ve babası Süleyman Kaptan’ın Milas’a gitmesiyle başlar. Milas’ta yaşayan dostları Bakkal Fehmi’nin yanına uğramaya karar verirler. Süleyman Kaptan’ı çok değişmiş bulan Bakkal Fehmi, onun hayat neşesi ve canlılığını kaybettiğini düşünür. Süleyman Kaptan, yaşadığı talihsiz olayı anlatır.

İstemeden de olsa kardeşi Davut’un ölümüne neden olmuştur. Davut, bir süre önce Süleyman Kaptan’ın kayığına tayfa olarak girmiştir. O gün yaşanan büyük fırtına sonucunda, herkesin yere yatmasına rağmen Davut, geminin yürümesini sağlamak için dümende kalmaya devam eder. Adeta kendisini feda etmiştir. O sırada büyük bir talihsizlik yaşanır. Rando maçosu sıkı sabitlenmediği için rüzgarda savrularak Davut’un kafasını uçurmuş ve hayatını kaybetmiştir. Süleyman Kaptan’ın üzerine Davut’un cansız bedeni düşer ve kan her tarafa bulaşır. Zaman ilerledikçe cesetten yayılan koku nedeniyle cesedi denize atmak durumunda kalırlar. Bu kazanın suçlusu olarak kendisini gören Süleyman Kaptan, parçayı sıkı bağlamadığı için Davut’un ölümüne sebep olduğunu düşünür. Denizi, kardeşinin bir mezarının dahi olmasına mani olduğu için hiç affetmez. Mahmut’un denizci olmasına bu nedenle karşı gelmektedir. Bakkal Fehmi duyduklarına çok üzülür. Ertesi gün Bodrum’a dönmeye karar verirler.

Oğlunu Kirpi Halil’in yanına çırak olarak veren Süleyman Kaptan, oğlunun burada denizcilikten uzak kalacağını düşünür. Fakat tam bir deniz aşığı olan Kirpi Halil, hep denizden konu açmaktadır. Ayakkabıları tamir ettiği sırada denizcilik terimlerinden bahsederek Mahmut’a göstermektedir. Halil’in anlattıkları, Mahmut’u çok etkilemektedir. Mahmut gittiği mektebi ve öğretmenini hiç sevmez, anlattıklarını öğrenmemekte direnir. Bu yüzden hep uyarı alır, bazen de öğretmeninden dayak yemektedir. Öğretmeni ders anlatırken Mahmut, kafasında denizi düşlemektedir. Fatma Mahmut’un hem yakın arkadaşı hem de komşularının kızıdır ve onun bu durumuna çok üzülmektedir.

Bir gün Mahmut mektepte dayak yer. Fatma yanına gelir ve babasının balığa çıkacağını, onun da gelebileceğini söyler. Mahmut çok mutlu olur ve kabul eder. Gece yarısı denizde balık tutmak için çok heyecanlı olan Mahmut, babasını çok zor ikna eder. Denize kavuşmak için çok heyecanlı olmalarına rağmen fırtına çıkması nedeniyle fazla balık yakalayamazlar ve sabaha karşı karaya varabilirler. Mahmut, denizin bu yüzü ile ilk defa karşılaşır. Ama bu hissi çok uzun sürmez, denizin vazgeçemeyeceği bir şey olduğuna karar verir. Babasının denize olan öfkesini umursamadan mektebi bırakmaya karar verir. Babasının uzun süreli çıkacağı seferi fırsat bilerek küçük amcası Hakkı Reis’in gemisine dahil olur. Burada geçirdiği zaman içerisinde çok şeye şahit olur. Özellikle, fırtına sebebiyle hayatını kaybetmiş tayfaların denize atılması onu derinden etkiler. Amcasının gemideki çalışanlara ve kendisine karşı üstten bakan tavrı bazen canını sıkmaktadır.

Denizde olduğu sırada annesinden bir mektup alan Mahmut, gemisiyle beraber seferde olan babasının öldüğünü, tüm mal varlığı olan gemisinin battığını ve evin başında artık kendisinin durması gerektiğini öğrenir. Mahmut üzüntüden kahrolur. Babasının, onu denizde gördüğü zamanki mutsuz bakışlarını hatırlar ve gözyaşlarını tutamaz. Artık annesine kol kanat germek zorundadır. Fakat kazandığı parayla annesine bakması imkansızdır. Amcasının cimri olduğunu düşünür ve bir gün onunla tartışarak gemiyi terk eder. Farklı gemilerle farklı seferlere çıkmaya başlayan Mahmut, annesini de kaybeder. Zaman geçtikçe denizinin kasvetli yüzünü daha fazla tecrübe etmiştir. Yaşadığı yeri, durağan hayatını ve Fatma ile izdivacı düşlemeye başlar. Memleketine dönme kararı alması çok uzun sürmez.

Mahmut, geri döndüğünde hiçbir şeyin aynı kalmadığını görür. Fatma’yı arar fakat bulamaz. Kötü bir şeyler olduğunu düşünür ve nihayet Fatma ile karşılaşır. Fatma, bir balık seferinde yaralanmıştır. Adamlar, onu zorla kötü emellerine dahil etmek istemişler fakat başaramayınca yüzüne kurşun sıkmışlardır. Mahmut, yüzünün yarısı parçalanmış ve bir gözünü kaybetmiş olsa da Fatma’yı sevmekten vazgeçmez. Onun evlenmek istediğini dile getirir ama Fatma daha sonra konuşmak istediğini söyler. Mahmut’un hayatını mahvetmemek için ertesi gün köyden ayrılır.

Mahmut, Fatma’yı çok arar fakat bulamaz. Kendini yeniden denize adamaya karar verir ancak bir teklif alır. Zeynel Ağa köyün en varlıklılarındandır ve Mahmut’un kızı Ayşe ile evlenmesini ister. Mahmut, çok sevdiği denize veda etme kararı alır. Ayşe ile evlenirler ve başlarda çok mutlu olmuşlardır. Doğmamış çocuklarını kaybetmeleri ikisini de derinden yaralar. Denize her şeye rağmen büyük bir hasret duymaktadır. Sonunda bir gün, sahip olduğu her şeyi feda ederek sevdalısı olduğu denize sonsuza dek kavuşur.

Romanın Kahramanları (Kişileri)

  • Mahmut
  • Süleyman Kaptan
  • Fatma
  • Ayşe
  • Davut
  • Hakkı Reis
  • Kirpi Halil
  • Ateşoğlu
  • Hüseyin Dayı
  • Gavur Ali

Romanın İncelemesi

Aganta Burina Burinata romanının incelemesi yapıldığında, anı türünde olduğu görülmektedir. Hatıra tekniği benimsenmiş ve ben merkezli anlatıcı kullanılmıştır. Roman, realist bir anlayışla yazılmıştır. Sade ve yalın bir anlatım hakimdir. Sosyal konular ele alınmıştır.

Açlık (Knut Hamsun)

Açlık

Açlık, Norveç doğumlu yazar Knut Hamsun tarafından kaleme alınmış ve 1890 yılında yayımlanmıştır. Yaşamında maddi sıkıntılar çeken, yazar olma hayalini gerçekleştirebilmek için çok çabalamış olan Knut, ilk romanı Açlık ile beraber hayatını kalemiyle kazanmaya başlamıştır. Aynı zamanda 1920 Nobel Edebiyat Ödülü’ne sahip olan yazar, eserde kendi gençlik yıllarında yazar olabilmek için verdiği mücadeleyi ve yoksulluk serüvenini etkileyici bir üslupla anlatmıştır. Bu bakımdan Açlık için, otobiyografik esintiler taşıyan bir anı türü de denebilir. Roman aldığı yoğun beğeni ve talepler sebebiyle yirmiden fazla dile çevrilmiştir. Behçet Necatigil, Türkçeye çevirisini ilk gerçekleştiren kişidir.

Romanın Konusu

Kristiania’ya yazar olmayı düşleyerek gelen ana kahramanın, açlık, maddi sıkıntılar, zorlu hayat şartları ile verdiği mücadele ve pes etmeyişi anlatılmıştır. Açlık romanının konusu, hayalinden vazgeçmeyen, başarabileceğine dair umutlarını sürekli yeşerten ve son ana kadar çabalayan bir adamın yazar olma serüveni olarak ele alınmıştır.

Romanın Özeti

Açlık romanının özeti; romanın ana kahramanı Andreas’ın, Kristiania sokaklarında aç ve sefil bir şekilde yaşamasıyla başlar. Zaman zaman birkaç gazetede yayınlanan yazısından kazandığı paralarla pansiyon tarzı kiralık bir yerde kalabilmekte ve karnını doyurabilmektedir. Böyle zamanlar dışında parklarda yaşamakta, yazılarını sokaklarda yazmaktadır. Açlığa dayanmaz olduğu durumlarda üzerindeki eski püskü giysileri satarak karnını doyurmaktadır. İş istemek için gittiği her yerden eli boş dönen Andreas’a kimse iş vermek istemez. Buna rağmen hedefi olan yazarlıktan asla vazgeçmez.

Andreas, sokaklarda geçirdiği süre boyunca birçok insanla tanışır ve dost olur. Bu sayede bir sürü olaya tanık olur, birçok hikâye biriktirir. Zihninde yeni tanıdığı insanlara dair hayaller kurar ve bunları hikâyeleştirir. Andreas’ın hayal gücü uçsuz bucaksızdır. Bazı zamanlar zihninde hayal ile gerçeği ayırt edemez olur.

Andreas’ın parası gittikçe azalmaktadır. Günlerini çoğunlukla aç geçirmeye başlamıştır ve kaldığı odanın ücretini ödeyemez hale gelir. Çok gururlu biri olduğu için bu durumdan utanç duymaktadır. Süregelen bu günlerde imdadına bir yazısı koşar. Yazısı bir gazetede yayınlanmıştır ve karşılığında 10 Kron kazanmıştır. Andreas bir nebze olsun rahatlar ve kirasını öder.

Üzerinden az zaman geçmesine rağmen, Andreas tekrar açlıkla burun buruna kalmıştır. Sokakların soğuğu ve açlığın etkisiyle kafası bulanmaya başlar, hayaller görür. Geceleri kaldığı yer, eski bir teneke imalathanesidir ve bakıldığında daha önceden ahır olarak kullanıldığını anlamak zor değildir. Kimseden yardım isteyemeyecek kadar gururlu olan Andreas, az da olsa açlıktan kurtulabilmek için gözlüğünü bile rehin bırakmayı düşünür. Bir tüccara gider fakat adam kabul etmez. Artık dayanılmaz hale gelen açlıkla beraber yerlerdeki ağaç, yaprak kabuklarını yemek ve hatta bulduğu portakal kabuklarını kemirmek durumunda kalır. İçinde bulunduğu zor durumun etkisiyle yaratıcıya bile isyan etmeye başlar. Çok çaresiz kaldığı zamanlarda dilinin altına taş koymayı bile dener, bunun açlık hissini azaltacağına inanır.

Gururuna daha fazla söz geçiremez ve dilencilik yapmaya karar verir ama buradan da bir şey kazanamaz. Açlıktan yorgun düşmüştür, hali kalmamıştır. Ceketine ait dört tane düğmeyi bile rehin vermeye kalkışır fakat yine isteği kabul görmez. Bütün bu çabalarının olumsuz sonuçlanması üzerine şansı biraz olsun döner ve eski bir dostuyla karşılaşır. Kendisi de yoksul olmasına rağmen arkadaşı, Andreas’ın haline çok üzülür ve ona bir miktar para verir. Aldığı parayla karnını doyurmayı başaran Andreas, bir hafta daha aç kalmaktan kurtulur.

Andreas gazeteye yazı vermeye devam etmektedir fakat üslubunun ağır olduğu gerekçesiyle yazıları basılmaz. Aç kaldığı günler geri gelmiştir. Andreas’ın yaşadığı açlık gözünü o kadar döndürmüştür ki, parmağını ısırarak kanını emmeye çalışır. Yaşadıklarına rağmen yazmaktan vazgeçmeyi aklının ucundan bile geçirmez. Bir gün yazılarını yazarken ışık sağlaması için kullandığı mum tükenir. Bakkala gidip ödünç istemeye karar verir. Bakkala girdiğinde içerde başka bir kadın daha olduğunu görür. Bakkal, paranın üstünü Andreas’a uzatır. Şaşırıp kalan Andreas, bakkalın kadından aldığı parayı kendisinden aldığını düşündüğünü anlar. Çok zor durumda olan Andreas, parayı almaya karar verir ve karnını doyurmak için bir lokantaya gider. Ancak midesi açlığa o kadar alışmıştır ki, yedikleri fazla gelir ve geri çıkarmak zorunda kalır.

Diğer bir gün bakkalda gördüğü kızla tesadüfen tekrar rastlaşır ve uzun bir muhabbete dalarlar. Andreas, kıza farklı duygular beslediğini fark eder, ona aşık olmuştur. Fakat kızın, kendi hayal dünyasında yarattığı biri mi yoksa gerçek mi olduğunu ayırt etmekte zorlanır. Yaşadığı duygunun sevinci ve heyecanıyla yürürken bir kaza geçirir. Ayakları aracın altında kalmıştır ve ezilmiştir.

Artık açlıktan ne yapacağını bilemez duruma gelen Andreas, bir kasaba gitmeye karar verir. Kemikleri köpeği için istediğini söyler ve bu sayede birkaç tane alır. Kemikleri kemirerek açlığını azaltabileceğini düşünür. Yolda onu bu halde gören bir komutan haline üzülür ve para verir. Böylece Andreas bir kere daha karnını doyurabilecektir. Bir süre bu paranın onu rahatlatacağını düşünür.

Zamanla paranın tekrar tükenmesiyle açlıktan perişan düşen Andreas’ın, yazmaya hali kalmamıştır. Odanın parasını ödeyemediği için pansiyondan gönderilmek istenir. Kendini artık tamamen sokaklarda bulan Andreas, İngiltere’ye yolculuk yapmak üzere olan bir gemiye tayfa olarak katılır. Hayallerini burada bırakarak bir yolculuğa çıkar.

Romanın Kahramanları (Kişileri)

  • Andreas Tangen: Başkahramanın adı gerçekte hiç anılmamaktadır. Kahramanın kendisi bu lakabı uydurur. Yazarlık, hayalini kurduğu tek şeydir. Sokaklarda yaşamını sürdüren, çoğu zaman karnı aç ve çok gururlu bir gençtir. Hayal gücü uçsuz bucaksızdır.
  • Ylajali: Ana kahramanın önce bakkalda karşılaştığı ve daha sonra yolda görüp aşık olduğu kadındır. Bu ismi de ana kahraman zihninden uydurmuştur.
  • Gebe: Andreas’ın parasını ödemekte zorlandığı pansiyonun sahibidir. Andreas’ın durumunu idare etmeye çalışmış, fakat bir çözüm bulunamayınca pansiyondan çıkarmak durumunda kalmıştır.

Romanın İncelemesi

Açlık romanının incelemesi sonucunda, o dönemde Norveç romanında hâkim olan toplumsal gerçeklik algısından net bir ayrılış olduğu görülebilir. Şiirsel bir üslup, yeni bakış açısı ve etkileyici bir anlatım söz konusudur. Açlığın en zorlayıcı halinin insan üzerindeki etkileri, hem fiziksel hem de psikolojik olarak net bir şekilde anlatılmıştır.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Dokuzuncu hariciye koğuşu

Dokuzuncu hariciye koğuşu Türk edebiyat tarihinin en önemli başyapıtlarından biridir. Peyami Safa tarafından kaleme alınan bu eser aynı zamanda da ilk Türk psikolojik eserlerden biridir. Romanda Peyami Safa kendi hayatını anlatmaktadır. Bu sebepten dolayı Dokuzuncu hariciye koğuşu konusu otobiyografik bir roman olarak okuyuculara sunulmaktadır. Roman 1930 yılında basıma girmiş ve raflarda yerini almış olmasına rağmen 1937 yılında tekrarlanan baskısı ile daha çok kitleye yayılarak tanınmıştır.

Peyami Safa ve Çocukluk Yılları

Sultan Abdülhamit döneminde Sivas şehrine sürgün olarak gönderilen babasını 2 yaşlarında kaybetmiş olan Peyami Safa annesi ile birlikte kocasının ölümünün ardından İstanbul’a taşınmışlardır. Dokuzuncu hariciye koğuşu incelemesi İstanbul’da Peyami Safa’nın annesi Bedia Server Hanım son derece zor günler geçirmiştir.

Maddi imkânsızlıklar ve açlık zorlamıştır bu ana ve oğlu. Peyami Safa zor günlerin devam etmesiyle de dokuz yaşında kemik hastalığına yakalanmıştır. Hekimler tarafından bir kolunun kesilmesi ön görülse de buna izin vermemişlerdir. Tam olarak on yedi yaşına kadar hastanelerde zor zamanlar yaşayan Peyami Safa çok zor bir hayat geçirmiştir. Bu nedenledir ki, çocukluk yıllarını Dokuzuncu hariciye koğuşun adlı romanında derlemiştir.

Dokuzuncu hariciye koğuşu özeti tam olarak yazarın çocukluk yıllarındaki hastane maceraları anlatılmaktadır. Bu maceraların yanı sıra olumsuz koşullara rağmen akrabası olan Paşa kızına âşık olmasından dolayı zor zamanlarda yaşamıştır. Dokuzuncu hariciye koğuşu tam olarak sevginin gücünü hastanede hissederken yaşama tutunmaya çalışan bir çocuğun hikâyesidir.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Konusu

Romana konu olan üç ana karakter vardır. Bunlar Peyami Safa’yı karakterleştiren Hasta çocuk- Nüzhet ve Doktor Ragıp olmaktadır. Dokuzuncu hariciye koğuşu konusu genel olarak hasta çocuk güzel kızı sever ancak kız hasta çocuk ile ilgilenmemektedir. Kızın annesi yaşanabilecek bir ilişkiye karşıdır. Bu nedenle damadını kendi seçmeyi tercih etmiştir. Kızını Doktor Ragıp ile evlendirmeyi planlar annesi. Babası ise kızının mutlu olması yönünde düşüncelere sahiptir.

Nüzhet için bir yanda sakat kalma ihtimali olan hasta bir çocuk bir yanda da genç ve zengin bir doktor hikâye kurgusu yaşanan tüm olaylar bu üç karakterin çekişmeli yaşam öykülerinden ibarettir. Dokuzuncu hariciye koğuşu incelemesi yapıldığında yayınlanma geçmişinde ilk yayınlanma tarihinden günümüze kadar tüm baskılarında dikkatleri çeken bir roman olmaktadır.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Özeti

Romanda söz konusu kahraman 7 yaşında hastalık ile tanışıp 15 yaşına kadar son derece zor günler geçiren yaşam mücadeleleri ile dolu bir hayat sahiptir. Hastalık takip süreci boyunca teşhisi konulamayan söz konusu hastalığın yıllar sonra “kemik veremi” teşhisi konulmaktadır. Dokuzuncu hariciye koğuşu konusu içinde varlığını sürdüren hasta çocuk için doktorlar doğru bir beslenme, bakım ve stresten uzak bir hayat tavsiye etmektedirler. Kahraman doktorların tavsiyesini annesine söyleyemez nedeni ise, fakir bir yaşamları vardır.

Annesi hasta olan oğlunu uzak akrabası olan ve Erenköy’de ikamet eden Paşanın yanına gönderir. Burada bir parça daha iyi bir yaşam kolaylığı bulunacaktır. Gitmiş olduğu bu evde çocuk yaşlardan bu yana arkadaş oldukları kuzeni yani paşanın kızı Nüzhet bulunmaktadır. Nüzhet hasta çocuktan ise tam dört yaş büyüktür. Roman kahramanı için yaşamış olduğu bu aşk karşılıksız değildir.

Nüzhet kahramanı sevdiği anlamıştır. Annesi dokuzuncu hariciye koğuşu incelemesi yapılırken roman içinde yer alan üç ana karakterden biri olan otuz beş yaşındaki Doktor Ragıp ile evlenmesini istemektedir. Babası Paşa ise bu evliliğe onay vermemektedir.

Kızın annesi Nüzhet’in çocuğa olan ilgisini fark eder ve evden göndermek için hasta çocuğu bulaşıcı bir hastalığı olduğu konusunda iftira atmaktadır. Dokuzuncu hariciye koğuşu özeti kısmında yer verilmesi gereken en önemli detay bu kısımdır. Annesinin bulaşıcı hastalık iftirası ile köşkten ayrılmak ister ancak o gece hasta çocuğun annesi gelmiştir. Köşkte kalırken Doktor Ragıp annesi ile kızı görmeye gelir. Bu geliş bir felaketin habercisi olmaktadır. O akşam yenilen yemekte hasta çocuk Doktor Ragıp ile Paşanın konuşmalarına muhalefet olarak karşı gelmektedir. Bu durum ise Paşa ile hasta çocuk arasındaki ilişkiye darbe vurmuştur.

Morali iyice bozulan hasta çocuğun hastalığı iyice ilerler ve sonuç olarak hastaneye tekrar yatırılır. Hastaneye yatan ve doktorların ayağını keseceğini düşünen çocuk zor zamanlar geçirecektir. Bu sıra da hastanedeki yatmış olduğu yer de dokuzuncu hariciye koğuşu olacaktır. Yaşamış olduğu tüm sıkıntıların burada son bulacağından habersiz tedavi sürecine başlanır. Dokuzuncu hariciye koğuşu özeti düşünüldüğünde zor zamanlar yaşayan hasta çocuk burada ameliyat olur ve kesilme ihtimali olan ayak kurtarılır. Ameliyattan sonra ayak biraz kısalmıştır. Buna rağmen ise hastalık tamamen iyileşmiştir.

Hasta çocuk artık tüm tedavi sürecini bitirir ancak ayağının üzerine bir süre basamayacaktır. Hastaneden çıkacağı gün Nüzhet ile Doktor Ragıp’ın evlendiği haberini alır. Bu haber ile de zor bir süreç geçiren hasta çocuk dışardaki hayatın onu korkuttuğunu söyler. Ve bir hasta için onun çektiklerini yaşayanlar için bir roman yazmak istediğini vurgular. Hasta çocuk şuna inanır ki bir hastayı sadece başka bir hasta tam olarak anlayabilir. Dokuzuncu hariciye koğuşu konusu için elde ettiği deneyimlerine dayanarak onlara güç veren ve onları okuyacağı bir roman yazmak ister.

Derviş ve Ölüm

Derviş ve ölüm

Meşa Selimoviç 1942 yılında Hırvatlar tarafından canice öldürülen ağabeyinin öldürülmesinin ardından bu vahşeti yazmak nesilden nesillere aktarmak istemiştir. Derviş ve ölüm konusu hüzünlü bir kardeş ölümüne dayanmaktadır. Kardeşini kaybetmiş olmanın son derece büyük bir etkisini yaşaması nedeniyle hemen kaleme alamamış ve bir süre beklemek istemiştir. Sonuç olarak kardeşinin öldürülmesinin ardından yaşadığı olayı tarafsızca ele almasının mümkün olmadığına inanmıştır. Derviş ve ölüm özeti tasarlanmış halde bir süre beklemesinin ardından ölümün üzerinden yirmi iki yıl geçtikten sonra yavaş yavaş kitap yazma kararı almıştır. 1962 yılında yazmaya başladığı kitabını 1966 yılında tamamlamıştır. Acele etmeden sakin ve edebi dili kaybetmeden romanını yazar Meşa Selimoviç eserinde yaşantısındaki tüm detaylara değinmiştir.

Romanda Yer Alan Şeyh Karakteri 

Derviş ve ölüm incelemesi yapılırken bahsedilmesi gereken en önemli karakter Şeyh Ahmet Nurettin olmaktadır. Söz konusu karakterin kardeşi haksızlıklar nedeniyle öldürülmüş ve büyük bir etki altına girmiştir. Şeyh Ahmet’in yaşamış olduğu bu olay hayatında önemli değişimlere temel sağlamış olmaktadır. Bu olay üzerine hayatında bir takım değişiklikler yaşayan Şeyh Ahmet içinde bulunduğu ortam ve kişiler ile mücadele etmeye başlamaktadır.

Derviş ve Ölüm Konusu

Meşa Selimoviç kardeşinin öldürülmesi üzerine yaşamış olduğu buhranı bir süre üzerinden atamaz. Biraz olsun derdinden sıyrılmayı başardığında ise, Derviş ve Ölüm adlı romanını yazar. Derviş ve ölüm konusu her şeyden önce bir ağabeyin duygusal karmaşalarını değişikliklerini sergilemektedir. Bir insanın en yakınının suçsuz yere tutuklanarak idam edilmesi noktasında bazı duyguların aşılmasının ne kadar zor olduğunu özel bir titizlik ile anlatan Meşa Selimoviç yaşadığı ruh dünyasındaki tüm değişiklikleri büyük bir titizlikle okuyucuya aktarmaktadır.

Derviş ve ölüm incelemesi

Yaşanmış gerçek bir olayın okuyucuya yansıtıldığı en kıymetli romanlar arasındadır. Dünya klasiklerinden biri olan “Derviş ve Ölüm” içerdiği değişik ruh dünyasından bazen kaçışları bazen sebepleri araştırmaktadır. Arayıp bulamamak ya da nedenlerin bağlı olduğu sonuçları bir türlü görememek üzerine kuruludur. Derviş ve ölüm incelemesi yapılırken, yazarın iç dünyasını bilmek ve tanımak son derece önemlidir.

İnsanların ruh halinin çeşitliliğinden bahseden yazar okuyucusuna aslında birden fazla kişi olduğunu anlatmaktadır. Bir tasavvuf hikâyesi değildir. İsmiyle özdeşleştirilmemelidir. Derviş ve ölüm özeti olarak kısaca tanımlamak gerekirse, okurken bir roman değil hayatın en acı yüzünü görebileceğiniz bir anlatım ve gerçek bir yaşam dramıdır. Okurken insanın kendisiyle hesaplaşmasını sağlayan aslında temelde ne hissettiğini düşündüren bir Dünya klasiğidir.

Derviş ve ölüm özeti

Kitap Kuran-ı Kerimden ayetler ile başlamaktadır. Söz konusu bu ayetler her bölümde açılış cümlesi olarak okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Kitap toplam on altı bölümden ibarettir. Ve her bölümde okuyucuyu birbirinden ayrı duygular ile aynı konuyu ele alıp farklı düşüncelere sevk etmektedir. Derviş ve ölüm özeti kısaca yazabilmek pek mümkün değildir. Romanda yazar aslında devrim kültürü ile büyüdüğü için içinde bulunduğu hayat ile bir derdi yoktur.

Doğal ve sıradan bir yaşam sürmektedir. Ancak kardeşinin ölümünden sonra yaşantısındaki tüm duyguları ve olayları araştırmaya ve incelemeye başlamıştır. Politik yeni fikirleri olan ve duygularıyla bastırmaya çalışan ve bazen de bastıramayan bir iç çatışma yaşamaktadır.  Tüm bu olayların roman içerisinde görünen karakteri Bir Mevlevi tekkesi şeyhi Ahmed Nureddin’in duyguları olarak okuyucuya aktarılmaktadır. Derviş ve ölüm konusu bir Hıdırellez eğlencesiyle başlar. İnsanlar eğlence sınırlarını bilmeyerek sınırsızca eğlenmekteyken Şeyh Ahmed tüm bunlara tahammül edememektedir.

Zamanın kötüye gittiğini ve günden güne daha da zorluklar ile baş edeceğini düşünmektedir. Böyle geçen zaman içerisinden kardeşi Harun’u sebebi tam olarak bilinmeyen bir suç nedeniyle hapsederler. Bunu öğrenen Şeyh Ahmed kardeşini kurtaracaktır. Fakat günler sonra kardeşi Harun’un ölüm haberini almasıyla hayatı değişir. Kardeşinin ölümünün nedenini aydınlatmak için çabalar ve büyük emek harcar fakat yöneticiler Şeyh Ahmet’in bu konuyu fazla araştırmasından rahatsız olacaklar ki Şeyh Ahmed Nurettin’i de hapse atarlar. Derviş ve ölüm incelemesi yapılırken romanda dikkatleri çeken Şeyh Ahmet Nureddin’in değişimi olacaktır.

Kardeşi Harun’u kaybeden şeyh Ahmed hapisten çıkar çıkmaz dervişliği bırakır ve tekkeden ayrılır. Tutukluluk hali şeyh olmasından kaynaklanan sabır etme gücünü bitirecektir. Ve bu nedenle Dervişliği bırakır. Kardeşinin öldürenler ile savaşacaktır. Ancak gücü olmadığı için bunu da başarmak ister fakat başaramaz. Bu noktada yazar romanda Derviş ve ölüm konusu içerisinde yaşadığı olaylara okuyucuyu şahit tutmaz.

Okurlarına kurmuş olduğu cümleler ile yaşadığı buhranı anlatmaktadır. Düşünce dünyasının son derece genişleten yazar. Yaşamdan tüm beklentisi gitmiş ve Dervişlik ile kardeşliği arasındaki bağlantıyı kurma çabası içerisinde hafızalarda yer edinmeye çalışır. Derviş ve ölüm özeti anlatılan tüm detaylar bir dervişin hikâyesi olsa da roman tasavvufi bir eser değildir.

Ölümün Derin Anlamları 

Dervişlerin sabrı, hoşgörüsü ve itaatleri meşhurdur. Ancak şeyh Ahmed tutuklu iken bu duyguları unutur ve intikam ile hırslanır. Özgürlüğüne kavuştuğunda ise, ne kadar kardeş olabildiğini ve ne kadar derviş olabildiğini sorgular. Derviş ve ölüm özeti olarak yapılması gereken tek yorum. Okuyucuyu içsel dünyasına yönlendiren bir dev yapıt olduğu yönündedir. Ölümün bir son olmadığına inanan yazar doğru ve yanlış kavramlarından uzaklaşarak duygularının sesini dinlemeyi öğrenir.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor

Çanlar kimin için çalıyor

Romanda kahramanlardan biri olan Prof. Robert Jordan eğitimli ve paylayıcılar konusunda da oldukça iyi bir uzmandır. Bu nedenle çeteler kendi bünyelerine çekmek için uğraşmaktadır. Nihayetinde de bir İspanyol çetelerinden birine iç savaş sırasında katılarak bilgilerini kullanmasını istemişlerdir. Çanlar kimin için çalıyor konusu tam olarak da bu noktadır. Görevi sırasında yaşadıkları ve hizmetine verilen kişilerin içinde bulundukları durumu sorguladıkları bir süreç yaşanacaktır. Bu süreçlerin içerisinde ise Profesör aşkı bulacaktır.

Roman ve Yazar Hakkında Detaylar

Aslen Amerikalı olan Ernest Miller Hemingway tarafından 1940 yılında yazılmış olan bir romandır. Söz konusu romanın içerdiği tür ise savaştır. Romanda karakterler kendi içinde bir tartışma halindedirler. Çanlar kimin için çalıyor özeti olarak söylenebilecek en doğru betimleme iç savasın neden içerisinde bulunduklarını sorgulayan çete örgütlerini anlatmaktadır. Yazar çanlar kimin için çalıyor romanıyla okuyucularına temel prensibinde anlatmak istediği savaşmanın hangi amaç ile olursa olsun doğru olmadığıdır.

Genellikle savaşmak ölen ya da öldürülen taraf olarak iki tarafa ayrılması nedeniyle her iki tarafta kaybeden olmaktadır. Tüm bunların yanı sıra aşk her zaman ve her koşulda kişilerin karşılarına çıkabilmektedir. Savaş ortasında dahi doğru aşkı bulmanın mümkün olacağı romanda belirtilmiştir. Yazar bu romanında İspanya kültürü ve yaşandığı süre olan on sekiz yıllık bilgi birikimini bu eserde topladığından bahsetmiştir.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor Roman Özeti

Ernest Miller Hemingway kaleminden okuyuculara aktarılan İspanyol iç savaşlarını konu alan bir romandır. Çanlar kimin için çalıyor incelemesi olarak karşılaşılan kitap içerisinde temel olan ana fikir oldukça nettir. İç savaş sırasında çetelere karışan bir İngiliz asıllı profesörün bakış açısıyla kaleme alınır.  Profesör neden savaşa katıldığını ve bu savaşın son derece gereksiz olduğunu anlatmasını esas almaktadır. Prof. Robert Jordan bir bomba uzmanıdır. Bu nedenle çetelerden birine katılmıştır.

Çanlar kimin için çalıyor konusu çoğunluk olarak romanda şu şekilde yansıtılmıştır. İç savaş sırasında düşmanla çatışmak için Prof. Robert Jordan köprüleri ve benzeri bölgeleri patlatması istenmektedir. Bu konu da çete örgütleri birde ekip tahsis etmiştir. Profesör için hazırlanan bu ekip içerisinde bir de 68 yaşında bir ihtiyar bulunmaktadır. Yaşı olmasına rağmen son derece dinamik olan Anselmo adındaki ekip üyesi dağlarda Amerikalılara yardımcı olabilecek hemen her detayı bilmekte ve bu şekilde mantık yürüterek örgütüne bilgi akışı sağlamaktadır. Ekibi kuran Robert verilen görevi tamamlamanın yollarını aramaya başlayacaktır.

Tesadüfen yardım almak için gittikleri bir mağarada bir aile ile tanışırlar. Çanlar kimin için çalıyor özeti anlatılmak istenirse, Robert ve Maria’nın büyük aşkı şeklinde de yorumlanabilir. Fakat bu aile yaşam savaşı vermektedir. Kızları saçlarını erkek gibi kesmiş olmasına rağmen yine de çok güzel bir kızdır. Adı Maria’dır. Robert ve Maria arasından bir aşk başlar bu aşkı fark etmeleri ise oldukça uzun bir zaman almaktadır. Aralarında yaşanan bu aşk ile birlikte zaman geçer ve Robert söz konusu köprüyü patlatma planlarını tamamlar.

Gün geldiğinde her şey artık planlanmış durumdadır. Ve planladıkları gibi köprüyü patlatırlar. Tüm planın ardından patlayan köprüden fırlayan bir parça Anselmo’nun ölümüne sebep olacaktır. Çanlar kimin için çalıyor özeti olarak tamamlamak gerekirse, artık Robert’in kayıpları vardır. Anselmo’nun ardından bir tank ateş açmaya başlar ve bazı arkaları ölmektedir. Bu kurşunlar Robert’ın atına denk gelir ve Robert ayağı kırılır attan düşerek. Bu durum karşısında Maria Robert’ı bırakmak istemez ancak Robert kaçamayacağını anlayarak Maria’nın kaçmasını istemiştir. Ve ardından düşmanların eline geçmemek için kendini vurarak öldürmüştür.

Roman İncelemesi

Çanlar kimin için çalıyor incelemesi olarak tanımlamak ve detaylandırmak gerekirse bu romanda savaşın bir çözüm yolu olmadığı okuyucuya aktarılmak istenmiştir. Sevmek ve aşk duyguları her ortamda ve koşulda kişilerin karşılarına çıkabildiği aktarılmaktadır. Ernest Miller Hemingway yaşamının büyük bir bölümünü İspanyada geçirmiş olmasından dolayı söz konusu bölgenin iç savaş hikâyelerini ele almaktadır. Çanlar kimin için çalıyor özeti kısaca belirtmek gerekirse, savaşın bir çözüm yolu olmadığı vurgulanmaktadır.

Roman karakterlerinden Robert zekâsıyla çeteye yardımcı olan bir profesördür. Ancak neden ve kimle savaştığını hangi amaç ile savaştığını sürekli olarak sorgulamaktadır. Tek Robert değil romanda adı geçen tüm karakterler bu şekildedir. Maria’nın ailesi ise yaşam mücadelesi verirler karşılaştığı çeteye dâhil olmak isterler. Çeteye katılmak istemelerindeki asıl sebep ise karınlarını doyurmaktır. Çanlar kimin için çalıyor konusu detaylı olarak anlatılmaktadır.

Okuyucu Üzerinde Bıraktığı İzlenim

Söz konusu kitap İngilizceden çevrilen günümüze kadar gelmiştir. Dünya klasikleri içerisinden yer alan eserler arasındadır. Yazar bu eserinde savaşın görülmeyen iç yüzünü anlatmak istemiş ve insanlığın temel duyguları üzerinden okuyucularına mesajlar vermiştir. Tüm bunların yanı sıra kitap içerisinde yer alan İspanyanın coğrafi özelliklerinin anlatılması ayrıca okuyucuyu içine çeken bir detay olmaktadır. “Çanlar kimin için çalıyor” yazar okuyucusuna arka planda düşünmesi için belirli detaylar vererek kişileri düşünmeye içe döndürmeye çalışmaktadır. Ödül almış olan bu eserin bir Dünya klasiği olması tesadüf değildir. Kelimelerin ustalıkla kaleme alındığı ve edebi dilin bu denli anlaşılabilir olması son derece okuyucu tarafından odaklanılan bir detay olmaktadır.

Çalıkuşu

Çalıkuşu

Reşat Nuri Güntekin’e ait olan bu roman Türk edebiyatına yön veren edebi bir eserdir.  Çalıkuşu özeti olarak kitabı anlatmak gerekirse, öncelikli olarak yazarın yazı dili ve muhakeme gücünün etki altına girileceği belirtilmelidir. Çalıkuşu konusu ise, romanın ana karakterlerinden Feride çocuk yaşlar da anne ve babasını kaybetmesiyle öksüz bir hayata merhaba demiştir. Teyzesi hayatta yalnız kalan Feride’ye sahip çıkar ve tüm ihtiyaçlarını karşılar ve okuması için de yatılı bir Fransız okula gönderir. Yaz aylarında teyzesine gelerek okulla yıllarını geçiren Feride’nin yaşadıklarını kaleme alan bu kitap 1922 yılında tamamlanmıştır.

Güzel bir kız çocuğu olan Feride’nin yaşamı boyunca çektiği sıkıntılar ve güzel bir kadın olmasından dolayı çektiği sıkıntılar anlatılmaktadır. Dönem olarak da Osmanlının son yıllarını anlatmaktadır. Söz konusu dönemde yaşanılan sıkıntıları kaleme alan Reşat Nuri Güntekin bu eseriyle klasikler arasında eserini katmıştır. Çalıkuşu incelemesi yapılırken dikkat edilmesi gereken detaylardan biri de genel olarak roman okunduğunda okuyucuda bıraktığı izlemin Feride’nin hatıra defteri şeklinde olmaktadır. Roman ilerleyişi Ana karakterin hatıra defteri şeklinde okuyucuyu içine almaktadır.

Savaş Döneminde Yazılan Bir Roman ve Etkileri

Roman yazılırken son yıllarında dönemin içinde bulunduğu Kurtuluş savaşı yaşanmaktadır. Ancak yazar çalıkuşu incelemesi yaparken savaş gibi bir süreç içerisinde yazdığı romana ait karakterlerde samimi ve aşkla yazı dilini devam ettirmiştir. Romanında içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ya da şiddeti yansıtmamıştır. Kurtuluş savası gibi etkin bir savaştan psikolojik olarak etkilenilmemesi imkânsız iken, romancı karakterlerine daha da bağlanmış ve sıcak, sevecen tavrını içinde bulunduğu durumun etkilemesine izin vermemiştir.

Osmanlının son yıllarını anlatan bir romandır. Çalıkuşu özeti olarak roman ilk bölümlerinde dışarıdan olayları anlatan bir konuşmacı betimlemeleriyle okuyucuya dönemi ve karakterleri anlatmaktadır. Son bölümlerinde gelindiğinde ise, Feride’nin günlüğü atmosferi okuyucuyu sarmaktadır. Çalıkuşu incelemesi ise, teknik olarak ise roman bu haliyle iki farklı teknik ile yazılmıştır. İlk bölümlerde başka bir göz tarafından olaylar aktarılıyor havası verilmiş ve bu haliyle okuyucuyu kendine bağlamıştır. Son bölümlerde ise günlük etkilerini okuyucuya vermeyi yazar ustalıkla başarmıştır.

Çalıkuşu Feride’nin Hikâyesi

Feride karakteri aslında günümüzde Cumhuriyet Türk kadının ifade eden bir karakterdir. Çalıkuşu konusu içinde aktarılmak istenilen hakkını arayan, son derece hareketli bir kız çocuğu olan Feride zekâsı ve bilgisiyle de kendi yolunu çizmeyi başarmış güçlü bir kadındır. Ele gözleri ve güzel yüzüyle romana güzelliği ile bir renk katan Feride, karşısındaki kişiler ile kolay iletişime geçen karakterli ve onurlu bir Türk kadını çizgisi ile okuyucuya anlatılmak istenilmiştir.

Romanın Konusu

Roman Anadolu’nun köyleri başta olmak üzere, İstanbul, Tekirdağ ve İzmir’de çoğunlukla geçmektedir. Romanda Anadolu insanının yaşadığı sıkıntıları ve sefaleti de anlatan yazar bu anlatımı Feride gözüyle okuyuculara aktarmaktadır. Çalıkuşu özeti olarak renkli bir kız çocuğu olan Feride yaz aylarında teyzesinin yanına gelmektedir. Teyzesinin evinde kuzeni Kamuran ile iyi anlaşacak yaramazlık yapmayacaktır. Zaman içinde oyun arkadaşlığı sevgiye ve aşka dönüşmüştür. Feride, Kamuran’a âşık olmuştur. Bu anlayan Kamuran Feride ile evlenmek için ilk adımı atar ve nişanlanırlar. Ancak Feride bir mektup ile Kamuran ile nişanlıyken İstanbul’u terk ederek Anadolu’nun bir köyüne kaçar.

Feride Anadolu’da yaşadığı hayat ise hiç kolay olmayacaktır. Çalıkuşu konusu olan maddi ve manevi birçok sıkıntı yaşayacak Feride köy öğretmenliği yaparak geçimini sağlamaya çalışacaktır. İnsanların sefaleti, geri kalmış düşünceleri ve dar görüşlü olmaları sebebiyle Aydın bir görüşe sahip Feride’nin içinde bulunduğu hayat ile olan çatışmaları anlatılmaktadır. Romanda tam olarak geri kalmışlık ve aydın insanların düşünce çatışmaları da uygun bir dille anlatılmaktadır. Çalıkuşu incelemesi göz önünde bulundurulduğunda söz konusu etkilere bağlı olarak romanda acıma hissi, şefkat ve merhamet sıklıklar anlatılmak istenen temalar arasındadır.

Çalıkuşu Özeti

Romanın başkahramanı Feride asker binbaşı rütbesi olan bir babanın kızıdır. Anne son derece sakin ve hastalıkları olan bir kadındır. Babasının askerliği neticesiyle iki yılda bir şehir değiştirmeleri sebebiyle, annesinin hastalıkları ilerler ve bir bakıcı tutmaya karar verirler. Üç yaşında bakıcı ile hayatına devam eden Feride’nin bakıcı evlenir ve Feride dört yaşında dadısız kalmaktadır. Çalıkuşu konusu tam olarak bu noktada başlamaktadır. Dadıya ihtiyacı olan ve annesi tarafından bakılamayan feride günlerce ağlar ve sonunda babasının sakat olan bir askeri Feride ile ilgilenmeye başlar.

Annesinin hastalığı ilerlemesi sebebiyle İstanbul’a anneanne ve teyzesini görmeye gitmeye karar verirler ancak Feride’nin annesi Beyrut’ta vefat eder. Babası neferi ile Feride’yi İstanbul’a teyzesinin yanına gönderir. Çalıkuşu incelemesi yapılan roman ise Annesi ölen feride için tam olarak başlamıştır. Bir süre sonra anneannesini de kaybeden Feride’nin babası tesadüfen İstanbul’dadır. Feride’yi bir Fransız mektebe yazdırır. Burada on yıl eğitim görecektir.

Yaz aylarında teyzesine giden Feride burada kuzeni Kamuran’a âşık olur ve evlenme kararı alırlar. Çalıkuşu özeti olarak anlatmak gerekirse, Feride okuluna devam etmek zorundadır. Ve bu sırada da Kamuran’a Yurtdışında yaşayan amcasından iş teklifi gelir. Dört sürecek olan bu görev sonucunda Feride de okulu bitirecek ve evleneceklerdir. Herşey düğünden üç gün önce gelen bir mektup ile başlamaktadır. Ve bu mektup üzerine feride Kamuran’ın bir ilişkisi olduğunu öğrenir Anadolu’ya gitmeye karar verir.

87 Oğuz (Rakım Çalapala) Özeti, Konusu ve İncelemesi

87 Oğuz

Rakım Çalapala, 1906 senesinde İstanbul şehrinde hayata gözlerini açmıştır. 87 Oğuz’un yazarı olan Çalapala; takvimler 28 Kasım 1995’i gösterdiğinde, Ankara şehrinde hayata veda etmiştir. Çalapala çok sevilen Türk gazeteci ve yazardır. Rakım Çalapala’nın tam adı ise Mehmet Rakım Çalapala olarak kayıtlara geçmiştir. Eğitim hayatını gözden geçirdiğimizde ise İstanbul Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni başarı ile tamamlamıştır.

1932 senesinde bir yıl boyunca Osmanlı Bankası’nda görev aldı. 1932 senesinde muallim Nimet Hanım ile hayatlarını birleştirdi. 1936 senesinde Türkiye Yayınevi’ne katılarak, burada Yavrutürk ve Çocuk Haftası dergilerini idare etti. Resimli Hayat, Yedigün ve Karikatür gibi önemli dergilerde de başarılı şekilde görev aldı. Musevi Lisesi’nde ve Alman Lisesi’nde öğretmen olarak görev yaptı. 1951 senesinde Hürriyet gazetesi ile yollarını ayırarak Atlas Yayınevi’ni kurdu.

87 Oğuz Özeti

87 Oğuz’un türü öyküdür ve çocuklar tarafından çok sevilen bir kitaptır. Sabah saatlerinde alarm çalmaktadır ve Hanife Hanım alarmın sesini duyunca gerilir çünkü şirin uyanmak istememektedir. Hanife Hanım biraz daha uyumak isterken Oğuz’un saati de çalmaya başlar ve uyumasına asla izin vermeyecek şekilde çalıyordur. Yaşlı Hanife Hanım ne kadar istemese de yatağından kalkarak Oğuz’u uyandırmaya gider.

Oğuz ise 4 aylık tatil sürecinin ardından ilk defa okula gideceği için çok heyecanlıdır. Oğuz’un annesi her zaman olduğundan farklı bir şekilde bu sabah onun için kahvaltı hazırlar ve babası da ona bir sürü öğütlerde bulunur. Oğuz diğer senelerde olduğu gibi bu sene de defter kitap alamayacağını bilir ama kafasına koymuştur, bu sene çok çalışacaktır. Okula geldiğinde arkadaşlarını görüp onları ne kadar özlediğini fark eden Oğuz’un okul numarası ise 87’dir.

Aynı zamanda Oğuz sınıfın en yaramaz ama en sevilen kişisidir. Kimi arkadaşlarının yaz tatiline çok değiştiğini, büyüdüğünü fark eden Oğuz; bazı arkadaşlarında daha farklı değişimler olduğunu gözlemler. İlk derslerinde öğretmenleri Nezihe Hanım gelir ve tatillerinin nasıl geçtiğini sorar, bu sene çok fazla çalışmalarını istediğini dile getirir. Öğretmenleri Nezihe Hanım öğrencilerine sevgi dolu gözler ile bakıyor ve ilk dersleri böyle bu şekilde sohbet etmek ile geçer.

Oğuz eve döndüğünde ise annesinin onun için yemek hazırlamadığını ve odasının da bıraktığı gibi olduğunu görür. Azcık kalmış olan yemeği bol ekmek ile beraber yer ve bol su içerek karnını doyurur. Nezihe Hanım birkaç kitap ve defter alınması gerektiğini söyler ve Oğuz ailesinin bu ihtiyaçları alması için ağlar.

Fakat bu sene de ailesi onun okul ihtiyaçlarını karşılamaz. Bu olayın üstünden on beş gün geçtikten sonra okula zengin bir kadın çocuğunu getirir. Eşinin iş durumu nedeni ile belli bir süre bu mahallede kalacaklarını söyler ve çocuğunu bu okula kayıt eder. Öğretmenlere çocuğuna dikkat etmelerini, çocuğunun yaramaz çocuklardan uzak durmasını istediğini söyler ve gider.

Bunun sonrasında Nezihe Hanım çocuğu Oğuz’un sınıfına getirir ve onun yanına oturtur. Adı Selim olan bu çocuk diğer çocuklara pek benzememektedir ve kırılmaya hazır biblo gibidir. Birkaç ders dikkatler çocuğun üzerine toplanır ama sonra çocuğun derslerinin kötü olduğu anlaşılınca herkes tekrar eski haline döner.

Oğuz Selim’den pek hoşlanmamaktadır çünkü kendisine hiç benzememektedir. Hasta olmasın, düşmesin korkusu ile çocuk oyun oynamamaktadır ve dadısı sürekli çocuğa yemek yedirmektedir. Havalar iyice kötüleşir, Oğuz yırtık ayakkabıları ile okula gelmektedir ama Selim hasta olur düşüncesi ile annesi tarafından okula bile gönderilmemektedir. Tam da bu noktada 87 Oğuz özeti incelendiğinde çok güzel bir çocuk kitabı olduğunu söyleyebiliriz çünkü verdiği mesaj çok güzeldir.

Dersleri kötü olan Selim’in dersleri iyice kötü olur. Babası Oğuz’a zengin bir adama olmadığı için ucuza satılan bir palto almış ve getirmiştir. Oğuz çok beğenmiştir ve okulda yapılacak olan gösteride bunu giyinmeye karar vermiştir. Çok güzel bir gösteri olur, Oğuz’un anne ve babası en ön sıradan bu gösteriyi izler. Oğuz gösterinin en güzel rolünü almıştır ve rolünü çok güzel yerine getirmiştir. Sonraki gün arkadaşları Oğuz’u ağlarken görür ve çok şaşırırlar çünkü Oğuz kolay ağlayan birisi değildir.

Meğerse Selim’in babası iflas etmiş ve intihar etmiştir. 87 Oğuz artık Selim’in en büyük destekçisidir ve Selim’in sınıfı geçmesi için elinden geleni yapar. Selim Oğuz’a titiz olmayı, Oğuz ise Selim’e dersleri öğretir. Oğuzdaki değişimi fark eden annesi kendini değiştirir. Selim sene sonunda sınıfı geçerken Oğuz da sınıf birincisi olur.

87 Oğuz Konusu

87 Oğuz konusu incelendiğinde 4. sınıf öğrencisidir ve zeki, yaramaz, sevimli, şiir okumaya ve tarihe meraklı sosyal faaliyetleri olan bir çocuktur. Bu çocuk kitabı Oğuz’un aile hayatında ve okul hayatındaki yaşamımı ele alır. Oğuz arkadaşlık ilişkileri iyi olan ama ailesinin durumu pek parlak olmayan çalışmaya meraklı bir çocuktur. Okuluna Selim’in gelmesi ile Oğuz’un hayatında bazı şeyler değişecektir.

87 Oğuz İnceleme

Bu öykü kitabı çocukların oldukça hoşuna gitmektedir çünkü Oğuz’un zorluklara karşı direnmesi ve sonu mutlu bir şekilde bitmesi çocuklara umut veriyor. Bunun yanı sıra Selim’in yaşadıkları, insanlar arasındaki yaşam şartları farklılığı çocuklara küçük yaşta gösteriliyor. Yani 87 Oğuz inceleme altına alınırsa kitabın ne kadar güzel mesajlar içerdiğini, ön yargılı olmamız gerektiğini, zor şartlarımız olsa da pes etmemiz gerektiğini bize gösterir.

Sevdalı Bulut

Sevdalı bulut

Nazım Hikmet Ran’ın çocuklar için yazmış olduğu bir eser olmaktadır. Sevdalı bulut konusu anlatılırken oldukça akıcı ve son derece etkileyici bir dil kullanılmaktadır. Hemen herkes için anlaşılabilir bir dil ile yazılmaktadır. Sevdalı bulut incelemesi yapılırken genel olarak edebiyat kuralları içerisinde bir inanış olan edebiyat masallar ile başlayan ve masallar ile biter görüşün sahibi Nazım Hikmet olmaktadır.

Masallar ve Edebiyat

Edebiyatın temeli olan masallar hemen herkes tarafından beğenilerek okunmaktadır. Nazım Hikmet sade dili ve akıcı kelimeleriyle okuyucuyu etkisi altına almayı başarmış güçlü bir yazardır. Sevdalı bulut özeti iyi niyetli bir karakter ile zalim bir karakterin hikâyesini anlatmaktadır. Genel olarak masalların edebiyat dünyasına katkıları son derece fazladır. Masalların şiirlere en çok yakın olan edebiyat türü olduğu bilinmektedir. Bu nedenle hemen her konuda da yazınsal detayları bulunmaktadır.

Sevdalı Bulut Özeti

Ney çalan bir derviş’ in şahit olduğu masalsı olaylar anlatılmaktadır. Masalda bahsedilen derviş’in neyinden çıkan dağlar, tepeler ve dereler çıkmaktadır. Bahsi geçen yer ise Ney ülkesidir. Neyden çıkan güzel bir kız masalın başkahramanı olmaktadır. Sevdalı bulut konusu anlatılırken okuyucuya verilen mesaj nettir. Kahramanların tanıtılması ve ana karakterin okuyucuya aktarılması belirli bir sıranın sonunda olmaktadır. Söz konusu başkahramanın adı Ayşe’dir. Bu ülkede kötüler ve iyileş arasında bir rekabet başlar ama her masal gibi iyiler kazanacaktır. Bir bulut sayesinde kötü olan Kara Seyfi karakteri cezasını bulacaktır.

Nazım Hikmet yazılarında son derece karakterli ve yazı üslubu tam bir yazar olarak Türk edebiyatında yer edinmiş bir yazardır. Sevdalı bulut özeti bir bulutun sahip olduğu sevgileri anlatmaktadır. Hemen herkes için bir yazı karakteri olan ve gerek şiirler ile gerekse yazılar ile kişilerin hayal dünyalarına girmeyi başarmış bir şairdir. Masalların temel yapılarını oluşturmak kolay değildir. Kurgulamak ve hayata geçirebilmek son derece zor bir olgudur. Ancak Nazım Hikmet bu işin üstesinden oldukça başarılı bir şekilde gelmiş görülmektedir.

Masalda kötülere cezasını veren bir buluttur. Bulut Kara Seyfi’nin cezasını veren bir ana karakter konumundadır. Bu nedenle hemen herkes için iyi ya da kötü bir karakter oluşmaktadır. Masalların bir bölümü çizgi film olmaktadır. Sevdalı bulut incelemesi yapılırken bu noktada dikkat edilmesi gereken n önemli detay sevginin ve değeri ve paha biçilmezliğidir. Bir bulut’un güzel bir kıza olan sevdası dile getirilmektedir.

Sevdalı Bulut İle İlgili Sanatsal Çalışmalar

Rusça olarak 1959 yılında yayınlanan bir çizgi film senaryosudur. Masalın teması sevdalar üzerinedir. İyi niyetli bir kız ve kötü niyetli bir adamın kurnaz düşünceleri. Bu düşünceler sayesinde kötü adam Kara Seyfi kızın bahçesine sahip olmaktadır. Sevdalı bulut konusu adını veren bulut ise, Ayşe yani iyi niyetli kıza duymuş olduğu sevgi için elinden gelen her şeyi yapabilmektedir. Rusça yayınlanan ve çizgi film yapılan bu eser Türkiye’ de 1968 yılında televizyon ekranlarında izlenmeye başlamıştır.

İki ana bölümden oluşan Sevdalı bulut özeti sevdalarıyla, ritmiyle ve ruhu ile son derece keyifli dönemler yaşanmaktadır. Bir çizgi film ile masallar arasındaki en önemli fark çizgi filmlerin şiirsel olması, masallarda ise, hayvanların tıpkı fabl’ler gibi konuşabiliyor olmasında ileri gelmektedir. Bir masalın en çok tepki verdiği konu kişilerin tercihlerinde son derece önemli rol oynanan can alıcı detaylar arasında ilerlemektedir.

Sevdalı bulut incelemesi yapılırken hemen her konuda kişilerin birçok favori karakterleri ve yazım adapları kişilerin gözlerine çarpmaktadır. İyi karakterlerin bir kötü karakter ile savaşması geleneksel bir durum ya da bir olayı anlatmaktadır.  Nazım hikmet sağlığında rusça olan çevirileri bizzat kendi talep etmektedir. Bu nedenle hemen herkes için farklı bir marjinallik ön görülmektedir.

Masalda bazı hayvanlar Ancak karakter Ayşe için çok önemli bir detay olacaktır. Ana karakter olan Ayşe için tek istenilen iyi bir eş ve iyi bir koruyucu olmasıdır. Masallarda genel bir hitap şekli ve standartı bulunmaktadır. Nazım hikmet birçok okuyucuya bu özelden genele yaklaşımı sayesinde ulaşmaktadır. Sevdalı bulut özeti nereden bakıldığına göre değişecektir. Bazı acılardan değerlendirildiğinde fabl olan ve son derece başarılı olan bu masal ana karakterler dışında yaşam alanlarınıza eğitim bir örnek olunması isteniyorsa o halde kişilerin tercihlerinden biri olarak karşımıza çıkacaktır.

Nazım Hikmet Kimdir?

Nazım hikmet son derece toplumsal gel gitleri değerlendiren ölçen ve tartan önemli bir detay olacaktır. Tekne üzerinde 1902 – 1963        yıları arasında arasına devam eden ve son derece istediğim bir ürün olunabilmektedir. Hemen herkesi Çin oldukça keyifli bir yazı kitlesi olan ve son derece başarılı bir yazar olan Nazim Hikmet hemen her eserinin oldukça beğendiği bir detay olarak görülmektedir. Sevdalı bulut incelemesi konusunda deniz subaylığından mezun olmuş Ancak mesleğini icra etmemiştir. Ekonomi eğitimi alan Nazım hikmet belirli nedenler ile tutuklanmış ve cezasını çekmiştir. Ardından tutukluluk halinin bitmesiyle derhal Moskova’ya gitmek istemiş bu bölgede de talihsizliklerin peşini bırakmadığı nazım hikmet Moskova’da öldürülmüştür.

Masal kahramanları tarafından sıklıkla beğenilerek okunan bu eser Nazım Hikmetin ustalık eseri olarak da anılmaktadır. Sevdalı bulut konusu adından da anlaşılacağı gibi sevda üzerine yazılmış olan bir eser olmaktadır.