Ziya Osman Saba Hayatı ve Eserleri

Ziya Osman Saba

Ziya Osman Saba, İstanbul’da 30 Mart 1910 yılında doğmuştur. Yazar şiirleri ile tanınmıştır ancak küçük tarzda yazdığı hikayeleri de bulunmaktadır. Galatasaray Lisesine dokuz yaşında yatılı öğrenci olarak girmiştir. Galatasaray Lisesinden 1931 senesinde mezun olmuştur. Ziya Osman Saba hayatı ve eserleri günümüz Türk edebiyatına kattığı katkılar ve yenilikler fark edilir düzeydedir.

Yazar ilk şiirini 1927 senesinde Serveti Fünun dergisinde Ziya adlı imzayı kullanarak çıkartmıştır. Okuduğu lisede ilk yıl sınıfta kalmıştır. Bu sınıfta kalma durumu sayesinde Cahit Sıtkı Tarancı ile tanışmıştır. Bu tanışma ikili arasında edebiyat hayatında zor rastlanan bir dostluğun oluşmasına vesile olmuştur.

Yedi Meşaleciler adlı hareketin kurucuları arasında yer almaktadır. Bu hareket 1928 yılında yazarın bir arkadaşı ile birlikte Yedi Meşale isimli bir kitap yayınlamaları ile başlamıştır. Yayınlanan bu kitap edebiyat dünyasında büyük bir başarı getirmiştir. 1936 yılında ise İstanbul Üniversitesinde hukuk eğitimini tamamlamıştır. Yazar hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra aynı yıl içerisinde İstanbul’da askerliğini yapmıştır.

Ziya Osman Saba, hukuk eğitimi aldığı yıllar içerisinde aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinin muhasebe departmanında çalışmıştır. Yazar daha sonrasında 1938 yılında Emlak ve Eytam adlı bankasında çalışma hayatına devam etmiştir. 1943 yılında Sebil ve Güvercinler adlı ilk kitabını yayımlamıştır. Yazar yaşamının ileriki yıllarında Ankara’ya tayin edilmiştir ancak İstanbul’u çok sevdiği ve özlem duyduğu için bankadaki görevinden istifa etmiştir.

1950 yılında yazar bir kalp krizi geçirmiştir. Bu kalp krizinden sonra yazarın yakın arkadaşı olan Yaşar Nabi’ye ait olan Varlık yayınlarında çalışmıştır. 29 Ocak 1957 yılında yazar Kadıköy semtinde bulunan evinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiştir. Yazarın Nefes Almak isimli şiir kitabı ile Değişen İstanbul ismindeki hikâye kitabı ancak ölümünden sonra yayımlanmıştır.

Ziya Osman Saba Eserleri ve Edebi Kişiliği

Ziya Osman Saba Eserleri Türk edebiyatında yer edinmiştir. Yazar şiir yazmasının yanı sıra düz yazı türünde de eserler vermiştir. Yazar şiirlerinde daha çok çocukluk ve ilk gençlik yıllarını tema olarak almıştır. Bunun dışında yazar şiirlerinde sevinç, acıma hissine, iyiliğe ve İstanbul’a olan aşkını konu olarak ele almıştır. Şiirlerinde dini konulara da yer vermiştir. Allah’a olan şükründen, ölüm gerçeğinden bahsetmiştir.

Eserlerini gözlemci bir tarz ile kaleme almıştır. Dışavurumcu olan yazar eserlerinde hece ölçüsünü kullanmıştır. Yazar hece ölçüsünün yanı sıra serbest ölçüyü de kullanmıştır. Yedi Meşaleciler topluluğu dağılsa dahi yazar bu şiir tarzını devam ettirmiştir. Yazar şiirlerinde batının nazım şekillerini de kullanmıştır. Yazar 1940 yıllından sonra serbest nazım ölçüsünde daha çok yönelmiştir. Eserlerinde kullandığı edebi dil çok sade ve akıcıdır.

Ziya Osman Saba edebiyat tarihinde iz bırakmıştır. Yazarın eserleri,

  • Yedi Meşale
  • Sebil ve Güvercinler
  • Geçen Zaman
  • Nefes Almak
  • Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi
  • Değişen İstanbul

Ziya Osman Saba ve Şiir Tarzı

Yazarın kullandığı şiir dili çok sade olmasına karşın çok çeşitli temaları kullanmıştır. Lirik tarzında daha çok şiirlerini kaleme almıştır. Yazarın şiirlerinde hüzün duygusu ağır basmaktadır. Ziya Osman Saba şiirleri vasıtasıyla iç dünyasında var olan izlerini dışa vurmuştur. Yazarın şiirlerini incelediğimizde gözlem yeteneği hemen fark edilmektedir. Kaleme aldığı hikayelerinde ise kendisinin çocukluk anılarına yer vermiştir. Yazar insanların mutlu olması gerektiğini eserleri aracılığıyla dile getirmiştir.

Ziya Osman Saba ve Edebiyat Tarihi

Ziya Osman Saba hayatı ve eserleri ile topluma yenilikçi bir bakış açısı getirmiştir. Yazarın İstanbul’a olan aşkı onu mesleğinden istifa ettirmiştir. Şiirlerinde İstanbul Boğazına, İstanbul’un insanlarına sıkça yer vermiştir. İstanbul aşkı onun şiirlerinde çokça yer vermiştir. Yazar yeniliği her daim savunmuş ve batı tarzını uygulamaya çalışmıştır.

Şiirlerinde ev ve aile hayatını da konu edinmiştir. Yoksulluğu eserlere tema seçmesinin yanı sıra yoksulluğun utanç duyulması gereken bir olduğu üzerinde durmuştur. Küçük mutluluklarla yetinmeyi her zaman benimsemiştir. Ölümün yakınlığı yazarı dehşete zaman zaman düşürmüştür. Eserlerine ahiret özlemini de ustaca yansıtmıştır. Yazar daha çok eserlerinde bireysel konulara yer vermiştir. Ziya Osman Saba Goncourt Kardeşler adlı romandan da çeviriler yapmıştır.

Ziya Osman Saba ve Yedi Meşaleciler

Yedi Meşaleciler 1928 yılında kurulmuştur. Oluşturulan bu grup canlılık, samimiyet ve daimî olarak yeniliği hedef olarak kabul etmiştir. Sanatın, sanat için olması gerektiği görüşünü savunmuşturlar. Eserlerinde konu olarak geniş bir bakış açısını kullanmaktadır. Olaylara daha çok gerçekçi bir bakış açısı ile bakmıştırlar. İzlenimci bakış açısını ile eşyalara bakmıştırlar.

Grup içerisinde var olan yazarlar sürekli olarak yeniliği benimsemiştirler. Şiirlerinde duygudan ziyade yaptıkları gözlemlere yer vermiştirler. Hece ölçüsünü daima geliştirmeyi amaçlamıştırlar. Anadolu ve Anadolu haklını yurtseverlik anlayışı ile anlatmak isteseler de başarılı olamamıştırlar.

Ziya Osman Saba bu grup dağılsa dahi eserlerinde bu özellikleri devam ettirmeye çalışmıştır. Yazar küçük hikayeleri de kaleme almasına rağmen onu asıl başarılı yapan yazdığı şiirleridir. Şiirlerinde daha çok kendisinin duygularını dışa vurmuştur. Hece ölçüsünü sıkça kullanmış ancak serbest ölçü denemelerinde de bulunmuştur. Onu en çok anlatan ise İstanbul’a olan aşkıdır. İstanbul aşkını şiirlerinde sıkça dile getirmiştir. Yazarın şiirlerini okurken İstanbul’un sokaklarını dolaşmamak elde değildir.

Yazar hukuk eğitimi almasına karşın edebiyat tarihinde yer edinmiştir. Çeviri çalışmalarında da bulunmasına rağmen pek fazla çeviri eseri bulunmamaktadır.

Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Zeytindağı

Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay tarafından yazılmış bir anı romanıdır. Yazıldığı döneme ait pek çok bilgi içeren Zeytindağı, pek çok insanın okuması gereken kitaplardan bir tanesidir. Zeytindağı kişiler ve özellikleri, dönem hakkında daha detaylı bilgi alınabilmesi için ideal bir şekilde betimlenmektedir. Böylelikle bu romanı okuyan her birey, Falih Rıfkı Atay’ın anlatmak istediklerini net bir şekilde kavrayabilmektedir.

Falih Rıfkı Atay’ın gezi ve anı yazısı türünde çıkarmış olduğu kitaplar arasında yer alan Zeytindağı, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarından başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk zamanlarına kadar olan süreci ele alan bir kitaptır. Bu nedenle bu kitabı okuyan bireyler, dönemi net bir şekilde anlayabilmekte ve detaylı bilgi sahibi olabilmektedir.

Zeytindağı Özeti

Zeytindağı kitabını okumak isteyen bireyler, öncelikle Zeytindağı özeti incelemesi yaparak kitap hakkında yüzeysel bilgi edinebilmektedir. Zeytindağı kitabında Osmanlı döneminin sona ermesi ve Türkiye’nin kurulması ele alınmaktadır. Falih Rıfkı Atay’ın 1. Dünya Savaşı’nda yedek asker olarak orduya katılması ve bu dönemdeki gözlemleri ile geçmişe ışık tutması Zeytindağı kitabının ana konusudur.

Büyük Savaş olarak da adlandırılan 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Falih Rıfkı Atay orduya çağrılır. Orduda yedek subay olarak görev alan Falih Rıfkı Atay, Cemal Paşa’nın yönetimine bağlı bir karargâhta çalışmaktadır. Bu karargâh, Kudüs bölgesine yakın Zeytindağı’nda bulunmaktadır. Cemal Paşa ve Falih Rıfkı Atay bu şekilde birbirleri ile tanışmaktadır.

Cemal Paşa, oldukça yenilikçi bir insandır. Bu nedenle kitabın ilk bölümlerinde Cemal Paşa’nın da arasında bulunduğu İttihat ve Terakki’den bahsedilmektedir. İttihat ve Terakki, o dönemlerde fikir ayrılıklarına sebep olmuştur. Bu fikir ayrılıkları partinin içerisinde de devam etmektedir.

Falih Rıfkı Atay, Cemal Paşa ile çalışırken dönemi çok daha iyi bir şekilde anlamaya başlamıştır. Bir devrin sona erdiği açıkça bellidir. Filistin, Suriye, Hicaz da dâhil olmak üzere çoğu bölge çöküş yaşamaktadır. Falih Rıfkı Atay, bulundukları dönemde Osmanlı Devleti’ni bir kuklaya benzetmiştir. Zira Osmanlı, yalnızca Ümmetçilik sayesinde topraklarını büyütebilmiştir. Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu alanların çoğu Müslüman ve Arap devletlerinden mevcuttu. Bu dönemde pek çok Türk Araplaşmış ve Araplığı benimsemeye başlamıştı. Bu da Türk kültürünün zayıflamasına neden olmuştu. Arap olmayan topraklarda ise egemenlik sağlamak oldukça zordu. Zira bu toprakları ve insanları yönetmek adına hiçbir eylem yapılmamıştı.

Araplar için Osmanlı Devleti yalnızca tarla imar eden ve bekçilik yapan bir toplumdu. Zira Arap krallıkları arasında süregelen sorunlar, halkı derinden etkilemiş ve halkın yoksullaşmasına sebep olmuştu. Bu nedenle Osmanlı Devleti, egemen olduğu bu topraklarda yalnızca korumacılık yapmıştı. Ancak Arap devletlerinin 1. Dünya Savaşı’ndan önce İngilizler ile anlaşma yapması ve Osmanlı’yı hiçe sayması, olayların çok daha büyümesine sebebiyet vermişti.

Osmanlı Devleti’nin Araplara sunduğu ayrıcalıklar, Osmanlı’ya karşı Arap başkaldırılarını arttırmıştır. Cemal Paşa, bu isyanları bastırabilmek için idam yöntemine başvurulabileceğini söylemiş ve isyanların kolayca bastırılabilmesini sağlamıştır. Cemal Paşa, ayrıca Arapları Osmanlılaştırmak için uğraş vermiştir. Falih Rıfkı Atay, bu olaylardan bahsederken Arapların din sömürüsüne de değinmiştir.

Osmanlı, Almanların yanında savaşa girmişti. Çünkü İttihat ve Terakkiciler arasında olan Enver Paşa, hem yönetimi hem de güçleri nedeniyle Alman hayranlığı beslemişti. Mustafa Kemal Atatürk, savaşa girmek istememişti, çünkü o bir fikir adamıydı. Ancak savaşa girdikten sonra geri çekilmek de istememişti, çünkü o bir vatanseverdi.

Zeytindağı Konusu

Zeytindağı adlı gezi ve anı romanı, Cemal Paşa’nın yönetiminde olan 4. Karargâhın bulunduğu Zeytindağı bölgesinden adını almaktadır.  Zeytindağı konusu ise, Osmanlı’nın yıkılma dönemi ile Türkiye Cumhuriyetinin kurulma dönemini kapsamaktadır. Dönemde yaşanan zorluk ve olayların detaylı bir şekilde anlatıldığı bu kitap, 1932 yılında yayınlanmıştır.

Zeytindağı, dönemi iyice anlamak isteyenler için idealdir. Zeytindağı romanı olay örgüsü, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı bölgesinde göreve başlaması ve Cemal Paşa ile tanışması ile başlamaktadır. Sonrasında ise savaşın patlak vermesi ve bulundukları dönemdeki olayların gelişmesiyle devam etmektedir.

Zeytindağı İncelemesi

Zeytindağı kitabı, döneminin en önemli olaylarına değinen bir gezi ve anı yazısı kitabıdır. Zeytindağı incelemesi sayesinde kitap çok daha iyi bir şekilde anlaşılabilmektedir. Zeytindağı kitabı ile ilgili bilgiler aşağıdaki listede belirtilmektedir.

  • Zeytindağı romanındaki ana fikir, vatanı kurtarmak için yapılan eylemlerde ilk olarak fikir insanı olmak önemlidir şeklindedir.
  • Kitaptan çıkarılması gereken en büyük sonuç, her şeyden önce ilim ve sanat insanı olmanın önemli olduğudur.
  • Kitapta anlatılan olayların büyük bir çoğunluğu Zeytindağı karargâhında ve Şam bölgesinde geçmektedir.
  • Romanda anlatılan olaylar, tamamen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi ile alakalıdır.
  • Zeytindağı eserinde kullanılan dil oldukça sade olup, yabancı ifadelerden uzaktır. Böylelikle herkesin anlayabileceği bir kitap olarak görülmektedir.
  • Zeytindağı kitabında mizaha yer verilmemektedir. Ancak Falih Rıfkı Atay, iyi düşünülmüş kelime oyunları ile birlikte eseri büyük ölçüde zenginleştirmiştir. Buna ek olarak betimlemelere yer verilmiştir.
  • Kitap yalnızca dönemin olaylarını değil, Falih Rıfkı Atay’ın anılarını da anlatmaktadır. Falih Rıfkı Atay’a ek olarak romanda sıkça adı geçen Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’nın da anıları kitapta mevcuttur.

Zeytindağı kitabı, ana fikri vatan üzerine şekillenen, hem bilgi verici hem de döneme ışık tutan önemli eserlerimizden ve Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı anı kitaplarından biridir.

Zeki Ömer Defne Hayatı ve Eserleri

Zeki Ömer Defne

Zeki Ömer Defne Çankırı ilinde doğmuştur. Eğitim hayatı Çankırı’da bulunan Ertuğrul İptidaisi ve İdadisinde başlamıştır. Şair daha sonrasında Ankara’da bulunan İlköğretmen Okulunu bitirmiştir. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile eğitim hayatını tamamlamıştır.

İstanbul’da bulunan Kabataş ve Galatasaray gibi Türkiye’nin en değerli eğitim kurumlarında öğretmenlik yapmıştır. Bu okulların dışında Alman Lisesi’nde ve Şişli Terakki Lisesi’nde de öğretmenlik yapmıştır. Kastamonu ilinde ise Türkçe ve edebiyat öğretmenliğinin yanında yöneticilik de yapmıştır. Harp Akademisi bünyesinde ise edebiyat öğretmeni olarak görev almıştır. 1969 yılında ise öğretmenlikten emekli olmuştur. Şair emekliliğinden önce Galatasaray Lisesi’nde görev yapmaktaydı.

Zeki Ömer Defne hayatı ve eserleri incelendiğinde ilk şiirinin Çankırı’da bulunan Hak Yolu adlı gazetede 1923 yılında çıktığını görmekteyiz. Sonrasında şair şiirlerini birçok dergide yayımlamıştır. Bu dergiler,

  • Çınaraltı
  • Ün
  • Hareket
  • Şadırvan
  • İstanbul
  • Esi
  • Çağrı
  • Galatasaray
  • Varlık

Şairin, şiirleri 1970 yıllarda daha çok Varlık dergisinde yayımlanmıştır. Öğretmenlik mesleği onun hayatında önemli bir yer tutmaktaydı. Yaşamının son zamanlarında dahi eğitimci ruhundan bir şey kaybetmemiştir. Öğretmenlik mesleğinin yanı sıra müdür olarak da eğitime katkı sunmuştur. 1992 yılının aralık ayında vefat etmiştir.

Zeki Ömer Defne Edebi Kişiliği ve Eserleri

Zeki Ömer Defne Şiir Anlayışı genel olarak saz şiirlerinin özelliklerini göstermektedir. Şair manzumelerinde daha çok yurt güzelliklerine değinmiştir. Manzumelerinde ise yurt güzelliklerini yerli motifleri kullanarak anlatmıştır. Şairin kendine has güzel bir dil anlatımı bulunmaktadır. Bunların dışında şairin serbest ölçü denemeleri de bulunmaktadır. Bazı şiirlerinde ise şair günlük olarak gerçekleşen olaylara yer vermiştir.

Şairin şiirlerini şekil bakımından incelediğimizde yarım kafiyeyi sıkça kullandığını ve şiirlerinde rediflere yer verdiğini görmekteyiz. Türk halk edebiyatından şair bolca esinlenmiştir. Halk şiirine elbette şairin katkıları da olmuştur.

Zeki Ömer Defne güçlü bir anlatıma sahip bir şairdir fakat şiirleri ancak 1970 yıllından başlayarak kitaplaşmaya başlamıştır. Şair daima Anadolu’yu şiirlerinde ana tema olarak seçmiştir. Şiirlerinde yapmış olduğu yurt güzellemeleri onun Türk edebiyatında tanınmasını sağlamıştır. Şair birçok ili ve kasabayı şiirlerinde tanıtmıştır. Bu kasabalar ve iller,

  • Erzurum
  • Eğin
  • Ilgaz
  • Isparta
  • Bursa
  • İstanbul
  • Konya

Zeki Ömer Defne Türk edebiyatında yer edinmiş büyük bir şairdir. Şairin birden fazla şiir kitabı bulunmaktadır. Günümüz Türk edebiyatına yakın bir anlayışla şiirlerini kaleme almıştır. Bunun dışında şair Dede Korkut Hikayeleri üzerine de edebi olarak araştırmalar yapmıştır. Şairin şiir kitapları,

  • Denizden Çalınmış Ülke
  • Sessiz Nehir
  • Kardelenler
  • Ilgaz
  • Orta Anadolu
  • Ziller Çalacak

Denizden Çalınmış Ülke şiir kitabı şairin en önemli şiir kitabıdır. Şairin bu şiir kitabı hala günümüz şiir okuyucuları tarafından büyük ilgi görmektedir. Bu şiir kitabı birçok güçlü ve önemli şiirleri bünyesinde toplamıştır. Bu durum şiir kitabının ön planda olmasını sağlamıştır. Şiir kitabı halktan beslenerek kaleme alınmıştır. Cumhuriyet devrine damga vurmuş bir şairdir. Eser 1971 yılında Millî Eğitim Bakanlığı yayınları arasında yerini almıştır.

Zeki Ömer Defne ve Cumhuriyet Dönemi

Zeki Ömer Defne hayatı ve eserleri arasında Cumhuriyet dönemi ile bağlantıları olduğu görülmektedir. Şiirlerini büyük bir titizlikle kaleme almış bir şairdir. Zaman içerisinde yayımladığı şiirlerde değişikliğe gittiği de görülmektedir. Bazen şiirlerinin başlıklarını bazen de kelimelerde ve dizelerde değişiklik yaptığı görülmüştür. Gerekli gördüğü durumlarda ise şair şiirlerinde eklemelerde bulunmuştur.

Birçok şair onun halk şiirine yeni bir anlayış getirdiğini söylemektedir. Nitekim gerçek bir Türk şairidir. Şair şiirlerini yayımlamadan önce birçok kez incelemelerde bulunmuştur. Şiir başlıklarına baktığımızda ise memleketin ve Cumhuriyet’in izlerine rastlanılmaktadır. İçinde bulunduğu Cumhuriyet ve memleket coşkusunu şiirlerine yansıtmıştır.

Şairin işlediği temalardan da Cumhuriyet şairi olduğu anlaşılmaktadır. Şiir türü ile Türk edebiyatında yer edinen şairin çok fazla düz yazı eseri bulunmamaktadır. Diğer Cumhuriyet şairlerden onu ayıran özeliği eğitim hayatının içerisinde var olmasıdır. Eğitici ruhu onun şiirlerinde de yer edinmiştir. Serbest şiir denemesi de Cumhuriyet dönemi şairi olduğunun kanıtıdır. Zeki Ömer Defne Şiir Anlayışı toplumsal konularla birleşmiştir.

Zeki Ömer Defne ve İşlediği Şiir Temaları

Zeki Ömer Defne şiirlerinde çoğunlukla aşk, yaşam sevinci, yaşlılık, yalnız kalma, ölüm, tabiat olayları ve geçmiş konular üzerine temalar seçmiştir. Bu temaların yanı sıra şair şiirlerinde tarihe, memlekete dair konulara, eğitime, yoksulluğa, sosyal adaletsizliğe, siyasete, geleneklere, dini ve kültüre ait unsurlara yer vermiştir. Şair gerçek bir Anadolu çocuğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda şair Cumhuriyet döneminin genç öğretmenleri arasında da yer almaktadır.

Memlekette var olan akımlara ve Anadolu Hareketi’ne karşı şair kayıtsız kalmamıştır. Edebiyat tarihinde o Anadolu ve doğa betimlemeleriyle öne çıkan bir şair özelliği göstermektedir. Dede Korkut Hikayeleri adına yaptığı edebi olarak araştırma ise Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır. Son şiirlerini ise şair Varlık adlı dergide yayımlatmıştır. Şair, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’ndan 1991 yılından ödül almıştır.

Zeki Ömer Defne hayatı ve eserleri toplum tarafından hem olumlu hem de olumsuz olarak eleştiri almıştır. Toplum tarafından onun hak ettiği değerin tam olarak ona verilmediğini düşünenlerde bulunmaktadır. Şair Cumhuriyet dönemi özelliklerini şiirlerine titizlikle yansıtmıştır. Onun sahip olduğu memleket aşkı şiirlerinde göze çarpmaktadır. Günümüzde halen adından sıkça bahsedilen bir şairdir. Bu durum üzerinde yazdığı şiirlerinde etkisi bulunmaktadır.

Zekeriyazade Yahya Efendi Hayatı ve Eserleri

Zekeriyazade Yahya Efendi

Zekeriyazade Yahya Efendi 1561 senesinde İstanbul ilinde doğmuştur. Babası Bayramzade III. Murat’ın padişahlık döneminde şeyhülislamlık yapmıştır.  Babası ile beraber Hicri 994 senesinde hacca gitmiştir. Zekeriyazade Yahya Efendi hayatı ve eserleri ile aldığı medrese eğitiminin doğrudan ağlantısı bulunmaktadır. Çok iyi bir medrese eğitimi almıştır. Derin zekâsı ve bilgisiyle devlet görevinde hızla yükselmiştir. Birçok medrese de öğretmenlik yapmıştır.

Hicri 1004 senesinde Halep kadısı olarak tayin edilmesinin ardından İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. İstanbul’un yanı sıra Şam, Bursa ve Edirne illerinde de kadılık görevini yerine getirmiştir. Kadılığın yanı sıra kazasker görevinde de bulunmuştur. I. Mustafa döneminde 1622 senesinde ise ilk kez şeyhülislamlık görevine getirilmiştir. Bu durum onun ileriki yıllarda Şeyhülislam Yahya Efendi olarak anılmasına sebebiyet verecektir.

7 Şubat 1632 senesinde yapılan komplolar sonrasında dönemin padişahına sunulan idam edilecek 17 kişi arasında Zekeriyazade Yahya Efendi de bulunmaktadır. Bu olaylardan sonra şair Topkapı’da bulunan çiftliğine yerleşmiştir. 1633 senesinde ise tekrar şeyhülislamlık makamına atanmış ve ölene kadar da bu makamda görev yapmıştır.

1644 senesinde kış mevsiminin şubat ayında İstanbul’da vefat etmiştir. Elde edilen bilgilere bakıldığında öldüğünde seksen yaşını geçtiği sonucuna ulaşılmıştır. Cenazesi İstanbul’da yaşayan insanlar tarafından taşınarak babasının yanına defnedilmiştir. Zekeriyazade Yahya Efendi halk tarafından çok sevilen iyi bir şairdir.  Cenazesinin kalabalık olmasında halk tarafından çok sevildiğinin etkileri de görülmektedir.

Zekeriyazade Yanya Efendi ve Edebi Kişiliği

Şeyhülislam Yahya Efendi çağının gazel türünde en başarılı şairlerindendir. Eserlerinde kullandığı çok zarif ve temiz bir dildir.  Eserlerini çok samimi bir üslupla kaleme almıştır. Eserlerinde aşırı derecede söz sanatlarına yer vermemiştir. Gazellerinde rubai veznini ilk olarak kullanmasıyla tarihe geçmiştir. Türk edebiyatında en çok Yahya Efendi Divanı ile anılmaktadır. Şair olarak Türk edebiyatına katkısı büyüktür.

Edebi olarak yazdığı gazellerde ustalaşmıştır. Günümüzde dahi gazelleri birçok yazara ilham kaynağıdır. Rubai veznini ilk kez kullanması onu dönemi içerisindeki şairleri arasında fark yaratmasına sebep olmuştur. Kaleme aldığı eser bu yönüyle bir ilktir. Babasının yanında yetişen usta şair babasının mesleğini uzun yıllar boyunca sürdürmüştür. Babası onu kendisi bizzat yetişmesine için çaba harcamıştır. Nitekim Türk edebiyatı tarihine baktığımızda babasının çabalarının boşa gitmediğini görmekteyiz.

Zekeriyazade Yahya Efendi ve Başlıca Eserleri

Onun en önemli eseri yazmış olduğu Divan’dır. Eserin girişi altmış iki sayfadan oluşmaktadır. Bu Divan içerisinde II. Osman, IV. Murat ve Hace Efendi dışında kimseye ait kaside bulunmamaktadır. Divan’ın ilk kısmında bir Na’t bulunmaktadır. Bunun dışında Divan içerisinde bir adet sakiname ve bir adet de tahmis bulunmaktadır. Divan genel olarak yazılan gazellerle doludur. Şeyhülislam Yahya Efendi Türk edebiyatı tarihine gazelleri ile kazınmıştır. Şairin Divan dışında başlıca eserleri,

  • Taliku Şerhi Camii Dürer
  • Tahmisü Kaşidetil Bürde
  • Nigaristan Tercümesi
  • Fetvayı Yahya Efendi
  • Sakınama

Yahya Efendi Divanı

Yahya Efendi Divanı ile şair Türk edebiyatında adından sıkça söz ettirmektedir. Bu eser şairin en önemli eseridir. Günümüze kadar bu eser ile birlikte 349 adet gazel, 3 tarih kısmı, 24 adet kıta ve 4 rubai ancak ulamıştır. Eserin büyük bir kısmı eksiktir. Bu eser 1995 yılında Rekin Ertem tarafından ve daha sonrasında 2001 yılında Hasan Kavruk ile yayımlanmıştır.

Zekeriyazade Yahya Efendi hayatı ve eserleri günümüz bakış açısı ile incelendiğinde daha çok Divan edebiyatında görülen türler ile anıldığını görmekteyiz. İyi bir gazel ustası olarak hala şairin etkisi sürmektedir. Edebiyat severlerin ve özellikle gazel severler için şairin özel bir yeri bulunmaktadır. Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde okuyan öğrencileri için yazmış olduğu Divan adlı eser iyi bir ders kitabı kaynağıdır.

Zekeriyazade Yahya Efendi ve Yaşadığı Dönem

17.yüzyıl içerisinde Osmanlı Devleti’nde yaşamış dönemin büyük şairleri arasındadır. Kendi döneminin dışında kendisinden sonra gelen şairler arasında da önemli bir yere sahiptir. Aynı çağda onunla beraber yaşayan kişiler tarafından mütevazı, hoş sohbet sahibi ve nükteden kimse olarak bahsetmektedirler. Şair uzun yıllar boyunca Osmanlı Devleti’nde kadılık ve şeyhülislamlık görevlerinde bulunmuştur.

Yahya Efendi Divanı ile birlikte eski kelimelerin günümüz Türkçesine de aktarıldığını görmekteyiz. Birçok şair tarafından Divan içerisinde bulunan şiirler incelenmiştir.  Bu Divan aynı zamanda okuyucularına derin tasavvufi düşüncelerde hissettirmektedir. Günümüz şairleri büyük emekler vererek Divan’ı incelemektedirler. Şairin verdiği fetvaları dahil eser haline getirilmiştir. Şairin eserlerinin bu kadar yankı getirmesinde medrese tarzında aldığı eğitiminde etkisi bulunmaktadır.

Şairin babası ile birlikte çocukluğunu geçirmesi onun şeyhülislamlık makamını sevmesinde çok büyük bir etken olmuştur. Zekeriyazade Yahya Efendi hayatı ve eserleri bugün dahi çokça sohbet konusu olmaktadır. Şair bıraktığı en büyük eseri olan Divan’ı ile birçok araştırmaya konu ve birçok makalenin yazımında kullanılmaktadır. Eserinin günümüze ulaşan kısmı dil bilimciler tarafından günümüz Türkçesine çevrilerek kitap haline çevrilmiştir.

Osmanlı Döneminde yerine getirdiği dönem içerisinde idam edilmekten son anda kurtulan şair daha sonrasında birçok eseri kaleme almıştır. Osmanlı döneminde birçok padişahın şeyhülislamlığını şairliği kadar ustaca yerine getirmiştir. Şeyhülislam Yahya Efendi olarak anılan şair dönemin haklı tarafından hep iyi bir insan olarak anılmıştır. Şairin cenazesinde bile Osmanlı halkı onu yalnız bırakmamıştır.

Yusuf Has Hacib Hayatı ve Eserleri

Yusuf Has Hacib

Yusuf Has Hacib Karahanlı Devleti döneminde yaşamış önemli bir şair ve devlet adamıdır. Doğu Türkistan’ın Balasagun kentinde M.S 1017-1019 yılları arasında dünyaya geldiği kaynaklarda geçmektedir.  Yusuf Has Hacib hayatı ve eserleri günümüz açısından büyük bir öneme sahiptir. Şair, Müslüman bir ailenin mensubu olduğu ileri sürülmektedir. Yazar Balasagun’ da tahsil ve terbiye görmüştür.

‘Has Hacib’ unvanı kendisine verilmeden önce Balasagunlu Yusuf olarak tanınmıştır. Kendisine ait tam bir biyografi henüz oluşturulmamıştır. Kendisini çok iyi yetiştirmiş bir şairdir. Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Astronomi öğrenmek isteyenlerin önce hesap ve geometri öğrenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ellili yaşlarında manzum eser olarak on sekiz aylık bir süre içinde Kutadgu Bilig adlı eserini yazmıştır. Dönemin hükümdarı olan Tabgaç Buğra Hana sunulan bir eserdir.  1077 yılında Kaşgar kentinde vefat etmiştir. Türbesi de bu kentte bulunmaktadır.

İlk Siyasetname Kutadgu Bilig

Türk Eğitim Tarihi açısından büyük bir öneme sahip bir eserdir. Edebi olarak temel bir eserdir. Eser 6645 beyitten oluşmaktadır. Allah’a hamd, Peygamberimize ve Dört Halifesine teşekkür kısmı eserin girişini oluşturmaktadır. Kutadgu Bilig, Türk edebiyatındaki ilk siyasetname özelliğini taşımaktadır. Eser aynı zamanda ilk nazım şekli olan mesnevi tarzında yazılmıştır. Bu eserde şair adını yalnızca bir kez kullanmıştır.

Eserin son kısmında kendi kendine nasihat şeklinde şair adını kullanmıştır. Türk kültünün adalet ve kanunlarını aydınlığa kavuşturmak açısından eser önemli bir konuma sahiptir. 1825 senesinden itibaren üzerinde en fazla çalışma ve araştırma yapılan eserdir. Kitaba okuyana mutluluk vermesi ve doğru yola yönlendirmesi açısından şair Kutadgu Bilig adını vermiştir.

Şekil ve Anlatım Yönünden Kutadgu Bilig

Eser Türkçe olarak kaleme alınmasına karşın Fars edebiyatına ait olan aruz vezni kullanılmıştır. Bu durum eserin şekil yönünden de birçok dil ile harmanlandığını ortaya koymaktadır. Şekil  hem de içerik yönünden ilklerin eseri tanımını da kullanabiliriz. Türklerin İslamiyet’e geçişinden de eser şekil yönünden etkilenmiştir. Eserin birçok nüshası bulunmaktadır. Esere ait en önemli nüshalar,

  • Herat Nüshası
  • Fegana Nüshası
  • Mısır Nüshası

Eserin İçeriğinin Dönem ile Bağlantısı

Eser içerisinde bazı hakanlar bazı kavramlarla simgelenmiştir. Bu hakanlar yönetici konumundadır. Bu kişiler eserde sembolleştirilerek aktarılmıştır. Kün Togdı adlı hükümdar adalet ve kanununu eserde temsil etmektedir. Ay Toldu adlı vezir saadet ve mutluluğu temsil etmektedir. Ögdilmiş adlı vezirin oğlu akıl ve ilimi temsil etmektedir. Odgurmuş ise vezirin akrabasıdır ve kanaat ile sonucu eserde temsil etmektedir.

Kutadgu Bilig münazara şeklinde beyan edilen ir eserdir. Bu dört karakter eserde temsil edilerek ana fikir aktarılmıştır. Dönem içerisinde var olan önemli kişiler üzerinden eser ortaya koyulmuştur. Siyasetname özelliği taşımasına bu durumun önemli bir katkısı olmuştur.

Yusuf Has Hacib ve Türk Düşünce Tarihi

Eser birçok konuyu içermektedir. Şehirleri betimleyen coğrafya, din alimlerinin vaazlarını içeren, felsefe konularını da barındıran bir nasihat kitabıdır. Karanhanlılar dönemde yaşamış Türk ve İslam aydınlarının genel kültürlerini de içerisinde barındırmaktadır. Sanat bakımından Yusuf Has Hacib kendisine özel bazı zevk ve görüşlerini eserine yansıtmıştır. Gümüz açısından bakıldığında bile eserin kendine has bir özgünlüğünün olduğunu görmekteyiz.

Şairin çokça doğaya ait tasvirlere yer vermesi esere canlılık katmıştır. Eserdeki hâkim fikirler vecizelerle desteklenmiştir. Deyim özelliği gösteren vecizelere şair sıkça başvurmuştur. Dönemin büyükleri ve hatırı sayılan kişiler Kutadgu Bilig içerisinde; Elçi, Yağma, Ötüken Bey’i ve Türk Hanı şeklinde geçmektedir. Eserin önemi ve yol göstericiliği günümüz dünyasında da halen geçerliliğini korumaktadır.

Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde eserden çoğu kez ders kaynağı olarak yararlanılmaktadır. Edebiyat tarihinin yanı sıra eser siyasetname özelliğinden dolayı yöneticilere de tarih boyunca yol göstermiştir. Karahanlılar dönemine bakıldığında dönem içerisinde öne çıkan bir eser olduğu göze çarpmaktadır.  Eser orta Türkçe ile kaleme alındığından dolayı Türk diline de katkı sunmaktadır.

Hakaniye lehçesi kullanılarak eser kaleme alınmıştır. Aruz vezni ile birlikte Kutadgu Bilig kaleme alınmıştır. Didaktik ve alegorik özellikler taşımaktadır. Eserin öğretici olması insanlara yol gösterici olmuştur. Tüm bölümlerinde olmasa dahi ansiklopedik bilgileri de eser içerisinde barındırmaktadır. İslamiyet’i Türklerin kabulünün ardından kaleme alınan ilk yazılı eser özelliğini taşımaktadır.

Yusuf Has Hacib ve Karahanlılar Dönemi

Türk Eğitim Tarihi açısından bakıldığında eserin oraya çıkış dönemi eser hakkında önemli ipuçları vermektedir. Kaşgar kenti, Karahanlı Devletinin merkezi ve Türklerinde varlığının yaşatıldığı bir yerdir. Türk unvan rütbelerine bu kentte çokça yer verilmiştir. Şairlere dönem içerisinde büyük önem verilmektedir. Dönem içerisinde mâni, masal ve hikmet gibi halk edebiyatına ait türlere rastlanılmaktadır.  

Yusuf Has Hacib hayatı ve eserleri incelendiğinde ise Türk folklorunun unsurlarına yer verildiğini görmekteyiz. Eser Türk tarihinin de saklanmasında büyük rol oynamaktadır. 11. Yüzyıla baktığımızda yükselme çağı olarak geçtiğini görmekteyiz. Eserin çağın yükselmesindeki katkısı yadsınamaz. Dönem içerisinde siyasi, askeri ve kültürel açıdan önemli gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerin Türk düşünce tarihine de katkısı olduğunu görmekteyiz.

Dönem hem Türkler açısından hem de ilk eserlerin ortaya çıkışından dolayı Türk tarihinde yer edinmiştir. Türk edebiyatının ilkleri dönemi olarak da nitelendirilebilir. Türk dilinin farklı bir lehçesi olan Hakaniye lehçesini eser tanıtmaktadır.

Yonca Kız (Kemal Bilbaşar) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yonca kız

1910 senesinde Çanakkale şehrinde dünyaya gözlerini açmıştır. Takvimler 21 Ocak 1983’ü gösterdiğinde İstanbul’da hayata veda etmiştir. 1929 senesinde Edirne Öğretmen Okulunu; 1935 senesinde ise Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih Bölümünü başarı ile tamamlamıştır.

Uzun seneler tarih öğretmenliği görevini yerine getirmiş ve kitaplarında Batı Anadolu’daki küçük mahalle ve kasaba insanlarının hayatını ele almıştır. Yazarın en beğenilen kitaplarından birisi olarak kabul edilen Yonca Kız türü ise romandır.1960 senesinden sonrasında roman yazmaya daha öncelik vermiştir.

Yonca Kız Özeti

Yaşadıkları yer kasaba peri bacası azmanının üstünde olan, kadınları tezgâh başında duran, erkekleri şehir dışında çalışan kendi halinde bir kasabadır. Kasabanın çocukları ise oyun oynamak yerine sürekli halı dokurlar. Yonca, bir kış günü bu kasabada dünyaya gözlerini açmıştır ve babası ona şans getirsin diye bu ismi vermiştir. Yonca daha kırk günlük iken kasabaya yetkililer gelir. Buranın topraklarının kaydığını yakın bir yerde binalar yapılacağını ve buradaki halkın oraya taşınması gerektiğini söylerler.

Bu habere tüm kasabalılar sevinir ve inşaat başlar. Köydeki erkekler ilk defa mutluluktan şehir dışına gitmeyi bırakır ama inşaat bitince kasabaya kötü haber yayılır. Yalnızca 20 yılda 20bin lira verebilenler bu evde kalabileceklerdir ve köylü büyük bir hüsrana uğrar. Yonca’nın babası Mehmet ise mecburen çalışmaya şehir dışına gider ve aradan uzun zaman geçer. Mehmet’ten haber alınamamakta Yonca kız babasını büyük bir hasret ile beklemektedir.

Bir gün Mehmet beklenmedik bir vakitte gelir ve zengin bir akrabasını bulduğunu onuna yanına İzmir’e gitmelerinin gerektiğini söyler. Hemen toparlanıp İzmir’e doğru yolan çıkan aile, İzmir’i çok beğenmişlerdir ve burayı köyden çok farklı bulmuşlardır. Bunun ardından Mehmet ve ailesi teyzesinin oğlunun fabrikasına gider ama tüm çalışanlar onlar alaycı bir ifade ile bakarlar. Teyze oğlu İbrahim Bey’in odası çok güzeldir ama o da çalışanları gibi aileyi küçümser, kıyafetlerini değiştirmelerini ister.

Kıyafetlerini giyinip güzel bir köşke varırlar. Hizmetli Sultan Bacı onları güzel salona geçirir ve İbrahim’in annesi Ayşe onları güzel yüz ile karşılar. İbrahim karısı ve küçük kızı da odaya gelerek aileyi istemediklerini açıkça söylerler. Güzel yürekli Ayşe Hanım aileyi alarak hizmetlilerin kaldığı odaya götürür. Sohbet ettikleri esnada Mehmet’in annesi Melekten konu açılır. Melek Mehmet’in babasına kaçtığından dolayı babası onu evlatlıktan reddetmiştir ve Melek bir süre sonra hayata gözlerini yumar.

Belli bir zaman sonra aile iyice köşkün hizmetlileri durumuna gelmiştir ve bu Mehmet’in çok zoruna gitmektedir. Mehmet kapıcılık yapıyor, karısı Gonca ise köşkün temizliğini üstleniyordu. Bunun sonunda büyük bir kavga olur ve köşkten ayrılmak zorunda kalırlar. Ayşe Hanım onlara destek olacağını, her sıkıntılarında yardım isteyebileceklerini belirtir.

Gonca iş bulmuştur ama Mehmet yine kötü bir şeklide İbrahim’in fabrikasında kapıcılık yapmak zorunda kalır. Boğaziçi’nin üst tarlalarına yeni gecekondular yapılır ve oradan kendilerine ev alabileceklerini düşünürler. Mehmet İbrahim’den borç para ister ve İbrahim ona parayı beklenmedik şekilde verir. Mehmet bunun sonrasında bir haber işitir ve bu haber İbrahim’in ona miras kalan paraya el koyduğu haberidir. Mehmet buna inanmaz ve kafasında bir şüphe olarak kalır.

Mehmet evlerine musallat olan birileri tarafından vahim şekilde katledilir ve Ayşe Hanım, Gonca ve Yonca kızı kardeşinin evine yollar. Hatice Teyze ile çok iyi bir şekilde anlaşırlar ve deyim yerinde ise aile gibi olurlar. Hatice çok zengindir ve Yonca kızı tek varisi haline getirmiştir, ona çok iyi davranıyordur. İbrahim bunu duyunca delirir. Günlerden bir gün Yonca kız çingeneler tarafından kaçırılır ve Yonca kıza işkence ederler. Hatice Teyze mahvolur Yonca kızı her yerde arasa da bir türlü bulamaz.

Yonca kız bir şekilde kaçar ve olanları polise anlatır. Polisin araştırmalarına göre Mehmet’i öldüren de Yonca’yı kaçırtan da İbrahim’den başkası değildir ve İbrahim tutuklanır. Böylece Yonca ve ailesi huzur içinde yaşarlar. Yonca Kız özeti incelendiğinde çok güzel çıkarımlar yapabileceğimiz ve çok güzel ders alabileceğimiz bir eser olmayı başarmıştır diyebiliriz.

Yonca Kız Konusu

Küçük bir kız çocuğunun, Yonca kız, başından geçenleri anlatan, sürükleyici, etkileyici bir eserdir. Bu kitapta okuyucu, Yonca kızın başından geçen olayları görüyor ve empati kuruyor. Bunun üzerine Yonca’nın başından geçenlere çok üzülüyor ve artık ve mutlu olmasını istiyor. Kitapta Yonca’nın ve ailesinin yaşadığı hayat mücadelesi, geçim sıkıntıları, akraba olayları yer alıyor.

Yonca Kız konusu hakkında biraz daha konuşacak olursak Yonca kızın bu yaşam şartlarındaki davranışları, hayatın onu götürdüğü yerler tek tek gösteriliyor. Yonca kızın yolları Hatice teyze ile birleşiyor ve hayatı çok güzel şekilde değişiyor. Ama babası Mehmet’in akrabası olan İbrahim sürekli ailenin başına kötü kötü işler getiriyor ve kitapta bunu anlatıyor.

Yonca Kız İnceleme

Yonca kız Kemal Bilbaşar tarafından yazılmış ve yazara şöhretin kapılarını açmış çok sevilen bir romandır.  Kitabın sayfa sayısı 184 olarak kayıtlara geçmiştir ve bu kitap 9-12 yaş aralığı için uygun görülmüştür.

İşlediği temaları inceleyecek olursak; birey ve tema,  kişisel gelişim ve toplum hayatı kitabın işlediği temalardır. Yonca kız inceleme hakkında daha fazla detay verecek olursak aile, dayanışma ve mücadele temalarına da değinir diyebiliriz.

Yılkı Atı (Abbas Sayar) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yılkı atı

Değerli sanatçı Abbas Sayar’ın ilk eserinde, insanların faydası sona erdikten sonra, değer verdiklerini bir kalemde silebildikleri üzücü bir şekilde kaleme alınmıştır. Yazarın Siyah İnci kitabıyla Anna Sewell’ den etkilendiği gözlerden kaçmamaktadır. Fakat mükemmel bir halk diliyle anlatılan eser, okunulası bir roman olmuştur. Eserin bölümleri aşağıdaki sergilendiği gibidir,

Yılkı Atı Özeti

Sanatçının eserinin tamamına bakıldığında Yılkı atı özeti, bakımından geleneklerine bağlı bir toplumda atlar ve doğa arasındaki bağın işlendiği farklı içerikli bir kitaptır.

İbrahim kışları sert geçen Anadolu köylerinden birinde, tarlada çift süren fakir bir köylüdür. İbrahim kafasında düşleriyle, tarlada çift sürme işi sona erip de eve doğru öküzleriyle birlikte yol alır. Konağının arabalarının, hayvanları için buğdayının çokça olduğu bir düş beliriverir dimağında. Düşü hayvanları ile işi sona erip de eve gelince sona erecektir.

İbrahim evlerinin emektarı olan Dorukısrak’ı oğullarını tembihleyerek evden kovulmasını ister. Mustafa ve Hasan iki kardeş babalarının, isteği ile atı evden dağlara kovarlar. Yılkı atı olay örgüsü yuvasından kovulma ile başlar. İlerleyen zaman içinde de atı evin işlerini göremeyecek kadar yaşlandığı, bahane edilerek Kâşifin oğlu diye bir köylüye verip, evin yanından yamacından uzaklaştırırlar.

DoruKısrak’ı tayının ve evinin, çok ırağında bir yerlere Kâşifin oğlu bırakır ve döner. Yılkı atı tayından uzakta bir başına açlık içindeyken, Çilkır’ı görür. Yılkı atı olayın geçtiği yer ve zaman olarak bakılırsa, iki Yılkı atı, beraber güney de büyükçe bir ovaya inerler. Kendileri gibi kaderine bırakılan diğer atlarla birlikte yaşamlarına burada devam ederler. İçlerinde en güçlü olan Demirkır’dır. Demirkır sahipsiz diğer atlara aynı zamanda, koruyuculuk yapmaktadır.

Çilkır ve Aygır atı kavgaya tutuşur. Çünkü Yılkı atları içinde, en çok DoruKısrak’ı beğenirler. Kavgada galip gelen taraf, Aygır olur. Yenilen tarafta kalan Çilkır ise içine kapanıp, diğer atlarla konuşmayı keser. Güçlü Yılkı atı Aygır, atları aynı zamanda kurtların, saldırılarından da yaptığı güçlü hamlelerle selamete erdirecektir.

DoruKısrak tayından ve evinden uzaklaştırılıp, dağlara sürüldüğünden beri sahibi olan İbrahim, hırçınlaşır. Vicdan azabı çeker. Dağda kırda bayırda onu arasa da izine rastlayamaz.

Hıdır Emmi, adında yaşlı ve yardımsever bir köylü, kapısına hasta bir şekilde, gelen Dorukısrak’a acır yaralarını sarar ve ona bakar. Havanın bıçak gibi kestiği çetin günlerdir. Dorukısrak huzuru yerindedir. Fakat ovada kurtlar arkadaşlarına pusu kurmuş, güçsüz Çilkır’ı kendilerine yem yaparlar.

Buna mukabil Dorukısrak tıpkı bir insan gibi, değer görür, yedirilir içilir. Köylüler tarafından bakımı en iyi şekilde yapılır. İyileşip de artık onlara ihtiyacı kalmayınca, köylülerin kurduğu bir toyla oradan eğlence içinde uzaklaşır.

Dorukısrak güneye arkadaşlarının yanına ovaya indiğinde, Çilkır’ın kurtların yemi olduğunu duyar. Arkadaşının arkasından çok mutsuz olur. Çok geçmeden çiçeklerin açıp, kuşların cıvıldadığı bahar mevsiminde tüccarlar ovaya yaptıkları pusuyla iki Yılkı atını diğerlerinden ayırırlar.

Bu arada İbrahim deli divane kırda bayırda Dorukısrak’ı aramaya devam eder. Nihayetinde atını güneyde, ovada otlarken, görür. Aylar sonra, evinden ve tayından, zorla uzaklaştırdığı atı bulunca İbrahim çok sevinir. Tayı Dorukısrak’ın yanına götürür. İbrahim, yavrusunu görünce Dorukısrak’ın dayanamayıp, evine döneceğini düşünür. Fakat beklediği şey olmaz. Anne ve yavrusu, başka yöne, başka hayatlara doğru koşacaktır. İbrahim atların arkasından, dövünüp pişmanlık duysa da bir daha onları göremeyecektir.

Yılkı Atı Konusu

Eserin tamamına bakıldığında, Yılkı atı konusu, esasında vefasızlık yapanın sonuçlarına da katlanması ile ilgilidir.

Eski bir Türk ananesi gereğince, bir zamanlar Türk köylerinde, özellikle zorlu geçen kış aylarında, hayvanlara verilen yemi iktisatlı kullanmak amaçlı, yaşı geçkin ya da hasta atlar dağlara, ovalara sürülürdü.

Yılkı atı her şeye rağmen çetin kışı, evin dışında zor şartlarda atlata bilirse, sahipleri mevsim yumuşayınca, Yılkı atını arar bulur. Tekrar sahiplik ederdi.

Yarışlarda senelerce sırtında sahibine, gelir kaynağı olmuş Dorukısrak, doğanın yasaları gereği, zaman içerisinde yaşlanmıştı. Dolayısıyla yarışlarda eskisi gibi koşamayıp, sahibine de kazandırmıyordu. Sahibi, bu sebepten Dorukısrak’ı henüz bakıma ihtiyacı olan tayı olmasına rağmen, onu yalnızlığa terk eder.

Anadolu’da zorlu kış şartları içerisinde yurdundan, yavrusundan uzakta olan Dorukısrak, ölümle burun buruna geldiği zamanlar olur. Fakat iyi niyetli insanlar sayesinde yaşamayı başarır. Eserde Yılkı atı karakter tahlili yapılacak olursa eğer, vefasızlık örneği İbrahim karakteri ile karşımıza çıkarken, Hıdır Emmi hiçbir karşılık görmeden, bakıp beslediği yılkı atına gösterdiği davranıştan dolayı vefalı insan karakteri özelliğini taşır.

Yılkı Atı İncelemesi

Değerli sanatçı Abbas Sayarın kitabında verilmek istenen mesaja bakılarak Yılkı atı incelemesi yapacak olursak, doğa, ananelerimiz, tevekkülle birlikte var olan yoksulluk ve vefa ana temaları üzerinden işlenmiştir.

Abbas Sayar Yozgat ilinde tarihler 1923’ü gösterdiğinde dünyaya gelmiştir. Kaleme aldığı köy ve Anadolu temalı eseri, 1970 yılında Türk toplumuna sunmuştur. Akabinde başarı ödülünü TRT aracılığıyla eserden dolayı almıştır.

Eser hayvan ve insanlar arasında yaşanan acımasız hayat temalı olsa bile bilinç altında verilmek istenen mesajda yoksullukla birlikte eski Türk toplumlarında karşılaşılan durumlar konu edilmiştir.

Eser üslup bakımından, şiir gibi işlenmiştir. Halkın diliyle, lehçesiyle yazılmıştır. Neticesinde eser, sinemada filmi bile yapılmıştır.

Yer Altında Bir Şehir (Kemalettin Tuğcu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yer Altında Bir Şehir

Yer Altında Bir Şehir Türü romandır. Kitapta Lozan Barış Antlaşmasının ardından yaşanan Türklerin çekmiş oldukları sıkıntılar anlatılmaktadır. Dönem içerisinde var olan sosyal ve siyasi hayat insanları derinden etkilemiştir. İşgal altında kalan insanların yaşadıkları çaresizlik hissi esere yansıtılmıştır. Eser ilginç özellikteki insanları yansıtmasının yanı sıra vatan sevgisini de işlemiştir.

Yer Altında Bir Şehir Özeti

Bu kısımda Yer Altında Bir Şehir Özeti detayları ile ele alınacaktır.

Sadık, Osman Baba ve Cemal vatanı işgal edenlerden ve kendilerine zarar verecek kişilerden kaçmaktadırlar. Düşman kuvvetlerini arkalarına aldıklarından dolayı çok zorlu bir yolculuk yapmışlardır. Saklanmak amacıyla her türlü tehlikeye göğüs germiştirler. Açlıktan üçü de bitkin hale gelmiştirler. Yolda bulmuş oldukları hayvanları öldürerek hayatta kalma mücadelesi vermektedirler. Aralarında en yaşlı olmasından dolayı en tecrübe sahibi Osman Babadır.

Osman Babanın fikrine göre ovayı aşarlarsa düşman kuvvet kendilerini bulamayacaktır. Uzaktan bir tepe görünmektedir. O tepeye varmaları halinde ise düşman kuvvetleri onların peşini bırakacaktır. Bu tepeye çıkılması hayli zordur. Osman Baba, oğlu Ali ve kızı Nazlı’yı düşmanlardan korumak adına bu tepeyi aşarak başka bir yere varmaları için yolcu etmiştir. Osman Baba geçtiği bütün yollarda oğlu Ali ve kızı Nazlı’dan iz aramaktadır.

Osman Baba yırtıcı hayvanların kendilerini yemelerinden çok korkmaktadır. Kendilerine bir şey olmaması için sürekli olarak Kur’an-ı Kerim okuyarak Allah’a dua etmektedir. Osman Baba ve arkadaşları tepeye varmıştırlar. Tepeye vardıklarında ise tepenin hemen aşağısındaki mağaraya saklanmak istemişlerdir. Osman Baba ve arkadaşları mağara girdikleri zaman büyük bir şaşkınlık geçirmiştirler. Mağara içerisinde birden fazla ceset bulunmaktadır.

Osman Baba ve arkadaşlarını büyük bir korku sarmıştır. Osman Baba ve arkadaşları beklerken büyük bir taşın çekilerek bir ceset bıraktıklarına şahit olmuşturlar. Osman Baba cesedi adamların bıraktıkları zaman ettikleri duayı duyunca onlarında Müslüman olduklarını anlamıştır. Adamlar cesedi bırakıp taşı tekrar yerine koymuşturlar. Osman Baba ve arkadaşları neler olup bittiğini merak etmiştirler ve büyük taşın arkasında olan bitenleri öğrenmek istemiştirler.

Osman Baba ve arkadaşları içeriye nasıl girebileceklerini araştırmaya başlamıştırlar. Etraflarında bulunan hayvanları takip etmeye başlamıştırlar. Hayvanları da takip ederek yer altında yaşayan bu insanları bulmuşturlar. Osman Baba ve arkadaşları yer altına girdikleri zaman yakalanmıştır. Osman Baba ve arkadaşları kendilerini tanıttıkları için ceza almaktan kurtuluşturlar. Osman Baba ve arkadaşları yer altında da büyük bir şaşkınlık geçirmiştirler.

Yer altında kocaman bir şehir bulunmaktadır. Osman Baba ve arkadaşları şehrin ileri gelen insanlardan neden burada yaşadıklarını öğrenmiştir. Bu şehirde yaşayanlar Müslüman ve Türk’tür. Düşmanlar yurtlarını işgal ettikleri için böyle bir çözüm yolu bulmuşturlar. Yer altında bu insanlar kocaman bir şehir kurmuşturlar.

Burada yaşayan insanlar kendilerine gelen üstten ufak bir ışıkla idare etmeye çalışmaktadır. Burada bulunan insanlar yeterince güneş görmedikleri ve düzgün beslenmediklerinden dolayı birçok hastalığa yakalanmıştır. Yer altındaki bu insanlar kendilerinin yanlarına gelenleri bir daha asla yeryüzüne geri göndermemektedir. Çünkü yeryüzüne geri döndürmeleri halinde düşman işgali yerlerini tespit edecektir.

Osman Baba yer altında bulunan bu şehirde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Osman Baba burada bulunan herkesin sevgisini kazanmıştır. Osman Baba şehirde bulunan bir gencin dermansız bir hastalığa tutulduğunu söylemiştir. Şehirde bulunan insanlar gence bakması ve dua etmesi için Osman Baba’dan ricada bulunmuşturlar. Osman Baba gencin yanına vardığında ise onun kendisinin oğlu Ali olduğunu öğrenmiştir.

Osman Baba büyük bir mutluluk yaşamıştır. Ali babasını gördüğü anda iyileşmiştir ve kız kardeşi Nazlı’nın da bu yer altı şehrinde olduğunu söylemiştir. Osman Baba burada kızı Nazlı’yı da bulmuştur. Osman Baba, Nazlı ve Ali’nin kedisinin çocukları olduğunu kimseye söylememiştir. Osman Baba ve arkadaşları yer altı şehrinin havasından dolayı hastalanmaya başlamıştır. Bu nedenle bir an önce bu şehirden kurtulmak istemektedirler. Osman Baba ve çocukları bu şehirden en sonunda kurtulmuşturlar. Türkiye’ye vardıklarında ise toprağı öpmüştürler.

Yer Altında Bir Şehir Konusu

Yer Altında Bir Şehir Konusu Lozan Antlaşmasından sonraki dönemde Türklerin çekmiş oldukları eziyetlerdir. İnsanlar kaçarken yolları üzerindeki yer altı şehri ile karşılaşmıştırlar. Eserde insanların bu yer altı şehrinden Türkiye’ye ulaşma maceraları anlatılmaktadır. Erdeki ana tema vatana olan sevgidir.

Yer Altında Bir Şehir İncelemesi

Yer Altında Bir Şehir Yorum yaptığımızda ise kişilerin iç dünyalarının duygu ve düşünceleri okuyucuya ilahi bakış açısı ile aktarılmıştır. Anlatım türüne baktığımızda ise tasvirlerin yapılmasının yanı sıra öyküleyici anlatım söz konusudur. Olaylar birbiri ardınca gerçekleşmiştir ve zaman hız kesmeden ilerlemektedir. Olaylar Türkiye dışındaki köylerde geçmektedir. Zaman ise Lozan Antlaşmasından sonrasıdır.

Kitapta ağır ve anlaşılması zor olan kelimelere yer verilmemektedir. Anlatılmak istenen ana fikir okuyucuya kısa ve net olarak ifade edilmektedir. Eserde yalınlık hakimdir. Kemalettin Tuğcu romanlarında duyguları ve sevgiyi ağırlıklı olarak işleyen bir yazardır. Eserde işgal altında bulunan insanları yaşamış oldukları çaresizlik duygusu ağır basmaktadır. Eserdeki asıl karakterler; Osman Baba, Sadık, Celal, Osman Babanın oğlu Ali ve Osman Babanın kızı Nazlı’dır. Eserdeki yardımcı karakterler ise Selim Dede, Demir ve Kaya’dır. Yer Altında Bir Şehir İncelemesi genel olarak aktarılmıştır.

Yedinci Gün (Orhan Hançerli oğlu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yedinci gün

Sanatçı aynı zamanda, Türkiye büyük Mason Mahfili biri olması sebebi ile Tevrat ve bölümlerinden de etkilenerek yazdığı eser bölümleri şöyledir,

Eserin Özeti

Sanatçının eserinin bütünü gözden geçirildiğinde, Yedinci gün özeti bakımından, yaratılan canlılar arasında bireyin, misyonu gereği idealleri ve umutları olan bir varlık olarak, başına gelen türlü zor şartlarda bile, insan olmanın vasfını unutmaması gerektiği dokunaklı bir şekilde ele alınmasıdır.

En üst mevkide bankada, müdür olarak çalışırken Ömer’i günün birinde, müsteşar tarafından sorgulanmak üzere makamına davet edilir. Müsteşar hazırlanmasında sorumlu, olan dosyalar için, kendisini oldukça incitecek ve küçük düşürecek şekilde, adeta hesap sorarak Ömer’in moralini aşağı çeker. Erkeklik gururu yerle bir olan Ömer, kendini tutamayıp müsteşarla kıran kırana dövüşür. Öyle ki kan revan içinde kalan müsteşar ve odasını terk eder.

Ömer kendi dairesine geldiğinde ilk iş olarak sekreteri aracılığıyla uçak bileti rezervasyonu yaptırır. Sonra çekmecede bulunan kendine ait hususi eşyaları yanına alarak, kurumdan hızlıca ayrılır.

İstanbul’a gitmek üzere uçağa bindiğinde, şimdiye kadar yaşadıkları gözünün önünde, bir film şeridi gibi akar. Artık hayatında rutine binen, sabah belli bir saatte işe gitmesi, gün boyunca yapılması gereken benzer iş yoğunluğu onu yeterince yıpratmıştır.

Üstelik ideal bir eş ve çocuklara sahipken bile. Ömer, ailesi ve sevdikleri için sunabildiği hayat ve şartlarının en iyisini şimdiye kadar onlara vermiştir. Sırtında adeta gizli bir kırbaç varmış gibi, katlandığı bu esaret hayatından feragat etmenin zamanı gelmiştir. Kararı net ve bellidir. Yok olup bu dünyadan gitmek. Yedinci gün Orhan Hançerli oğlu özet bu olaylar silsilesi ile roman boyunca akar.

Ömer, üzerinden on sene geçtiği halde, yolunun düşmediği, küçüklükten Yüksek Okuldaki eğitim yıllarına kadar neredeyse yarı ömrünün geçtiği, şehir olan İstanbul’a doğru yol almak, içine huzur veriyordu. Hesabındakiyle birlikte, var olan parası onun şimdilik geçinmesine yetecektir.

Henüz birkaç saat öncesine kadar, mutlu bir aile tablosu sürdürdüğü hayatında, genç sayılabilecek bir yaş olan kırk üç yaşında, emekliliğin keyfini çıkaracakken yaşadığı bu tatsız hadise, onun şimdi semalarda uçmasıyla devam etmektedir.

Çok temiz olmayan ucuz bir otel odasını Sirkeci’de bulmuştur. Derhal görevliye kaydını Hasan Tükenmez olarak farklı bir isimde açtırır.

Ömer, ertesi sabah uyandığında, saatler artık yedi buçuğu göstermeyecek, sevgilileri olan kızını ya da oğlunu düşünme gibi bir sorumluluğu olmayacak, boyun bağı ile sıcak günlerde bile uğraşmayacak, benzer kahvaltılarla bazen eşinin dırdırıyla işe uğurlanmayacak işe giderken, aynı yolu, aynı ağacı ya da çimeni görmeyecekti.

Dairede çalışırken, gelecek olan zamlar hakkında mesai arkadaşlarının, yaptığı konuşmalar ona artık sıkıcı gelmektedir. Yıllarca üç maymunu oynamak onu yıldırmıştır. İnsanların yüzlerine bakıp, iki yüzlü davranarak, olduklarından farklı davranmak onu bezdirmiştir. Fakat ölüm öyle midir ki? Temizlik saflık ve arınmadır. Ömer yapacağı bu tercihle arınacak ve kurtuluşa erecektir.

Ömer silahı şakaklarına doğru götürdüğünde, arzuhalcilik yapan emekli babası ve gençlik de lise yıllarında iken sevip de söz verdiği Gönül, dimağını zorlar. İntihar etmekten vazgeçer uyur.

Ömer yeni bir sabaha çökmüş yüzü ve kirli sakalıyla uyandığında, son günlerini içinden geldiği gibi salaş geçirmek ister. Bir gazete haberinde, kendisi içi verilen kayıp ilanını görür.

Ömer hesabındaki tüm parayı istediği yerlerde tüketerek, ölüme gitmeyi tercih edecektir. Bunun için, parayı çekmek üzere, banka veznesine geldiğinde, Gönül’le karşılaşır. Lise yıllarında onu Rezzan’a tercih ettiği Gönül’dü bu üstelik. Gönül onu görünce pirim vermemiş, ilgilenmemişti. Fakat, Ömer tıpkı yıllar önceki gibi kalbi onun için çarpmaya başladı.

Otel sahibesi kadın, Ömer’in başına bir şeyler açacağını anlar ve ona duygusal telkinlerde bulunur. Hiçbir şeyin hayat kadar değerli olmadığından bahseder. Ve onu kararından vazgeçirir.

Bunun üzerine Ömer bir not yazarak Gönül’e gönderir. Seni son bir kez görmek istiyorum yazılı notun hatırına Gönül’le yeniden görüşürler. Yaptıkları görüşmede Gönül, hala bekar olduğu ve validesiyle yaşadığını söyleyince Ömer daha çok umutlanacaktır.

İstanbul’dan Ankara’ya geleli henüz bir hafta dolmuşken, bu dünyadan yok olmak üzere yanına aldığı beylik silahını Ömer satar.

Yeni yaşamına Gönül’ün yaşadığı muhitte bir işyeri açarak başlar. Her ne olursa olsun hayatın yaşanılası olduğunu anlamıştır.

Eserin Konusu

Roman baştan sona incelendiğinde, Yedinci gün konusu bakımından hayatta yaşamanın insan için ne kadar değerli bir unsur olduğu yazar tarafından ele alınıp işlenmesidir.

Kaybettiğimiz, bazen tercih etmediğimiz değerler var iken, karşılığında sürdürmeye çalıştığımız tek düze hayat bir anda elimizden kaybolup gidebilir. Tıpkı elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi, bunun karşılığında isyan edebiliriz. Dünyanın sonu geldi diye düşüne biliriz. Fakat hayat bittiği yerde başlamaktır. Erdemli bir insan olarak, her şeyin kopma noktasına geldiği yerde, ayağa kalkıp yürümesini bilmeli ve yaşamaya devam etmeliyiz. Yazar bu perspektifte kitabın konusunu oluşturmuştur.

Eserin İncelemesi

Orhan Hançerli oğlu eserinin bütünü ele alındığında, Yedinci gün incelemesi karşımıza Tevrat’tan yapılan alıntılarla çıkar. Tıpkı Tevrat bölümlerinde yazıldığı üzere, yaratıcının yedi günde oluşturduğu evren için, bildirdikleri gibi yazarın hikayesi şekillenmiştir.

1957 yılında eser, sanatçı tarafından basımı gerçekleşmiştir. Orhan Hançerli oğlu hayatın ve yaşamın önemini işlerken aslında insan olmanın erdemine de değinmiştir.

Yalnız Efe (Ömer Seyfettin) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yalnız Efe

Yalnız Efe’nin Yazarı Ömer Seyfettin’dir. Yalnız Efe kitabının sayfa sayısı yüz on ikidir. Ömer Seyfettin Türk edebiyatında kısa öykünün kurucusudur. En fazla okunan unvanına romanı sahiptir. Roman ilk 25 Nisan 1918 yılında Yeni Mecmua isimli dergide yayımlanmıştır.

Yalnız Efe Özeti

Kumdere köyünde yaşlı ihtiyar ve kızı Kezban yaşamaktadır. İhtiyara ait biraz mal ve mülk bulunmaktadır. Yörük Hoca köyde bulunan fakirlere, dul ve öküz kişilere yardım etmektedir. İhtiyar düzenin bozulmasından büyük bir rahatsızlık duymaktadır. İhtiyar sürekli olarak ah bir genç olsam diye söylenmektedir. Köylülerde Yörük Hoca’yı çok sevmektedir. Yörük Hoca evinde düzenlemiş olduğu toplantılarda da bu konulara değinmektedir.

Kumdere köyüne yakın bir yerde Küçükalan adında bir köy bulunmaktadır. Eseroğlu adında bir faizci bu köyde bulunan herkesi faize bağlamıştır. Borcunu vermeyen Küçükalan köylüleri ise mahkûm edilmiştir. Yörük Hoca, Eseroğlu’nun ne kadar zalim birisi olduğunu bildiğinden dolayı köyde bulunanlara haber göndermiştir ama kimse onun sözünü dinlememiştir. Eseroğlu tüm arazileri eline geçirmiştir. Eseroğlu aynı durumu Kumdere köyüne uygulayamadığından dolayı çok hırslanmıştır. Bu nedenle tüm devlet memurlarını doldurmaktadır.

Yeni gelen kaymakamlara burasının eşkıyalarla dolu olduğunu söylemektedir. Kumdere köyünün haklı kendi geçimlerini kendileri sağlamaktadır. Ova işleri ve avcılık yapmaktadırlar. Bir gün Yörük Hoca ve Eseroğlu karşılaşmaktadır. Yörük Hoca harmanı sattığından dolayı biraz parası bulunmaktadır. Eseroğlu, Yörük Hoca’dan borç para istemiştir. Yörük Hoca, Eseroğlu’na istediği parayı borç olarak vermiştir. Eseroğlu üç yıl geçmiş olmasına rağmen borcu ödememiştir.

Yörük Hoca ise Eseroğlu’na vermiş olduğu borç parayı almak istemektedir. Yörük Hoca borcunu almak üzere Eseroğlu’na gitmeye karar vermiştir. Yörük Hoca hem olumsuz bir tepki almıştır hem de borcunu Eseroğlu’ndan alamamıştır. Yörük Hoca ısrarları sonucunda Eseroğlu’nun kahyasının kardeşi tarafından öldürülmüştür. Kızı Kezban bu haberi tezden duymuştur. Kezban’ı bu haber yıkmıştır. Kezban olduğu yerde ağlamaya başlamıştır. Kezban babasının ölüsünü görmeye gitmeye karar vermiştir. Hiç durmadan kimseyi dinlemeden tez zamanda babasının ölüsüne kavuşmak istiyordu.

Kezban çitliğe ulaşmıştır. Kezban basının kim tarafından ve neden vurulduğunu merak ediyordu. Eseroğlu başta babası olmak üzere tüm köylüye düşmandı. Kezban kâhyanın yanına gitmiştir. Kâhya ilk olarak Kezban’ı süzmüştür. Kâhya, Kezban’a babasının büyük bir dert olduğunu ve başlarını derde sokamamak için öldürdüklerini büyük bir zevkle anlatmaktaydı. Kezban duydukları karşısında şok olmuştur. Kezban’ı babasının ölüsü yanına sonunda götürmüştürler.

Kezban babasını kimin öldürdüğünü sorsa da yanıt alamamıştır. Yörük Hoca’nın ölüsü bütün köy halkı tarafından ertesi sabah köye götürülmüştür. Kezban babasını kimin öldürdüğünü bulmaya kararlıydı. Bu nedenle her yere başvuruda bulunmuştur. Kezban her yere başvuru yapmasına rağmen sonuç alamamıştır. Eseroğlu’nun çobanlarına dahi babasının nasıl vurulduğunu sormuştur. Saf bir kişilik sahibi olan çoban sonunda babasını kimin vurduğunu Kezban’a söylemiştir. Kezban babasını vuranlardan intikam almak istiyordu.

Kezban sırayla öcünü almıştır. Babasının kanını Kezban yerde koymamıştır. Kezban bundan sonra kendisine hedef olarak köylüyü soyan ve masum insanlara zülüm edenlerle mücadele etmeyi koymuştur. Kezban’ın bu cesaretini halk çok beğenmiştir. Kezban’ı halk artık Yalnız Efe olarak anmaya başlamıştır. Kendisini ancak kadınların ve genç kızların görmesine müsaade gösteriyordu. Yalnız Efe’nin kız olduğunu duyanlar ise şaşkına dönmekteydiler. Yalnız Efe özeti bu şekildedir.

Yalnız Efe Konusu

Yalnız Efe konusu Kezban adındaki genç bir kadının uğramış olduğu haksız durum karşısında, kendisi ile birlikte mağdur duruma düşenler için zalim kişilere karşı yapmış olduğu mücadeleleri anlatmaktadır.

Yalnız Efe İncelemesi

Yalnız Efe incelemesi birçok açıdan bakılarak yapılmıştır. Yalnız Efe içerisinde birçok en iyi olarak bilinen hikayeleri toplanmıştır. Eser Türk edebiyatı klasikleri arasında yer almaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın ilkokullar için tavsiyede bulunduğu 100 Temel Eser Listesinde yer almaktadır. Yalnız Efe eseri Ömer Seyfettin’in haksızlıklarla direnişini okuyucuya kahramana ve ustaca anlatmaktadır.     Eserin bir önemli noktası ise hikâyenin okuyucuya ders verici noktasının bulunmasıdır.

Yalnız Efe kitabının kahramanları Yalnız Efe olarak anılan Kezban, Yörük Hoca ve Eseroğlu’dur. Eser birçok yönü ile Türk edebiyatında yer edinmiştir. Hikâyede Kezban karakterinin haksızlığa karşı göstermiş olduğu mücadele takdir edilmesi gereken bir durumdur. Hikâye Osmanlı yıllarının son zamanlarında bir köyde geçmektedir.  Yörük Hoca ve Eseroğlu arasında geçen alacak ve verecek davası cinayet davasına dönüşmüştür. Ömer Seyfettin tarafından kaleme alınan hikâye genç bir kızın dağlara çıkışını konu almaktadır.

Hikâye iki avcının yolda gitmesi sırasında avcıların içlerinden bir tanesinin Kezban’a ait olan hikâyeyi anlatması ile başlamaktadır. Hikâye sebep ve sonuç ilişkisi dahilinde incelenmiştir. Ömer Seyfettin Türk öykücülüğünün önemli temsilcileri arasında yer edinmiş bir yazardır. Kitabın ana fikri ise haksızlığa uğradığımız zaman durumu kabul etmekten ziyade önemli olanın göstermiş olduğumuz çabanı olmasıdır. Hakkımızı sonuna kadar savunmamızın gerekli olduğudur. Bizi mağdur açısına dürenlerle sonuna kadar mücadelemizi elden bırakmamalıyız.

En sonunda doğru olanın kazanacağı öyküde anlatılmaktadır. Kezban’ın öyküde hak için nasıl zalimlerle savaştığı açıkça gösterilmiştir. Kezban halkı soyanlara karşı büyük bir mücadele içerisine girmiştir. Haksızlık karşısında asla susmamalıyız. Sonuna kadar hakkımızı savunmamız gerekmektedir. Doğru olan en sonunda ortaya çıkacaktır.