Minyeli Abdullah’ın Türkiye’de büyük yankı uyandırdığı günün üstünden 50 sene geçmiştir. Bu zamanda adeta Hekimoğlu’nun da hayatında sürgün, mahkeme gibi birçok olay yer aldı. Hekimoğlu adeta Minyeli Abdullah’a aynı kadere sahipti. Çilesini çekmiyorsan o dert sana ait değildir temalı sözünü kullanarak gittiği yolun çilesine de aday olan Hekimoğlu İsmail’in milyon sayıya ulaşan okur kitlesince okunan ve hep hatırlanan bu eseri 50. Senesinde ilk kapağı ile tekrar raflardaki yerini almıştır. Abdullah Minyeli bir kişidir. Roman haline getirilen hayat hikayesi Mısır’da yaşanmıştır. Ama öyle bir hayat, öyle bir savaş, öyle bir dert, öyle bir acı ki o ne bir memlekete, ne bir zamana ne de bir vilayate sıkışıp kalabilir. Minyeli Abdullah 20. Asır Müslümanının yaşam öyküsünü anlatır. O Mısır’da olduğu gibi Irak, Suriye, Pakistan, Nijerya, Cezayir’de, Türkiye’de hasılı hayatın her yerinde yaşayan Abdullahların öyküsüdür aslında. Minyeli Abdullah isimli kitap konusu akıcı ve sürükleyen nitelikte olsa da bazı kelimelerin dilimizde yer almayışı onların araştırılması gerekliliğini doğurmaktadır. İslam’dan bahsedildiği için de beklenti bu doğrultuda olmalıdır.
KİTABIN ÖZETİ
Mısır’ın küçük bir numunesi kabul edilen Minye’de dünyaya gelen Abdullah, daha küçük yaşta iken babasının ölümüyle karşı karşıya gelmiştir. Annesi ile beraber fakirlik içinde hayatlarını sürdürmektedir. Annesi yaşlıdır. Yaşlı annesinin tek arzusu oğlunun eğitimini tamamlayıp memur olmasıdır. Abdullah da derslerinde gayet başarılı bir öğrencidir. Abdullah okulda olduğu bir gün ders tarih iken konuya çok hakim olmasına rağmen kadın öğretmeninin sessiz tacizi ile karşı karşıya gelir. O kendine has küçük dünyasında bunu kaldıramaz. Bu olayın yaşandığı ertesi günden başlayarak okula gitmez. Bu durum öğretmenin 1 sene sonra tayinin çıkmasına kadar böyle devam eder. Abdullah bu 1 senelik zamanın içinde okumayı çok sevdiği kitaplarına daha da bağlanır. Sabah vakitlerinde okula gider gibi çıkıp çeşitli işlere girip orada çalışır ve hayata dair tecrübe kazanmaya başlar. Bir sene sonra okulundan mezun olup Minye’den ayrılır.
Buradan ayrıldıktan sonra Kahire’ye doğru yola çıkar. On sene Kahire’de kalır ve hayatının büyük kısmını askerlik yaparak sürdürür. Onun kalbinde İslam yatar hatta bu onun gönlünde yer eden tek şeydir. İslam’a ait güzellikleri, kuralları, bilgileri tüm mümin halka tanıtmak ve aktarmak ister. Hayatını çok az yemek, yine çok az eşya ile sürdürür. Çevresine bulunan herkese senelerce okuduğu kitaplarda yer alan Müslümanlığı anlatmaya devam eder. Harama bulaşmama konusunda çok dikkatlidir. Ticaret hayatında yer almasına rağmen buna çok özen gösterir. Başkalarında İslami açıdan yanlış değerlendirilebilen şeyleri ve özellikleri kibar bir dille söyler. Bir gün annesi ona artık evlenmenin zamanının geldiğini söyler ve Abdullah’a yakıştırdığı bir kızın bahsini geçirir. Abdullah uygun bulur fakat düğünde içkinin yer almamasını istediğini söyler ve bu şartı koyar. Düğün haremlik selamlık bir vaziyette olur.
Karısının ismi Sevde’ dir. Sevde’den iki çocuğu olur biri kız biri de erkektir. Abdullah iyi ve ahlaklı bir eştir. Kendisine de böyle bir aile kurabilmiştir. Az eşya ile hayatlarını sürdürmüşlerdir ve kenara artırdıkları para ile gerekli yerlere bağışlar yapmışlardır. Her gece arkadaşları misafirliğe gelir ve onlarla konuştuğu şeyler de Müslümanlık ve İslam dini üzerinedir. O zaman Mısır kendi kimliğinden bi’ haberdi. Yabancı ülkelere duydukları imrenme ve hayranlık büyümüştü, oraya gelen turistler de bu konuda etkili olmuştur. Onlar gibi medenileşmeye başladılar. Genç kızlar yabancı kadınlar gibi giyinerek kapanmayı bırakmışlardır, açık seçik flört etmeler artmıştır, cinayet, hırsızlık, gibi olaylar çok artmıştır. Kumar oynamak, içki içmek medeniyet sembolü sayılmaya başlanmıştır. Abdullah’ın karakterine çok ters olan bu davranışlar ve yaşanan bu durum başkaları için aynı şeyi ifade etmez. Onların işine gelmemiştir. Ona tek Müslümanın o mu olduğu temalı sorular yöneltilmeye başlanır. Bir gün misafirleri de evdeyken polisler eve baskın düzenler. Arkadaşlarını da onu da içeriye tıkarlar. Abdullahı vatan hainliği ile suçlanmıştır ve darbe yaptığına inanılır. O dönem Kral Faruk başta idi. Arkadaşları birdaha bu konular ile alakalı konuşmayacağını söylemişler ve serbest kalmışlardır. Abdullah ise bir ton işkenceye maruz kalmıştır, bitkin ve yorgun halde, daha hakimin karşısına çıkmadan bir sürü zorlukla karşı karşıya kalmıştır. Hapse gönderilir. Abdullah kendisi için savunma yapmaz oysaki yapılan yanlış davranışların farkındadır.
Her şeyin Allah tarafından olduğu düşüncesinden ötürü susar. Ailesine bir mektup iletir ve onların Minye’ye dönmelerini rica eder. İdam cezasının gününü sayan Abdullah hapishanede kaldığı süreçte oradaki mahkumlara İslam dini ile alakalı bilgiler vermeye devam eder. Bu dinin esaslarını anlatır. Ona din ile alakalı sorular soranlara cevap verir, kafasında din konusu ile alakalı soru işareti bulunanları aydınlatır. General Necip bir gün hapishanede yatan herkes için af ilan eder. Kral Faruk’u da tahtından eder. Abdullah da hapisten çıkmıştır ve normal hayata dönmüştür artık. Minye’ye döner ve ilk uğrak yeri evi olur. Annesi çok yaşlıdır ve onu gördüğü an kalp krizinden ölür. Hapishanede kaldığı günlerde kendisinden boşanan eski eşini görmeden tekrar evden ayrılır. İskenderiye’ye gider. Rıhtım hamalı olarak göreve başlar. Kazandığı para ile de yoksul çocukların eğitimine destek olur. Minyeli Abdullah, zamanın yasak ve kurallarına maruz kalmıştır. Bu olay Mısır’da yaşansa da Türkiye’de yer aldığı söylenmiştir ve yazan kişi hapse atılmıştır. Abdullah zorluklarla dolu bir hayat yaşamıştır. Abdullah ve yazar bu yönden birbirlerine benzemektedir.
KARAKTERLER
- Abdullah
- Abdullah’ın annesi
- Sevde
- General Necip
KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ
HEKİMOĞLU MUSTAFA
Yazarın asıl ismi Ömer Okçu’dur. 1932 senesinde Erzincan’da dünyaya gelmiştir. Ortaokuldan mezun olduğunda bir gazetede ilana rastladı. Ailesine maddi destekte bulunmak isteyen yazar, astsubay olmakta karar kıldı. 1952 senesinde milliyetçi dergi ve kitapları inceledi, onları okudu ve bunların yanında Batı klasiklerini de okudu. İslami hayattan çok etkilenmeye başlayan Ömer Okçu araştırmalarını bu konu üzerinde sürdürdü. Sürekli camilere uğradı, tanıştığı hocalarla İslam hakkında konuştu ve onlara sorular yöneltti.
Bir süre Amerika’da kaldı ve oradan döndükten sonra 1959 senesinde evlendi. Minyeli Abdullah isimli romanından ötürü çok sayıda sorgulanmaya maruz kaldı, evi arandı. Yine de yazmaktan vazgeçmedi. Ordudan emekli olarak ayrılışı 1972 senesinde gerçekleşti. 1976 senesinin Ocak ayında bir dergi yayımladı. Bu dergi Sur Dergisiydi. Yurt içinde de ülkenin dışında da çok fazla yerde konferanslarda yer aldı. Timaş Yayınevini arkadaşı ile beraber 1982 senesinde kurdu. Minyeli Abdullah isimli kitabının filme çekilmesi 1989 yılında gerçekleşti. Dönemin gişe rekorlarını kıran bir film oldu. Bir gün beyin kanaması yaşadı ve yoğun bakıma girdi. Dört buçuk ay sonra da hastaneden çıktı. Hastalığından sonra fiziksel açıdan zorluklar yaşadı. Köşe yazarlığı yapmaya, kitaplarla ilgili çalışmalarına tekrar başladı. Menan Cinleri adıyla yazdığı öykü kitabının tiyatrosu da çıktı. Tercüman Çocuk dergisinde yazılar yazdı ve burada yazdıkları sonradan çocuk kitabı şeklinde yayımlandı.