Tarık Buğra Hayatı ve Eserleri

Tarık Buğra

Aslen adı Süleyman Tarık Buğra’dır. Tarık Buğra’nın hayatı incelendiğinde,  Türkiye’de gazete, roman, hikâye, oyun ve fıkra gibi türlerde yazı yazmış önemli bir isim olmayı başarmıştır. Cumhuriyet Döneminde akılda kalan, en etkili yazarlardan birisi olmuştur. Buğra, takvimler 2 Eylül 1918’i gösterdiğinde Akşehir’de hayata gözlerini açmıştır. Kendisi çoğu tarzda yazabilen, çok yönlü bir yazardır fakat esasında romanlarıyla halk tarafından tanınmıştır. 1991 senesinde devlet sanatçısı unvanı almaya hak kazanmıştır.

Usta yazarımız Tarık Buğra’nın babası bir ağır ceza hâkimi olarak görev yapmıştır. Adı Erzurumlu Mehmet Nazım Bey’dir.  Buğra’nın annesi ise Akşehirli Nazike Hanım’dır. Yazar, çocukluk dönemlerinin geçtiği Akşehir’i yapıtlarının çoğunda mekân olarak tercih etmiştir. Tarık Buğra’nın eğitim hayatı incelendiğinde ise ilkokulu ve ortaokulu Akşehir’de okumuştur. Yazar ortaokul dönemlerinde Rıfkı Melül Meriç’in talebesi olma şansını yakalamıştır. Ortaokulu bitirdikten sonra ise sene 1933’te İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı talebe olarak eğitim öğretim hayatına devam etmiştir.

Yazar burada da, İstanbul Erkek Lisesi, çok şanslı bir şekilde Hakkı Süha Gezgin’in, Pertev Naili Boratav’ın öğrencisi olmuştur. Yazar olmak gibi hayatı için büyük olan kararını 10. Sınıftayken vermiştir. Tarık Nazım müstear adı ile çeşitli hikâyeler ve şiirler yazmaya başlamıştır. Daha sonrasında okulun yatılı bölümü kapanmıştır. Bunun üzerine yazarımız, Konya Lisesi’ne geçmiştir. Şair 1936 senesinde mezun olmuştur ve kep atmıştır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde iki sene gibi zaman diliminde okumuş ama ardından radikal bir kararla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geçmiştir. Kendisi parasızlık ve geçim sıkıntısı dönemiyle oldukça zor dönemler yaşadı. Bunun sonuncunda ise Hukuk Fakültesinden de üç sene sonra mezun olamadan büyük bir üzüntü ve buhran içinde ayrılmış oldu.

1942-1945 seneleri arasındaki üç yıllık askerlik vazifesi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını yerine getirmediğinde ötürü on bir sürgün yaşamıştır. Tarık Buğra ilk oyunlarını ve ilk piyeslerini büyük bir zahmet içerisinde ama bir o kadar da özenle askerlik döneminde yazmıştır. Yazarımızın ilk yapıtı ise Akümülatörlü Radyo adını verdiği bir piyesti. Yazarın bu eseri, Şehir Tiyatroları tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine yazar bu yapıtını Yalnızlar başlığı altında romana çevirmiştir.

Vatan hizmeti olarak bildiğimiz askerlik vazifesini yerine getirdikten sonra yazarımız İstanbul’a geri dönmüştür. Buğra içindeki okuma aşkı ile sene 1947’de Edebiyat Fakültesine kaydolmuştur. Usta yazar bu fakültede ise Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan’ın öğrencisi olmuştur. Burada kendini çok geliştirmiştir. Aynı zamanda boş durmamış ve Şişli Terakki Lisesi’nde muallim muavinliği görevini yerine getirmiştir.

Roman

  • (Çınaraltı, 5 Mayıs – 9 Haziran 1948) Yalnızların Romanı
  • Aşk Esirleri (Milliyet, 30 Eylül – 9 Aralık 1950)
  • (Akın, 29 Ağustos – 8 Ekim 1951) Tetik Çekildikten Sonra
  • Ofsayd (Akın, 10 Ekim – 13 Kasım 1951)
  • (Vatan, 16 Şubat – 23 Mayıs 1953) Sonradan Yaşamak
  • İnce Hesaplar (Milliyet, 19 Mart – 3 Mayıs 1953)
  • Abaza Paşa’nın Rüyası (Bursa Hâkimiyet, 27 Eylül 1955 – 7 Şubat 1956)
  • Şehir Uyurken (Bursa Hâkimiyet, 4 Haziran – 22 Eylül 1956)
  • Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lâmbası (Yeni Gün, 11 Nisan – 31 Mayıs 1957)
  • Ölü Nokta (Yeni İstanbul, 23 Nisan – 10 Haziran 1958)
  • (Tercüman, 15 Mayıs – 5 Temmuz 1984) Çolak Salih
  • Siyah Kehribar (1955), Küçük Ağa (1963)
  • Küçük Ağa Ankara’da (1966)
  • İbiş’in Rüyası (1970)
  • Firavun İmanı (1978)
  • Bir Köşkünüz Var mı? (1978)
  • Gençliğim Eyvah (1979)
  • Dönemeçte (1980)
  • Osmancık (1983)
  • Dünyanın En Pis Sokağı (1989)

Hikâye

  • Oğlumuz (1949)
  • Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
  • İki Uyku Arasında (1954)
  • Hikâyeler (1964)

Tiyatro

  • Ayakta Durmak İstiyorum (1966)
  • Üç Oyun (Akümülatörlü Radyo, Dört Yumruk, Ayakta Durmak İstiyorum, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı, 1979)
  • İbiş’in Rüyası (1982)
  • Güneş ve Arslan, Sıfırdan Doruğa (1988)

Röportaj

  • Gagaringrad Moskova Notları (1962)

Fıkra ve Makale

  • Gençlik Türküsü (1964)
  • Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
  • Bu Çağın Adı (1979)
  • Politika Dışı (1992)

1948 senesinde yayımlamış olduğu Oğlumuz adını verdiği öyküsü Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülünü almayı başarmış, okuyucunun beğenisini kazanmış ve yazarın göğsünü kabartmıştır. Edebi çevresi oluşmaya başlamıştır. 1949 senesinde ilk kitabı olan ve içinde 13 tane hikâye bulunduran Oğlumuz’u okuyucularının beğenisine sunmuştur. Çınaraltı adını verdiği dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, Buğra’nın dergiye katılmasını istediğini söyledi. Sanat Hareketleri adını verdiği sütunda her hafta yeniden yeniden çeşitli hikâyeler yazmasını istediğini söyledi ve teklifte bulundu. Usta şairimiz Buğra’nın, Yusuf Ziya’nın dergisine yolladığı ilk öykü, “Havuçlu Pilav Meselesi” adını verdiği onun için çok özel olan öyküsü olmuştur. Bu dönemde yıldızı oldukça parlamış ve basın dünyasından da oldukça fazla işler, teklifler almıştır. Bu teklifler sayesinde basın hayatına atılma cesaretini kendisinde bulmuştur. Bunun üzerine tekrardan radikal bir karar almış ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrılmıştır. Edebiyat Fakültesinden mezun olmamıştır.

1949-1952 seneleri arasında Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey ile beraber “Nasreddin Hoca” adını verdiği gazetesini çıkarmıştır. Tarık Buğra’nın eşi, Jale Baysal ile 1950 senesinde evlenmiştir. Büyük bir aşk ile başlayan bu evlilik on sekiz sene sonra boşanma ile bitmiştir. Yazarın bu evlilikten Ayşe adında bir kız çocuğu olmuştur.  Tarık Buğra takvimler 26 Şubat 1994’ü gösterdiğinde hayata veda etmiştir.

Şehir Mektupları (Ahmet Rasim) Özeti Konu ve İncelemesi

Şehir Mektupları

Ahmet Rasim’in 1897 ve 1899 yılları arasında yazmış olduğu Şehir Mektupları, oldukça tanınmış bir eseridir. Şehir Mektupları Konusu genel olarak doğup büyüdüğü İstanbul’u kendine has üslubu ile dönemin sosyal, tarihsel ve siyasal dokusu içinde anlatmaktadır. Şehir Mektupları, geniş ve çok boyutlu konuları ile İstanbul tarihini eserinde bize yansıtır.

Şehir Mektupları Özeti

Ahmet Rasim Şehir mektupları eserinde yaşadığı şehri ve bu şehrin gündelik hayatını ve sosyal ilişkilerini ortaya koymaya çalıştı. Dört ciltlik eserin tamamında 450 mektup bulunur ve her mektup 1’ den 450’ ye kadar bir rakamla tanımlanmaktadır. Ahmet Rasim, mektuplarında İstanbul’ a yönelik sevgi ve hassasiyetini de sıkça hissettirmektedir. Şehir Mektupları Özeti kesitler halinde şu şekildedir,

1.Mektupta, anlatılmak istenen genel olarak okuyucunun kafasında bir İstanbul resmi çizmektedir. İstanbul’un vapurlarından, adalardan ve aynı zamanda Yenibahçe’de yapılan akşam gezintileri ve vişnelerin tadından söz etmektedir. İstanbul’un birçok parkından ve bahçelerinden, kokulu çiçeklerden meyvelere kadar birçok örnek içerir.

2.Mektupta, İstanbul’un boğazlarından, mesire alanlarına kadar İstanbul’un birçok şehir ve güzelliklerinden bahsetmektedir. Tasvirli yazılarla bilgilendirme yapar ve yazar, Haliç’ten, Sadabad’dan, Kağıthane’den söz eder.

3.Mektupta, misafirlikten bahseder ve ardından da onunla ilgili bir anısını anlatmaktadır. Yakın bir arkadaşla olan muhabbetini şehrin güzelliklerini ilginç olayları karşılaştırarak bahseder ve ilginç olayların merkezinde olmasından dolayı arkadaşına dem vurmaktadır.

4.Mektupta, Ahmet Rasim, şehir hayatına uyumu anlatır ve bunun yanında spor yaparak sağlıklı yaşamdan bahseder.

5.Mektupta, yazar kendi sağlık sorunlarına değinir ve şehirde hastalanmaktan ve göz doktorunda yaşadıkları olayları anlatmaktadır. Yaşamında şehrin monotonluğu ve yeniliklerinde önemli tespitlerde bulunmaktadır.

17.Mektupda, ramazan ve oruç tutanlar hakkında farklı değerlendirmeler yapmaktadır ve ramazan günlerinde oruç tutan günlerinden bahsetmektedir, şehrin zenginliklerini ve kültürel farklılıklardan bahsetmektedir.

30.Mektupda, çocukluk anılarına dair paylaşımlarda bulunur ve duygu düşüncelerle yüklü cümleler kurar genel olarak hatıralarını anlatır.

46.Mektupda köy hayatının bütün güzelliklerini kafanızda canlandırmanızı ve şehirde hayallerinden bahseder. Güzel bir tasvir sunarak şehir ve köy hayatını okuyucu zihninde kıyaslanmaya zorlar. Hayallerini anlatarak yazısına başlamaktadır.

Şehir Mektupları Konusu

Şehir Mektupları eseri ilk olarak 4 cilt olmak üzere 1896 yılında basıldı sonrasında ikinci baskısı ise 1912 ve 1913 yıllarında olmuştur ve Osmanlıca dilinde basıldı.  Şehir Mektupları Konusu genel olarak,

  • Şehir yazılarının ilk örneği Şehir Mektupları eseridir ve yazar bu yazıları yazdıktan sonra ilk olarak Malumat gazetesinde yayınlamıştır. Bu yazılar yazarın Malumat dergisinde çalıştığı yıllarda yani 1895-1903 yılları arasında haftalık ve gündelik altında yayınlanmıştır ve daha sonra bu yazılarını toparlayarak bir eser haline getirmiş
  • Osmanlı son demlerini yaşarken İstanbul’u ve halkının yaşantısını mizahi ve ironik bir dil ile aktarmıştır.
  • Şehir Mektupları türü
  • Fıkra, sohbet ve deneme, türlerinin karışımı şeklinde olan bu mektuplar, yazarın kıvrak, canlı ve eğlendirici üslubu ile anlatılmıştır ve by eserde, mizahi bir ifade esprili bir dil, komik anılar ve fıkralar olaylarda da yer verilmektedir.
  • Ahmet Rasim, kent yaşamını ve toplumu ince ayrıntılarını fark ederek ayrıntıları gerçekçi bir dile aktarmayı bilen bir yazar olmasıyla öne çıkmıştır. Kuvvetli ve gerçekçi gözlem gücü ile çok sayıda ve türde eser ortaya koymuştur ve konuda da bundan izler görmek mümkün.
  • Çok yönlü bir yazar olarak tanından, Ahmet Rasim derinliği elden bırakmayan eserlerinde yüzeyselliğe düşmemeyi başaran usta bir gözlemcidir ve bu eserinde de bunu başarmıştır.

Şehir Mektupları İncelemesi

Ahmet Rasim, Şehir Mektupları edebi türü, kullandığı dil ile de özgün bir yazardır. İstanbul Türkçesini en güzel kullanan yazarlardan birisi olarak dikkat çekmiştir ve Ahmet Rasim, konuşma biçimiyle de bir farklılık yaratarak Türkçeyi oldukça güzel ve canlı bir şekilde kullanmıştır. Şehir Mektupları İncelemesi genel olarak,

  • Eserlerinde deyimler oluşturmuştur, bu yüzden onun en dikkat çekici yönü üslubu olmuştur.
  • Eser mahalli deyişlere de yer vermiş ve atasözlerine, halk deyişlerine kendi icadı olan söylemlere sahip bir yazar olmuştur.
  • Yazar eserin döneminde olan siyasi çatışmaların ve edebi tartışmaların dışında kalmıştır hiçbir edebi akıma veya topluluğa dâhil olmayan yazar, kendi sınırını belirleyerek sınır içinde yazılarını yayımladı. Kendine özgü bir mizahi yönü olan yazar aynı şekilde kendine özel üslup ile İstanbul Türkçesi kullanarak sohbet havasında yazılar yazdı.
  • Ahmet Rasim okuyucuları ile sıcak ilişkiler kurmuştur, canlı bir dille ve ironiyle yazdığı Şehir MektuplarıAhmet Rasim’in en çok sevilen eserlerinden birisi olmuştur.
  • Şehir Mektupları eseri yazarın çocukluk yıllarını ve ömrünün büyük bölümünü geçirdiği İstanbul’u tüm yönleriyle anlatan anı türüne yakın bir eserdir ve içerisinde toplam olarak 217 Mektup’u bulunur.
  • Şehir Mektuplar’ında yer alan metinleri karşısındaki bir insanlar sohbet eder gibi kaleme almıştır ve bu sebeple Şehir Mektuplarıdil ve anlatımı konusunda içten ve yalın bir dil kullanır.
  • Ayrıca yazar, bazı mektuplarında kendi içsel dünyasından bahsetmektedir. Yazar bu eserinde dostlarıyla geçirdiği bir günü anlatırken aslında o zamanın İstanbul’unda sosyal ilişkiler hakkında ipuçları verir.
  • Ahmet Rasim İstanbul’u ilk mektubunda İstanbul’un detaylarını kullanarak biçimsel olarak anlatmaktadır ve ayrıca yazarın dönemin siyasetinin ve ülkenin tarihi birikiminin nabzını tutarak düşünce dünyasına yönelik ipuçları da eserinde görülüyor.

Şeyh Galip Hayatı ve Eserleri

Şeyh Galip

Asıl adı Galib Mehmed Esad Dede olan ünlü şairimizin kullandığı ve asıl tanınan kısa ismi Şeyh Galip’tir. Tam olarak tarihi bilinmemekle beraber 1757 senesinde doğmuştur. Türk edebi dünyasının en önde gelen divan edebiyatı şairi ve mutasavvıfıdır. Okuyucular tarafından çok beğenilmiş ve döneminin önde gelen simlerinden olmayı başarmıştır.

Şeyh Galip’in hayatı incelendiğinde 1757 senesinde İstanbul’da hayata gözlerini açmıştır. Babasının ismi Mustafa Seyyid, annesi ise Emine Hanım’dır. Şeyhi Hüseyin Dede ve Hoca Neşet Efendi gibi büyük hocalardan Galata Mevlevihane’sinde dil ve edebiyat derslerini görmüştür. Çok küçük yaşlarda şiirlere olan ilgisini belli etmiş ve birbirinden özel şiirler yazmaya başlamıştır. Daha gencecik bir delikanlıyken, 24 yaşında, bir divanı tertip edebilecek düzeyde şiirlere imza atmıştır. Takvimler 9 Haziran 1791’i gösterdiğinde ise kariyerinde büyük noktalara gelmiş ve Galata Mevlevihane’si şeyhliğine atanmıştır.  1798 senesinde hayata gözlerini yuman Galib Mehmed Esad Dede, avluda yer alan türbeye defnedildi.

Esed ve Galip isimleri ile kaleme aldığı şiirlerini bir araya getirerek daha gencecik zamanlarında,24 yaşında, kendi divanını oluşturmayı başarmış usta bir isimdir. Takvimler bu zamanlarda 1780’i işaret etmekteydi. Sembolizm akımına benzeyen bir tarzın Türk edebi dünyasında öncü ismi olmuştur. Birçok buluşu ve meydana getirdiği mazmunlarla Divan Edebiyatı’nın gelişmesinde rol oynayan en büyük isimlerden birisi olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de ayrılmamıştır. Şeyh Galip’in eserleri genel olarak incelendiğinde ise eserlerinin en önemli özellerinden birisi İse tasavvufi temellere sahip olmasıdır.

Usta şairimiz Şeyh Galip, tasavvufu sembolizmle sentezleyen üslubu ile Türk yazı dünyasının modern döneminin öncü isimlerinden birisi olarak kabul görmüştür. Kendi döneminde de günümüzde sevilen, sayılan merak uyandıran, takip edilen, görüşleri önemsenen bir şair olmayı başarmıştır. Şeyh Galip eserlerinde çok güçlü semboller yani imgeler kullanmış bir şairdir. İmgeye çokça başvuran Galip, eserlerinde düşsel unsurlara da sıklıkla yer vermiştir. Şair anlatmak istediklerini anlatmak için bolca benzetme sanatını kullanmış ve sembollerle anlatımını süslemiştir. Sebk-i Hindi akımının Türk yazı dünyasındaki en önde gelen temsilcilerinden olmayı başarmıştır. Kendisi Klasik Türk Edebiyatı’nın son büyük şairi olmuştur.

Eserleri

  • Divan (Şiirler)
  • Hüsn-ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
  • Şerh-i Cezîre-i Mesnevî
  • Es-Sohbetü’s-Sâfiyye
  • Zübde-i âlem

Hüsn-ü Aşk

Günümüz Türkçesi ile ‘ Güzellik ve Aşk ‘ anlamına gelmektedir. Şeyh Galip tarafından yazılmış ve okuyucu beğenisine sunulmuş bir mesnevi örneğidir. 2041 beyitten oluşan eser, aruz ölçüsünün “mefulü-mefailün-feülün” kalıbı ile yayımlanmış ve okuyanların takdirini toplamıştır.

Şair, 1782 senesinde girmiş olduğu bir iddia sonucunda bu eserini 6 ayda bitirmiştir.  Bu eser son dönem divan edebiyatının en önemli örneğidir ve tasavvufi yapısı ve sembolizmi kullanmaktaki ustalığı ile spiritüalizm bakımından çok önemli bir eser olmayı başarmıştır. Şairin en sevilen, bilinen, okunan, merak uyandıran, takdir toplayan ve saygı gören eserlerinden birisi olmuştur. Şeyh Galip, bu yapıtında şairlik hünerlerini okuyucuya göstermiştir ve ne kadar iddialı bir şair olduğunu da kanıtlamıştır.

Eserin başkahramanlarına bakarsak güzellik (hüsn) ve güzelliğe eğilimin bir neticesi olarak aşktır. Şair eserin istisnasız her bir satırında tasavvufi semboller bulundurmuştur. Kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar her detayı ile uğraşmış ve mükemmel bir eser çıkarmak için oldukça çabalamıştır. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile bu eserini Türk edebiyatı yazı dünyasına kazandırmıştır.

Hüsn-ü Aşk Adlı Eserin Konusu

Hüsn-ü Aşk, kurgusal anlamda bakılacak olursa Hüsn (Güzellik) isminde bir kadın ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını kendisine konu edinen, tasavvufi görüşü temeline almış bir mesnevi örneğidir. Anlatılan hikâye aynen şu biçimdedir:

Sevgioğulları (Beni-mahabbet) adında bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız çocuğu ve bir erkek çocuğu hayata gözlerini açar. Erkek olan çocuğun ismine Aşk, kız çocuğunun ismine ise Hüsn olarak karar verirler. Halk bu iki bebeği birbirleri ile nişanlarlar. İkisinin de yaşları eğitim alacak zamana geldiğinde ise ikisi de Edep mektebine gider. Bu okulda Mollâ-yı Cünun adını taşıyan önemli bir hoca bulunur. Bu dönemlerde aynı zamanda Hüsn Aşk’a âşık olmuştur. İkisi kimi zaman Mânâ gezinti mekânına gidiyor orada bir güzel geziniyor ve sohbet ediyorlarmış. Bu gezme mekânında Suhan adı verilmiş misafirperver(konuksever) bir kişi bulunur.

Bu insanın her şey hakkında bir bilgisi olan, çokbilmiş, çok büyük bir insandır. Hayret adında kuvvetli birisi Hüsn ve Aşk’ın buluşmasına engel olur. Hüsn ve Aşk belli bir süre Suhan sayesinde mektuplaşma imkânı bulurlar. Aşk ve onun lalası Aşk’ın gidip Hüsn’ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar. Kabilenin önde gelen isimleri ise Aşk’ın bu isteğiyle dalga geçer ve eğer Hüsn’e yar olmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ’yı alıp getirmesi gerektiğini söylerler. Yolun ne kadar çetrefilli ve güç olduğunu da anlatmayı ihmal etmezler.

Aşk bu kötü yollarda cinler, devlerle karşı karşıya kalmıştır. Alevli denizlerden geçmiştir. Başından geçen bu hadiselerden Suhan onu hep kurtarır. Mutlu son il sonlandırılan hikâyede verilen en önemli mesaj ise birlikte ikiliğin var olmayacağı ve önemli olanın birlik (teklik) olduğudur. Eseri incelediğimizde kahramanlar ve mekânlara bakıldığında hikâyenin sonucuna kadar neredeyse her unsur tasavvufi bir anlam taşımaktadır. Şair tasavvufi imgelerini bu eserde de ustalıkla göstermiş bulunuyor.

Şermin (Tevfik Fikret) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Şermin

Tevfik Fikret ömrünün son zamanlarında hece ölücüsü ve sade bir Türkçe ile çocuk şiirleri kaleme almıştır. Şermin kitabının özellikleri çok sade ve sıcak bir üslup şeklindedir. Türkçeyi duru bir şekilde eserlerine yansıtan yazar bulunduğu dönem içerisinde büyük bir beğeni toplamıştır. Kitap içerisinde yer alan şiirlerinde yazar çocukları doğruluğa ve çalışmaya yönlendirmektedir. Kardeşlik ve insanları sevmenin önem ana fikir olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Yazar şiirleriyle çocukları iyi birer insan olmaya hazırlamaktadır.

Yazar eser hakkında ana fikri verirken çocukların ruh hallerini ve çocukların dünyalarını çok başarılı bir şekilde kaleme almıştır. Tevfik Fikret bu manzumelerini eğitim dünyasındaki dostu olan Satın Bey’in ricası üzerine kaleme almıştır. İkilinin birlikte çocuk yuvası açmak ve çocukları bu kitapta yer alan esaslara yöre yetişmesini istemek gibi bir hayalleri bulunmaktaydı. Yuva acımadılar ancak Şermin kitabının edebiyatımızdaki yeri büyük bir öneme sahiptir.

Şermin Özeti

Bu kısımda Tevfik Fikret’in çocuklar için kaleme aldığı Şermin özeti ele alınacaktır. Kitap içerisinde çocuklar için eğitici şiirler bulunmaktadır. İlk şiir olan Yuva ile okulda bulunan öğrencilere seslenilmektedir. Şiirin diğer adı ise İthaf olarak geçmektedir. Bu şiirde çocuklara öğüt olarak; okulun sevilince çocukların eğlenerek çok şey öğrenebilecekleri bir yer olduğudur. Çocuklar eğlenerek öğrenirlerse eğer çok zorlanmayacaklarıdır.

Hediye adlı şiirde küçük bir kızın ablasından aldığı hediye anlatılmaktadır. Umacı şiirinde batıl inançlar, cin ve perilerden aslında korkmanın çok yersiz bir durum olduğu anlatılmaktadır. Şermin’e abisi oyuncak bir kutu getirerek bu kısımda tüm gerçekleri örneklerle birlikte anlatmaktadır. Muhallebim ve mektebim şiirinde bir çocuğun muhallebiyi çok sevdiği anlatılmaktadır. Çocuk okulun ona dünyayı ve bilgiyi aktarmasından dolayı muhallebi yerine okulu seçmiştir.

Keman şiirinde fark edilmektedir ki şair müzik aletlerinin içinden en çok kemana ilgi duymaktadır. Bu durum şairin küçük çocuğun ağzından keman sevgisini anlatmasına sebep olmuştur. Tevfik Fikret çocuklara vatan sevgisini de anlatmayı unutmamıştır. Bahara olan özlem ve çiçeklere duyulan sevgi de şiirlerde yerini bulmaktadır. Şair doğaya karşı olan sevgisini de şiirlerinde işlemiştir. Kuşları ve papatyaları şiirlerinde sevgiyle anlatmıştır. Şair çocukların geçmişe oranla çok fazla imkanlarının olduğunu şiirlerinde dile getirmiştir. Şair çocukların okuması gerektiğini şiirlerinde ifade etmiştir.

Şermin Kitabının kahramanları çoğunlukla çocuklardan oluşmaktadır. Tevfik Fikret’in öğretmenlik ve eğime karşı olan sevgisi tüm hayatını kapsamaktadır. Haluk’un terbiyesi onu yakından ilgilendirmiştir. Galatasaray Sultanisinde Tevfik Fikret bir yıl kadar başarı bir müdürlük yapmıştır. Şiirlerine baktığımızda onun çocuk ruhunu ne kadar güzel yansıttığını ve ne kadar iyi bildiğini görmekteyiz. Tevfik Fikret Haluk’un Defteri ile genç insanlara seslenmektedir. Şermin adlı eserinde ise daha derinlere inmektedir. Şermin 100 Temel Eser Listesi içerisinde yer almaktadır.

Şair çocuklara işin zevkinin, sanat zevkinin, ahlak ve okumanın zevkinin aşılanması gerektiğini savunmaktadır. İyi işlerin biraz alın teri dökmekten geçtiğini söylemektedir. Araçların da insanın gayreti sebebiyle çalıştığını söylemektedir. Çocuklara çalgı öğretilerek onların ruhlarını inceltmek gerektiğini söylemektedir. Çocukların zihninde var olan batıl inançların şair sökülmesi gerektiğini anlatmaktadır.

Umacı ve öcü gibi şeylerin aslında var olmadığını eserinde anlatmaktadır. Çocuklara tabiatın sevdirilmesi gerektiğini ve yoksullara acıma duygusunu aşılamak gerektiğini şair ifade etmektedir. Tevfik Fikret eserinde manevi ve dini inançların gerekliliğinden bahsetmemiştir. Tevfik Fikret materyalist anlayışa sahip bir yazardır. Millet şairi olma isteğine rağmen Türk tarihi, halkı, coğrafyası ve manevi şartları hakkında bilgisi ektirtir.

Şermin Konusu

Şermin adlı eser Tevfik Fikret’in çocuklar için kaleme aldığı otuz bir tane şiirden oluşan bir kitaptır. Tevfik Fikret bu şiirleri ölmeden birkaç zaman önce kitap haline getirmiştir. Şiirlerinin dli çok sade ve sıcaktır. Türkçeyi duru haliyle kullanmıştır. O dönem içerisinde Şermin çok beğeni toplamıştır. Şermin konusu çocukların doğru yola, çalışkanlığa, kardeş sevgisine, insanları sevmesini gerektiğine ve iyi bir insan olmanın gerekliliği şeklindedir. Tevfik Fikret eserinde ana fikri okuyucuya sunarken çocukların ruh dünyalarını başarılı bir ifadeyle anlatmıştır.

Şermin İncelemesi

Tevfik Fikret, Şermin adlı eserini çok sade bir dil kullanarak kaleme almıştır. Çocukların da okuyunca anlayabileceği bir dil kullanarak şair eseri yazmıştır. Şermin çocuk edebiyatının klasikleri arasında yer almış bir eserdir. Eserde şair hece ölüsünü kullanmıştır. Eser seksen beş sayfadan oluşmaktadır. Şermin, çocuk edebiyatında ilk özgün eser olma özelliğine sahiptir. Eserde bulunan Arapça ve Farsça kelimeler zaman içerinde sadeleştirilmiştir. Eserde zamanla kültürel olarak bağlamda uyarlamalar yapılmıştır.

Yapılan güncellemeler ile eserin yazıldığı ve okunduğu dönem arasında bir güncellenmenin yapıldığı söz konusu olmaktadır. Eserde dil uyarlamasının yapılma amaçlarından bir tanesi de okuyan yaş grubunun anlayabileceği sözcüklerin kullanılması gerektiğidir. Zaman içerinde eserde kısaltmalar da yapılmıştır. Sözcüklerin düzeylerinde de güncellemelerin yapıldığı görülmektedir. 1914 yılında eser yazılmıştır. Şermin ilk eğitsel çocuk kitabı olarak da geçmektedir. Şaire ait son eserdir. Şair eserinde yeni bir çocuk tipini ortaya çıkarmıştır. Kitap içerisinde geçen bazı önemli şiirler,

  • Şermin’in Eifbe’si
  • Marangoz
  • Umacı
  • Ezan
  • Papatya
  • Arslan
  • Hediye
  • Muhallebim ve Okulum
  • Keman
  • Rüya
  • Ağustos Böceği ile Karınca
  • Hasbihal
  • Kırık At
  • Bahar Kalfa
  • Siyah Bacı

Şermin incelemesi bu şekilde aktarılmaktadır.

Suyu Arayan Adam (Şevket Süreyya Aydemir) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Suyu Arayan Adam

Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir tarafından yazılmış otobiyografi romanıdır. Suyu Arayan Adam türü, otobiyografidir. Zira kitapta 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle orduya alınan Şevket Süreyya Aydemir’in kendi yaşamı ve bu dönemde yaşanan olaylar, yazarın kendisi tarafından anlatılmaktadır.

Suyu Arayan Adam eseri, 1. Dünya Savaşı döneminde yaşanan olaylara yakından şahit olmuş Şevket Süreyya Aydemir tarafından yazılmıştır. Bu nedenle o dönemin tarihini ve yaşanan gerçekleri öğrenmek isteyen bireylerin mutlaka okuması gereken kitaplar arasında yer almaktadır. 1959 yılında yayınlanan Suyu Arayan Adam kitabı, yalnızca dönemde geçen olayları değil, dönemde benimsenen görüşleri ve bu görüşlerin detaylarını içermektedir.

Suyu Arayan Adam Özeti

Suyu Arayan Adam kitabı, tarih ve otobiyografi yazılarını seven her bireye hitap etmektedir. Suyu Arayan Adam özeti incelemesi yaparak kitabın kendinize hitap edip etmediğiniz öğrenebilmeniz mümkündür. Şevket Süreyya Aydemir tarafından yazılan bu otobiyografik eserin özeti şu şekildedir:

Şevket Süreyya Aydemir, çocukluk döneminde yaşamını otobiyografik romanında detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Şevket Süreyya Aydemir öğretmenlik yapması için yetiştirilmiş bir gençtir. Ancak 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, Şevket Süreyya Aydemir’in orduya katılmasına sebebiyet vermiştir. Yazar, bir yandan kendi hayatını anlatırken bir yandan da yaşadığı dönemdeki siyasi görüşlere değinmektedir. Siyası görüşlerin birbirinden oldukça farklı olması ve bu bağlamda Şevket Süreyya Aydemir’in kendi görüşünü bulmaya çalışması, kitabın adının Suyu Arayan Adam olmasında büyük bir rol oynamıştır.

Şevket Süreyya Aydemir’in çocukluk döneminde siyaset konuları fazlasıyla gündeme gelmişti. Bu nedenle Aydemir, küçüklüğünden beri farklı görüşleri araştırarak ve siyaset öğrenerek büyümüştü. Küçük yaşlarından itibaren asker olma hayali kuran Şevket Süreyya Aydemir, öğretmenlik eğitimi almıştır. Lise eğitimi esnasında ona Osmanlıcılık görüşü benimsetilmiştir. Öğretmen olmak üzereyken başlayan savaş, Aydemir’in orduya katılmasına neden olmuştur.

Savaşta ağabeylerini kaybeden Aydemir, ağabeyinin şehit olduğu bölgeye Kafkasya’ya gitmek için gönüllü olmuştu. Cephede toprak kaybeden Osmanlı için Turancılık akımını benimsemeye başlayan Şevket Süreyya Aydemir, Türklerin bulunduğu her yerin vatan olabileceği görüşünü savunmuştu. Bulunduğu cephede Anadolu insanlarının ne kadar ihmal edildiğini görmüş ve bu geri kalmışlığın tamamen hükümetin suçu olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Kafkas cephesinden dönmeden önce insanlara Turancılığı anlatan Şevket Süreyya Aydemir, savaş sonrası İstanbul’a dönmüş ve kültür karmaşası nedeniyle bulunduğu yerden memnun kalmamıştı. Anadolu ve hükümet arasındaki ayrımın büyük olduğunu fark etmesi, ona komünizm görüşünü aşılamıştır. Savaş sonrasında eğitim için gittiği Azerbaycan’da komünizm ile İttihat ve Terakki görüşlerinin arasında büyük farklar olmadığını anlamıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra ise komünizm ile ilgili yazılar yazdığı için hapis cezası almıştı. Af ile 2 yıl sonra hapisten çıkan Şevket Süreyya Aydemir; Kemalizm, milliyetçilik gibi duygu ve görüşleri benimsemeye başlar. Fikir ve siyasi görüşler arasında uzun bir süre boyunca kendi benliğini arayan Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam tabirini bunun için kullanmıştır.

Suyu Arayan Adam Konusu

Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir’in en önemli eserlerinden bir tanesidir. Suyu Arayan Adam konusu, hem Şevket Süreyya Aydemir’in yaşamı hem de yaşadığı dönemdeki fikir ayrılıkları arasında kendini bulma çabasıdır. Suyu Arayan Adam kitabı her ne kadar otobiyografi türünde yazılmış olsa da, döneme ait pek çok bilgi içermektedir. Bu nedenle Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam kitabı, 100 Temel Eser arasında gösterilmekte ve okunması gerektiği öğütlenmektedir.

Suyu Arayan Adam kitabının olay örgüsü Şevket Süreyya Aydemir’in çocukluğu ile başlamakta, çocukluk yıllarında tanıştığı görüşler ile devam etmekte, orduya alınması ve her şeyi daha iyi kavraması ile gelişmektedir. Olay örgüsü, Şevket Süreyya Aydemir’in kendi ait olduğu görüşü fark edebilmesi ile sürdürülmektedir.

Suyu Arayan Adam İncelemesi

Şevket Süreyya Aydemir’in 100 Temel Eser arasında olan Suyu Arayan Adam otobiyografisi, mutlaka incelenmesi gereken bir kitaptır. Suyu Arayan Adam incelemesi yaparak Şevket Süreyya Aydemir’in hayatını ve yazarın yaşadığı dönemdeki siyasi olayları çok daha rahat bir şekilde anlayabilmeniz mümkün olacaktır. Suyu Arayan Adam kitabının incelemesi için aşağıdaki listeye göz atabilirsiniz.

  • Suyu Arayan Adam kitabı, Şevket Süreyya Aydemir’in kendi hayatını anlattığı bir otobiyografi romanıdır. Bu roman, pek çok otobiyografi eserinin aksine yalnızca yazarın yaşamına değil, dönemin önemli görüşlerini ve siyaset konularını da içermektedir.
  • Suyu Arayan Adam kitabında kullanılan üslup oldukça dikkat çekicidir. İyi düşünülmüş ancak sade bir içerik ön plandadır. Bu nedenle her okuyucu Suyu Arayan Adam kitabını rahatlıkla anlayabilmektedir.
  • Şevket Süreyya Aydemir, hayatını dümdüz anlatmamış ve bir hikâyeci anlatım benimseyerek sürükleyici bir eser ortaya koymuştur. Buna ek olarak hayatının tek bir dönemini değil, pek çok dönemini detaylandırmıştır.
  • Suyu Arayan Adam kitabının ana fikri, huzura erişebilmek için bedel ödenmesi gerektiğidir. Zira Şevket Süreyya Aydemir, kendi görüşünü (huzurunu) bulana kadar yoğun dönemlerden geçmiştir. Yazar, kitabını yayınlarken bir alıntı eklemiş ve alıntıda huzura kavuşmak için hayatı ile bedel ödediğini yazmıştır.
  • Suyu Arayan Adam kitabından çıkartılacak sonuç ise, hiçbir düşünceye körü körüne inanmamak ve önce araştırma yapmak gerektiğidir.

Şevket Süreyya Aydemir’in ölümsüz eserleri arasında yer alan Suyu Arayan Adam, yakın tarihi merak eden her insan tarafından okunmalı ve incelenmelidir.

Suç ve Ceza (Dostoyevski)Özeti, Konusu ve İncelemesi

Suç ve Ceza

Suç ve Ceza inceleme altına alındığında, Rus yazar Fyodor Dostoyevski tarafından kaleme alınan romandır. İlk zamanlarda 1866 senesi boyunca edebiyat dergisi Rus Habercisinde on iki ayda okuyucusu ile buluşturuldu. Bunun ardından tek cilt olarak piyasaya sürülmesi uygun görüldü. Dostoyevski’nin beş yıl devam eden Sibirya sürgününün dönüşü kaleme aldığı tam uzunluktaki ikinci romanıdır. Suç ve Ceza, yazarın “olgunluk” zamanının ilk büyük eseri olarak okuyucuları tarafından değerlendirilir.

Suç ve Ceza; parası için bir tefeci bayanı katletmeyi tasarlayan, Saint Petersburg’da hayatına devam eden yoksul bir öğrenci olan Rodion Romanoviç Raskolnikov’un, manevi yorgunluğu ve ahlaki değerlerine odaklanır. Katletmeden hemen önce, Raskolnikov para ile kendini fakirlikten kurtarabileceğine ve büyük işler yapmayı sürdürebileceğine inanır fakat karmaşa, tereddüt ve şans, ahlaki olarak haklı bir öldürme planını net olmaktan uzaklaştırır.

Suç ve Ceza eserinin sahibi Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 1821 senesinde totalde altı çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak Moskova’da hayata gözlerini açmıştır. Bu makalenin de konusu olan Suç ve Ceza adlı romanını 1866 yılında kaleme aldı. Yazar, babasının doktor olmasından ötürü küçüklük zamanlarını Marya Hastanesi’nin lojmanında geçirmek zorunda kalmıştır. Usta yazarın Babası Mihail öfkeli ve alkolik annesi Mariya ise türberküloz hastalığı ile uğraşmaktaydı. Çocuk yaşta Puşkin, Goethe, Cervantes gibi usta edebi isimleri okuyarak edebiyata merak duymaya ve ilgi göstermeye başladı denilebilir. Takvimler 1837 senesini gösterdiğinde ise annesi hayata gözlerini kapattı. Hemen bir sonraki sene St. Petersburg’daki Askeri Mühendislik Okulu’na gönderildi ve eğitim hayatına burada devam etti.

Suç ve Ceza Özet

Suç ve ceza özet altında bir yazı yazacak olursak; Petesburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenim görmekte olan Raskolnikov kendi çapında düşünceleri olan, alımlı, genç, zeki, çekici, yetenekli ve akıllı biridir. Yaşadığı maddi sorunlardan, geçim sıkıntısından ötürü öğrenim hayatını tamamlayamadan bırakmak mecburiyetinde kalır. Hayatını tefeci bir bayana verdiği eşyalar sayesinde sürdürmeye çaba göstermektedir. Dört aydır kirasını bile verememektedir. Tefeci bayana sürekli borçlu hissedip elini kolunu kaptırıyorken bu bayanın herkesin hayatından çıkması gerektiğini, yaşamının devam etmesinin herkes için faydasız olduğunu da düşünür.

Raskolnikov’a annesi tarafından bir mektup gönderilmiştir; geçim derdi yüzünden kız kardeşi Dunya ihtiyar bir adamla hayatını birleştirecektir. Raskolnikov bir rüya da görür, kalkar ve bunun arından eline bir balta alıp tefeci bayanın yaşadığı yere, evine saklanarak girer. Henüz hiç kimse onu görmemiştir. İhtiyar bayanın yanına gider ve elindeki balta ile orada onun yaşamına son verir. Evden ayrılacakken ihtiyar kadının kız kardeşi ile denk gelir o kadın masum olmasına rağmen olaya tanık olduğu için onu da katletmek mecburiyetinde kalır. Dolaptan rehin verilmiş, birkaç parça altını alıp evden ayrılır.

Paralara hiçbir yerini sürmez bir taşın altında gizler. İçi rahat olmamaya başlar. Aslında o tefeci bayanı değil kendini öldürdüğü düşüncesine kapılmıştır. Bu düşünceye kapılıp polise gider ve işlediği suçu açıkça anlatır. Sibirya’ya sürgüne gönderildikten ve cezasını çektikten sonra zihinsel, ruhsal dinginliğine kavuşur.

Suç ve Ceza Konusu

Suç ve Ceza konusu incelendiğinde, konusu yoksulluğun insana yaptırabilecekleri, doğrunun sorgulanabileceği şeklindedir. Geçim sıkıntısı derdi yüzünden okulunu yarım bırakan başkahramanımız, bunun ardından tefeci kadına bulaşıyor ve paçasını bir türlü kurtaramıyor. Ama ana karakter, sadece kendisinin değil başka insanların da yaşamlarını düşünüyor ve bu yaşlı kadının herkesin hayatına zarar verdiği düşüncesine kapılıp kadını katlediyor. Olay yerinden uzaklaşırken öldürdüğü kadının kızı ile denk geliyor ve onu da suçsuz olmasına rağmen öldürmek zorunda kalıyor.

Bunun suçluluk duygunu çeken, öğrencilik hayatını yaşayamayan, geçim dertleriyle cebelleşen ve şuanda da bir katil olan ana karakter, suçluluk duygusunu doruk noktalarına kadar hissediyor ve asıl öldürdüğünün kendi olduğu düşüncesinde emin oluyor Bunun üzerine karakola gidip işlediği olayları anlatıyor ve teslim oluyor. Sürgüne gönderiliyor, hapishanede hayatını devam ettiriyor ve yaşadığı ceza ile suçluluk psikolojisinden biraz da olsa çıkarak ruhsal huzura erişebiliyor.

Suç ve Ceza İnceleme

Bu eseri incelediğimizde, aslında adamın öldürdüğü kadın çok kötü birisi olmasına ve kadının ölmesi ile çoğu insanın yükten kurtulmasına rağmen bir insanı öldürmenin suçluluğunu yaşayan adamı anlatıyor. Aslında bakacak olursak ilk başta kadını öldürmekte kendini haklı buluyor, kendisinin ve onun gibi olan bir sürü insanın o tefeci kadının ölümü ile rahatlayacağını düşünüyor. Ama aslında orada kendi benliğini öldürüyor.

Özellikle de kadının olay tanıdığı olduğundan dolayı öldürdüğü, masum kızını katletmesini bir türlü aşamıyor. Onun masum olduğuna ve bunun cezasını bir şekilde çekmesi gerektiğine kanaat getiriyor. Bu kararı vermek onun için çok zor olsa bile bu karar veriyor ve karakola giderek işlediği bütün suçu tüm samimiyeti ile anlatıyor. Sürgün cezası ve hapis yatarak içten bir ruhsal huzura kavuşması aslında hatasının farkında olup bunun cezasını bu şekilde çektiğini düşünmesindendir.

Olayları üst üste yaşaması, bu cinayeti işlediği dönemde geçim sıkıntıları yüzünden kardeşinin de istemediği, yaşlı bir adamla hayatlarını birleştirmesi ana kahramanı bu talihsiz olarak nitelendirebileceğimiz olaya sürüklüyor. Kahraman aslında özünde ne kadar iyi birisi olursa olsun; yaşam şartlarının kötülüğü, kendisinin de bu kötü yaşamın bir parçası olması, ailesinin yaşadıkları ve kötü insanların varlığı ana rolü çileden çıkartıyor.

Sokrates’in Savunması (Eflatun) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Sokrates'in Savunması

Bu eser genel olarak bilgiye yönelik derin düşünceler içerisinde olan Sokrates yani hocasını okuyucularına tanıtıyor. Sokrates’in Savunması özeti, eserinde Sokrates’i kendisine yönelik yapılan tüm suçlamaların karşısına erdem sahibi ve gerçek bir bilge olarak çıkartırken aynı zamanda hocasının düşünce ve ruh dünyasına daha derinden bakarak okuyucularına aktarıyor.

Sokrates’in Savunması Özeti

Sokrates’in Savunması özeti Sokrates tarafından yazılan bu eski tarihi konu alan eserde, Sokrates bazı kişiler tarafından suçlanmaktadır. Suçlayanların kim olduğu tam olarak bilinmiyor. Komedi yazarı olan Aristophanes de Sokrates’i Sofistlerle yani şüphecilerle aynı kabul etmektedir. Sokrates kötü, yalancı bir insan olduğu ve her şeye karıştığı gibi suçlamalar ortaya çıkar.

Aristophanes kendi eserine Sokrates’in öğrencilere para karşılığında ders verdiğini, öğrencilerin aklını karıştırdığını yazar fakat Sokrates’in kimseye verecek bilgisi yoktu. Bir gün, Sokrates’in bir arkadaşı halka Sokrates’ten daha bilgili kimsenin olup olmadığını sorar ve Sokrates’ten daha bilgili kimse olmadığını söyler. Sokrates tüm bu olaylardan sonra bilgili bir insan olmadığını düşünmektedir ve Tanrı’nın neden böyle söylediğini düşünür

Sürekli kendinden daha bilgili birisini arar ve sonunda görür ki hiç kimse bilgili değildir. Kendisinin ayrıcalığı, bilgili olmadığını bilmesidir. Sokrates bilgili kişiyi arama sürecinde çok düşman kazanır çünkü pek çok kişinin zamanında gerçekte bilgisiz olduklarını çıkartmıştır. Önce Sokrates’in savunması adamlarının bilgisizliğini ortaya çıkarır. Sonrasında ise şairlere gitmiş, onların şiirlerini yalnız içgüdü ile yazdıklarını gösterdi.

Sanatçılarında aslında bu bağlamda aynı kusuru taşıdıklarını, bilmedikleri şeylerden dem vurduklarını ispatlamaktadır. Sokrates aslında asıl bilgiye sahip olanın Tanrı olduğunu düşünür ve bu süreçte, Sokrates kafasını meşgul eden soruların cevabını ararken çevresinde olan bitenlerin farkına varamaz. Etrafında bulunan kişiler gençleri doğru yoldan ayırdığını, tanrıların yerine yeni ibadet tanrıları koyduğunu söyler. Bu söylentiler Sokrates’i mahkemeye doğru sürüklemektedir

Sokrates, mahkûm olursa suçlandığı sebep tanrı tanımaz olduğu için değil üzerine kin çektiğinden dolayıdır. Bu gelişmeler karşısında, Sokrates çok soğukkanlı kalmıştır ve ölmek veya mahkûm olmak onun umurunda bile değildir, Sokrates sadece doğruların peşinde olmaktadır. Tehlike karşısında yılmamak, korkmamak onun prensibi olmuştur ve ona göre insanların en çok korktuğu şey olan ölüm aslında kaçınılacak bir şey olmamaktadır.

Sokrates, ideallerinden dönmemekte kararlı olmuştur ve asla Tanrı dışında kimseye boyun eğmemektedir. Sokrates’in savunmasında önemli noktalar genel olarak sürekli öğrencileri olmadığı gibi malı mülkü de yoktur ve dünya hayatına önem vermeyen bilge birisidir. Yargıçları yumuşatmak amacı ile asla mahkemeye ailesini ve çocuklarını getirmemektedir.

Sokrates, mahkemece suçlu görülür ve kesinlikle bunu beklemektedir ve hemen hiç tepki göstermez. Sokrates herkesten farklı bir kişidir ve insanların geneli gibi makama, mevkiye, dünya hayatına hiç önem vermemiştir ve insanlara, hep ahlakı, erdemi öğütlemiştir.

Mahkeme, para cezası vermez çünkü Sokrates’in parası yoktur. Sürgün edilmez çünkü sürgüne gittiği yerlerde yine halkı yönlendirebilir. Sonunda ölüm cezası verilir ve ölüm cezasına rağmen başkaları gibi ağlayıp sızlanmaz. Yaptığı hiçbir şeyden dolayı pişmanlık duymamaktadır. Platon’a göre Sokrates’in öldürülmesi için oy kullananlar çok acı çekecektir ve kurtulması için oy kullananlar ise gerçek birer yargıç olmaktadır.

Sokrates’e göre ölüm bir ceza olmamaktadır ölüm ona göre sadece bir yolculuktur. Ayrıca öteki dünyada soru sormak yüzünden mahkûm edilme tehlikesi de bulunmamaktadır. Sokrates, Atinalılardan son bir şey dilemektedir ve o da çocukları erdemden, doğruluktan ayrılırsa kendisinin Atinalılara gösterdiği gibi onlara yol göstersinler.

Sokrates, idam esnasında ölüme giderken yargıçlar da idam edilecek alana gitmektedirler fakat Platon’a göre, bunların hangisinin daha güzel ve doğru olduğunu ancak Tanrı bilir.

Sokrates’in Savunması Konusu

Sokrates’in Savunması konusu genel olarak kitap içerisinde Sokrates’in en iyi öğrencilerinden Platon tarafından kaleme alınmıştır ve dört ana bölümden oluşmaktadır. Sokrates’in Savunması edebi türü biyografidir. Genel olarak bölümler şu şekildedir,

Birinci bölümde, Sokrates’in kâhin, din bilimci Euthyphron ile diyaloğu aktarılmaktadır. Dindarlık, dine uygunluk, kutsallık ve insanın Tanrı’ya karşı görevleri gibi konular üzerine konuşurlar. Sokrates akıllıca sorularla Euthyphron’ un cahilliğini ve kibrini ortaya çıkartır.

İkinci bölümde Meletos tarafından tanrılara inanmadığı, yeni tanrılar uydurduğu ve gençlerin ahlakını bozduğu suçlamalarıyla Sokrates’i dava eder ve Sokrates bu bölümde mahkeme karşısında kendini savunmaktadır. Suçsuzluğunu ve aynı zamanda yasalara bağlılığını kanıtlamaya çalışmaktadır. Aslında onu suçlayanlar da yargıçlar da biliyor suçsuz olduğunu fakat yine de cezaya çarptırılmakta.

Üçüncü bölümde, Kriton idam gününden bir gün önce Kriton hocasının yanına gelir. Kaçmak için ikna etmeye çalışmaktadır. Sokrates bu fikre karşı çıkmaktadır ve bir insanın verdiği sözden hangi şartlar altında çıkabileceği konusunda tartışırlar.

Dördüncü bölümde Platon Sokrates’in yaşamının son gününde öğrencileriyle konuşmalarını aktarır. Sokrates’in ölüme karşı bakış açısı ve ölüm geldiği zaman ölümün nasıl karşılanması gerektiği işlenmiştir.

Sokrates’in Savunması İncelemesi

  • Sokrates’in Savunması incelemesi Öğrencisi olan Platonyani Eflatun, Sokrates’in ölümünden sonra bu eseri yazmıştır.
  • Sokrates’in kendisine yapılan suçlamalara verdiği yanıtlar ve kendisini suçlayanlara yönelttiği sorulardan ve mahkûm edilmesinin ardından mahkemeye sunmuş olduğu alternatif cezalardan oluşmaktadır.
  • Sokrates’in Savunması ana fikri Sokrates’in savunmasından oluşmaktadır kısaca, devletin kendi çıkarı doğrultusunda, Sokrates’in nelerle suçlandığından, suçlamalarının kökenlerinin nelere dayandığından ve savunduğu fikirlerden bahsedilmektir.

Sokakta (Bahattin Özkişi) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Sokakta

Sokakta özet adı altında bir yazı yazacak olursak; Şehrin en sessiz ve sakin mahallerinin bir tanesinde ummadık bir hadise olur olgun bir hanımefendi katledilir. Polis olay yerine intikal ettiğinde katil zanlısı olarak yaşlı kadının ufak oğlundan şüphe etmektedir. Ufak oğlu ise annesini kendisinin öldürmediğini ve cinayeti gerçekleştirenin ”Onlar” olduğunu dillendirir. Olay karışık bir hal alınca bu olayı açıklığa kavuşturması için bir komiser görevlendirilir. Komiser zaten o mahallede yetişmiş, katil zanlısının küçüklük arkadaşıdır. Küçüklük arkadaşının yaşlı annesini katletmeyeceğini düşünmektedir.

Komiser ilk olarak yanına bir doktor alıp olay yerine intikal eder. Doktor, ihtiyar bayanın cesedinin yanına gelir ve araştır; bu izlerin insan eli ile oluşabileceğine ihtimal verememektedir. Bu esnada ölen kadının bulunduğu odadan bir ses yükselir. “Onu biz öldürdük” şeklinde konuşan bu ses kendilerinin Tanrıya secde etmeyen cin ve şeytan topluluğu olduklarını dile getirir. Komiserin katil olduğu zannedilen çocukluk arkadaşı ise akıl ve sinir hastalıkları hastanesine kaldırılır.

Komiser bu yaşananların hemen ardından katil zanlısı olarak düşünülen küçüklük arkadaşının yanına hastaneye gider. Hastanede konuşurlar; katil zanlısı ”Onlar” ile savaşta olduğunu dile getirir. Komiser hastaneden ayrılıp mahallenin konak sahibi Küçük Bey’in yanına varır. Küçük Bey de materyalist bir kimliğe sahiptir ve katil zanlısı olan ihtiyar kadının ufak oğlundan hiç haz etmemektedir. Komiser ile konuşması sonucu söylediği şey komiserin küçüklük arkadaşını suçsuz hale getirir. Küçük Bey şüphelinin cinayet işlendiği sırada türbede ibadet yaptığını söyler ve katil zanlısının üzerindeki şüphe gider. Bu esnada Komiser cinayetin içinde ”Onlar ” olduğu sonucuna varır. Küçük Bey ile yaplına bu sohbetten bir gün sonra Küçük Bey kendi odasında ölü bulunur. Ölen ihtiyar kadının yetişkin oğlu Küçük Bey’i katletmiştir. Şeytana tapma ritüeli yaparken polisler tarafından yakalanır. Cinayetleri gerçekleştiren adam hapishanede katledilir.

Sokakta İnceleme

Sokakta inceleme altına alınırsa; Sokakta adlı eser Bahattin Özkişi tarafından kaleme alınmıştır. 1975 yılında Peyami Safa Roman Yarışmasında Başarı Ödülü’ne layık görülmüş ve bu ödülden hemen sonra ise okuyucular ile buluşturulmuştur. Bu roman Milli Eğitim Bakanlığının 100 Temel Eser listesinde bulunmaktadır.

Roman örf ve adetlerine, inanışlarına, dini ve ahlaki değerlerine bağlı bir sosyal muhitin maddeci ve materyalist etkiler ve doğru olmayan batılılaşma sonucundaki farklılaşmalarını kurcalayan sosyal bir romandır.  Roman mahalle insanları çerçevesinde ülkemizde oluşan kültürel farklılaşmanın en son durumunu ve vardığı yeri ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Eser modernleşen, zenginleşen ve batılı hayata kavuşan ama ruhsal yönden yozlaşan ve kendine yabancı gelen bir sosyal çevrenin farklılaşmasını anlatmakta, sokağa tutulan ışık ile ülkenin tamamında ortaya çıkan değişimler gösterilmektedir.

Eserde görünmeyen, duyulmayan varlıklar tarafından katledilen bir bayanın sebep olduğu olaylar sebebi ile manevi değerleri yok saymaya çalışan materyalizmin toplumumuzdaki dramını anlatmaktadır.  Eser kendi özünden, örf adetlerinden ve geleneklerinden koparak başkalaşan insanları konu edinir. Yine bu eser,  Manevi değerlerinden koptukça kendine, sokağına, insani değerlerine ve öz kültürüne yabancılaşan insan bir sokak çerçevesi içerisinden bakarak anlatır. Bu mahalle, özünde ülkenin küçük bir minyatürüdür. Aslında mahalledeki değişim, ülkedeki farklılaşmadır.  Roman bir mahalle tablosu içinde toplumun farklılaşan insani tablosunu meydana çıkarmaktadır.

Roman, Cin ve şeytanlar gibi sıra dışı öğelerin de olduğu bir anlatım tekniği içinde millî değerlerimizin ve inanışlarımızın hiçe sayılışını ve kaybolan değerlerin arkasından duyulan yakınmaları okuyucuya anlatmaktadır. Romanda tuhaf olaylar, tuhaf insanlar, tuhaf bir mahalle söz konusudur ve bu ögeler kitabı ilgi çekici hale getirmektedir diyebiliriz.

Sokakta Konusu

Sokakta konusu incelendiğinde, konusunu son yüz elli senenin toplumsal hayatından almıştır. Bir mahalle çerçevesinde insanlardaki farklılaşma ve kandırılmış insanlığın dramı ele alınmıştır. Sokakta eserinde, manevi değerleri yok sayan materyalizmin toplumu soktuğu hal anlatılmaktadır. Cin ve şeytanlar gibi görünmeyen, fantastik öğelerin var olduğu eserde millî değerler ve inanışların hiç oluşu önemli bir yer almaktadır.

Kitapta görünmeyen, duyulmayan varlıklara ibadet eden adamları, toplumdaki farklı inanışları, iblislere yapılan ayinleri ve en önemlisi de toplumdaki meydana gelen başkalaşmayı görüyoruz. Kitap çok önemli ödülün sahibi, polisiye okurlarının başucu eseri konumunda olmasının yanı sıra düşündürten, etkisinden zor çıkılan bir hale de bürünmüş durumdadır.

Annesinin ölümünden çok etkilenen küçük oğlu ilk başta zanlı olarak gözükür ve herkes ondan şüphe duymaktadır. Fakat asıl katil zanlısı o değildir ve çocuk ruh ve sinir hastalıkları hastanesine kapatılır. Burada suçluluk psikolojisini de görmüş bulunmaktayız. En sonunda polislerin yapmış olduğu bir konuşma sonrasında katil zanlısı bulunur ve polisler adamı yakalamaya hazırdır. Yakaladıkları adam tam bu esnada iblise ayin düzenlemektedir ve ülkedeki farklı inanışlar burada kendini göstermektedir. Adam yakalanır ve hapishaneye gönderilir. Hapishaneye girmesinin ardından çok dayanamaz ve orada başkaları tarafından öldürülür.

Bu roman bir sosyal romanın olmasının yanı sıra okuyucuya içten içe sorgulatan da bir roman olma özelliği taşımaktadır. Romanı polisiye okurlarının çok sevmesinin yanı sıra sosyal roman okuyanlar da çok sevmektedir. Eser yazarı Bahattin Özkişi’nin en sevilen, en gözde eserlerinden birisidir ve yazara şöhretin kapılarını sonuna kadar açmayı başarmış bir eserdir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da uygun görülmüş ve 100 temel eser arasında yerini almayı başarmıştır diyebiliriz.

Sinekli Bakkal (Halide Edip Adıvar) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Sinekli bakkal

Eser ilk olarak İngilizce insanlara duyurusu yapılır. Soytarı ve kızı diye. 1935 yılında Türkçe çevirisi yapılıp, satılmaya başlanınca ülkede çok ses getirmişti. Daha sonra ekranlarda dizi haline getirilen eser, sinemaya da uyarlanmıştır. Detaylarıyla eser, aşağıda bölümler halinde ele alınıp irdelenmiş ve gözler önüne sunulmuştur.

Sinekli Bakkal Özeti

Padişahlık dönemi İstanbul’unda kaleme alınan eser, Sinekli bakkal özeti olarak bakıldığında, insanların bir araya gelip toplanarak güncel hayatın kritiğini yaptıkları sokakta geçen olaylar ele alınmıştır. Mehmet Efendi bakkalı olan kişidir. Emine, bakkalı olan aynı zamanda oyunculuk yapan Tevfik ile, imam babasın istemediği için kaçarak evlenen kişidir.

Dul olan imamın nezdinde, oyunculuk sonucu cehennemde biten, boş bir meslektir. Kız Tevfik olarak bilinen zennelik yapan, kocası ile Emine’nin hiçbir ortak yanı yoktur. Emine, babasının dini terbiyesiyle büyümüş, ciddi bir insandır. Tevfik’in evlendikten sonra, oyunculuğu bırakacağı sözü ile Emine onunla kaçarak evlenir. Babası da sokağın ortasında onu artık evladı olmadığını ahaliye duyurur. Böylelikle roman ve devamında, Sinekli bakkal olay örgüsü bu şekilde devam eder.

Evlendikten sonra Emine işletmeciliği ile düzene soktuğu bakkalı, ile dikkatleri üzerine çeker. Aynı zamanda artık bir bebek beklerken, kocasının aymazlıkları devam eder. Öyle ki artık onu evden kovmak zorunda kalır.

Emine’nin Tevfik’ten Rabia, diye seslendiği bir kızı olur. Bu bebek sayesinde tek evladı olan imam babasıyla da barışır. İyi bir dini terbiye ile büyüyen Rabia hafız olur. Sesi güzel olduğu kadar, genç kızın güzelliği de dillere destandır.

Sabiha hanımın kulağına kadar çalınan bu söylentiyle, ana kız konağa davet edilirler. Konakta Rabia’ya sesinin güzelliğinden dolayı hoca tutulur. Derslere devam ederken, tesadüf eseri babası Tevfik’le karşılaşır ve sohbet etme fırsatı yakalar. Babasından etkilenerek artık onunla kalmaya karar verir.

Rabia’nın konağında kaldığı Selim Paşa’nın, oğlu Hilmi’nin yanında çalışan Tevfik bey, yaptığı hizmetlere karşılık bu ailenin etkisiyle Şam’a sürgün edilecektir.

Bu durum üzerine Rabia eve ve bakkala geri döner. Bakkalın işletmenliğini ele alır. Mahalledekilerin de desteği ile bakkallık işlerini yürütürken ona müzisyen hocaları da yardım eder.

Zaman içinde, şehirde ismi ve ünü duyulan Rabia, camilerde mukabele okurken özellikle ibadetin çok yapıldığı, Ramazan aylarında, sesini neredeyse herkese duyurabiliyordu. O artık mevlitlerinde aranılan isimlerindendi.

Hocası Pregrini ona ve sesine, karşı büyük bir aşk besliyordu. Rabia’ya duyulan aşk o kadar yüceydi ki, uğruna dininden vazgeçip Müslüman olmayı isteyecektir. Müzisyen arkadaşı Vehbi Dede’ye konuyu açar. Müslüman olurken. Rabia ile de evlenmek ister. Pregrini içten içe, Rabia’nın da hoşlanıp etkilendiği birisidir. Sonunda her iki aşık yaptıkları izdivaçla dünya evine girerler.

Rabia’nın kocası, Osman olarak değişen ismini, evlendikten sonra, dinini Müslüman olarak değiştirip taçlandıracaktır.

Padişah 2. Abdülhamit’e ölümüne bağlı olan Selim Paşa bu sevgi ve anlayışın karşında duran herkese karşı öfkesi oldukça şiddetli oluyordu. Kimisi hapislerde, çürürken kimisi oğlu gibi sürgüne gönderiliyordu.

Fakat zaman her kötü duyguyu törpülendiği gibi, Selim Paşa’nın öfkesi hiddeti de yok olacaktır. Emekli olup köşesine çekilecektir. Beşerî duyguları yeniden hayata geçer.

Süreç içerisinde, Emine ve imam babası vefat ederler. Damatları Osman, imamın hayatta iken yaşadıkları evi, belli bir bedelle alır. Gerekli tadilatları yaparak, Rabia ile burayı kendilerine yuva haline getirirler.

Meşrutiyetin ilanıyla birlikte sürgüne gönderilen, Tevfik omuzlarda taşınarak, onurlu bir şekilde Sinekli bakkal sokağına gelir. Sinekli bakkal bakış açısı artık değişmiş. Bir zamanlar itilen Tevfik, sevilen biri haline gelmiştir.

Sürgüne gönderilirken, ona hapiste türlü işkenceler yapanlar, onu şimdi sırtında taşımaya başlamalarını görünce Tevfik durup düşünecektir. Zamanla yorgun, yaşlı biri haline gelen Tevfik, kızının evlenip de bir torunu olduğunu duyunca oldukça etkilenip duygulanacaktır.

Sinekli Bakkal Konusu

Eserin bütününe bakılırsa Sinekli bakkal konusu birbiriyle çarpışan iki farklı düşünceden dünyaya gelmiş, bir çocuğun başından geçen kesitleri kapsar. Rabia aldığı eğitimin etkisi ve güzel sesiyle hafız olduktan sonra, mevlitleri, ilahileri konaklarda camilerde duyulan, aranan biri olmuştu. Bir dönem Selim Paşa’nın konağında, müzisyen Pregrini ve Mevlevi Neyzen Vehbi Dede nota çalışmaları olur.

Bu sayede kulağı ve sesinin eğitimi artacaktır. Jön Türk’ lere ajanlık yapan babası ile bir tanışıp, anlaşsa bile kader onları bir araya getirmeyecektir. Müslümanlığı seçerek, Rabia ile evlenen hocasıyla başarılı bir evlilik hayatları olur.

Meşrutiyetin ilanı 1908 de cereyan edince, bir zamanlar Padişah taraftarları şimdi, onun arkasından atar tutar olmuşlardır.

Sinekli Bakkal İncelemesi

Halide Edip Adıvar tarafından ele alınan eser Sinekli bakkal incelemesi yapılırsa eğer, batılıların olumlu yönde yanlarını, kendi kültürümüzden uzaklaşmadan almalı, milli değerlerimizi kaçırmadan da batıya yakın olabilmeliyiz fikri ile yazılmıştır.

Bu anlamda Sinekli bakkal doğu batı çatışması içinde var olan bir eserdir. İngilizce olarak kaleme alınan eser, yazıldığı dönmede büyük yankı uyandırmıştır.

Roman bilinç altında, kitleleri uyandırıp eğitmektedir. Romanda aynı zamanda Padişah ve döneminde geçen siyasi olaylar ince, ince işlenmiştir. Sembolleştirilen Rabia karakteri bizlere, bağlı olduğu kültüründen ödün vermeden de insanların modernleşebileceği fikrini verir. Yazar, sunmuş olduğu bu eserle toplumun ufkunu açmıştır.

Seyahatname (Evliya Çelebi) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Seyahatname

Seyahatname, en önemli gezi yazısı eserlerinden biridir. Seyahatname nedir kısaca sorusuna yanıt arayan bireyler, bu eserin Evliya Çelebi tarafından yazıldığını ve Osmanlı toprakları da dâhil olmak üzere pek çok kültürü ele alan yazıların yer aldığı bir kitap olduğunu bilmelidir. 10 ciltlik Seyahatname eseri, 17. yüzyılda kaleme alınmıştır.

2013 yılında UNESCO Dünya Belleği Listesi’ne dâhil olan Seyahatname, Evliya Çelebi’nin geziler ve seferler esnasında şahit olduğu olayları anlatmaktadır. Hem akıcı hem de döneminin en önemli ve açıklayıcı eseri olması nedeniyle, Seyahatname 100 Temel Eser arasında yer almaktadır. Buna ek olarak Evliya Çelebi, İnsanlık tarihine yön veren 20 kişi arasında görülmüştür. Bu bağlamda Seyahatname eseri hem Türkiye hem de dünya tarihi ile ilgili pek çok bilgi içermektedir.

Seyahatname Özeti

Seyahatname, 10 ciltlik bir eserdir. Her cilt, farklı bir bölgeyi açıklamaktadır. Bu nedenle Seyahatname özeti araştıran bireyler, bu eserin tek bir konu üzerine olmadığını bilmelidir. Bu da demek oluyor ki, Seyahatname eserinin özeti bölgesel olarak ele alınabilmektedir. Seyahatname adlı eserin yazılmaya başlanması ve Evliya Çelebi’nin seyahat etmeye başlaması, gördüğü bir rüyanı etkisine bağlıdır.

Evliya Çelebi, gördüğü bir rüyada bir camidedir ve rüyasında gördüğü camide büyük bir cemaat vardır. Hz. Muhammed ve halifeleri de oradadır. Evliya Çelebi, rüyasında Hz. Muhammed’in anın gitmeye çekinir. Ancak cesaretini toparlayıp peygamberimize yaklaşır “Şefaat ya Resulallah” demek yerine heyecandan “Seyahat ya Resulallah” cümlesini kurar. Bu rüyanın kendisine gönderilen bir işaret olduğunu düşünür ve seyahat etmeye ve gördüğü yerleri not etmeye başlar. Evliya Çelebi’nin eseri, bu seyahatler ile şekillenmeye başlar.

1635 yılında ilk olarak İstanbul’u gezen Evliya Çelebi, daha sonra Türkiye topraklarını, Mısır, Suriye, Irak, Azerbaycan, Polonya, Almanya, Rusya, Bosna Hersek, Dalmaçya, Kırım da dâhil olmak üzere sayısız yeri gezer. Evliya Çelebi’nin gezileri 70 yaşına gelinceye kadar devam etmektedir. Gezileri esnasında hastalık, savaş, badireler atlatan Evliya Çelebi, başına gelen olayları ve gördüğü yerleri kayıt altına almaktadır.

Evliya Çelebi, ilk olarak yaşadığı İstanbul’u gezmektedir. Bu şehirde kıraathane, meyhane, meclis gibi pek çok farklı yere gitmiştir. Yaşadıklarını anlatan Çelebi, daha sonra hiçbir izin almadan Bursa’ya gitmiştir. Bursa dönüşünde Evliya Çelebi’nin babası gittiği yerler hakkında yazılar yazması ve kayıt alması koşuluyla seyahat etmesine izin verir. Böylelikle Evliya Çelebi pek çok farklı yere gitmiş ve her gittiği yerde seyahatleri kaydetmeye başlamıştır.

Seyahatname Konusu

Evliya Çelebi’nin yazmış olduğu Seyahatname eserinin konusu da sıkça merak edilmektedir. Seyahatname konusu, daha önce de belirtildiği üzere tek bir konu üzerine değildir. Seyahatname eseri, ciltlenerek birbirinden ayrılmış bir kitaptır. Bu kitabın konusu gezilerde yaşanan olaylar üzerinedir. Akıcı bir anlatım ile yazılan bu eser yalnızca yaşanan olaylar değil, kültürel ve tarihi anlamlarda da pek çok bilgi içermektedir. Seyahatname eserinin ciltleri aşağıdaki listede belirtilmektedir.

  1. İstanbul ve civarı (1635)
  2. Bursa ve civarı (1640, Nisan) – Gürcistan, Azerbaycan, Erzurum (1645)
  3. Ermenistan, Filistin, Sivas, Rumeli, El-Cezire, Suriye, Bulgaristan, Şam, Dobruca, Urmiye
  4. Basra, Tebriz, Mardin, Bağdat, Van
  5. Anadolu asilerine karşı ayaklanma, Oçakov seyahti, Basra gezisinin son bölümü, Dalmaçya seferi, Transilvanya gezisi, Rakoçi seferi, Bosna’ya gidiş anı, Bursa’ya geri dönüş, Rusya seferi, Sofya’ya geri dönüş
  6. Almanya, Macar seferi, Karadağ seferi, Avusturya, Arnavutluk’a gidiş, İstanbul’a geri dönüş, Kanije seferi, Baltık Denizi’ne kadar gidiş, Belgrad’a dönüş, Hersek’e gönderiliş, Ragusa seyahati, Uyvar’ın zaptı
  7. Kırım, Deşt-i Kıpçak, Dağıstan, Esterhan, Avusturya
  8. Girit, Rumeli, Kırım, Selanik
  9. Anadolu’nun büyük bir bölümü, Mekke, Nablus, Medine, Kudüs, Lazkiye, Şam, Beyrut, Halep ve bu bölgelerin civarları
  10. Sudan ve Mısır

Seyahatname, yukarıda da görülebildiği üzere 10 ciltten oluşmakta ve bu ciltler gezilen bölgelere göre birbirinden ayrılmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, Çelebi’nin ilk gezilerinin başladığı yer olup, ilk cilttir. Bu geziden sonra başta Bursa olmak üzere pek çok bölgeye ait kayıtlar tutulmuştur.

Seyahatname İncelemesi

Seyahatname eserini daha iyi anlamak isteyen insanlar, Seyahatname incelemesi araştırmaktadır. Seyahatname eseri hakkında daha detaylı bilgi almak için aşağıdaki listeye göz gezdirebilirsiniz.

  • Seyahatname, yalnızca bir gezi rehberi değildir. Osmanlı toprakları ve komşu ülkelerin birbiri ile olan ilişkisini de ele almakta ve dönemin en önemli kaynağı olmaktadır.
  • Evliya Çelebi, seyahatnameyi yazarken kendi düşüncelerini de yazılarına eklemiştir. Böylece eser, düz bir anlatım yerine sürükleyici ve etkileyici bir hal almıştır.
  • Gezilen ve kayıt altına tutulan yerler ile alakalı sayısız bilgi bulunur. Dönemin şarkıları, giyim kültürü, eğlence anlayışı, dil farklılıkları, din gibi pek çok konuda anlatımlar bulunmaktadır.
  • Eser düz bir dilden ziyade, kimi zaman eğlenceli kimi zaman ciddi olarak açıklanmaktadır. Bu sayede bu eseri okuyan herkes kolayca anlatılanları kavrayabilmektedir.
  • Seyahatname yalnızca bilgi değil, insanların bu bilgileri nasıl sindirebildiğini de anlatır. Bu durum, insan başarısının en büyük örnekleri arasında yer alır.

Yukarıda da görülebildiği üzere Evliya Çelebi’nin eseri oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Tarih, dönem, kültür başta olmak üzere pek çok unsurun bir arada harmanlanması ile oluşturulmuştur.