Asıl adı Galib Mehmed Esad Dede olan ünlü şairimizin kullandığı ve asıl tanınan kısa ismi Şeyh Galip’tir. Tam olarak tarihi bilinmemekle beraber 1757 senesinde doğmuştur. Türk edebi dünyasının en önde gelen divan edebiyatı şairi ve mutasavvıfıdır. Okuyucular tarafından çok beğenilmiş ve döneminin önde gelen simlerinden olmayı başarmıştır.
Şeyh Galip’in hayatı incelendiğinde 1757 senesinde İstanbul’da hayata gözlerini açmıştır. Babasının ismi Mustafa Seyyid, annesi ise Emine Hanım’dır. Şeyhi Hüseyin Dede ve Hoca Neşet Efendi gibi büyük hocalardan Galata Mevlevihane’sinde dil ve edebiyat derslerini görmüştür. Çok küçük yaşlarda şiirlere olan ilgisini belli etmiş ve birbirinden özel şiirler yazmaya başlamıştır. Daha gencecik bir delikanlıyken, 24 yaşında, bir divanı tertip edebilecek düzeyde şiirlere imza atmıştır. Takvimler 9 Haziran 1791’i gösterdiğinde ise kariyerinde büyük noktalara gelmiş ve Galata Mevlevihane’si şeyhliğine atanmıştır. 1798 senesinde hayata gözlerini yuman Galib Mehmed Esad Dede, avluda yer alan türbeye defnedildi.
Esed ve Galip isimleri ile kaleme aldığı şiirlerini bir araya getirerek daha gencecik zamanlarında,24 yaşında, kendi divanını oluşturmayı başarmış usta bir isimdir. Takvimler bu zamanlarda 1780’i işaret etmekteydi. Sembolizm akımına benzeyen bir tarzın Türk edebi dünyasında öncü ismi olmuştur. Birçok buluşu ve meydana getirdiği mazmunlarla Divan Edebiyatı’nın gelişmesinde rol oynayan en büyük isimlerden birisi olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de ayrılmamıştır. Şeyh Galip’in eserleri genel olarak incelendiğinde ise eserlerinin en önemli özellerinden birisi İse tasavvufi temellere sahip olmasıdır.
Usta şairimiz Şeyh Galip, tasavvufu sembolizmle sentezleyen üslubu ile Türk yazı dünyasının modern döneminin öncü isimlerinden birisi olarak kabul görmüştür. Kendi döneminde de günümüzde sevilen, sayılan merak uyandıran, takip edilen, görüşleri önemsenen bir şair olmayı başarmıştır. Şeyh Galip eserlerinde çok güçlü semboller yani imgeler kullanmış bir şairdir. İmgeye çokça başvuran Galip, eserlerinde düşsel unsurlara da sıklıkla yer vermiştir. Şair anlatmak istediklerini anlatmak için bolca benzetme sanatını kullanmış ve sembollerle anlatımını süslemiştir. Sebk-i Hindi akımının Türk yazı dünyasındaki en önde gelen temsilcilerinden olmayı başarmıştır. Kendisi Klasik Türk Edebiyatı’nın son büyük şairi olmuştur.
Eserleri
- Divan (Şiirler)
- Hüsn-ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
- Şerh-i Cezîre-i Mesnevî
- Es-Sohbetü’s-Sâfiyye
- Zübde-i âlem
Hüsn-ü Aşk
Günümüz Türkçesi ile ‘ Güzellik ve Aşk ‘ anlamına gelmektedir. Şeyh Galip tarafından yazılmış ve okuyucu beğenisine sunulmuş bir mesnevi örneğidir. 2041 beyitten oluşan eser, aruz ölçüsünün “mefulü-mefailün-feülün” kalıbı ile yayımlanmış ve okuyanların takdirini toplamıştır.
Şair, 1782 senesinde girmiş olduğu bir iddia sonucunda bu eserini 6 ayda bitirmiştir. Bu eser son dönem divan edebiyatının en önemli örneğidir ve tasavvufi yapısı ve sembolizmi kullanmaktaki ustalığı ile spiritüalizm bakımından çok önemli bir eser olmayı başarmıştır. Şairin en sevilen, bilinen, okunan, merak uyandıran, takdir toplayan ve saygı gören eserlerinden birisi olmuştur. Şeyh Galip, bu yapıtında şairlik hünerlerini okuyucuya göstermiştir ve ne kadar iddialı bir şair olduğunu da kanıtlamıştır.
Eserin başkahramanlarına bakarsak güzellik (hüsn) ve güzelliğe eğilimin bir neticesi olarak aşktır. Şair eserin istisnasız her bir satırında tasavvufi semboller bulundurmuştur. Kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar her detayı ile uğraşmış ve mükemmel bir eser çıkarmak için oldukça çabalamıştır. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile bu eserini Türk edebiyatı yazı dünyasına kazandırmıştır.
Hüsn-ü Aşk Adlı Eserin Konusu
Hüsn-ü Aşk, kurgusal anlamda bakılacak olursa Hüsn (Güzellik) isminde bir kadın ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını kendisine konu edinen, tasavvufi görüşü temeline almış bir mesnevi örneğidir. Anlatılan hikâye aynen şu biçimdedir:
Sevgioğulları (Beni-mahabbet) adında bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız çocuğu ve bir erkek çocuğu hayata gözlerini açar. Erkek olan çocuğun ismine Aşk, kız çocuğunun ismine ise Hüsn olarak karar verirler. Halk bu iki bebeği birbirleri ile nişanlarlar. İkisinin de yaşları eğitim alacak zamana geldiğinde ise ikisi de Edep mektebine gider. Bu okulda Mollâ-yı Cünun adını taşıyan önemli bir hoca bulunur. Bu dönemlerde aynı zamanda Hüsn Aşk’a âşık olmuştur. İkisi kimi zaman Mânâ gezinti mekânına gidiyor orada bir güzel geziniyor ve sohbet ediyorlarmış. Bu gezme mekânında Suhan adı verilmiş misafirperver(konuksever) bir kişi bulunur.
Bu insanın her şey hakkında bir bilgisi olan, çokbilmiş, çok büyük bir insandır. Hayret adında kuvvetli birisi Hüsn ve Aşk’ın buluşmasına engel olur. Hüsn ve Aşk belli bir süre Suhan sayesinde mektuplaşma imkânı bulurlar. Aşk ve onun lalası Aşk’ın gidip Hüsn’ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar. Kabilenin önde gelen isimleri ise Aşk’ın bu isteğiyle dalga geçer ve eğer Hüsn’e yar olmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ’yı alıp getirmesi gerektiğini söylerler. Yolun ne kadar çetrefilli ve güç olduğunu da anlatmayı ihmal etmezler.
Aşk bu kötü yollarda cinler, devlerle karşı karşıya kalmıştır. Alevli denizlerden geçmiştir. Başından geçen bu hadiselerden Suhan onu hep kurtarır. Mutlu son il sonlandırılan hikâyede verilen en önemli mesaj ise birlikte ikiliğin var olmayacağı ve önemli olanın birlik (teklik) olduğudur. Eseri incelediğimizde kahramanlar ve mekânlara bakıldığında hikâyenin sonucuna kadar neredeyse her unsur tasavvufi bir anlam taşımaktadır. Şair tasavvufi imgelerini bu eserde de ustalıkla göstermiş bulunuyor.