Türk hikayeciliğinin önde gelen isimlerinden olan Ömer Seyfettin’in en bilinen hikayelerinden biri bu kitaptır. Ömer Seyfettin Kaşağı adlı öyküsünde okuyuculara fakat özellikle de çocuk yaştaki okuyucularına kolay ve hafife alınan bir konuda yalan söylemenin bile çok büyük zararlara sebep olabileceğini aktarmak ve öğretmek istemiştir. Bu kitapta kendi meydana getirdiği hatanın suçunu kardeşine atan ve onun ölmesinden sonra da vicdan azabı duyan ve bu vicdan azabı duygusu içini yiyip bitiren, hayatı karman çorman olan Ömer’in yaşadığı dram ve hissettikleri anlatılmaktadır. Kaşağı isimli bu kitapta ayrıca Ömer Seyfettin’in diğer öyküleri de yer almaktadır. Bunlar Çakmak, Külah, Aşk ve Ayak Parmakları, Hürriyet Bayrakları, Rüşvet, Bahar ve Kelebekler, Kütük, Keramet, Kesik Bıyık, İlk Cinayet, Bir Kayışın Tesiri, Pembe İncili Kaftan, Pireler
KİTABIN KONUSU
Ömer Seyfettin’e ait en sevilen ve beğenilen hikayelerden biri olan Kaşağı okuyuculara dramatik bir öykü okuma fırsatı vermektedir. Basit de algılansa ve çok fazla ciddiye de alınmasa söylenmiş bir yalanın insanın yaşamında ne kadar derin ve kapanması zor yaralara sebep olabileceğini anlatmaktadır. Ömer isimli bir çocuğun söylediği yalan ile beraber hikaye başlamaktadır. Ömer, kendisine ait bir suçu kardeşine iftira atarak onun üzerine atmış ama kardeşinin ölmesi ile birlikte seneler sürecek ve tüm hayatını baştan sonra değiştirecek olan duyduğu vicdan azabı ile devam ettirmek zorunda kalacaktır. Artık bu vicdan azabı hissi onun hayatını değiştirecektir ve bu his ile yaşamaya mecbur kalacaktır.
KİTABIN ÖZETİ
Kestane ağaçlarının içinde kaybolmuş vaziyette gibi görünen bir ev ve bu evin içerisinde geniş ahırı ile avlusunda beraber oynayan iki çocuk abisi ile Hasan… At bakıcıları Dadaruh ile beraber atlar ile ilgilenirler ve onların bakımını yapıp ihtiyaçlarını giderirler. O ahırın avlusunda durup oynamak da onların en sevdikleri şeylerin başında gelmektedir. Anneleri İstanbul’a yolculuk ettiğinde bu iki kardeş de Dadaruh’un peşinden ayrılmaz. Ahırı süpürmek ve temizlemek, atların yemini hazırlamak ve vermek, gübreleri süpürmek, bu iki kardeş açısından oyunlardan bile daha eğlenceli olan aktivitelerdir. Fakat bunların arasında en çok sevdikleri iş Dadaruh’un elinde dolaştırdığı kaşağıyı benzeri olmayan bir tını ile atların üzerinde gezdirerek onları tımar eylemesidir. Özellikle Hasanın abisi bu olaya oldukça meraklıdır ve yapmayı çok istemektedir.
Fakat tımar için yaşı tutmamaktadır. Yaşı çok ufak olduğu için bu işi başaramamaktadır. Günlerden bir gün Dadaruh ile Hasan’ın derenin etrafında olduğu bir anda Hasanın abisi annesinin İstanbul’dan armağan olarak gönderdiği kaşağıyı arayıp görmüştür. Atları tımar etmek için Sarı renkli tosunun yanına ilişmiştir. Kaşağıyı Sarı tosunun sırtına değdirmeye başlamıştır. Hayvan bu olay sonucunda huysuzlanmaya başlar. Hasan’ın abisi atın canının acıdığını düşünmüştür. Kaşağı’ya göz gezdirir ve kaşağının sivri olan dişlerini atın canını acıtan sebep olduğunu düşünür. Kaşağıyı eline alır ve onu taşlara sürter. Ucunu körelttikten sonra kaşağının dişleri eskisi gibi kalmaz ve bozulur. Kaşağıyı tekrar atların sırtına değdirip sürer fakat bu kez atlar yerinde durmayıp daha çok tepki belirtmeye başlar. Hasan’ın abisi bu duruma çok sinirlenir.
Dadaruh’un gözünden sakındığı ve kullanmaya kıyamadığı annesinden armağan olan kaşağıyı alıp taş yardımı ile ezer. Kaşağı artık kullanılmaz bir haldedir. Her sabah olduğu gibi o sabah da ahıra giren babaları kaşağının o halini görünce Dadaruh’u çağırıp taşın neden bu halde olduğunu sorar. Dadaruh ise çok şaşkındır. Kaşağının bu halinin sebebini bilmediğini söyler. Babasının bakışları Hasan’ın abisine yönelir. Hasan’ın abisi babasından çok fazla korkmaktadır. Bu duyduğu korku sebebi ile de kaşağıyı kendisinin değil kardeşi Hasan’ın bu hale getirdiğini söylemiştir. Hasan durumdan habersizdir. Hasan’ı ahıra çağırırlar ve kendisine kaşağının gösterilip doğrusunu söylemesi konusunda cümleler sarf edilince kaşağıyı kendisinin bu hale getirmediğini ve durumdan haberi olmadığını dile getirir. Babası Hasan’ın doğru söylemediğine inanır ve bu duruma daha çok sinirlenir. Ona tokat atar ve onun bir daha ahıra girmesini yasak kılar.
Hasan bundan sonra ahıra adım atmayacaktır ve dadıları ile evde oturacaktır. Dadısının ismi Pervin’dir. Anneleri İstanbul’dan dönmüştür. Fakat bu durum da Hasan’ın affedilmesini sağlayamaz. Hasanın yalancılığı annesi ve babasının hiç aklına gelmez. Onun yalancı olduğunu düşünmezler. Ertesi sene anneleri yaz mevsiminde tekrar İstanbul’a yolculuk eder. Hasan’ın ahıra girme izni hala yoktur. Abisine atların nasıl olduğunu sorar. Hasan bir gün tekrar hastalanır ve kendisine kuş palazı teşhisi konmuştur. Birçok müdahalede bulunulsa da Hasan’ın durumu çok kötüdür. Ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Hasan’ın durumundan haberi olan abisinin içini vicdan azabı kaplamıştır. Ağır bir vicdan azabı yükünün altındadır. Doğruyu söylemekten yine çekinmeye devam etmektedir. Fakat Pervin’in yanına gidip her şeyi anlatır. Hasan’ın suçsuz olduğunu, kaşağıyı o hale getirenin kendisi olduğunu ve kardeşine iftira attığını anlatır. Pervin ona uyuması gerektiğini söyler ve sabahı bekleme konusunda kendisini ikna eder. Abisi sabahı zor eder. Sabah odasına girdiği esnada kardeşinin öldüğünü ve başında imam ile babasının yer aldığını görür. Hasan vefat etmiştir ve artık iş işten geçmiştir.
KARAKTERLER
Hasan
Hasan’ın ağabeyi
Pervin
Baba
Dadaruh
Anne
KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ
ÖMER SEYFETTİN
Ömer Seyfettin 11 Mart 1884 tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesinde dünyaya gözlerini açmış bir hikayecidir. 6 Mart 1920 senesinde İstanbul’da ve daha 36 yaşında iken hayata gözlerini yummuştur. Milli Edebiyat Akımının ve Çağdaş Türk Hikayeciliğinin kurucuları arasında yer almaktadır. Babası Kafkas göçmenlerinden olan Yüzbaşı rütbeli Ömer Şevki Bey’dir. Eğitim hayatına Gönen’de başlamıştır. Babasının görevi sebebi ile sürekli halde yer değiştirme ihtimali ile karşı karşıya kaldıklarından annesi ile beraber İstanbul’a gitmişlerdir. 1892 senesinde Aksaray’da bulunan Mekteb-i Osmaniye’ye kayıt olmuştur. 1896 senesinde Eyüp’te bulunan Baytar Rüşdiyesini tamamlamıştır. Edirne Askeri İdadisini bitirdikten sonra da 1903 yılında İstanbul’da bulunan Mektebi Harbiye’yi bitirip mezuniyetini gerçekleştirmiştir. Teğmen yani mülazım rütbesi ile orduya giriş yapmıştır. İzmir zabitan ve efrat mektebinde bir dönem öğretmen olarak görev almıştır. 1908 yılında merkezi Selanik’te bulunan 3. Orduda görev almaya başlamıştır. 1911 yılında ise ordudan ayrılması gerçekleşmiştir fakat balkan savaşı meydana gelince tekrar askere dönmüştür. Yunan ile Sırp cephelerinde görev alarak savaşmıştır. Yanya Kalesini savunurken Yunanlı askerlere esir düşmüştür. 1 sene tutsak kalmıştır. Bundan sonra da İstanbul’a dönüşü gerçekleşmiştir. Türk Sözü isimli derginin kısa bir dönem baş yazarlığı ile uğraşmıştır. Kabataş Lisesine 1914 senesinde Edebiyat öğretmeni olarak ataması gerçekleşmiştir. Yazı yazmaya da Edirne’de geçirdiği öğrencilik esnasında başlamıştır. Selanik’te yayımlanmış Genç Kalemler isimli dergide yazılar yayınlamış ve bu yazılar ile ün kazanmıştır. Yazılarında kullandığı dil sade ve yalın, halkın konuştuğu dildir ve böyle olması gerektiğini savunmuştur. Ali Canip Yöntem ile Ziya Gökalp ile beraber Milli Edebiyat Akımının öncülüğünü devam ettirmiştir. Ömer Seyfettin olay hikayesinin kurucusudur. Olay hikayesine Maaupassant tarzı hikaye de denmektedir. Realizm etkisi öykülerinde çok fazla görülür.