Yedinci Gün (Orhan Hançerli oğlu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yedinci gün

Sanatçı aynı zamanda, Türkiye büyük Mason Mahfili biri olması sebebi ile Tevrat ve bölümlerinden de etkilenerek yazdığı eser bölümleri şöyledir,

Eserin Özeti

Sanatçının eserinin bütünü gözden geçirildiğinde, Yedinci gün özeti bakımından, yaratılan canlılar arasında bireyin, misyonu gereği idealleri ve umutları olan bir varlık olarak, başına gelen türlü zor şartlarda bile, insan olmanın vasfını unutmaması gerektiği dokunaklı bir şekilde ele alınmasıdır.

En üst mevkide bankada, müdür olarak çalışırken Ömer’i günün birinde, müsteşar tarafından sorgulanmak üzere makamına davet edilir. Müsteşar hazırlanmasında sorumlu, olan dosyalar için, kendisini oldukça incitecek ve küçük düşürecek şekilde, adeta hesap sorarak Ömer’in moralini aşağı çeker. Erkeklik gururu yerle bir olan Ömer, kendini tutamayıp müsteşarla kıran kırana dövüşür. Öyle ki kan revan içinde kalan müsteşar ve odasını terk eder.

Ömer kendi dairesine geldiğinde ilk iş olarak sekreteri aracılığıyla uçak bileti rezervasyonu yaptırır. Sonra çekmecede bulunan kendine ait hususi eşyaları yanına alarak, kurumdan hızlıca ayrılır.

İstanbul’a gitmek üzere uçağa bindiğinde, şimdiye kadar yaşadıkları gözünün önünde, bir film şeridi gibi akar. Artık hayatında rutine binen, sabah belli bir saatte işe gitmesi, gün boyunca yapılması gereken benzer iş yoğunluğu onu yeterince yıpratmıştır.

Üstelik ideal bir eş ve çocuklara sahipken bile. Ömer, ailesi ve sevdikleri için sunabildiği hayat ve şartlarının en iyisini şimdiye kadar onlara vermiştir. Sırtında adeta gizli bir kırbaç varmış gibi, katlandığı bu esaret hayatından feragat etmenin zamanı gelmiştir. Kararı net ve bellidir. Yok olup bu dünyadan gitmek. Yedinci gün Orhan Hançerli oğlu özet bu olaylar silsilesi ile roman boyunca akar.

Ömer, üzerinden on sene geçtiği halde, yolunun düşmediği, küçüklükten Yüksek Okuldaki eğitim yıllarına kadar neredeyse yarı ömrünün geçtiği, şehir olan İstanbul’a doğru yol almak, içine huzur veriyordu. Hesabındakiyle birlikte, var olan parası onun şimdilik geçinmesine yetecektir.

Henüz birkaç saat öncesine kadar, mutlu bir aile tablosu sürdürdüğü hayatında, genç sayılabilecek bir yaş olan kırk üç yaşında, emekliliğin keyfini çıkaracakken yaşadığı bu tatsız hadise, onun şimdi semalarda uçmasıyla devam etmektedir.

Çok temiz olmayan ucuz bir otel odasını Sirkeci’de bulmuştur. Derhal görevliye kaydını Hasan Tükenmez olarak farklı bir isimde açtırır.

Ömer, ertesi sabah uyandığında, saatler artık yedi buçuğu göstermeyecek, sevgilileri olan kızını ya da oğlunu düşünme gibi bir sorumluluğu olmayacak, boyun bağı ile sıcak günlerde bile uğraşmayacak, benzer kahvaltılarla bazen eşinin dırdırıyla işe uğurlanmayacak işe giderken, aynı yolu, aynı ağacı ya da çimeni görmeyecekti.

Dairede çalışırken, gelecek olan zamlar hakkında mesai arkadaşlarının, yaptığı konuşmalar ona artık sıkıcı gelmektedir. Yıllarca üç maymunu oynamak onu yıldırmıştır. İnsanların yüzlerine bakıp, iki yüzlü davranarak, olduklarından farklı davranmak onu bezdirmiştir. Fakat ölüm öyle midir ki? Temizlik saflık ve arınmadır. Ömer yapacağı bu tercihle arınacak ve kurtuluşa erecektir.

Ömer silahı şakaklarına doğru götürdüğünde, arzuhalcilik yapan emekli babası ve gençlik de lise yıllarında iken sevip de söz verdiği Gönül, dimağını zorlar. İntihar etmekten vazgeçer uyur.

Ömer yeni bir sabaha çökmüş yüzü ve kirli sakalıyla uyandığında, son günlerini içinden geldiği gibi salaş geçirmek ister. Bir gazete haberinde, kendisi içi verilen kayıp ilanını görür.

Ömer hesabındaki tüm parayı istediği yerlerde tüketerek, ölüme gitmeyi tercih edecektir. Bunun için, parayı çekmek üzere, banka veznesine geldiğinde, Gönül’le karşılaşır. Lise yıllarında onu Rezzan’a tercih ettiği Gönül’dü bu üstelik. Gönül onu görünce pirim vermemiş, ilgilenmemişti. Fakat, Ömer tıpkı yıllar önceki gibi kalbi onun için çarpmaya başladı.

Otel sahibesi kadın, Ömer’in başına bir şeyler açacağını anlar ve ona duygusal telkinlerde bulunur. Hiçbir şeyin hayat kadar değerli olmadığından bahseder. Ve onu kararından vazgeçirir.

Bunun üzerine Ömer bir not yazarak Gönül’e gönderir. Seni son bir kez görmek istiyorum yazılı notun hatırına Gönül’le yeniden görüşürler. Yaptıkları görüşmede Gönül, hala bekar olduğu ve validesiyle yaşadığını söyleyince Ömer daha çok umutlanacaktır.

İstanbul’dan Ankara’ya geleli henüz bir hafta dolmuşken, bu dünyadan yok olmak üzere yanına aldığı beylik silahını Ömer satar.

Yeni yaşamına Gönül’ün yaşadığı muhitte bir işyeri açarak başlar. Her ne olursa olsun hayatın yaşanılası olduğunu anlamıştır.

Eserin Konusu

Roman baştan sona incelendiğinde, Yedinci gün konusu bakımından hayatta yaşamanın insan için ne kadar değerli bir unsur olduğu yazar tarafından ele alınıp işlenmesidir.

Kaybettiğimiz, bazen tercih etmediğimiz değerler var iken, karşılığında sürdürmeye çalıştığımız tek düze hayat bir anda elimizden kaybolup gidebilir. Tıpkı elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi, bunun karşılığında isyan edebiliriz. Dünyanın sonu geldi diye düşüne biliriz. Fakat hayat bittiği yerde başlamaktır. Erdemli bir insan olarak, her şeyin kopma noktasına geldiği yerde, ayağa kalkıp yürümesini bilmeli ve yaşamaya devam etmeliyiz. Yazar bu perspektifte kitabın konusunu oluşturmuştur.

Eserin İncelemesi

Orhan Hançerli oğlu eserinin bütünü ele alındığında, Yedinci gün incelemesi karşımıza Tevrat’tan yapılan alıntılarla çıkar. Tıpkı Tevrat bölümlerinde yazıldığı üzere, yaratıcının yedi günde oluşturduğu evren için, bildirdikleri gibi yazarın hikayesi şekillenmiştir.

1957 yılında eser, sanatçı tarafından basımı gerçekleşmiştir. Orhan Hançerli oğlu hayatın ve yaşamın önemini işlerken aslında insan olmanın erdemine de değinmiştir.

Yalnız Efe (Ömer Seyfettin) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Yalnız Efe

Yalnız Efe’nin Yazarı Ömer Seyfettin’dir. Yalnız Efe kitabının sayfa sayısı yüz on ikidir. Ömer Seyfettin Türk edebiyatında kısa öykünün kurucusudur. En fazla okunan unvanına romanı sahiptir. Roman ilk 25 Nisan 1918 yılında Yeni Mecmua isimli dergide yayımlanmıştır.

Yalnız Efe Özeti

Kumdere köyünde yaşlı ihtiyar ve kızı Kezban yaşamaktadır. İhtiyara ait biraz mal ve mülk bulunmaktadır. Yörük Hoca köyde bulunan fakirlere, dul ve öküz kişilere yardım etmektedir. İhtiyar düzenin bozulmasından büyük bir rahatsızlık duymaktadır. İhtiyar sürekli olarak ah bir genç olsam diye söylenmektedir. Köylülerde Yörük Hoca’yı çok sevmektedir. Yörük Hoca evinde düzenlemiş olduğu toplantılarda da bu konulara değinmektedir.

Kumdere köyüne yakın bir yerde Küçükalan adında bir köy bulunmaktadır. Eseroğlu adında bir faizci bu köyde bulunan herkesi faize bağlamıştır. Borcunu vermeyen Küçükalan köylüleri ise mahkûm edilmiştir. Yörük Hoca, Eseroğlu’nun ne kadar zalim birisi olduğunu bildiğinden dolayı köyde bulunanlara haber göndermiştir ama kimse onun sözünü dinlememiştir. Eseroğlu tüm arazileri eline geçirmiştir. Eseroğlu aynı durumu Kumdere köyüne uygulayamadığından dolayı çok hırslanmıştır. Bu nedenle tüm devlet memurlarını doldurmaktadır.

Yeni gelen kaymakamlara burasının eşkıyalarla dolu olduğunu söylemektedir. Kumdere köyünün haklı kendi geçimlerini kendileri sağlamaktadır. Ova işleri ve avcılık yapmaktadırlar. Bir gün Yörük Hoca ve Eseroğlu karşılaşmaktadır. Yörük Hoca harmanı sattığından dolayı biraz parası bulunmaktadır. Eseroğlu, Yörük Hoca’dan borç para istemiştir. Yörük Hoca, Eseroğlu’na istediği parayı borç olarak vermiştir. Eseroğlu üç yıl geçmiş olmasına rağmen borcu ödememiştir.

Yörük Hoca ise Eseroğlu’na vermiş olduğu borç parayı almak istemektedir. Yörük Hoca borcunu almak üzere Eseroğlu’na gitmeye karar vermiştir. Yörük Hoca hem olumsuz bir tepki almıştır hem de borcunu Eseroğlu’ndan alamamıştır. Yörük Hoca ısrarları sonucunda Eseroğlu’nun kahyasının kardeşi tarafından öldürülmüştür. Kızı Kezban bu haberi tezden duymuştur. Kezban’ı bu haber yıkmıştır. Kezban olduğu yerde ağlamaya başlamıştır. Kezban babasının ölüsünü görmeye gitmeye karar vermiştir. Hiç durmadan kimseyi dinlemeden tez zamanda babasının ölüsüne kavuşmak istiyordu.

Kezban çitliğe ulaşmıştır. Kezban basının kim tarafından ve neden vurulduğunu merak ediyordu. Eseroğlu başta babası olmak üzere tüm köylüye düşmandı. Kezban kâhyanın yanına gitmiştir. Kâhya ilk olarak Kezban’ı süzmüştür. Kâhya, Kezban’a babasının büyük bir dert olduğunu ve başlarını derde sokamamak için öldürdüklerini büyük bir zevkle anlatmaktaydı. Kezban duydukları karşısında şok olmuştur. Kezban’ı babasının ölüsü yanına sonunda götürmüştürler.

Kezban babasını kimin öldürdüğünü sorsa da yanıt alamamıştır. Yörük Hoca’nın ölüsü bütün köy halkı tarafından ertesi sabah köye götürülmüştür. Kezban babasını kimin öldürdüğünü bulmaya kararlıydı. Bu nedenle her yere başvuruda bulunmuştur. Kezban her yere başvuru yapmasına rağmen sonuç alamamıştır. Eseroğlu’nun çobanlarına dahi babasının nasıl vurulduğunu sormuştur. Saf bir kişilik sahibi olan çoban sonunda babasını kimin vurduğunu Kezban’a söylemiştir. Kezban babasını vuranlardan intikam almak istiyordu.

Kezban sırayla öcünü almıştır. Babasının kanını Kezban yerde koymamıştır. Kezban bundan sonra kendisine hedef olarak köylüyü soyan ve masum insanlara zülüm edenlerle mücadele etmeyi koymuştur. Kezban’ın bu cesaretini halk çok beğenmiştir. Kezban’ı halk artık Yalnız Efe olarak anmaya başlamıştır. Kendisini ancak kadınların ve genç kızların görmesine müsaade gösteriyordu. Yalnız Efe’nin kız olduğunu duyanlar ise şaşkına dönmekteydiler. Yalnız Efe özeti bu şekildedir.

Yalnız Efe Konusu

Yalnız Efe konusu Kezban adındaki genç bir kadının uğramış olduğu haksız durum karşısında, kendisi ile birlikte mağdur duruma düşenler için zalim kişilere karşı yapmış olduğu mücadeleleri anlatmaktadır.

Yalnız Efe İncelemesi

Yalnız Efe incelemesi birçok açıdan bakılarak yapılmıştır. Yalnız Efe içerisinde birçok en iyi olarak bilinen hikayeleri toplanmıştır. Eser Türk edebiyatı klasikleri arasında yer almaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın ilkokullar için tavsiyede bulunduğu 100 Temel Eser Listesinde yer almaktadır. Yalnız Efe eseri Ömer Seyfettin’in haksızlıklarla direnişini okuyucuya kahramana ve ustaca anlatmaktadır.     Eserin bir önemli noktası ise hikâyenin okuyucuya ders verici noktasının bulunmasıdır.

Yalnız Efe kitabının kahramanları Yalnız Efe olarak anılan Kezban, Yörük Hoca ve Eseroğlu’dur. Eser birçok yönü ile Türk edebiyatında yer edinmiştir. Hikâyede Kezban karakterinin haksızlığa karşı göstermiş olduğu mücadele takdir edilmesi gereken bir durumdur. Hikâye Osmanlı yıllarının son zamanlarında bir köyde geçmektedir.  Yörük Hoca ve Eseroğlu arasında geçen alacak ve verecek davası cinayet davasına dönüşmüştür. Ömer Seyfettin tarafından kaleme alınan hikâye genç bir kızın dağlara çıkışını konu almaktadır.

Hikâye iki avcının yolda gitmesi sırasında avcıların içlerinden bir tanesinin Kezban’a ait olan hikâyeyi anlatması ile başlamaktadır. Hikâye sebep ve sonuç ilişkisi dahilinde incelenmiştir. Ömer Seyfettin Türk öykücülüğünün önemli temsilcileri arasında yer edinmiş bir yazardır. Kitabın ana fikri ise haksızlığa uğradığımız zaman durumu kabul etmekten ziyade önemli olanın göstermiş olduğumuz çabanı olmasıdır. Hakkımızı sonuna kadar savunmamızın gerekli olduğudur. Bizi mağdur açısına dürenlerle sonuna kadar mücadelemizi elden bırakmamalıyız.

En sonunda doğru olanın kazanacağı öyküde anlatılmaktadır. Kezban’ın öyküde hak için nasıl zalimlerle savaştığı açıkça gösterilmiştir. Kezban halkı soyanlara karşı büyük bir mücadele içerisine girmiştir. Haksızlık karşısında asla susmamalıyız. Sonuna kadar hakkımızı savunmamız gerekmektedir. Doğru olan en sonunda ortaya çıkacaktır.

Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal) Özeti, Konusu, İncelemesi

Vatan Yahut Silistre

Vatan yahut Silistre, ilk Türk tiyatrolarından birisi olma başarısına sahiptir. 1873 senesinde sahnelendiği zaman büyük bir yankıya sebep olur. Vatan Yahut Silistre tiyatrosu büyük ilgi görünce Namık Kemal’in sürgüne gönderilmesine neden olur. Usta yazarımız Namık Kemal, vatanı her şeyin üstünde olarak görmektedir ve eserlerinde de bunu bize hissettirir. Bu oyununda da bu düşüncesini tümü ile ele alır.

Vatan Yahut Silistre Konusu

Vatan Yahut Silistre konusu incelendiğinde; Olay 1853 senesinde Osmanlı Devleti ve Rusya arasında çıkan Kırım Savaşı’nda istekli şekilde orduya giren İslam Bey ile Zekiye isimli genç kadının sevdası etrafında gelişir. Silistre Kalesi, 15 Mayıs 1854’te bir bahar gününde Rus askerleri tarafından kuşatılmıştır. İmparatorluğun her bir köşesinden gelen gönüllüler kaleyi kolay kolay verecek gibi gözükmüyorlardı.

Zekiye, erkek kıyafetleri giyip Âdem adı ile savaşa katılır ve İslam Bey yaralandığında onu iyileştirmeye çalışır. İslam Bey, yaralı olmasına karşın Zekiye ile beraber düşman askerlerini ateşlemeye gider. Savaş askerlerimizin cesurca savunması ile son bulur. Döndüklerinde kuşatmanın son bulduğunu gören Zekiye ile İslam Bey bu mutluluk içerisinde güzel bir düğün yaparak evlenirler ve aşklarını doyasıya yaşarlar.

Vatan topraklarını elimizden geldiğince savunmayı, askerlerimizin bu vatan için ne kadar cesur bir şekilde gönüllü olarak savaştığını bize anlatan bu eser okuyucuları tarafından çok sevilmiştir ve bir başucu kitabı haline gelmiştir diyebiliriz. Vatan Yahut Silistre önemi konusundan ve vermek istediği mesajlardan herkes tarafından onaylanmıştır.

Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal) Özeti

İslam Bey, sevdalısı olduğu kız Zekiye’nin yanına giderek vatanı için savaşacağı haberini verir. Zekiye’nin ayrılırken orada bulunan kalabalığa vatan ile ilgili bir konuşma yapar. Konuşmasının en sonunda ise “Beni seven arkamdan gelsin.” der ve kahramanca gider. Zekiye, İslam Beyi çok sevdiği için ve “Beni seven arkamdan gelsin.” sözünü duyduğu için İslam Beyin arkasından hiç düşünmeden o da gider.

Âdem ismi ile orduya gönüllü olarak katılan Zekiye, İslam Beyin yanında vatan topraklarının savunulmasında görev alır. Bu esnada, kale kumandanı Sıtkı Beyin öyküsü de anlatılır. Aslında ismi Ahmet olan Sıtkı Bey, çok başarılı ve cesur bir askerdir. Sıtkı Bey’in çok sevdiği bir arkadaşı suçu olmadığı halde cezalandırılır. Cezayı ise Ahmet Beyin vermesi talep edilir.

Ahmet Bey buna daha fazla dayanamayarak verilen emre uymaz. Bu itaatsizliğinin sonrasında ordudan ayrılan Ahmet Bey, Sıtkı ismi ile orduya bir asker olarak katılır ve kumandanlığa kadar rütbesi yükselir. Ahmet Bey, Manastırdan ayrılırken bir kızını orada bırakmıştır ve kızının öldüğünü düşünmektedir. Bir çatışma sırasında İslam Bey, kötü şekilde yaralanır. Âdem ismi ile bulunan Zekiye İslam Bey’in yarasını sararken, İslam Bey, Zekiye’nin sesinin bir yerden tanıdık geldiğini düşünür ama tam olarak anlayamaz. Çünkü Zekiye erkek kılığına bürünmüştür ve İslam Bey bu kadarını düşünemez. Fakat yavaş yavaş Zekiye’nin sırrı ortaya çıkar.

Düşman askerlerinin cephaneliğini patlatmak gerekince İslam Bey ve Zekiye cesurca bunu kabul ederler. Abdullah Çavuş ise her olay karşısında söylediği “Kıyamet mi kopar?” cümlesi ile tüm askerlere neşe kaynağı olur. İslam Bey ve Zekiye bu görevlerini de başarı ile tamamlarlar. Sonunda sır ortaya çıkar ve Sıtkı Bey, kızına yılların özlemi ile sarılır. O kadar büyük bir mutluluk olur ki sevinç gözyaşları dökülür. Oyun, kahramanlık hislerini kabartırcasına ‘Yaşasın Vatan! Yaşasın Osmanlılar!’ sözleri ile son bulur. Vatan Yahut Silistre özeti okunduğu zaman Namık Kemal’in nasıl bir vatansever olduğuna şahit olabiliriz.

Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal) İnceleme

Vatan Yahut Silistre vatanı için her zaman cesur davranan, gönüllü insanların oluşturduğu Namık Kemal’in en sevilen eserlerinden birisi olmuştur. Namık Kemal’e şöhretin kapılarını aralayan ve günümüzde de hala kalıcı olmasını sağlayan eserlerinden birisidir. Vatan Yahut Silistre inceleme altına alınırsa;  gerçek bir vatan aşığı olan ve bu hissi milletinde de uyandırmak isteyen Namık Kemal’in gözde eseridir. Bu eseri ile Silistre cephesine gönüllü olarak katılan İslam Bey ile erkek kılığına bürünerek kaleye gelen Zekiye’nin aşkı etrafında, Türk askerinin vatanı uğruna gösterdiği cesareti ve vatan sevgisini kaleme almıştır.

Namık Kemal’in vatan sevgisinin, sahnenin dışına taşmasıyla oynandığı dönemde büyük bir heyecan yaratan bu eser, Türk tiyatrosunu o dönemde bulunduğu seviyeden çok daha ilerilere götürmüştür. Vatan yahut Silistre, çok beğenilmiş, Avrupa’da da merak uyandırmış, başka dillere çevirileri yapılmıştır. Namık Kemal’in bu konuyu ele almasında hem döneme damgasını vuran milliyetçilik gibi terimler hem de romantizm akımının etkisi vardır diyebiliriz.

Vatan Yahut Silistre karakterleri incelendiğinde ise başkahramanlardan olan İslam Bey; yirmili yaşlarında, fedakâr, cesur, vatansever Manastırlı gönüllü bir erdir. Başkahramanlardan bir diğeri olan Zekiye ise on beş yaşlarında savaşa giden babasını kaybetmiş, dadısı tarafından yetiştirilmiş bir kadındır. Büyük bir aşk duyduğu İslam Bey’in ardından Silistre kalesinde savaşa katılmış, erkek kılığına bürünmüş ve Âdem adını kendine vermiş cesur Türk kızıdır.

Abdullah Çavuş ise orta yaşlı ölümü umurunda bile olmayan “Kıyamet mi kopar?” cümlesini sıklıkla kullanan bir çavuştur. Son olarak Sıtkı Bey de Silistre Kalesi kumandanıdır ve aynı zamanda Zekiye’nin babasıdır.

Ülkemin Efsaneleri (İbrahim Zeki Burdurlu)

Ülkemin Efsaneleri

Ülkemin Efsaneleri kitabının yazarı İbrahim Zeki Burdurlu ’dur. Efsaneleri konu alan eseri diğer türlerinden ön planda tutan en önemli özelliği inanışları konu olarak ele almasıdır. Efsanelerde anlatılan hayali olsa dahi gerçekten yaşanmış gibi eserde aktarılmaktadır. Efsaneler anlatılanlar ve dinleyiciler tarafından kabul görmektedirler. Bu eser ile birlikte okuyucu efsane kavramı hakkında bilgi sahibi olurken aynı zamanda yurdun çeşitli bölgelerinden seçilerek hazırlanmış efsanelerini tanıma fırsatı bulacaktır. Efsanelerle ilgilenen herkese bu eserin katkı sunması beklenmektedir. Eserin efsane kültünü sonraki kuşaklara katarımı konusunda katkı sunması beklenmektedir.

Ülkemin Efsaneleri Özet

Bu kısımda Ülkemin Efsaneleri özet hakkında detaylı bilgi verilecektir. Kitabın giriş kısmında yazar efsane kavramını açıklamaktadır. Bunun dışında eser içerisinde efsanelerin türleri, destanlar, halkın hikayeler, masalların ve mitler ile olan ilişkiler kapsamlı bir biçimde ele alınmaktadır. Yazar efsane kavramını detayları ile birlikte açıkladıktan sonra her şehre ait olan en yaygın destanlar hakkında bilgi vermiştir. Eser içerisinde toplam 64 adet efsaneye yer verilmektedir. Kitap içerisinde yer alan efsaneler şu şekildedir;

  • Taşkınlı (Adana)
  • Gelin Alayı Kayaları (Afyonkarahisar)
  • Ağrı Dağı’nın Adı (Ağrı)
  • Aynalı Mağara Efsanesi (Amasya)
  • Hacettepe Efsanesi (Ankara)
  • Balkız’ın Efsanesi (Antalya)
  • Avcı Ahmet Tepesi (Artvin)
  • Nazlı ile Beyin Oğlu (Aydın)
  • Çırpılı Dede Hazretleri Efsanesi (Balıkesir)
  • Kurt Niye Ulur (Bayburt)
  • Kartal Oyunu Efsanesi (Bingöl)
  • Gökoğlan Dilek Evi (Bitlis)
  • Yedigöller (Bolu)
  • Burada Dur (Burdur)
  • Çekirge (Bursa)
  • Koyunbaba Efsanesi (Çorum)
  • Çökelez Dağı (Denizli)
  • Çermin Kaplıcaları (Diyarbakır)
  • Efteni Gölü (Düzce)
  • Ekmek İsteyen Hızır (Edirne)
  • Hasan Baba (Elâzığ)
  • Cimcime Sulatan (Erzincan)
  • Uğursuz Yumurta (Erzurum)
  • Lüle Taşı (Eskişehir)
  • Hacıbaba ve Çıksorut (Gazinatep)
  • Şuayip Tepesinde ki Şifalı Su (Giresun)
  • Molla Mahmut ve Molla Kızıl Yusuf Kümbet (Hakkâri)
  • Büyük Delice Çayı (Hatay)
  • Aşurenin Efsanesi (Iğdır)
  • Anamas (Isparta)
  • Fatih ‘in Ayasofya’da Kıldırdığı İlk Namazda Kabe’yi Görmesi ve Ayasofya’nın Kıbleye Çevrilmesi (İstanbul)
  • Hep Büyük (İzmir)
  • Yeşilbaşlı Ördek ile Kınalı Ördek (Karabük)
  • Taşlaşan Ana ile Yavrusu (Karaman)
  • Bayraklı Sultan (Kastamonu)
  • Evliya Dağı ve Çobanın Karısı (Kayseri)
  • Kırklar Baba (Kırklareli)
  • Ses Çıkarmayan Kurbağalar (Kırşehir)
  • Dil İskelesi (Kocaeli)
  • Kaşıkçı Güzeli (Konya)
  • Allı Gelin (Kütahya)
  • Gıdıgıdı Kuşu Efsanesi (Malatya)
  • Yemen Dede (Manisa)
  • Yorgancı Teyze (Mardin)
  • Anamur’un Fethedilmesi Efsanesi (Mersin)
  • Diriltilen Geyik (Muğla)
  • Abdulvahap Gazi (Muş)
  • Çeç Dağı (Nevşehir)
  • Hasan Dağı ve Ekecik Dağı (Niğde)
  • Ay ile Güneş (Osmaniye)
  • Rize (Rize)
  • Sapanca Efsanesi (Sakarya)
  • Pazar Camii ve Türbesi (Samsun)
  • İbret Kayaları (Siirt)
  • Çoban Ağıtı (Sivas)
  • Ayn-Zeliha (Şanlıurfa)
  • Çobanoğlu Söylentisi (Şırnak)
  • Su İçindeki Yol (Tekirdağ)
  • Keçeci Köyü (Tokat)
  • Tuğra Bozan Nalbant (Trabzon)
  • Gelin Pınarı (Tunceli)
  • Kıztaşı (Van)
  • Yusufcuk (Yozgat)
  • Demirci Dede (Zonguldak)

Ağrı Dağı’nın Adı: Ağrı Dağı efsanesi Nuh’un gemisi kadar eskiye dayanan bir efsanedir. Nuh’un gemisi tufan geçtikten sonra sular üzerinde ilerlerken geminin demiri bir dağa değmektedir. Hz. Nuh Allahu Ekber diyerek Allah’ı anmaktadır. Gemi karaya oturmamıştır. Gemi yoluna devam etmiştir. Bu nedenle o dağa Allahu Ekber Dağı denmektedir. Gemi yoluna devam etmesi sırasında başka bir dağa geminin demiri takılmıştır. Hz. Nuh bu kez de Suphanallah demiştir. Gemi yoluna devam ettiği için bu dağın ismi Süphan Dağı olarak kalmıştır.

Yola devam eden gemi en sonunda bir dağın tepesinde durmuştur. Gemiyi kurtarmak isteyenler olsa dahi gemi kurtulamamıştır. Bu yüzden hep beraber ne ağır dağ demiştirler. Dağın adı bu sebeple ağır dağ olarak anılmıştır. Zaman içerisinde halk diline bu dağ Ağrı Dağı olarak geçmiştir. Eserin içerisinde birçok efsanenin yer almasından dolayı Ülkemin Efsaneleri kitabının özeti ödev olarak okullarda verilmektedir.

Ülkemin Efsaneleri Konusu

Ülkemin Efsaneleri Konusu kavuşamayacak olan aşıkları çağıracak olan uçurumdaki efsaneleri konu almaktadır. Dağlardaki doruk noktalarını, kayalardaki sessizliği, göllerin diplerinde yer alan derinliğin yansımaları eserde anlatılmaktadır. Ülkenin topraklarında dürüst olmak, yiğit olmak ve erdemlilik efsanelere yansıtılmıştır. Haksızlık karşısında dirençli olmak ve zorbalıklara karşı koymak eserde anlatılmaktadır. Efsaneler Anadolu toprağının özünü oluşturmaktadır. Anadolu’nun ruhuna efsaneler can vermektedirler.

Ülkemin Efsaneleri İncelemesi

İbrahim Zeki Burdurlu 1984 yılında hayata gözlerini yummuştur. Anadolu’nun 10 söylencesini kendisi derlemiştir. Yazar, Ülkemin Efsaneleri kitabını kendi üslubu ile yorumlamıştır.  Ülkemin Efsaneleri kitabı MEB tarafından oluşturulan 100 Temel Eser listesinin içerisinde yer almaktadır. İbrahim Zeki Burdurlu ’ya ait tüm eserler 2006 yılından itibaren yapılan sözleşme ile birlikte TUDEM tarafından yayımlanmaktadır. İbrahim Zeki Burdurlu bu eserinde okuyucuya Anadolu’nun içerisinde yer alan çeşitli bölgelerdeki söylenceleri aktarmaktadır. Kitap 10 yaşındakileri ve üzerine hitap etmektedir. Ülkemin Efsaneleri kaç sayfa sorusunun cevabı olarak 88 verilmektedir.

Ülkemin Efsaneleri kitabında yazar gerek Anadolu’nun halkına gerekse mekanları ile alakalı olarak efsaneler anlatmaktadır. İbrahim Zeki Burdurlu, Cumhuriyet dönemi yazarları arasında yer almaktadır. İlk şiirini eğitim hayatı sırasında İstanbul Öğretmen Okunda okurken yayımlamıştır. Yazar ilk eserini öğrencilik yıllarında vermiştir. İbrahim Zeki Burdurlu eserlerinde ve şiirlerinde halktan almış olduğu zenginlik ve kültürü yansıtmıştır. Ülkemin Efsaneleri incelemesi yapılmakla birlikte bu kısımda İbrahim Zeki Burdurlu ‘nun edebi kişiliği hakkında da detaylı olarak bilgi verilmiştir. Yazar Anadolu’yu ve Anadolu insanını eserlerine yansıtmıştır.

Üç Silahşörler ( Alexandre Dumas, père ) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Üç Silahşörler

Üç Silahşörler çoğu kişi tarafından okunan okuyanların çok sevdiği bir eserdir. Hal böyle olunca Üç Silahsörler kitabı kaç sayfa sorusu oldukça sık karşımıza çıkıyor. Bu kitap 96 sayfa olarak okuyucusunun beğenisine sunulmuştur. Bunun dışında Üç Silahşörler çıktığı zamandan beri popüler olmuş ve popülaritesini korumuş nadide eserlerden birisi olmayı başarmıştır.

Üç Silahşörler eserinin yazarı Alexandre Dumas hakkında yaptığımız araştırmalara göre usta yazar, takvimler 24 Temmuz 1802’yi gösterdiğinde hayata gözlerini açmıştır. Fransa’nın gurur kaynağı yazar, kendisi ile aynı ismi taşıyan oğlu ile karıştırılmaması için Alexandre Dumas père isimi ile de bilinir. Dumas, macera tarzında yazdığı tarihi de kattığı kitapları ile ünlüdür diyebiliriz.

Usta yazarın eserleri 100 farklı dile çevrilmiştir ve bu sebepten dolayı en çok okunan Fransız yazarlar arasında olmayı başarmıştır. Monte Kristo Kontu, Üç Silahşorlar, Yirmi Yıl Sonra ve Demir Maskeli Adam yazarın en sevilen en çok okunan eserleri arasındadır ve bu eserlerinden bazıları diziye bile çevrilmiştir.  Üç Silahşörler (film 1993 ) roman dışında film olarak da yayımlanarak hem sinemaseverlerin hem kitapseverlerin gözbebeği haline gelmiştir.

Üç Silahşörler Özeti

  1. yüzyıl dönemlerinde Melung köyünde yaşan bir aile varmış ve bu ailenin babası genç olduğu dönemde sarayda silahşor olmak istemiştir. Silahşör olmayı başaramayan babanın artık amacı kendisinin başaramadığı silahşörlüğü oğlunun yapması olmuş. Bu amacını gerçekleştirmek isteyen baba bunun için oğlunun eline bir mektup vererek onu M. de Tréville’nin yanına yollamış. İsmini D’Artanyan koymayı uygun gördükleri bu çocuk yolda pek bir yadırganmış ve kavgalara karışmış.

D’Artanyan kasabaya ulaştığında buradaki halk onu yine yadırgamış ve onunla alay etmişler. Genç çocuk burada da dayanamayarak kavga etmiş ve kavga esnasında bayılmış. Onu bayıltan kasaba halkı babasının yazdığı mektubu da alarak kaçmışlar. D’Artanyan önce bu olay için hancıyı suçlayıp ona saldırsa da onun olmadığını anlayınca hemen onu bırakarak sarayın yolunu tutmuş. Babasının mektup yazdığı adamı bularak durumu anlatmış ama o sırada mektubu çalan adamı görmüş ve onu yakalamak için koşmaya başlamış.

Adamı yakalamak için koşan D’Artanyan bu sırada kralın silahşörlerinden birine, Athos’a, çarpmış ve özür dilemiş ama silahşör özrünü kabul etmeyerek onu saat on birde düelloya davet etmiş. Bir şey diyemeden kabul etmek zorunda kalan D’Artanyan mektubu yakalamak için koşmaya devam ederken bu sefer de kralın bir başka silahşörü olarak bilinen Partos’a çarpmış. Partos’tan da defalarca özür dilemiş ama Partos bunu kabul etmeyerek onu saat on üçte düelloya çağırmış.

D’Artanyan o kadar çok zaman kaybetmiş ki bu esnada kovaladığı adamı da elinden kaçırmış ve düello için sözleştiği Athes’un yanına gitmek için yola koyulmuş. Fakat onun yanına giderken de kralın bir diğer silahşörü olarak bilinen Aramis ile sorun yaşamış, onunla da saat on dörtte düellosu olmuş. Bunun ardından düello için Athos’un yanına giden genç çocuk Athos’un yanında şahit olarak diğer silahşörleri görünce çok şaşırmış ve konuşmaya başlamışlar. Bu dört delikanlı da birbirlerinin ne kadar iyi olduğunu anlamışlar ve iyi anlaşmışlar ancak verdikleri sözden de geri dönemezlermiş.

D’Artanyan bu cesur, korkusuz ve kararlı yiğitleri tam olarak tanıdıktan sonra öleceği fikrine kapılmıştır. Tam düello başlayacakken bir saldırı olmuş ve gizlice dövüşmek o dönemde yasak olduğundan silahşörler ile direkt dövüşmeleri gerekirmiş. D’Artanyan silahşörlere katılmış ve onların safında askerlere karşı savaşmıştır. Silahşörler galip gelmiş ve bu durum M. de Tréville büyük takdir, övgü görmüş. Bu olaydan sonra silahşörler D’Artanyan’ı da yanlarına almışlar ve aralarındaki sorunları çözmüşler. Bu dörtlü arkadaş grubu bundan böyle hep beraber kötülere, haksızlığa karşı savaşmışlar ve dik durmuşlar. Üç Silahşörler özeti en sade ve yalın bu şekilde anlatılabilir.

Üç Silahşörler Konusu

Bu kitap olaylar gençliğinde silahşör olan bir babanın bunu başaramayınca hayallerini oğlunda gerçekleştirmek istemesi üzerine başlıyor. Bunun ardından genç çocuk bir yolculuğa başlıyor ve kitap bu serüveni konu ediniyor. Kitapta gencin cesurluğu, mertliği, gücü okuyucuyu büyülüyor ve kitabı bir çırpıda bitirme isteği uyandırıyor. Kitapta genç çocuk kralın askerleri ile bir takım sorunlar yaşıyor ve ne kadar istemese de onlarla düelloya çıkmak zorunda kalıyor.

Tam düello olacağı esnada silahşörlere askerler tarafından bir saldırı oluyor ve genç çocuk bunun üzerine silahşörlerin yanında savaşıyor. Galip gelmelerinin ardından daha fazla tanışma fırsatı yakalayan silahşörler ve çocuk, çok yakın arkadaş oluyorlar. Silahşörler çocuğu yanlarında dördüncü silahşör olarak görmek istediklerini belirtiyor. Çocuk babasının istediği gibi bir silahşör oluyor ve arkadaşları ile birlikte haksızlığa karşı her daim savaşıyor. Üç Silahşörler konusu en kısa bu şekilde anlatılabilir.

Üç Silahşörler İncelemesi

Kitap hakkındaki fikirlerimizi aktaracak olursak; kitap çocuk kitabı olarak raflarda yer alıyor ancak büyük küçük her yaştan herkesin okuması gereken bir kitap. Verdiği sosyal mesajlar, içerikleri, haksızlığa karşı dik duruş kitapta o kadar güzel işlenmiş ki insanın okudukça okuyası geliyor. Bu kitabı okuyan bir çocuk ise dostluk, sır tutma, inanç, dürüstlük gibi birçok değerleri anlamlandıracak ve hayata dair birçok bilgi öğrenecektir. Tam bir klasik olarak nitelendirebileceğimiz Üç Silahşörler incelemesi en kısa ve öz bu şekilde aktarılabilir.

Üç Minik Serçem (Necati Cumalı) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Üç minik serçem

Üç minik serçem kitabı şehirleşmesinin yeni başladığı hayvanlarla ve doğa ile birlikte yaşamayı seven küçük bir kız çocuğunun hayat dolu maceralarını anlatan bir romandır.

Üç Minik Serçem Özeti

Sütçü ailesi ile birlikte Marmara Denizi’nin doğusunda ve İstanbul iline çok da uzak olmayan bir yerde yaşamaktadır. Bu ailenin iki çocukları büyümüş ve evlenmiştir. Ailenin yanında sadece Sonçiçek ismini verdikleri kızları kalmıştır. Sütçülerin kendilerine ait olan bu otlaklarda hayvanlar rahatça otlamaktadır. Bu aile tüm hayvanları kucaklamaktadır. Bu aileye ait otlaklarda bir seçenin ailesi yuva yapmıştır. Son Çiçek otlaklarda bulunan leylek ve serçe yuvalarına oldukça özen vermektedir. Son Çiçek onların zarar görmemesi adına elinden geleni yapmaktadır.

Son Çiçek’in Kınalı ve Sürmeli adında kedisi ve köpeği bulunmaktadır. Son Çiçek leylek ve serçe yuvalarını çok sevdiği nedeniyle kedisi ve kedisi yuvalara zarar vermemektedir. Son Çiçek bu güzel hayatın içerisinde büyümektedir. Son Çiçek’in bulunduğu bölgede değişiklikler olmaya başlamıştır. Bu durum birçok leyleğin yuvasız kalmasına sebep olmuştur. Etrafta bulunan leyleklerin ve serçelerin yuva yapmaları için tek kalan yer Son Çiçekler ’in tarlasıdır. Son Çiçek her yıl olduğu gibi göç etmiş olan leyleri çok güzel karşılamıştır.

Son Çiçeklerin evlerinin yakınlarına bir serçe habersizce yuva yapmıştır. Bay ve Bayan serçeler üç yumurtanın içerisinden yavrularının çıkmalarını beklemektedirler. İki yumurtanın içerisinde iki yavru serçe çıkmıştır ancak üçüncü yumurta çatlamamıştır. En sonunda üçüncü yumurtanın içerisinden de minik bir serçe dünyaya gelmiştir. Bay serçe yavru serçeleri beslemek için her gün tehlikeleri göze alarak besin bulmaktadır. Bir gün Bay serçe yuvaya geri dönmemiştir. Bayan serçeyi bu durum endişelendirmiştir ve Bay serçenin öldüğünü düşünmesine sebep olmuştur.

Bay serçe artık yuvaya geri dönmeyecektir. Bütün sorumluluk Bayan serçenin üzerine kalmıştır. Bayan serçe yavrularını doyurmak için elinden geleni yapmaktadır. Bayan serçe çok yiyecek bulmaktadır. İki büyük serçe yavruları küçük serçenin yemek yemesine engel olmaktadır. Küçük serçenin yemesi gerekenleri kendileri yemektedir. Bayan serçe bu durum karşısında iki büyük serçeye çok kızmıştır. Bu olaylardan sonra iyice kızmış olan iki büyük serçe bir gün minik serçeyi yuvadan düşerken kurtarmamıştırlar.

Son Çiçek mink serçeyi bulmuştur. Yuvaya dönen Bayan serçe minik serçeyi yuva da göremeyince çok üzülmüştür. Bayan serçe minik serçeyi aramamıştır. Son Çiçek minik serçeyi her şeyden çok sevmektedir. Minik serçe için pamuk bir yatak yapmıştır. Son Çiçek minik serçeye 10 gün kadar çok iyi bakmıştır. Minik serçe ile Son Çiçek çok iyi iki arkadaş olmuşturlar. Son Çiçek minik serçeye uçmayı öğretmiştir. Bir gün birlikte dışarıya çıkmıştırlar.  Minik serçe gelişimin tamamlamış ve güzelleşmiştir. Başka bir bay serçe minik serçe ile yuva kurmak istemektedir.

Bir gün bay serçe Son Çiçek’ten izin alarak minik serçeyi eşi olarak götürmüştür. Son Çiçek minik serçeyi çok sevmesine rağmen bu durumun çok doğal olduğunu düşünerek izin vermiştir. Son Çiçek’in babası baskılara dayanamayarak bulundukları evlerini ve otlaklarını satmıştır. Bulundukları bölge şehir olduğu için komşuları onların hayvanlarının kokularından dolayı rahatsız olmaktadırlar. Son Çiçek ve ilesi birkaç metre uzakta üç katlı bir ev satın alarak taşınmıştırlar. Son Çiçek bu yeni taşındıkları evde mimik serçeden gelecek bir haberi beklemektedir. Son Çiçek minik serçenin yaşayıp yaşamadığını bilmemektedir. Üç Minik Serçem kitabını kahramanları ve özellikleri;

Son Çiçek: Romandaki baş karakterdir. Sevimli, zeki ve duygusal olan bir kız çocuğudur.

Babası: Doğa ve hayvanları seven bir karakterdir.

Annesi: Çalışkan ve becerikli bir kadındır. Otuz yıl kadar evlidir.

Yeşim: Son Çiçek’in komşusu ve aynı zamanda okul arkadaşıdır.

Osman: Son Çiçek’in arkadaşıdır.

Leylek: Gömen kuştur. Son Çiçek’in evlerinin önündeki kavak ağacına yuva yapmıştır.

Üç Minik Serçem Özeti Son Çiçek ve üç minik serçe arasında geçen hikâyeden oluşmaktadır.

Üç Minik Serçem Konusu

Üç Minik Serçem konusu doğayı ve hayvanları çok seven Son Çiçek’in üç minik serçe ile olan dostluğunu anlatmaktadır.

Üç Minik Serçem İncelemesi

Üç Mink Serçem eseri Necati Cumalı’nın çocuklar için yazdığı tek romanıdır. 1989 senesinde Cumhuriyet Çağdaş Yayınlarında kitabın ilk olarak baskısı yapılmıştır. 1996 senesinde ise kitabın 6. Baskısı yapılmıştır. Aile İstanbul ‘da sütçülük yaparak geçimini sağlamaktadır. Sütçülükle geçimini sağlayan ailelerin evlerinin yanlarına tatil mekanları yapılmaya başlanmıştır. Yeni gelen insanlar bölgede bulunan hayvanlardan ve kokulardan rahatsız olmaktadır. Sütçü ailesini de alarak doğanın orta yerinde yer alan yeni bir bahçeli eve taşınarak mutlu hayatına devam etmiştir. Üç Minik Serçem incelemesi bu şekilde ifade edilmektedir.

Necati Cumalı, leyleklerin göç edişlerini, beslenme şekillerini, hayvanlar arasında kurulmuş olan deneği ve iş bölümünü başarılı bir şekilde anlatmıştır. Üç Minik Serçem kitabının dil ve anlatım özelliklerine baktığımızda çocuklara uygun olduğu görülmektedir. Eserin resimlerini Semih Poroy çizerek çocuk romanını daha da güzelleştirmiştir. Üç Minik Serçem kitabı kaç sayfa sorusunun cevabı 126 olarak verilmektedir. Üç Minik Serçem kitabı iki kısımdan oluşmaktadır. Bölümler içerisinde 12 adet alt bölüm bulunmaktadır. Eser Türk edebiyatının çocuk romanları arasında yer almaktadır.

Uluç Reis (Halikarnas Balıkçısı) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Uluç Reis

Uluç Reis, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) tarafından yazılmış bir romandır. Kılıç Ali Paşa ya da bilinen adıyla Uluç Reis’in hayatının anlatıldığı bu roman, tarihi ve biyografik elementler içerse dahi, hikâyeleştirilmiş olması nedeniyle bir roman olarak kabul edilmektedir. Bu roman, tarihi konulara ilgi duyan bireyler tarafından tercih edilen ancak yoğun tarihler içermediği için herkese hitap edebilen bir kitaptır.

Uluç Reis’in başından geçen olayları anlatan bu roman, net bir tarih bilgisi vermemektedir. Zira bazı eleştirmenlere göre bu eser tarihi olayları tam olarak işlememektedir. Bu sebepten ötürü tarih hakkında bazı bilgiler veren ancak genel olarak öyküye odaklı bir kitap olarak kabul edilmektedir.

Uluç Reis Özeti

Halikarnas Balıkçısı tarafından yazılan Uluç Reis romanı, başarılı bir denizci olan Kılıç Ali Paşa’nın öyküsünü anlatmaktadır. Uluç Reis kitabını okumak isteyen bireyler, ilk olarak kitabın özetini incelemek ve kitabın kendilerine hitap edip etmediğini öğrenmek istemektedir. Uluç Reis özeti şu şekildedir:

Anadolu topraklarının kıyılarında bulunan adaların pek çoğu işgal edilmişti. İşgalci Sen Jan şövalyeleri, Türkleri öldürerek sevap işlediklerini düşünürdü. 1557 yılında Sen Jan şövalyelerinden oluşan 5 işgal gemisi Türkleri öldürmek için Malta’dan yola çıkmıştı. Denizde karşılaştıkları bir Türk gemisini işgal ederek Recep Hamza Reis kaptanı öldürdüler. Türklere gözdağı verebilmesi için öldürdükleri kaptanı geminin yüksek bir kısmına astılar. Recep Hamza kaptanın gemisini uzaktan gören Uluç Ali kaptanın gözcüsü, hemen kaptanına durumu bildirmişti. Uluç Ali kaptan, hemen 4 gemi ile yola koyulmuş ve Sen Jan şövalyelerine doğru gitmişti. Saatlerce süren savaşın ardından Uluç Ali kaptan zafer almış ve kadırgaları ele geçirmişti.

San Jen şövalyelerinin işgalleri nedeniyle kocası öldürülen bir Emeri Kadın, bir çocuk doğurur. Kızının adını Perçim koyan kadın, kısa bir süre sonra vefat eder. Perçim, anne ve babası olmadan yaşamak zorunda kalır. Köylüler Perçim’e bakmayı kabul etmiştir. Perçim, 17 yaşına geldiği zaman Lesos Adası’nın uşağı tarafından kaçırılır, ancak Perçim’in hayatı öğrenilince adanın valisi Perçim’i uzaklara götürmesini ve izini kaybettirmesini söyler.

Uşak, hemen Perçim’i yanına alır ve adadan uzaklaşır. Birlikte yerleştikleri alanda uşak herkese Perçim’in kocası olduğunu ancak Perçim’in akıl sağlığının pek de yerinde olmadığını söylemektedir. Perçim, uşağı sevmemekte ve ona yakınlaşmayı reddetmektedir. Her gece kendi başına ormanda dolaşmaya çıkan Perçim, bir dün dolanırken Türk gemisinden inen Ali’yi görür ve etkilenir. Gizlice konuşmayan başlayan Perçim ve Ali, her gün buluşur. Perçim artık Ali’den hamiledir. Perçim, bir gün Ali’nin öldürüldüğünü görür ve hüzünle doğan çocuğuna Ali ismini koymakta karar kılar. Ancak Perçim de kısa bir süre sonra vefat eder.

10 yaşına gelene kadar uşağın eziyetlerine maruz kalan Ali, bir gece kayığa atlayarak kaçar. Kayıkta uyurken birden Murat Reis’in gemisiyle karşılaşır ve yaşadığı tüm eziyetlerden kurtularak yeni bir hayata başlar. Tüm hayatını iyi bir denizci olmak için geçiren Ali, bir gün keşfe çıkar ve bilinen bir İspanyol korsanının gemisini görür. Hemen mürettebata haber verir ve gemiyi ele geçirirler. Her geçen gün denizcilikte farklı bilgiler edinen Ali, iyi bir denizci olma yolundadır.

Donanımlı hale gelen Ali, kimi zaman zaferler kazanmış, kimi zaman ise esarete düşmüştür. Uluç Reis’in hikâyelerinin anlatıldığı bu kitap, 4 farklı bölümden oluşmaktadır. Kitabın bölümleri dönüm noktaları ve kronolojik olaylara göre birbirinden ayrılmaktadır.

Uluç Reis Konusu

Halikarnas Balıkçısı’nın en iyi eserlerinden biri olan Uluç Reis, Türk edebiyatının önemli romanları arasındadır. Uluç Reis konusu, gerçekte yaşamış bir Türk denizcinin başından geçen olaylar etrafında şekillenmektedir. Uluç Reis’in yaşam hikâyesini tarihi ögeler ve hikâyesel anlatımlar ile bir araya getiren Halikarnas Balıkçısı, Osmanlı dönemindeki denizciliği anlamak isteyenler için oldukça önemli bir eser bırakmıştır.

Uluç Reis, en alt sınıftan üst mevkilere gelmeyi başaran bir denizcidir. Hayatında pek çok olumsuzluk yaşamasına rağmen pes etmeyen ve zorluklara göğüs germeyi başaran Uluç Reis, uzun uğraşlar sonucunda kölelik ile başladığı bu macerayı kaptan-ı derya olarak bitirmektedir.

Uluç Reis İncelemesi

Uluç Reis romanını okumak isteyen veyahut kitabı okuyan ancak iyi bir analiz gerçekleştirmek isteyen bireyler, Uluç Reis incelemesi araştırması yapmaktadır. Uluç Reis isimli roman, pek çok açıdan incelenebilmektedir. Aşağıdaki listeye göz atarak bu roman hakkında önemli detayları öğrenebilirsiniz.

  • Uluç Reis kitabının ilk yarısında hikâyelere ağırlık verilmektedir. Zira kitabın ilk yarısında öykü tarzı bir anlatım benimsenmektedir.
  • Uluç Reis kitabının son yarısında ise yazar Halikarnas Balıkçısı daha resmi bir anlatım tarzını benimsemiş ve romanın kalanına bir makale yazar gibi devam etmiştir. Zira kitabın son bölümlerinde pek çok tarihi kayıttan alıntılar yapılmış ve hikâyelerden uzaklaşılmıştır.
  • Kitapta hem roman hem de tarihi yazı tarzlarına dair izler görülmektedir. Bu nedenle pek çok eleştirmen, bu kitabın tarihi bir roman olduğunu belirtmektedir.
  • Kitabın hikâye gibi işlenen kısımlarında olaylar sürükleyici bir şekilde anlatılmıştır. Okuyucuların kolayca anlayabilmesi için zor olmayan bir dil kullanılmıştır.

Uluç Reis, Halikarnas Balıkçısı en iyi kitabı olarak değerlendirilen ve tarihi olaylara ilgi duyan okurların seveceği türden bir romandır.

Tütün Zamanı( Necati Cumalı) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Tütün zamanı

Tütün Zamanı konusu incelendiğinde; romandaki yaşananlar İzmir Urla’da tütün zamanı yaşanır. Babası Recep’in borçtan kurtulmak için Bekir ile beraber olmasını istediği Zeliş, bahçe komşuları Ali Onbaşı’nın oğlu Cemal’e sevdalanmıştır. Bekir’e hiç yüz vermeyen, onu sevmeyen Zeliş, onun kendisini kaçıracağını öğrenince sevgilisi ile beraber kaçar. Fakat iki yaren çok bir vakit geçmeden yakayı ele verirler. Zeliş’in yaşı büyük olmadığı için Cemal altı aya hüküm giyerse de sevgilisinden ayrılmak istemeyen kızın hali, olup biteni izleyen halkın araya girmesine ve Recep’e sataşmasına sebep olur. Böylece Recep davadan vazgeçecek, iki sevgili hayatlarını birleştireceklerdir.

Tütün Zamanı İnceleme

Tütün zamanı inceleme altında bir yazı yazacak olursak; bir aşk, aşkı için savaş romanı olan bu eser, pek çok okuyucunun başucu eseri olma özelliği taşımamaktadır. Aynı zamanda yazarın en sevilen, en gözde eseri olan bu kitap yazara şöhretin kapılarını da açmıştır diyebiliriz. Şuanda bile hala en çok satılan kitaplar arasında yerini alan ve bolca övgü alan bu eser, yazarın ustalık eseridir desek yeridir.

Tütün Zamanı, Necati Cumalı tarafından takvimler 1959 senesini gösterdiğinde okuyucunun beğenisine sunulan romanıdır. Roman yine aynı sene içinde Orhon M. Arıburnu’nun yönetmenliğinde sinemaya aktarılmıştır. Kitap 1971 senesinde “Zeliş” isimleri ile tekrar piyasalara sürülmüştür.

Tütün Zamanı Özeti

Tütün Zamanı özeti incelendiğinde İzmir şehrinin Urla civarlarında bir arazide temmuz sıcağı her tarafı sarmıştır. Zeliha, bağlı keçinin orada olmadığını görür ve annesine hemen yetiştirir. Annesi koşarak bağırmaya başlar ve bu esnada kasabanın kahvesinden kocası gelmiştir. Kocası sağlam bir ip almadığından keçi kaçabilmiştir ve şimdi bulunamamaktadır. Keçi, tarladan diğer tarafa varmış ve yakın bir komşunun arazisine gitmiştir. Tarlaya bakan Kadıovacıklı Ali Onbaşı ve ailesi keçiyi gördükleri gibi tutar. Ama Zeliha’ya hiçbir şekilde kızmazlar ve de bağırmazlar. Ali Onbaşı’nın oğlu Cemal, Zelilha’dan çok hoşlanmaktadır. Zeliha da bu konuşmadan sonra Cemal’i hiç kalbinden ayıramaz, artık ona sevdalanmıştır. Bu esnada Zeliha’nın yaşı evlenme dönemine gelmiştir. Zeliha’nın babası Recep, biricik kızını Bekir ile birleştirmek istemektedir. Bekir; evi, tarlası, hayvanları olan hali, vakti yerinden bir delikanlıdır. Zeliha’yı almak için Recep’e her türlü desteği de yapmaktadır. Anne ve babasının amacını anlayan Zeliha, Bekir gibi biriyle evlenmeyikabul etmek istemez ve bir yandan da çok üzülür.

Zaman geçmekte, Zeliha ve ailesi tütünleri toplamakta, devamlı arazide iş yapmaktadırlar. Zeliha ve Cemal birbirlerinden çok etkilenmişlerdir, birbirlerine deliler gibi aşık olmuşlardır. Günlerden bir zaman, Zeliha çeşmeden su doldururken Cemal ile denk gelir. Cemal, ona onu sevdiğini söylemek niyetindedir. Ama çok kızarır, utanır, dile getiremez, sadece şarkı mırıldanabilir. Zeliha da utangaç birisi olduğundan o da söyleyemez. Onları Zeliha’ya nice zamandır  aşık olan Yaşar görür. Yaşar, dışardan onların birbirlerine deliler gibi sevdalı olduklarını sezer. Gözlemecinin oğlu olan Yaşar, Zeliha onu sevmediği için acımasız bir plana karar kılar. Zeliha’yı hiç hoşlanmadığı Bekir ile birleştirmek ve Cemal ile evlenmemesi için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Biraz zaman geçer ve temmuz sıcağı tütünlerin baya erken zamanda olgunlaşmasına sebep olmuştur. Recep’in ailesi sürekli meşgul oldukları ve yoğun bir şekilde çalıştıkları hâlde tütünlere yetişememektedir. Recep, bir desteğe ihtiyaçları olduğu fikrine kapılır. Bu esnada, Ali Onbaşı ile kelam ederken onunla anlaşmaya varırlar. Önce Ali Onbaşı’nın çocukları onlara desteğe gelecektir. Bunun hemen ardından ise onun çocukları Ali Onbaşı’ya desteğe gidecektir. Cemal’in kardeşleri Zelihaların arazisine desteğe gelmeye başlarlar. İki aile arasında özellikle Zeliha ve Cemal’in kız kardeşleri arasında kocaman bir arkadaşlık oluşur.

Bir gece, Ali Onbaşı evlerine komşularını, dostlarını davet eder. Zeliha, annesi ve Rabia da oraya varırlar. Evde koyu bir konuşmanın sonrasında türküler söylenmeye başlar. Herkes ayağa kalkar, türküye eşlik eder ve oyunlar oynar. Bu kalabalığı fırsat bilen Cemal ve Zeliha oradan ayrılır ve ıssız bir yerde birbirlerini ne zamandan beri sevdiklerini anlatırlar. Ama kısa zaman sonra olmadıkları fark edilir ve geri dönmek mecburiyetinde kalırlar. Zeliha’nın annesi kuşku duyar. Babası, annesinin de etkisiyle, tütün kalkınca Zeliha ile Bekir’in hayatlarını birleştirmesine karar verir. Tüm bunlar olup yaşanırken Zeliha ile Cemal arasındaki sevda alevlenmektedir ve aralarında mektuplaşmalar başlar. Olursa da bir aksilik çıkarsa beraber düşünmeden kaçacaklardır. Bu esnada Yaşar, her yerde Cemal’in Zeliha’yı kaçıracağı lafını etrafa yayar. Bekir, bunu duyunca çok celallenir. Zeliha’nın babası ile konuşarak kızı en kısa zamanda alıp götürmeye karar verir.

Tütünlerin kalkma vakti gelmiştir. Bu yayılan laflar artık her yeri sarmıştır. Zeliha ve Cemal, Bekir’in kaçırma planını duyarlar ve çok özenli davranırlar. Bekir’in kaçırma işlemi gerçekleşemez. Bunun üstüne Zeliha ve Cemal hemen kaçar. Hiç paraları yoktur ve geçim derdi onları korkutur. Boş bir eve sığınmak düşüncesi ile boş bir ev bulurlar. Ama yine de sevdalı çiftimiz burada da rahata eremez ve yakalanır, Cemal’in ceza alma riski bulunmaktadır. Bu esnada bir takım olaylar yaşanır ve Recep Celal’e dava açmaktan bir şekilde vazgeçer. Kızının mutluluğunu isteyen bir baba haline gelir ve iki sevgilinin arasından çekilir. İki aşık aşklarını doyunca yaşamaya başlarlar.

Türkçenin Sırları (Nihad Sami Banarlı) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Türkçenin sırları

Ülkemizin en önemli edebiyat tarihçilerinden aynı zamanda araştırmacı yazar Nihad Sami Banarlı Türkçenin sırları eserinde, güzel ve samimi bir şekilde Türkçe sevgisini ve Türkçeyle yapılan yılların çalışmalarını ortaya koyar. Türkçenin Sırları konusu genel olarak yazar Türkçenin ne kadar yanlış kullanıldığını ve Türkçe dilinin yıpratılmasını engellemek istemesi amacıyla bu eseri yazmıştır.

Türkçenin Sırları Özeti

Nihad Sami Banarlı Türkçenin sırları isimli eseri değişik zamanlarda Türk Dili üzerine kaleme aldığı makalelerin bir araya getirilmesi ile oluşturuldu ve uzun yıllar Türk Dili üzerine yapmış olduğu çalışmaları ile beraber Türkçe de şekil, ses ve musiki özellikleri bakımından, aralarındaki bağlantıları konu edinen bu kaynak yazıldığı zamandan günümüzde kadar yoğun ilgiyle okunmaktadır. Türkçe’nin Sırları isimli kitabın içerisinde yer alan başlıklara ait önemli kesitler şu şekildedir,

Bir Dil Konferansı

Türkçenin Sırları özeti genel olarak kitabının başlangıcında yer alan ve Nihad Sami bu yazısında ilk olarak, Osmanlı’nın yıkılış anını açıklamıştır. Osmanlı döneminde yaşanmış olan milliyetçilik akımları, Osmanlı’yı bölmüştür ve bunu makalesinde detaylıca belirten Nihad Sami Banarlı, dış ve iç tehditlerin Osmanlı’nın önceliği haline gelmesinden dolayı aynı zamanda neden parçalandığını ve bu konu hakkında görüşünü okuyuculara aktarmıştır. Bu olumsuzluktan Türk dilinin önemli derecede etkilendiğinin altını çizmektedir.

İmparatorluk Dilleri

Yazarımız bu yazısında özellikle Türkçeyi gerekli şekilde benimseyip, sevebilmek için öncelikle Türk milletini sevmemiz gerektiğini ve bu milletin tarihi boyunca üzerine titreyip aynı zamanda koruyup yücelttiği bu dili sevmemiz gerektiğini vurgulamaktadır.

Bir Dil Nasıl Güzelleşir

Bir dilin güzelleşebilmesi için, o dilin kullanıldığı ülkede sevilmesi gerekmektir. Eğer ülkede kullanılan dili, kültürü ne kadar çok sever ve işlerseniz, o halk tarafından o kadar benimsenir ve güzelleşmektedir.

Altın Yumurtlayan Tavuk

Bu yazıda yirminci yüzyıl Türkçesi içerisine yeni kelimeler tüketilip eklendiğinden dolayı Nihad Sami Banarlı Türkçeyi altın yumurtlayan tavuğa benzetmiştir ve bunu konu almıştır.

Kelimelerin İzdivacı

Nihad Sami Banarlı, iki sözcük birleşmesi ile oluşan yeni sözcükler ile beraber Türk halkı tarafından seçilen yolda olması gerektiğini belirtmektedir.

Raks Eden Dil

Nihad Sami Banarlı bu makalesinde hoş kelimelerin raks edebileceği özelliği anlatmaya çalışılmıştır. Bu benzetmeden kast etmek istediği, güzel kelimelerin hayatımıza renk katacağı olarak yorumlanabilmektedir.

Yine Bir Dil Dramı

Nihad Sami Banarlı bu makalesinde ülkemizde dili özdeşleştireceğiz deyip de yıkmaya çalışanların olduğu belirtildi ve dili güzel konuşan bazı kişilerin başkaları tarafından gerici damgası yemesi de bu kısımda anlatılmıştır. Âşıkpaşa Zâde tarihinden bir örnek verilmiştir ve Son olarak da yine co’berin nasıl okunması gerektiği anlatılmış ve yanlış okuyan kişiler cahil olarak adlandırıldı.

El ve Sal Hikayesi

Yazar bu hikayesinde dil inkılabı üzerinde durmuştur. Sonrasında ise Türkçe kelimelere getirilmiş olan ‘’sel’’ ve ‘’sal’’ kelimeleri üzerinde durarak bunları tamamen uydurmacı kişiler tarafından uydurulduğunu söylemiştir. Türkçe’nin kaderinin ne olduğu ve başka kişilerin eline bırakılmayacağını da belirtir. Arapçadan dilimize gelmiş bazı hecelere karşı haksızlık yapıldığını söyler ve Milleti Millet yapan ve milleti kalkındırmanın temelinin dil olduğunu belirtir.

Hüzünlü Latifeler

Tüm kelimelerde yapılan sessiz ve sert harflerin dönüşmesini de ele almıştır. Ve aynı zamanda d harfinin t harfine dönüştürülerek kullanmasını yazar eleştirmiştir. Bunlarla alakalı örnekler vererek mutluluk sözü üzerinde de durarak eleştiriler yağdırmıştır.

Türkçenin Sırları Konusu

Nihad Sami Banarlı tarafından ele alınan Türkçenin Sırları konusu genel olarak Nihad Sami’nin edebiyat öğretmeni olmasından ortaya çıkmıştır. Nihad Sami Banarlı edebiyat tarihçisidir ve aynı zamanda Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Türkçenin Sırları ana düşünce aslında Türkçe dilinin ne kadar güzel bir dil olmasını anlatmaktadır.

  • Nihad Sami Banarlı sıkı bir Yahya Kemal hayranı olduğu için Türkçenin Sırları eserinde bundan izler görebiliriz. Kitabında, Yahya Kemal’in sözlerinden ve düşüncelerinden bahseder.
  • Türkçenin Sırları kitabı 1971 yılında yazılmıştır ve Türk dili ile ilgili yazılmış ders niteliğinde olan bir araştırma kitabı olmuştur.
  • Türkçe’nin tarih içinde kazandığı sesleri korumak amacıyla farklı bir imla kullanan yazar, öztürkçecilerin düşman olduğu uzun heceyi vazgeçilmez bir ses zenginliği olarak görmüştür. Nihad Sami Banarlı, bu eserinde Türkçe’nin aslında Arapça, Latince ve İngilizce gibi bir medeniyet ve imparatorluk dili olduğunu anlatmıştır.

Türkçenin Sırları İncelemesi

Türkçenin Sırları kitabında anlatılmak istenen aslında Türkçe dilinin sırlarını ortaya çıkartmaktır. Yıllarca büyük beğeni ve defalarca basılmıştır. Türkçenin Sırları incelemesi şu şekildedir,

  • İnsanların konuştuğu dile olan ilgisini arttırarak aslında Türkçe dilinin ne kadar güzel bir dil olduğu anlatılmıştır ve dili sevdirmiştir.
  • Nihad Sami Banarlı bu eseri yazmadan önce neyi hedeflemek istediğini şu şekilde anlatmaktadır. ‘’ Şu fani dünya zamanı içerisinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel bir hizmet olamaz’’ demiştir.
  • Vatan çocuklarına bu milletin yaratmış olduğu ve dili yaşattığı ve dili bütün güzellikleri ile beraber yücelikleri ve incelikleri, güzel sesleriyle beraber öğretmek Nihad Sami Banarlı’nın hedefi olmuştur.
  • Türkçenin Sırları incelemesi genel olarak insanları hedefler ve insanları daha çok düşünen, anlayabilen ve duyan vatan insanları yetiştirmektir ve bunu kitapta çok güzel bir dil ile anlamaktayız.

Tom Sawyer ( Mark Twain) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Tom Sawyer

Tom Sawyer’in hikâyesi hakkında ya bir şeyler duymuşsunuz ya da hep merak etmişsinizdir. Çünkü günümüzde artık onun maceraları klasikleşmiş ve Sawyer herkesin yakın gördüğü biri haline gelmiştir. Bu klasikleşmiş çocuk kitabının yazarı Mark Twain, 30 Kasım 1835 senesinde hayata gözlerini açmıştır. Twain çok vasıflı bir kişidir çünkü kendisi Amerikalı mizahçı, satirist, roman yazarı, yazar ve öğretmen olarak tanınmaktadır.

Çok iyi edebiyatçılar tarafından Amerika’nın ilk büyük eseri olarak değerlendirilen Huckleberry Finn’in Maceraları adlı romanın da yazarıdır. Usta yazar, kitaplarında her daim gülmenin ne kadar güzel olduğunu okuyucusuna hatırlatmıştır ve de tutsaklığı ne kadar kötü bulduğunu çekinmeden dile getirmiştir. Takvimler 21 Nisan 1910’u gösterdiğinde hayata gözlerini yummuş ve arkasında çok başarılı eserler bırakmıştır.

Tom Sawyer Özeti

Tom Sawyer özeti incelendiğinde özellikle Tom’un ne kadar zeki, yaramaz bir çocuk olduğu dikkatimizi çekiyor. Kitapta Tom’un almış olduğu cezalardan kurtulmak için yapmış olduğu zekâ oyunları ile cezalardan kurtuluşunu eğlenceli şekilde anlatıyor.  Tom kendi kafasında bir dünya kurar ve burada yaşar; bu dünya nehirlerin, mağaraların, ormanların olduğu bir dünyadır. Başkahramanımız Tom Sawyer, Missouri’ye bağlı St. Petersburg köyündeki yaramaz çocuklardan bir tanesi olarak kitapta karşımıza çıkıyor.

Kendisi umursamaz, tembel, üşengeç, insanı delirten cinsten bir meraka sahiptir ve bu sebepten dolayı Tom Polly Teyzesine tam bir bela olur. Günlerden bir gün Tom yine bir muziplik peşindedir ve kimseye söylemeden arkadaşları Huck, Joe ile beraber adaya kaçar. Onu seven herkes onların öldüğünü düşünerek çok üzülürler ve bir cenaze töreni düzenlerler. Fakat cenaze töreni esnasında oraya gelirler ve herkes bunun bir oyun olduğunu anlar. Herkes artık Tom ve iki haylaz arkadaşına tavır almaktadır.

Fakat Tom ve Huck köyde yaşayan Bayan Douglas’ı öldürmek için plan yapan kötü adamları yakalarlar ve böylece kendilerini affettirmiş olurlar. Bunun ardından kötü adam olan Haydut Kızıldereli Joe’yu hapishanede mahkûm ederler. Bu Kızılderili’nin bir hazine avında olduğunu bilen Tom ve Huck, defineyi yerinden çıkarır ve sadece ikisi bu definenin yerini biliyordur. Buldukları define ile çok zengin, mutlu, rahat içinde hayat sürerler. Bu kitapta Tom’un ceza almamak için yaptıkları ve maceraları okuyucuyu sürükler ve kitabı bir çırpıda bitirmesini sağlar. Tom’un maceraları insanı tutkuya boğar ve adeta okurken sizde orada bu serüvenin içindeymişsiniz gibi hissedersiniz.

Tom Sawyer Konusu

Haylaz, zeki ve aynı zamanda da tembel olan Tom’un aldığı maceralı serüvenini konu ediniyor. Bir çocuk kitabı olan Tom Sawyer konusu ele alındığında Tom’un hayatını anlatmaktadır. Tom zekâsını kullanarak almış olduğu cezalardan kurtuluyor, arkadaşları ile birlikte çok maceralı planlar yaparak hayatını devam ettiriyor.

Polly Teyze için tam bir baş belası olan Tom Sawyer’ın bu zekâsı kitabı okuyan çocukları çok etkiliyor. Kitabın devamında ise Bayan Douglas’ı öldürmeye çalışan Kızıl dereli bir adamı yakalıyorlar ve de bu adamın definesinin yerini öğreniyorlar. Defineyi bularak çok güzel bir hayat süren Tom ve arkadaşı Huck mutlu mesut yaşıyor. Yani kitabın geneline baktığımızda Tom’un macera dolu hayatına şahitlik ediyoruz ve kendimizi bu maceranın ortasında hissediyoruz. Bu kitap Amerika’nın klasik eserleri arasında en ön sıralarda yerini almaktadır ve eser birçok macera seven okuyucunun başucu kitabı haline gelmiştir.

Tom Sawyer İncelemesi

Tom Sawyer incelemesi yapılacak olursa öncelikle kitap okuyucuyu başka başka dünyalara götürüyor diyebiliriz. Kitapta Tom’un hayali dünyasında siz de kendinize bir yer buluyor ve ona arkadaş oluyorsunuz. Çocuk kitabı olarak raflarda yerini alan bu eser, 1983 senesinde yazılmıştır. Bu kitabın sayfa sayısı 125 olarak kayıtlara geçmiştir ve de Türkiye’de Parıltı Yayıncılık tarafından çevirisi yayımlanmıştır. Kitapta yazarın sade, doğa, akıcı anlatımı sayesinde kitap akıp gidiyor desek yeridir.

Kitapta yaşanan olaylara herhangi bir sahtelik ya da yapmacıklık katılmamış; olaylar doğrudan, doğal olarak anlatılmıştır. Kitabın kahramanlarını inceleme altına alacak olursak da Tom Sawyer bildiğimiz gibi yaramaz, haylaz ama zeki bir çocuk ve başkahraman olarak kitapta bizi karşılıyor. Polly Teyze ise çok merhametli, iyi yürekli yaşlı teyze olarak biliniyor ama çabuk sinirlenen bir yapısı var. Huckleberry Finn; kasabanın en haylaz en zıpır çocuğu olarak bilinen Huck, Tom’dan eksik kalmayan mahalledeki çocuklar dışında kimsenin hoşlanmadığı bir çocuktur.

Joe ise kendi halinde oyalanan, iç dünyasına dönük ve de her zaman korsan olmak istediği bilinen mahallenin çocuğudur. Tom Sawyer kitabının ana fikri ise teyzesinin büyüttüğü bir çocuğun maceraya düşkünlüğü ve de farklılık tutkusu içinde olduğudur diyebiliriz. Bu kitabın en büyük özelliği gerçekliği ele almasıdır ve kurgusal düşüncelerden uzaktır diyebiliriz. Okuyucusunu oldukça etkilemektedir ve sürüklemektedir.

Tom’un maceraya olan düşkünlüğü, sürekli bir macera peşinde koşması kitabı bir nefeste okumanızı sağlıyor. Tom Sawyer macera kitabı seven okurlar için kesinlikle okunması gereken bir kitaptır. Kitapta yazar güldürürken düşündürmeyi amaçlamış ve güzel mesajlara da yer vermiştir. Çocukluk, ilk gençlik yıllarının azıcık daha farklılaştırılmış öyküsü olan “Tom Sawyer” çocukların çok sevdiği bir kahraman haline gelmiştir. Tom Sawyer maceralarını okuyan çocukların hayal dünyası gelişir ve de bu sırada hayata dair pek çok bilgi edinir.