Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Billur Köşk Masalları

Bir masal kitabı olan Tahir Alangu’nun yazdığı Billur Köşk Masalları konusu içinde toplam olarak 13 tane masal bulunmaktadır. Billur Köşk Masalları aslında çok eski bir geçmişe sahip olup, Türk masal derlemeleri arasında yer almaktadır. Halk arasında anlatılan masalların derlendiği bir çalışma olan Billur Köşk Masalları’nı, ilk olarak kimin ne zaman yazdığı ve kim tarafından yazıldığı bilinmemektedir.

Billur Köşk Masalları derlemesinin en önemli bir diğer özelliği ise Anadolu’nun ilk masal derlemesi olmasıdır. Billur Köşk Masalları ilk olarak doğu bilimleri uzmanı olan George Jacop tarafından 1889 yılında keşfedilmiştir ve ünlü araştırmacı üzerinde baskı tarihi bile bulunmayan bu masal kitabından söz etmiştir.

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) Özeti

Billur Köşk Masalları ilk olarak ne zaman yayınlandığı belli olmayan bir masal derlemesi olarak daha sonraki yıllarda pek çok yazar tarafından yeniden düzenlenip yayınlanmıştır. Buna bağlı olarak ünlü yazar ve edebiyat tarihçisi olan Tahir Alangu tarafından da, Billur Köşk Masalları 1961 yılında yeniden yayınlanmıştır.

Tahir Alangu haricinde bu ünlü ve sevilen masal derlemesi, Peyami Sefa tarafından 1925 yılında, Selami Münir tarafından ise 1937 yılında kitap haline getirilip, yayınlanmıştır. En sevilen derlemelerden biri olan Tahir Alangu Billur Köşk Masalları özeti ise hem insanları anlatan, hemde hayvanları anlatan, fantastik öğelerin sıklıkla yer aldığı masallar bütünüdür.

Sadece çocukların değil, büyüklerinde ilgiyle okuduğu Billur Köşk Masalları aynı zamanda içlerinde kralların, sultanların, padişahların ve kraliçelerin de yer aldığı büyülü hikâyeleri de içinde barındırmaktadır. Dünya ötesi yolculukların yer aldığı masal kitabı, ünlü yazar Tahir Alangu’nun akıcı ve güzel anlatımıyla daha da zevkle bir halde okunur hale gelmektedir.

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) Konusu

Ünlü yazar ve edebiyat tarihçisi Tahir Alangu’nun kaleme aldığı ve 1961 yılında yayınladığı Billur Köşk Masalları isimli kitapta birbirinden güzel 13 masal yer almaktadır. Kitapta yer alan masalların her biri okuyucuları ayrı bir yolculuğa çıkarmaktadır. Buna bağlı olarak Billur Köşk Masalları kitabında yer alan masallardan birisinin konusu örnek olarak şu olmaktadır;

Billur Köşk Masalları – Tasa Kuşu

Çok uzak ülkelerin birinde bir padişahın çok sevdiği bir kızı varmış. Padişah kızını çok sever ve onun bir dediğini iki etmezmiş, böylelikle padişahın kızı da dert tasa nedir bilmezmiş. Günlerden bir gün padişahın güzel kızı ile hoca hanım otururlarken, hoca hanım kıza dönüp bir derdinin olduğunu ve buna çok üzüldüğünü söylemiş.

Padişahın kızı hoca hanımın bu dediğine gülüp, onunla dalga geçmiş ve hiç ilgilenmemiş. Bunun üzerine çok kızan ve üzülen hoca hanım ondan intikam almak için kıza bir tasa kuşu alıp, hediye etmiş. Padişahın kızı bir gün bahçede dolaşırken kuşu da yanına almış ve onu bahçeye salmış. Bunun üzerine kuş kızı alıp, onu çok uzaklara götürüp, bırakmış.

Dağ başında tek başına kalan sultan, bir çobandan erkek kıyafetleri alarak onları giymek zorunda kalmış. Daha sonra kasabaya giden padişahın kızı, aç olduğu için çaycıdan iş istemiş, çaycı bunu işe almış, geceleri de yatması için bir oda vermiş. Padişah kızı burada hayatını geçirirken, bir gece tasa kuşu gizlice onun yanına gelmiş. Bütün bardakları kırmış, dükkânı yerle bir etmiş.

Bunun üzerine sabah dükkâna gelen çaycı bunu kızın yaptığını sanıp, onu dövmüş ve işten kovmuş. Ortada kalan padişah kızı aç kalmamak için bu seferde bir terzinin yanına işe girmiş. Tasa kuşu gelip yine dükkânı dağıtmış, kız yine kovulmuş, daha sonra bir avizecinin yanına girince de yine tasa kuşu gelmiş her yeri dağıtmış. Padişah kızı böylelikle girdiği her işten her seferinde kovulmuş. Zavallı kızcağız artık başa çıkamayınca dağlara gitmiş.

Dağda gezerken bir şehzadeye rastlamış, şehzade ona aşık olmuş, kızla evlenmiş. Kırk gün kırk gece düğünleri olmuş. Sultanın bebeği olunca tasa kuşu gelmiş, bebeği kaçırmış, kaçarken de kızın ağzına kan sürmüş gitmiş. Padişah torununun yok olduğunu görünce kızı idam ettirmek istemiş ama karısını çok seven şehzade buna izin vermemiş. Daha sonraları ise tasa kuşunun ettikleri bir bir ortaya çıkmış, padişah kızı çocuklarına kavuşmuş, böylelikle ortada olan lanet ortadan kalkarak herkes mesut ve mutlu yaşamış.

Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu) İnceleme

En ünlü ve eski tarihli masal derlemelerinden birisi olan Billur Köşk Masalları incelemesi dâhilinde, Anadolu’nun içinden doğmuş olan masallar bulunmaktadır. Halk arasında senelerce anlatılarak, nesilden nesile aktarılan bu masallar Tahir Alangu’nun anlatımıyla daha da büyük bir anlam kazanmaktadır.

Billur Köşk Masalları çocuk kitapları kategorisinde, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmış olup, ünlü masal kitabının sayfa sayısı ise 352 sayfadır. Türk kültürünün en güzel eserlerinden birisi olan eser aslında anonim bir eser olup, Tahir Alangu’nun 13 masalı derlemesi ile günümüzde de hayat bulmuştur. Billur Köşk Masalları kitabının içinde yer alan masalların başlıkları ise şunlar olmaktadır;

  • Billur Köşk ve Elmas Gemi
  • Ağlayan Nar ile Gülen Ayva
  • Helvacı Güzeli
  • Muradına Eren Dilber
  • Tasa Kuşu
  • Muradına Eremeyen Dilber
  • İğci Baba
  • Sefa ile Cefa
  • Hırsız ile Yankesici
  • Saka Güzeli
  • Alicengiz Oyunu
  • Mercan Kız
  • Karayılan

Bilge Karasu Hayatı ve Eserleri

Bilge Karasu

Bilge Karasu,  1930 senesinde İstanbul’da hayata gözlerini açmıştır. Bilge Karasu hayatı, edebiyata adanmış bir hayat olarak nitelendirilebilir. Eğitim hayatında lise dönemini Şişli Terakki Lisesi’nde tamamlamıştır. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü tamamlamıştır. Üniversite hayatından sonra Ankara Radyosu Dış Yayınlar Bölümü’nde çalışmıştır. Avrupa’nın birbirinden farklı ülkelerine gitmiştir. 1974’te Hacettepe Üniversitesi’nde akademisyen sıfatıyla göreve başlamıştır. 1950 senesinde ilk yazısını yayımlamıştır. Hemen ardından 1952 senesinde ilk öyküsünü halkın beğenisine sunmuştur. Bilge Karasu, birçok tarzda yazmıştır. Öykü, roman ve deneme alanlarındaki yazısıyla dikkatleri çekmiştir. Felsefeye de ilgi duyan Karasu, yazılarında felsefi sorunlara yer vermiştir.

Bilge Karasu özel hayatı hakkında ise çeşitli söylemler söz konusudur.  Yahudi bir ailenin oğlu olarak bilinen Bilge Karasu aynı zamanda eşcinsel olması – öyle bilinmesi – sebebiyle bazı topluluklar tarafından dışlanmıştır. Bilge Karasu yaşadığı dönemde ‘’kaçak’’ , ‘’yalnız adam ‘’ , ‘’yabancı’’ gibi sözleri sıklıkla duymuştur. Bilge Karasu bunları inkâr etse de yapılan araştırmalarda ve onun hakkında yazılan yazılarda bu bilgiler hala kullanılmaktadır. Karasu’nun yazdığı eserleri biraz yakından inceleyelim.

Troya’da Ölüm Vardı

Bilge Karasu hikâye anlayışı bu kitapta anlaşılmaktadır. On üç hikâyeden oluşur ve bunlardan dokuzu aynı konu diğer üçü değişik kişi ve konuları ele alan hikâyelerdir. Karasu’nun 20 yaşlarında yazdığı ve 1963 yılında yayımladığı ilk öykü kitabıdır. Doğum ve ölümü birbirine harmanlamış ve iki kavramı da sıradanlaştırıp felsefi anlayışını gözler önüne sermiştir. Postmodernizm anlayışıyla yazdığı roman görünümlü hikâye kitabıdır.

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı

Eser üç hikâyeden oluşmaktadır. Ada, tepe ve dutlar bölümlerinden oluşan kitap 1970 yılında yayımlanmıştır. Hikâyede zaman kavramı iç içe geçmiştir. Bilge Karasu felsefesi bu eserinde de kendini göstermektedir. Hikâyenin ilk kısmı olan Ada bölümünde Andranikos’un adaya kaçışını anlatır. Bu hikâyede kaçmak eylemi göze çarpar. Tepe isimli hikâyede ise geriye dönüş ve tasvir yöntemlerini kullanmıştır. Son kısım Dutlar bölümünde ise okuyucuya umut aşılayan cümlelere yer vermiştir.

Göçmüş Kediler Bahçesi

Kitap on dört öyküden oluşmaktadır. Öykülerin her biri okura farklı lezzetler sunmaktadır. Karasu, kısa öykülerini masal olarak nitelendirir ve her okunuşta farklı bir tat almamızı sağlayan bu kitap çoğu hikâye okuyucusunun başucu kitabı haline gelmiştir.

Kısmet Büfesi

On öyküden oluşmaktadır. Resimler ve fotoğraf kullanarak öyküleri yazmıştır. Bu kitapta Karasu, postmodernizm anlayışında ne kadar ileri gidebildiğini göstermiştir. Öykülerde süslü ve kolay anlaşılmayan bir dil kullanılmıştır. Okuyucuyu biraz düşündürmeye çalışan Karasu, bu kitapta olay örgüne bağlı kalmamıştır.

Kılavuz

Bilge Karasu roman anlayışı bu kitapta kendini göstermiştir. Karasu’nun ikinci yayımladığı romandır. Kitap üç bölümden meydana gelmektedir. Hayal ve gerçek gibi kavramlara sürekli yer vermiş ve başkahramanın hayallerini gerçek zannetmesini konu alır. Suç işlemediği halde cinayet işlediğine inanan ana karakter Uğur, intihar etmeyi düşünür. Romanda ölüm kavramı sürekli karşımıza çıkmaktadır.

Gece

Roman dört bölümden meydana gelmektedir. Yer, zaman ve olay belirsizdir. Olaylar arasında kopukluklar söz konusu ve olaylar katman katmandır. Yazar arada kısa kısa bilgiler vererek olayı anlamamıza destek olur. Bilge Karasu’nun ilk romanı olma özelliğini taşıyan bu kitap 1985 senesinde yayımlanmıştır. Bu romanda yazar okuyucudan beklenti içindedir. Olay ve zaman örgüsü belli olmadığından anlaşılması güç olan bu kitapta okuyucuya çok iş düşmektedir. Bu sebeple tembel okuyucu kitlesine hitap etmeyen bir roman olduğunu söyleyebilir.

Altı Ay Bir Güz

İmgelerle dolu, süslü bir anlatıma sahip Karasu imzalı bir denemedir. Okuyucu okurken anlamakta güçlük çekebilir. Kitabın kahramanının anılarına ve yaşamına dönük, hayata dair derin anlamlar içeren bir kitaptır. Bilge Karasu’nun hayata gözlerini yummasının ardından yayımlanan eserlerinden birisi olma özelliğini taşımaktadır.

Ne Kitapsız Ne Kedisiz

Denemelerden oluşan bir kitaptır. Bilge Karasu felsefi anlayışı ve kendine has üslubu kitapta kendini oldukça belli etmektedir. Yazar bu kitapta hayat felsefesini açıkça belli etmiş ve süslü anlatımıyla okuyucuya sunmuştur.

Radyo Oyunları

  • Peter Pan (Radyo için oyunlaştıran Bilge Karasu) , Ankara Radyosu
  • Sevilmek ,(Ocak 1970) , Ankara Radyosu
  • Kerem ile Kediler ,(Mart 1970), Ankara Radyosu
  • Gidememek
  • Aşk

Çeviri

  • 1953, Cep Kitapları, Abraham Lincoln, Emil Ludwing
  • 1956, Yenilik Yyayınları, Doktor Martino, William Faulkner
  • 1981, Karacan Yayınları, Bella’nın Ölümü, Georges Simenon

Deneme

  • Ne kitapsız ne kedisiz (1994)
  • Narla İncire Gazel (1995)
  • Altı Ay Bir Güz (Ölümünden sonra yayımlandı)

Roman

  • Gece
  • Kılavuz

Öykü

  • Troya’da Ölüm Vardı (1963)
  • Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970)
  • Göçmüş Kediler Bahçesi(1980)
  • Kısmet Büfesi (1982)
  • Lağımlaranası ya da Beyoğlu
  • Susanlar (2008) (öykü, şiir, deneme, röportaj)

Hakkında Yazılmış Kitaplar

  • Bilge Karasu Aramızda (1997) (Hazırlayanlar: Füsun Akatlı, Müge Gürsoy Sökmen)
  • Yazının da Yırtılıverdiği Yer (Bir Bilge Karasu Okuması) (2007); yazar: Cem İleri; Metis Yayınları
  • Bilge Karasu’yu Okumak (2013) (Hazırlayan: Doğan Yaşat), Metis Yayınları.

Almış Olduğu Ödüller

  • 1963 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü, D. H. Lawrence ’den çevirdiği Ölen Adam ile
  • 1970 Sait Faik Hikâye Armağanı, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile
  • 1994 Pegasus Ödülü, Gece ile
  • 1994 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü, Ne Kitapsız Ne Kedisiz ile

Beyaz Gemi (Cengiz Aytmatov)

Beyaz Gemi

Beyaz Gemi, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov tarafından 1970 yılında yazılmıştır. Özgün dili Rusça olan bu eserin Türkçe çevirisini, 2016 yılında Refik Özdek yapmıştır. Toplamda 168 sayfa olan romanda Beyaz Gemi, özgürlüğü simgelemektedir. Türk yazarların önde gelenlerinden Cengiz Aytmatov’un en bilindik ve önemli eserlerindendir.

Romanın Konusu

Beyaz Gemi romanının konusu; dedesi ile beraber birkaç ev nüfuslu San-Taş isimli küçük bir vadide yaşayan, annesi babası tarafından terk edilmiş, gerçekte mutsuz ama hayal dünyasında bir o kadar mutlu olan bir çocuğun psikolojisi ve yaşadıklarıdır. Çocuğun dedesinden başka seveni ve arkadaşı yoktur. Dedesinin masallarıyla büyümektedir. Anlattığı hikayelere inanması, çok kez hayal kırıklığı yaşamasına sebep olmuştur.

Romanın Özeti

Beyaz Gemi romanının özeti şu şekildedir:

Sadece birkaç evin bulunduğu San-Taş Vadisi’nde çocuk, Mümin isimli dedesi ve nine birlikte yaşamaktadır. Yamaçlar ve boğazın arasında ortak bir nokta gibi olan vadi, ormanlık bir bölgededir. Hiç arkadaşı olmayan çocuk, çoğu zaman çok sıkılmaktadır. Tek yapmayı sevdiği şey, Isık Göl’ü eski dürbünü ile izlemek ve Beyaz Gemi’ye denk gelmeye çalışmaktır. Çocuk, dedesinin anlattığı hikayeler sebebiyle oldukça geniş bir hayal dünyasına sahiptir.

Annesi ve babası tarafından terk edilmiş olmasına rağmen çocuk, babasının beyaz gemi kaptanı olduğuna inanır. Bir gün babasının yanına gidebileceğine ve bunu balık olup gemiye yüzerek başarabileceğine inanmaktadır. Mümin dede zekası ve çalışkanlığıyla bilinir. Ona Kıvrak Mümin diye hitap edilir. Orozkul adında kilolu, koca kafalı ve alkol tüketmeyi çok seven bir damadı vardır. Orozkul’un eşi kısırdır ve Orozkul bundan eşini sorumlu tutmaktadır. Alkolü fazla kaçırdığı zamanlarda eşini dövdüğü bile olmuştur. Sözüne güvenilmez biri olan Orozkul, alkol aldıkları zamanlarda arkadaşlarına tutamayacağı sözler verir. Sabah olduğunda ve ayıldığında bin pişman olur.

Dedesinin anlattığı masalları dinlemeyi çok seven çocuk, her akşam “Boynuzlu Maral Ana” masalını dinler olmuştur. Dedesi, Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan geldiklerini söyleyip durur. Hikayeye göre Maral Ana vadiyi terk etmiştir ama onları koruyordur. Evleri, çocuğun okuluna uzak olmasına rağmen Münin dede onu her gün okula götürür ve hiçbir zaman geç kalmaz. Bir gün çocuk kayalarla oynadığı sırada, oradan ot toplamaya gelen birkaç kamyonu takip eder. Aracı süren kişi farkına varınca durur ve onunla konuşur. İsmi Kulubeg olan şoför, çocuğa dedesi ile tanıştığını ve kendisinin de Boynuzlu Maral Ana soyuna dahil olduğunu söyler. Daha sonra oradan ayrılır.

Orozkul ile birlikte çalışan Münin dede, ağaçları dağdan indirmeye çalıştıkları sırada Marallara rastlar. Epey vakittir onları görmemiş olan dede işleri nedeniyle dikkatini oraya veremez. Dede, Orozkul’dan çocuğun okul çıkışına yetişebilmek için izin ister ama işler yoğun olduğu için ret cevabı alır. Bir süre işlerle ilgilenmeye devam eden Mümin dede, daha fazla dayanamaz ve izinsiz gitmeye karar verir. Daha önce hiç böyle yapmamıştır. Yoldayken, çocuk ve öğretmeniyle karşılaşırlar. Mümin dede öğretmenden af dilemiştir fakat çocuk küsmüştür ve hiç konuşmamaktadır. Dede, bugün Boynuzlu Maral Ana ile karşılaştığını söyleyerek çocuğun gönlünü almayı planlar. Çocuk bir anda sevinir ve heyecanlanır. Onu ormana götürmesi için dil dökmeye başlar. Uygun bir saat olmadığını söyleyen Mümin dede eve vardıklarında Orozkul’un öfkesiyle karşılaşır. Yine eşi Bekey’e şiddet göstermiş ve bu sebeple çocuğu korkutmuştur.

O gece kötü hava koşulları nedeniyle yolda kalan Kulubeg ve dostları, kalmak için Mümin dedeye gelirler. Sabaha kadar kalırlar ve daha sonra yollarına devam ederler. Aynı gün arkadaşıyla beraber verdiği sözü tutmak amacıyla çaya giden Orozkul’un peşine Mümin dede takılır. Orozkul’u kendisini affetmesi için ikna edebileceğini düşünür. İş başında oldukları sırada tekrar Marallara rastlarlar fakat yine üstünde durmazlar.

Çocuk, o gün rahatsızlanmıştır ve yatmaktadır. Gülme seslerine uyanır, dışarıya çıkar. Herkesin çok alkollü ve mutlu olduğunu görür. Dedesinin kenarda yer çökmüş olduğunu ve ateşle oynadığını fark eder. Yanında içi et ile dolu bir kazan durmaktadır. Dedesine bağıran ve sesini duyuramadığını fark eden çocuk, ters giden bir şey olduğunun farkına varmıştır. Dışarıya baktığında Orozkul’un Maral Ana’nın boynuzlarına vurduğunu ve yerde bir geyik derisi olduğunu görür. Çocuk olanları az da olsa anlamıştır ve korkup yatağına kaçar. Kulubeg’in bir kahraman edasıyla gelip onları koruyacağını ve Orozkul’a hak ettiğini yapacağını hayal eder.

Masa içeri taşınmıştır ve çocuk kahkahalarla tekrar uyanır. Tam o sırada Seydahmet yaşananları anlatmaya başlar. Çaydan tomruk çıkarma işi son bulduktan sonra Mümin dede ve Seydahmet ormandaki işlerine devam ederler. Marallarla bir kere daha karşılaşırlar. Maralları öldürmek isteyen Seydahmet’e, Mümin dede engel olmaya çalışır fakat o Maralları takip eder. Çok alkollü olması sebebiyle kurşunu Marallar’a isabet ettiremez. Mümin dede asla istememesine rağmen gözünü korkutur ve onun ateş etmesini ister. Mümin dede kendini Orozkul’a affettirmek amacıyla Marallar’ı vurur.

Çocuk, tüm bu duyduklarından sonra dedesine bakmaya gider. Dedesi ilk gördüğü yerde yatmaya devam etmektedir. Tekrar tekrar seslenir ama cevap alamaz. Göle gidip suya atlamaya karar verir. Balığa dönüşeceğine ve babasına kavuşacağına inanır. Su ile beraber akıp giden çocuk, asla babasına kavuşamayacak ve balık dam olamayacaktır.

Romanın Karakterleri (Kişileri)

  • Çocuk
  • Mümin Dede
  • Orozkul
  • Bekey Hala
  • Gülcemal
  • Seydahmet
  • Nine
  • Kulubeg

Romanın İncelemesi

Beyaz Gemi romanının incelemesi yapıldığında, gözlemci bakış açısıyla yazıldığı görülmektedir. Üçüncü tekil şahıs kullanılarak anlatılmıştır. Olay örgüsü düzenli değildir ve konular arasında atlama yapılmıştır. Betimlemeye sıkça yer verilmiştir.

Beyaz Diş (Jack London) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Beyaz Diş

Yazar kitabında, yaşadığımız müddetçe karşılaştığımız, sıkıntılara direnmemiz gerektiğini, kurt ve köpek karışımı olan karakterle anlatmaktadır.

Eserin Özeti

Beyaz Diş özeti Bill ve Henry iki arkadaş olarak, zengin birine ait olduğu düşünülen tabutu- soğuk bir kış günü zor şartlar altında- kendilerini izleyen kurtlar eşliğinde, M’Gurry adlı kente  kızaklarına bağlı köpekler ile taşımaları  ve devamındaki maceraları kapsar.

Beyaz Diş olay örgüsü, yarı köpek olan bir kurdun tüm cesareti ile köpeklerin yanına gidip, onları etkileyerek, birden fazla, köpek olan gurubun içinde onları parçalamışlardı. Bill ateşin başında, köpekleri uzaklaştırmak için yaptığı bir hareketle saldırıya maruz kaldı. Ve köpeklerin hunharca saldırıları sonucu parçalayıcı dişleri arasında son nefesini verdi. Olayı bire bir gören Henry korkusundan yatmamıştır. Soğuktan donmak üzereyken, iki gece sonra köpekleriyle Henry oradan geçen birilerinin yardımıyla sağ olarak evine ulaştırılabilmiştir. Kitche, köpekleri kandıran kurt, aynı zamanda Beyaz Diş’in annesidir.

Tek Göz ise deneyimleri ve gücüyle, sürünün en olgunu olarak Kitche’i etkilemek için, onu isteyen diğer köpeklerle yaptığı, it dalaşında başarılı olur. Ve Kitche’i hak eder. Beraberliklerinden, Beyaz Diş doğacaktır. Beyaz Diş yavaş, yavaş palazlandıkça, nasıl av bulması gerektiği, tabiatın içinde, kendi rakipleriyle nasıl başa çıkacağını, bilecektir. Zamanı geldiğinde, anne ve babasından uzaklaşır.

Beyaz Diş farkında olmadan Kızılderili kabilelerinden birine girmiş olup, kaçmak istese bile kurtulamamıştı. Beyaz Diş onu kurtarmak için sesine gelen annesi Kitche’le Gri Kunduz adında kabile üyesi tarafından, sahiplenildi.

Gri Kunduz, gözetiminde çadıra getirilen Beyaz Diş ve annesi buradaki köpeklerle sürekli dalaşır. Diğer köpekler onu aralarında görmek istemezler. Bu arada annesi Kitche takasa denk gelecek şekilde, bir başka Kızılderili’ye verilir. Tek kalan Beyaz Diş, dalaşa, dalaşa diğer köpeklerle, dövüş konusunda deneyimleri artar. Hareketleri diğer hayvanlardan, daha hızlı çevik ve kurnazdı. Hile yapmanın yollarını öğrenmişti. Artık insanlara, karşı daha sakin ve uysaldı. Böyle davranmazsa insanlar tarafından cezalandırılacağını biliyordu.

Bir gün Yukon’a satış yapmak üzere, gelen Gri Kunduz yanında Beyaz Diş ’ide getirir. Ne yazık ki burada da saldırgan köpekler vardır. Beyaz Diş bunlara karşı savunma yapmak üzere dalaşır. Beyaz Diş ve Karakterleri içerisinde Güzel Smith Beyaz Diş’ i gördüğünde almak ister. Fakat sahibi vermeyince, bir süre onu kandırıp içkiye alıştırır. Gri Kunduz içkiye alıştıktan sonra, önce tüm paralarını, sonra da güzel dövüşen köpeğini aldı.

Güzel Smith tarafından, Beyaz Diş açlığa ve dayağa maruz bırakılarak, diğer köpeklerle dalaştırılır. Bir defasında, terbiye olması için onu çok kötü bir şekilde döver. Beyaz Diş’ i kafese kapatır. Kafesten sadece dövüş zamanı çıkarılacaktır. Bazen kurt ve vaşaklarla bile dalaştırıldığı olmuştur. Hayatta kalabilmesi için, tek çarenin öldürmek olduğu öğrenmişti. Artık Beyaz Diş her müsabaka da kazanarak kurtulmayı başarınca, sahibi tarafından, gösteri dünyasına, dahil edilip insanlara sergilenir.

Cherokee diye bilinen Doberman, cinsi bir köpekle kapışmasında, onun ısırıklarından kurtulamaz. Feci şekilde yara almıştır. Olaya şahitlik eden, aynı zamanda parayla almak isteyen, altın toplayıcıları Weedon Scott ve Matt vahşi köpeğin ağzından onu kurtarıp himayelerine alırlar.

Bu aileye Beyaz Diş’ in alışma süresi biraz uzamış olsa da, ilerleyen günlerde, Scott’un Beyaz Diş’e karşı iyi davranması hayvanı oldukça etkilemiş, onsuz yemez içmez, adeta nefes alamaz duruma gelmişti. Scott öyle ki işleri için, evden uzaklaştığında, Beyaz Diş üzülmesin diye onu da yanına alarak yolculuk eder oldu.

Weedon Scott Kaliforniya ‘ya ailesinin yanına giderken de Beyaz Diş’ i götürecektir. Aile üyeleri başlarda, hırçınlığından dolayı hayvanı sevmeseler de, Weedon Scott’un babasını öldürme planıyla, evlerine gelen caninin tam iş başındayken onu yakalaması ve yargıç Scott’u son anda ölümden kurtarması, ve silahından çıkan kurşunla yaralanması üzerine derhal hastaneye kaldırılır. Yapılan operasyonla kurtarılıp hayata döner. Bütün bu durumlar aile içinde sevgiyle karşılanır. Beyaz Diş, bundan sonrasında aile tarafından benimsenecektir.

Eserin Konusu

Yazar, köpek ve kurt karışımı Beyaz Diş’ in, farklı özellikte, çeşitli zamanlarda sahipleri ile yaşadığı sınavı akıcı bir şekilde yazmıştır. Başlarda yırtıcı ve saldırgan olan bu varlığın, yaşadıkları zorluklarla birlikte, sakinleşip terbiye olduğu işlenmiştir. Merak uyandırıp, okunulası bir eser olarak, okuyucuya sunulmuştur. Medeniyetten kaçıp kurtulması gerekirken, insanlarla yaşamak için ormanı tek eden Beyaz Diş, bu sınavını oldukça acımasızca verecektir.

Eserin İncelemesi

Jack London’un  ‘’Vahşetin Çağrısı’’ adı altında çıkan eseri gibi köpek temalıdır. Eser, yazarın tanınmasına sebep olan en çok satan kitabı olup, 1906 da basılmıştır. Tüm Dünya’da duyulunca, başka dillere tercümesi yapılmıştır. Yazar, eseri kaleme alırken, Amerikan Gerçekçiliği denilen bir tarz kullanarak yazmıştır.

Jack London, küçüklüğünden gençliğe kadar geçen dönemde, sakin olmayan, ipe sapa gelmez bir kişilikti. Sonraki yıllarında Alaska’da değerli maden olduğu duyumunu almış. Ve altın bulmak üzere Alaska’ya gidecektir. Değerli madeni ararken, çevresini saran köpeklerin hayatını inceleme fırsatı bulmuştur. Altın bulamadan eve dönüş yaptığında, dimağında köpeklerle ilgili bir başka öykü belirmişti. Hayatına ait yaşadığı anları yazarak romanlar çıkaran, Jack London kısa ömrüne az fakat yıllarca okunabilecek kalitede, eserler sığdırabilmiştir.

Beş Şehir (Ahmet Hamdi Tanpınar) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Beş Şehir

Beş Şehir eserinin türü denemedir. İlk yayın tarihi 1946 yılıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar eserde gözlemleri ve etkileyici üslubunu bir arada kullanmıştır. Türk edebiyatında en kıymet verilen denemeler asında eser yer almaktadır. Denemede geçen beş şehir,

  • Ankara
  • Erzurum
  • Konya
  • Bursa
  • İstanbul

Beş Şehir Özeti

Bu bölümde Beş Şehir özeti genel olarak anlatılacaktır.

Ankara: Ankara her zaman dasitani ve muharip görünmektedir. Şehrin durumu bu duruma müsaittir. İstihkam manzarası uzaktan yassı iki tepe arasından göze çarpmaktadır. Millî mücadele bu şehirde tesir bırakmıştır. Ankara ili tarihin uzun şaşırtıcı olan tepkileri ile dolu haldedir. Asırlar boyunca uğramış olduğu istilalar, yangınlar ve yağmalamalar şehirde pek az iz bırakmıştır. Karışıklık içerisinde olan bu tarih daima insanın gözü ününde bulunmaktadır. Türk kültürüne ait daha önce medeniyetlerden gelenler bu şehirde çok canlı halde bulunmaktadır.

Erzurum: Birinci Dünya Savaşının geçirmiş olduğu acı tecrübeler burada çok açık bir şekildedir. Dört yıl boyunca bu dağlarda kurtlara insan eti ziyafet olarak çekilmiştir. Ölümün varlığı her yeri sarmalamıştır. Erzurum nüfusu o zamanlar altmış binden sekiz bine inmiştir. Erzurum, Millî Mücadeleye ön ayak olmuş bir ildir. Ermenistan zaferini kazanmıştır. Mücadeleler sonrasında yavaş yavaş şehir toplanmıştır.

Erzurum ili Türk tarih ve coğrafyasına 1945 metreden bakmaktadır. Malazgirt Zaferinin fethedilen büyük ve merkezi şehirleri arasında yer almaktadır. Millî Mücadelenin ilk temelleri Erzurum ilinde atılmıştır. Atatürk, Erzurum ilinde işe başlamıştır. İlk fatihlerin yaptığı gibi Atatürk’te Erzurum’dan Anadolu’nun iç kısımlarına yürümüştür. Erzurum’dan başlayarak milletin tarihi yeniden fethedilmiştir.

Konya: Konya ili bozkırların evladıdır. Kendisini gizleyen esrarengiz bir güzelliği bulunmaktadır. Bozkır kendine bir serabın çeşnisi edasını vermekten çok hoşlanmaktadır. Konya’ya nerden giderseniz gidin sizi bu serap karşılamaktadır. Serin gölgeler ve çeşmeler ise susuzluğa uzaktan gülen bir rüyadır. Yolların her birinde silinerek ve kaybolarak kendimizi Selçuklu Sultanlarına ait olan Konya’da bulmaktayız. Konya, Mevlâna şehridir. Mevlâna doğunun büyük şairleri arasında yer almaktadır.

Bursa: Bursa ili Türk ruhunun sahip olduğu en halis ölçülere kendiliğinden sahip olmaktadır. Evliya Çelebi, Bursa ilinden Ruhaniyetli şehir olarak bahsetmiştir. Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp bunlar şehrin semt ve mahalle adlarını oluşturmaktadır. Bu semtlerin adları bir zamanlar yaşamış olan insanların anılmalarının yansımalarını oluşturmaktadır.

Herkesin maziye karşı bilinmeyen bir özlemi bulunmaktadır. Bursa şehri erkeği tarafından unutulan, boş saray içindeki odalarda tek başına dolaşıp içlenen ve gümüş kaplı aynalara bakarak saçlarına düşen akları inceleyen eski masallardaki sultanlara benzemektedir. İlk olarak Edirne ili Bursa’ya ortak olmuştur. İstanbul ili ise daha sonrasında Bursa iline ortak olmuştur. Evliya Çelebi Bursa’nın çeşmelerinden bahsetmiştir. Bursa ili sudan ibarettir diyerek de Evliya Çelebi Bursa’ya ait sözü bitirmiştir.

İstanbul: İstanbul ili kendi güzellikleri ile insanda yarı ayrı duygular uyandırmaktadır. İnsanın hayallerinde başka şekilde yaşama ilhamları veren peyzajlara sahiptir. Şehir camilerin şehridir. Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy’ün tarafları, Çekmeceler, Bentler ve Adalar bir şehir içinde farklı coğrafyaların güzelliklerini içerisinde barındırmaktadırlar. İstanbul’da yaşayanlar az veya çok şairdir. Bu şairlik tarihten gündelik yaşama, aşktan sofraya kadar genişlik göstermektedir. Boğazın surlarında erguvanlar açmaktadır.

Eski İstanbullu insanlar bir masalın içinde yaşamaktaydılar. Günümüzde mahalle bulunmamaktadır. Mahallede bulunan ihtiyar kimseler birbirinin hatırlarını sormak için, bir kahveyi kırk yıl hatırla içmek niyetiyle ve geçmiş olan zamanı beraberce anmak için semt semt dolaşmaktaydılar. Bugünün mahalle insanı artık topluluk halinde yaşamamaktadır. Belediye teşkilatı içerisinde sadece var olmaktadırlar. Mahallede bulunanlar alttakinden üstekinin haberi olmadan yaşamaktadırlar.

İstanbul küçük bir Babil’e dönüşmüştür. Apartmanların pencerelerinden hep aynı radyo merkezine ait nağmeler duyulmaktadır. İstanbul’un minareleri kendisine ait olan hayallerden daha berrak bir aydınlığa benzemektedir. Beş Şehir İstanbul bölümü Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından bu şekilde kaleme alınmıştır.

Beş Şehir Konusu

Beş Şehir Konusu hayatımız içerisinde kaybolan şeylerin ardından duyduğumuz üzüntü ve yeni şeylere karşı beslemiş olduğumuz güçlü duygudur. Şehirler tarihi çatışma yoluyla anlatılmıştır.

Beş Şehir İncelemesi

Ahmet Hamdi Tanpınar tarafın yazılan kitap diğer kitaplarında olduğu gibi tarih ve kültür üzerine yaptığı düşüncelerini özetler niteliktedir. Yazarın kendisine ait tasvir yeteneği ile İstanbul, Bursa, Konya, Erzurum ve Ankara ilini Beş Şehir kitabında anlatmıştır. Yazar milli eğitim müfettişi olarak gezmiş olduğu yerleri ve bulundukları coğrafyaları kendisi yorumlamıştır. Yazar şehirleri yorumlarken tarih çatışmasını kullanmıştır. Yazarın bu şehirleri seçmesinin önemli bir nedeni ise şehirlerin başkentlik yapmış olmalarıdır.

Türk edebiyatımızda bulunan önemli denemeler arasında eser yer almaktadır. Anlatılan şehirlerin her birinin kendisine has tarihi ve doğal bir güzelliği bulunmaktadır. Yazar eserinde Evliya Çelebi’nin cümlelerine de yer vermiştir. Beş Şehir incelemesi bu şekilde aktarılmaktadır. Eser Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından deneme türünde kaleme alınmıştır.

Eserin anlatıldığı şehirler üzerinde birçok tasvirlerde bulunarak yazar anlatımda bulunmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri içerisinde Beş Şehir ön planda bir eserdir. Eser kendimizle yaşamak için geçmişle hesaplaşmamız gerektiği mesajını okuyucuya sunmaktadır. Kitap içerisinde yer alan ilk Şehir Ankara ilidir. Eserde şehirlerin sahip olduğu mimari yapılar hakkında da bilgi verilmektedir.

Benim Küçük Dostlarım

Benim küçük dostlarım

Halide Nusret Zorlutuna anı türünde yazmış olduğu bu hikâyede son derece önemli bir edebi eserdir. Benim küçük dostlarım konusu bir öğretmenin bakışı ile öğrencilerini tasvir edebilmekten ibarettir. Bu sebeple romanda birden fazla karakter ve konu bulunmaktadır. Hemen herkes için bir tercih unsuru olan başarılı öğrenci formu bu romanda farklı bir göz ile anlatılmaktadır.

Hikâyede öğretmenliği ve hayata bakış açılarının sıklıkla sorgulandığı görülmektedir. Hemen herkes tarafından beğenilerek okunan bu eser birçok öğrenci için yuva olan okul sıralarını da anlatmaktadır. Benim küçük dostlarım özeti tam olarak bu anlatımdır. Bir öğretmenden beklenen tek gerçek mesleğini iyi icra eden bir öğretmen olmasıdır. Aslında bu iyi neye göre şekillenmektedir. Bu kavram detayları ile anlatılmaktadır.

Öğretmenin Gözünden Öğrenciler ve Tasvirleri

Birden fazla karakter ile roman anlatılmaktadır. Bu öğretmenin gözünden bir anı formuyla okuyucuya aktarılmaktadır. Romanda önemli olan özellikle öğrencilerin başarılı olup, olmadığı ya da yetenekleridir. Benim küçük dostlarım incelemesi yapılırken genel olarak tasvirlerden sıklıkla bahsedilir. Anı türünde olmasının önemli detaylarından biri de kişiden kişiye değişen değişkenlerin bu romanda bir tabu olmasından ileri gelir.

Halide Nusret Zorlutuna ve Kalemi

Halide Nusret Zorlutuna sade ve doğal bir dil kullandığı romanında hemen herkes için bir parça hayat hikâyesi sunmaktadır. Okurken kişilerin devam edebileceği akıcılıkta yazı kalitesine devam etmektedir. Yazar aynı zamanda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Bu nedenle yazılarına son derece ciddi bir önem vermekte ve bu şekilde karakter analizleri yapılmaktadır.

Benim küçük dostlarım incelemesi yapılırken öğretmenlik mesleğine bakış açılarını anlatan ve nasıl bir öğretmen olunması gerektiği konusunda tasvirler yaparken, okuyucunun öğretmen tasvirine yönlendiren bir dil kullanılmıştır. Hemen herkes için bir bakış açısı üzerinden konuların anlatıldığı sade bir dil kullanılır.

Benim Küçük Dostlarım Konusu

Romanın en temel ana düşüncesi çocuk sevgisidir. Bu nedenle herkes için bir parça benlik barındırması mümkün olacaktır. Çocuk sevgisi herkes de vardır fakat bir öğretmende daha fazladır. Daha fazla olmak durumundadır. Benim küçük dostlarım konusu bu görüş etrafında dönmektedir. Yazar öğretmenliğe çocuklar ve hayatlarına ışık olma düşüncesiyle bağlanmaktadır. Yazar kitapta öğrencilerinden “Küçük Dostları” olarak bahsetmektedir.

Bir öğretmen gülmeyi biliyorsa öğrenciler mutlaka sevecektir. Gülmenin insan ruhu için en önemli ilaç olduğuna inanmaktadır. Genç yaşta öğretmen beş tanesi kız diğerleri erkek olan otuz kişilik bir sınıfta ilk öğretmenlik deneyimine başlamaktadır. Benim küçük dostlarım konusu olacak olan otuz öğrenci. Bu öğrenciler ile olan anıların anlatıldığı edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biridir. Romanda çoğunlukla öğretmende bulunan ve hatta bulunması gereken üstün vasıflardan bahsedilmektedir. Bu vasıflar bir öğrencinin bakışından, oturuşundan ve hatta konuşmasından ihtiyaçlarını görebilmeyi anlatan ifadeler kullanılmıştır.

Tecrübe Süzgecinden Geçen Hayat Parçaları

Yazar bu kitapta okul hatıralarından bahsederken aslında olunması gereken durumu tasvir etmektedir. Bu nedenle hemen herkes için son derece keyifli bir kitap olduğu görülmektedir. Benim küçük dostlarım özeti düşünüldüğünde bir anlam bütünlüğü oluşturan öğretmen doğru bir değer ile öğrencilerine verimli olursa, vatan ve millet için de ne doğru bir adım atmış olacaktır. Fedakârlık ve eğitimcilik anlayışının birleştiği öğretmenlik mesleğinden bir hayata dokunmak değil aynı onda otuz hayata yön vermek anlatılmaktadır. Meslek olarak sonsuz bir tahammül ve sevgi taşınması gerektiği düşüncesinin altı vurgulanmıştır. Kitap içerisinden bir öğretmende olması gereken özellikler sıralanmıştır.

Bir Öğretmen ve Yarınlar

Benim küçük dostlarım incelemesi yapılırken bazı detaylar dikkatleri çekmektedir. Bunlar;

  • Doğru öğrenci yetiştirmek için bir öğretmen öncelikli olarak mesleğini çok sevmeli,
  • Öğrenciler samimi genç, güler yüzlü öğretmenleri çok severler.
  • İyi bir öğretmen sadece okulda değil okul dışında da ilgilenmeli elini öğrencisinin üzerinden çekmemelidir.
  • Özellikle taşrada öğretmenlik yapmak son derece kıymetli ve önemli detaylar barındırır bu nedenle öğretmenler için oldukça önemli bir karakterler arasındadır.
  • Bir öğretmen için öğrenciyi yarınlara hazırlamak bu bilinç ile çocuk yetiştirmek son derece önemli detaylar arasındadır.

Bu noktada birçok detay daha bulunmaktadır. Kişilerin tercihleri arasında yer alan öğretmenlik son derece kıymetli bir görev olmakla birlikte kişilerin çocuk sevgisi olması ve çocuklara şefkatle eğitim vermeleri gerektiği bilincinde olunması gerekmektedir. Benim küçük dostlarım konusu öğretmen ve öğrenciler üzerine kişilerin karakterleri konumlandırılmaktadır.

Benim küçük dostlarım incelemesi

Yazarın son derece içten ve samimi bir anlatım dili bulunmaktadır. Bu nedenle hemen her öğretmen için önemli rol oynamaktadır. Öğrencilerine sonsuz bir sevgi ve saygı ile yaklaşan bir öğretmenin hikâyelerini konu almaktadır. Benim küçük dostlarım konusu yine aynı tema üzerinden ilerlemektedir. Herkes için bir ayrıntı olan ve son derece öğrencilerin en önemli detayları arasında olan ve bir öğretmenin öğrenci gözü ile son derece kıymetli detaylar içermektedir.

Halide Nusret Zorlutuna çocuk sevgisini ve eğitimini bu kitapta vurgulamaktadır. Hemen her konuda kişilerin eğitim ve güçlü bir gelecek ile hayatlara etki etmektedir. Hemen herkes için eğitimin önemli bir detayı olan öğretmenin çocuklar ile uyum içinde eğitim ve öğretimi tamamlıyor olması son derece önemlidir. Bu sayede gelecek nesillere aktarılması gereken önemli bilgi birikimleri öğretmen yolu ile aktarılmaktadır. Benim küçük dostlarım özeti çocuklar ve öğretmen ile olan eğitim anlayışı üzerinden ilerlemektedir.

Behçet Necatigil Hayatı ve Eserleri

Behçet Necatigil

İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelen Behçet Necatigil’in babası Kastamonulu Hacı Mehmet Necati, annesi Fatma Bedriye’dir. Behçet Necatigil hayatı bakımından çocukluğunun yanında, aile ortamı ve sağlığından kaynaklı sebeplerden dolayı oldukça sıkıntılı ve acı dolu geçmiştir. Babasının ikinci evliliğinden iki kardeşi olmuş ve 1984 yılında ikisi de vefat etmiştir.

Behçet Necatigil, ilk okulunu Beşiktaş Cevri Usta ilkokulunda sürdürüp, son sınıfı Erkek Muallim Tatbikat Mektebi’nde, Kastamonu’da tamamladı. Ortaokula da Kastamonu’da başlayan Behçet Necatigil, hastalıklar nedeniyle okuluna iki yıl ara vermesini gerektirdi. Türkçe öğretmeni olan şair Zeki Ömer Defne, Behçet Necatigil’in edebiyat ve sanata olan yeteneğini keşfeden ilk insan oldu ve onunla oldukça yakından ilgilendi. Ameliyat ve elektrik ihtiyaçları nedeniyle İstanbul’a gelen Behçet Necatigil, 1931’de Kabataş Lisesi’nde ortaokulu, 1936’da lise edebiyat kolunu birincilikle bitirdi.

1940 yılının Ekim ayında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’nden Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak kaydolduğu okuldan birincilikle mezun oldu. 1940 senesinde Kars Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak tayin edildi. Kars’taki hava şartlarından kaynaklanan zorlu mevsim geçişleri, sağlığını etkiledi. Behçet Necatigil Zonguldak Çelikel Lisesi’ne çalışması üzere bu sebeplerden kaynaklı olarak nakledildi. Burada 1940-1941 tarihler arasında stajyer öğretmen olarak görev alan Necatigil, 1941-1943 yılları arasında ise Zonguldak Çelikel Lisesi’nde çalıştı. 1943 senesinde İstanbul Pertevniyal Lisesi’ne atandı. Çok kısa bir çalışma süresinden sonra askerlik görevini yapması için Yedek Subay Okulu’na kayıt oldu.

Askerliğinden sonraki dönüşünde 1945 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ne tayin edildi. Burada 15 yıllık görevinden sonra İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’ne nakledildi. 1972 yılında İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nden emekli oldu.

Behçet Necatigil’in hayatını anlattıktan sonra sırada eserleri ve Behçet Necatigil edebi kişiliği üzerine değinilecektir. Behçet Necatigil, Türk edebiyatı tarihinde en çok şair kişiliğiyle bilinirliğini korumuştur. Sanat anlayışı açısından herhangi bir edebi akım ve hareket içerisinde yer almamakla beraber kendini toplumcu realist şair olarak tanımlamaktaydı.

Toplumcu realizm anlayışına göre, içerisinde yer alan orta halli sosyo-ekonomik topluluğun sosyal ve ekonomik sorunlarını realist bir şekilde gözlemleyerek açıklamayı amaçlamış ve toplumun sosyal sorunlarını, bireysel yaşantılarının süzgecinden geçirerek vermeye çalışmıştır.

Behçet Necatigil şiirlerinde en çok aile, orta halli insanların sorunları, ev, gençlik, çocukluk, ihtiyarlık, ölüm, aşk, anı, yalnızlık, edebiyat, kentleşme, uygarlık, sanayileşme ve Atatürk konularına yer vermiştir. Necatigil aile ve ev mutluluğuna önem vermiş ve bireysel ve sosyal hayatın merkezine evi almıştır. Ev, ona göre yaşam biçimi ve belirleyici unsurunun ölçütü olarak tanımlanmıştır. Behçet Necatigil büyük kentte yaşayan orta halli vatandaşların sosyal ve bireysel tüm özlemlerini, aşklarını, sorunlarını, beklentilerini, sosyal ve felsefi konulara bakış açılarını farklı bir boyutuyla indirgeyerek açıklamaya çalıştı.

Behçet Necatigil’in biçim özellikleri bakımından şiirleri, iki ayrı döneme ayrılır.

  • Tahkiyeye Dayalı Şiir Dönemi
  • Modern Şiir Dönemi

 

Necatigil şiirlerinin büyük bir kısmında kafiye ve mısra kümelenişi bakımından serbest nazım biçimlerini kullanmaktaydı. Ancak, belli başlı şiirlerinde mesnevi, gazel gibi vezinli ve kafiyeli nazım biçimlerine de pek fazla olmasa da yer vermiştir.

1950 yılına kadar yazmış olduğu şiirlerin çok büyük bir çoğunluğu lirik, bu tarihten sonrakiler ise didaktik türündedir. Çoğu şiiri bir düşünceyi ve ahlaki ilkeleri anlatan hikmetli şiirlerden oluşmuştur. Bu bakımdan Behçet Necatigil’in şiirlerini, Cumhuriyet dönemindeki uzantılarından biri olarak görebilmek mümkün olmuştur. Behçet Necatigil şiir anlayışı olarak bu nitelikleri bakımından Cumhuriyet döneminde büyük değerler üretmiştir.

Türkçenin tüm imkanlarından faydalanmayı amaçlayan Behçet Necatigil, çoğunda büyük değerler yattığına inandığı eski kelimeleri, katmış olduğu anlam zenginliklerinden dolayı kullanmayı uygun görmüş ve bundan asla çekinmemiştir. Şiirlerinde kullandığı kelimelerde ses ve anlam güzelliğine önem vermiş olup özellikle ilk şiirlerinde halk ve deyimlerine, atasözlerine yer vermiş, ve sonraki şiirlerinde çağın getirdiği bazı teknik kelimelere yer vermiştir.

Necatigil’in şiirlerinde “konuşma” üslubu hakim olduğunu üstteki paragraflarda da belirtmiştik. Hitabet üslubuna coşkuya pek yer vermemiş olması nedeni ile Necatigil, şiirlerinde kalabalıktan sıkılan, çekingen ve utangaç mizacından kaynaklanmaktadır. Necatigil’in şiirinin özgün noktalarından birisi ise, kültür şiiri olmasından kaynaklıdır. Önceden de bahsedildiği üzere Cumhuriyet dönemi Türk şiiri için çağın öncüleri arasında kendisi yer almaktadır. Bir çok eser, bir çok yazı ile dönemin diğer şairlerine büyük ilham kaynağı olan Behçet Necatigil, değeri ve saygınlığı bakımından bir çok kesim için çok değerli ve yol gösterici niteliğine sahip olmuştur.

Bunların dışında epik ve pastoral şiirler de yazmış olup bazı şiirlerinin dışında vezne bağlı kalmayıp serbest şiir yazmıştır. Aruz veznini bir tek şiirde kullanmış olup 1940 yılına kadar olan şiirlerinin birçoğunda ise hece veznini kullanmıştır. Sonraki dönemlerde ise serbest şiirler yazmıştır. Hece veznini 14’lü, 7’li, 8’li kalıplar bakımından tercih etmiştir.

Aşağıda Behçet Necatigil eserleri listelenmiştir.

Şiirler

  • Çevre
  • Evler
  • Eski Toprak
  • Arada
  • Yaz Dönemi
  • Divançe
  • İki Başına Yürümek
  • Kareler Aklar
  • Söyleriz
  • Beyler

Radyo Oyunu

  • Yıldızlara Bakmak, Kadın ve Kedi
  • Gece Aşevi
  • Pencere
  • Üç Turunçlar
  • Ertuğrul Faciası

Araştırma

  • Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü
  • Küçük Mitologya Sözlüğü
  • Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü

Düzyazı

  • Bile/Yazdı

Diğer Eserleri

  • Atatürk Şiirleri
  • Mektuplar
  • Musullu Süleyman
  • 100 Soruda Mitologya

Bayburtlu Zihni Hayatı ve Eserleri

Bayburtlu Zihni

Bayburtlu Zihni Divan şiiri ve halk şiiri türü bakımındaki eserleriyle tanınmış şairdir. 1798 ile 1799 yılları arasında doğduğu bilinmektedir. Kesin olarak bilinmesede, söz ettiği şiirlerindeki bilgilere bakılarak bu aralık bulunmuştur. Bayburtlu Zihni hayatı ve eserleri bakımından tarih sayfalarındaki yerini yüz yıllardır korumaktadır. Kendisi Bayburt’ta doğduğu için ismi Bayburtlu Zihni olarak anılmaktadır. Kayıtlara “Bayburtlu Zihni, Hacı Osman’ın oğludur. 1797 senesinde Bayburt’ta dünyaya gelmiştir” şeklinde geçildiği söylenmektedir.

Hayatına gelecek olursak, Trabzon ve Erzurum medreselerinde öğrenim gördü. Devamında İstanbul’a yerleşti ve on yıl kadar çeşitli yerlerde katiplik yaptı. Divan şiiri türünde yazdığı kasideler ve şiirler ile tanındı. Buradaki ününden sonra tekrar Bayburt’a dönen Zihni, 1828 yılında Ruslar’ın Bayburt’u işgal etmesiyle tekrar buradan ayrılmak durumunda kaldı. Sonraki yıllarda Bayburt, Mısır, Erzurum, İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli topraklarında gezen Zihni, son olarak Trabzon civarındaki Olasa köyünde yaşamını yitirdi.

Yaşamında Moralı Derviş Paşa, Eğinli, Galip, Rauf paşaların katipliği yapmıştır. Buralardaki yapmış olduğu görev ile kendini büyük oranda geliştirmiş ve deneyim kazanmıştır. Bunların dışında, Vasıf Paşa’nın mektupçusu olmuştur. Hacdan geldiği yıl tahta çıkan Abdulmecid’e cülussiye kasidesi takdim etmiş ve ertesi yıl yazmış olduğu divanı Babıaliye takdim etmiştir. Tüm bu girişimlerinin devamında hocalık rütbesini almayı başarmıştır.

Bayburtlu Zihni’nin edebi eserlerini inceleyecek olursak, yazmış olduğu şiirlerini hem aruz hem de hece ölçüsüyle yazmıştır. Aruz ile yazdığı şiirler vefatından sonra Divan-ı Zihni adı altında yayımlanmıştır. Ancak Zihni, ün kazanmasını koşma ve destanlara borçludur. Yayımladığı koşma biçimindeki ağıt ile büyük ün kazanan Zihni, devamında buna benzer eserlerde sunmuştur. Bayburtlu Zihni ağıt türü ile günümüze ulaşan örnekleri, şairin en önemli eser türlerinden biri olduğu kabul edilmektedir.

Bayburtlu Zihni Sergüzeştnâme eserinde başından geçen serüvenleri, yergi, şiir ve destanlar biçimiyle anlatmıştır. Bu eserinde divan şairi olmak kaygısını güderdi. Ancak günümüze kadar olan ününü heceyle söylemiş destanları ve koşmaları yaşatmaktadır. Divanında, divan şiirinin bütün şekilleriyle yazılan şiirleri mevcuttur. Usta hicivci olarak bilinen Bayburtlu Zihni, benzer eserlerinde bazı noktalarda küfürlere de baş vurmaktaydı. Ancak ustalığını günümüze kadar Bayburtlu Zihni hiciv eserleri olarak korumuş ve aktarmıştır.

Bayburtlu Zihni, hem aruz hem de hece vezni ile şiirler yazmış olup, sağlığında divan hazırlatarak bunu saraya sunmuş olan nadir halk şairlerinden birisidir. Aruz vezni ile yazdığı şiirleri sayıca daha fazla olmasına karşın, hece ile yazmış olduğu destanları ve koşması ile ün kazanmıştır. Bu yönü itibariyle Dertli, Develili Seyrani, Aşık Ömer, Gevheri ve benzeri aşıklarla birlikte değerlendirilmelidir.

Edebi kişiliğini maddeler halinde açıklayacak olursak aşağıdaki gibidir.

  • Taşlama alanında ustalığa sahip bir isimdir.
  • Az sayıda olan ve hece ile söylenmiş destanları ve koşmaları ile tanınır.
  • Bayburtlu Zihni’nin divanında, divan şiirinin tüm halleriyle yazılmış şiirleri mevcuttur.
  • Divanında, gazeller ve müstezatlar orta derecede başarılı ve ahenklidir.
  • Bayburtlu Zihni’nin Divan’ı, Sergüzeştnâme isimli, kendi hayatını hikaye eden mesnevisi mevcuttur.
  • Bayburtlu Zihni, 19.yüzyılın halk şairlerindendir.
  • Divan ve halk şiiri türündeki yapıtları ile tanınmış bir şairdir.

Ölümünden sonra onun gibi olmak isteyen birçok aşık kendisinin yolunu izlemiş ve örnek almıştır. Bayburtlu Zihni, ilham kaynağı olmasının yanı sıra Osmanlı zamanında bıraktığı eserler ile o günün şairlerine yol göstermiştir.

Bayburtlu Zihni, eserleriyle ünlenen ve eserin sahibi olarak şöhretini pekiştiren bir sanatkardır. Bu şöhretini de yapmış olduğu ustaca eserlere borçluydu. Aşağıda bunları kısaca inceleyelim.

Divan-ı Zihni

1876 tarihinde İstanbul’da Bayburtlu Zihni’nin oğlu Ahmet Revayi tarafından yayımlanmıştır. Divan-ı Zihni, 160 sayfalık mürettep bir divan olarak görülse de önemli farkları bulunmaktadır.

Sergüzeştname-i Zihni

Yazma halinde bulunan bu eserin tüm nüshası bulunamamıştır. Toplam 11 nüshası bulunmuştur. Bayburtlu Zihni’nin ününü arttıran destanları bu eserin son kısımlarında bulunmaktadır.

Kitab-ı Hikaye-i Garibe

27 varaklık bir eserdir. Bayburt beyi Abdullah’ın hayatının hikayeleştirilmiş şeklidir. Eser Ahmet Sevgi ve Saim Sakaoğlu tarafından 1992 senesinde yayımlanmıştır. Düzyazı ağırlıklı, basılmamış bir eseri daha bulunmaktadır. Bayburtlu Zihni bu eserindeki Abdullah Bey’in acılarla dolu serüvenini konu almasıyla çağına göre oldukça ilginç bir eser ortaya koymuştur.

Bayburtlu Zihni şiirleri olarak bazılarına bakacak olursak,

  • Otlakçı Destanı
  • Sümbülü Yok Gülü Yok Andelibi Var Amma
  • Yürü Gönül Azm Et Bir Gülistana
  • Senden Ayrılalı Ey Kaşı Keman
  • Bani Getirdiler Divan Aşkına
  • Ah Elinden Zülfü Kemendim
  • Karşı Dağlar Kar Dolu
  • Yürü Gönül Azm Et Bir Gülistana
  • Kalkın Ara Yerden Dumanlı Dağlar
  • Senden Ayrılalı Ey Kaşı Keman
  • Adem’e Bir Ma’nide Gülzar-I Cennettir Vatan
  • Sefine Gönlümü Deryaya Saldım
  • Firkat-İ Şad İle Mihman Geleli
  • Eylen Ey Sevdiğim Şah-I Hübanım
  • Bunaldım Yar Sana Sitemkar Dedim
  • Eşek Destanı
  • Öz Otağı Terk Eylemiş
  • Katip Sen Yaz Yâre Tez Elden
  • Saba Mülkün Verir Bade
  • Katip Sen Yaz Saba Sen De Kerem Kıl
  • Söyle
  • Vardım Ki Yurdundan
  • Bunaldım Yar Sana Sitemkar Dedim
  • Seni Bağı İremden Mi Kaçırmış
  • Ah Elinden Zülfü Kemendim
  • Yıkmış Çadırların Göz Etmiş Leyla

gibi örnekler verebiliriz.

Bayburtlu Zihni’nin yaşamı ve sanatı Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Saim Sakaoğlu tarafından 1928 yılında hazırlanan Bayburtlu Zihni adlı iki kitapta ele alınmıştır. Bu sayede günümüze kadar ulaşan bu değerli eser ve kişiliğin hikayesi, tecrübesi aktarılmış oldu.

Bâki Hayatı ve Eserleri

Bâki Hayatı ve Eserleri

Tam ismi Mahmud Abdülbâki olan şair, 1526 senesinde İstanbul şehrinde doğmuştur. 1600 senesinde ise vefat etmiş, İstanbul’da defnedilmiştir. Babası müezzin olan bu şair, ekonomik olarak fakir bir ailenin çocuğudur. Gençliğinin ilk yıllarında çırak olarak saraçlık yapmıştır.

Bâki’nin hayatı o yılların şartlarına göre oldukça zorlu geçmiştir. Okumayı seven ve düşkün olan Bâki, medresede eğitimini gerçekleştirmiş ve bununla beraber şiir ile uğraşmıştır. 1500’lü yıllardaki ünlü şairler ile tanışma fırsatı bulmuş, nazireler yazarak ünlü kişilere kendi yeteneklerini gösterme fırsatı yakalamıştır.

İstanbul, Mekke gibi şehirlerde kadılık görevini gerçekleştirmiş, Rumeli ve Anadolu kazaskerliğinde rol almıştır. Şeyhülislam olma isteğini çocukluğundan beri istemesine rağmen bir türlü olma fırsatını yakalayamamıştır. O dönemin şartlarına göre zorluklarla oldukça fazlaca mücadele eden Bâki, hayatını dönemin dört hükümdar zamanında geçirmiştir ve el üstünde tutulmuştur.

Kanuni döneminde “Sultanu’ş-şuara” ünvanı, dönemin en büyük şairi sayılarak kendisine verilmiştir. Sadece Rumeli ve Anadolu’da şöhreti yayılmamış, İran, Azerbaycan, Hint sarayları ve Hicaz’a kadar yayılmıştır.

Bâki’nin kendi hayatının dışında Bâki kimdir sorusuna cevap olarak aşağıdaki edebi kişiliğinin bazı özellikleri verilmiş olup bu soruya yanıt bulmamız sağlanmıştır.

Bâki’nin edebi kişiliği,

  • Hicviyeleri ile meşhur olan Bâki, Mesnevi yazmamıştır.
  • Takdir edilesi kasideleri bulunmasına rağmen gazel şairi olarak akıllardaki yerini korumuştur.
  • Dünyadaki insan yaşamının geçiciliğini dile getiren Bâki, okurlarına aşkın ve şarabın keyfini çıkarmaya yönlendiren Baki gazelleri ile ün kazanmıştır.
  • Şiirlerinde dünyevi aşka önem verip, tasavvufi aşka önem vermezdi.
  • Methiye, mersiye ve fahriyelerinden abartısız ve içten anlatım kullanmıştır.
  • Çağdaş şairlere nazaran daha anlaşılır ve sade bir dil seçmiştir.
  • Anlam bakımından Fuzuli kadar derin, Nefi kadar içten değildir.
  • Bâki, şiirinde ince bir yapıda nükte ve hayaller başta gelmek üzere çok çeşitli edebi sanatlarla işleyip zenginleştirmiştir.
  • Osmanlı ordusu ve hükümdarları için, yaşanmış olan savaşları şiirlerinde yüceltmekteydi.
  • Şiirlerinde duygudan çok akla önem vermiştir. Coşkun bir lirizm şiirlerinde bulunmamaktadır.
  • Ahenkli ve temiz üslubu bulunan Bâki, divan şiirine söyleyiş rahatlığını kazandırmıştır.
  • yüzyılda ulaştığı ünü sayesinde şiir alanında Osmanlı’yı temsil eden usta ve büyük bir sanatçılığını edebi kişiliğine de yansıtmıştır.

Günümüze kadar ulaşan bazı eserlerinin yanında tarih kitaplarında oldukça büyük öneme sahip olan şair, benzersiz yeteneğini de ilham kaynağı olarak yeni nesillere aktarmıştır. Kendisi tarih sayfalarında çok büyük öneme sahip olup, dünya çapında saygı ve takdir ile anılmaktadır. Günümüze kadar bıraktığı Bâki kitaplar ve eserleri, yıllardır toplum için çok değerli olmuştur. Bir sonraki başlıklarda Bâki’nin eser ve kitaplarının örneklerini görüp bazılarının açıklamasını inceleyeceğiz.

Bâki’nin Başlıca Eserleri

Tarihteki yerini bu kadar eser ile doldurup ün kazanan Baki’nin, Kanuni Sultan Süleyman tarafından çok meşhur bir sözü akıllardaki yerini korumaktadır. Sultan Süleyman, “Yaptığın üç isabetli işi say deseler, biri muhakkak şair Baki’yi İstanbul’a getirip insanlığa kazandırmamdır” sözü, bir padişahın şaire sarf edeceği en değerli sözlerden biri olarak kabul edilebilir. Bu denli büyük ve değerli bir kişilik olan Baki, her kesim tarafından saygı ve hayranlık ile karşılanıyordu. Baki’nin aşağıdaki 5 adet ün kazanmış ve günümüzde bilinen eserleri bulunmaktadır.

  • Divân
  • Fazâil’i-Mekke
  • Hadis-i Erbain Tercümesi
  • Kanuni Mersiyesi
  • Fazâ’ilü’l-Cihad

Fazâl’i-Mekke

Fazâil’i-Mekke Baki’nin büyük eserlerinden bir tanesidir. Arapçadan tercüme olan eser, Sokullu Mehmet Paşa’nın emri ile yazılmıştır. Eser, Mekke’nin tarihini ve Osmanlı sultanlarının yapmış oldukları Mekke ve çevresindeki hizmetlere yer verilmiştir

Divan

Bâki Divanı eseri, en önemli eseri olarak kabul edilmektedir. Baki, Kanuni Sultan Süleyman tarafından özel istek ile bir divan tertip etmiştir. Devamında çok fazla sayıda şiir yazdığından dolayı bazı nüshalar eksiktir. Divan, yaklaşık 30 sene önce düzenlenmiş olup Avrupa ve Türkiye’deki kütüphanelerde yazma nüshaları bulunmaktadır.

Divan’ın içeriği şu şekildedir.

Kasideler, Terkib-i Bentler, Muhammes, Tahmisler, Kıt’alar, Nazm, Beyitler, Mesnevi, Tarih, Matla Beyitleri, Terci-i Bend gibi çok sayıda edebi eseri içinde barındırır.

Fazâl’ilü’l-Cihad

Baki’nin 1567 senesinde tamamlanmış olan bu eseri, Ahmet bin İbrahim tarafından yazılan Meşa’irü’l eşvak adlı eserinin Arapçadan tercümesidir. Müslümanları, kafirlere karşı savaşa davet eden eser, Sokullu Mehmet Paşa’ya sunulmuştur.

Terceme-i Hadis-i Erba’in

Baki Eyüp medresesinde görevli iken Eyyüb-i Ensari’den rivayet edildiği söylenmiş olan hadisleri bir araya getirerek bu eseri ortaya çıkarmıştır.

Me’âlimüll-yakîn fî sîreti Seyyidi’l-Mürselîn

Şihabüddin Ahmet bin Hatib-l- Kastalani’nin ünlü eseri olan “el Mevahibül-ledünniye bi’l-minahil-Ahmediyye” adlı eserini esas tutarak meydana getirilen bir siyer eseridir. Baki birçok eserden yararlanmış olup tercümesini meydana getirmiştir. Baki’nin bu eserinde dini konulardaki tecrübe ve bilgisi görülmektedir.

Bu açıklanan bilgilerle beraber, Bâki eserleri olarak Divan eseri dışındakiler dini konumdadır. Bahsedilmiş olan eserler ile Türkçe’nin kıymetli tarihi ve seyri açısıyla birlikte sadeleşme safhası açısından da değerli eser olduğunu Sabahattin Küçük dile getirmiştir. Baki yıllar sonra bile bu topraklara edebi olarak katkı sağlamayı başarmış çok değerli bir şairdir. Bu eserlerin birçoğu Ankara’da, İstanbul’da, Yurt dışında milli kütüphanelerde, müzelerde bulunmaktadır.

Türkiye’de Konya Mevlana Müzesi, Ankara Üniversitesi, Cebeci Halk Kütüphanesi, Ankara Milli Kütüphane, Türk Dil Kurumu Kütüphanesi, Fırat Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmakta.

Yurt dışında ise, Tahran Üniversitesi Kütüphanesi, Zagrep İlimler Akademisi, Biblio-Nationale, British Museum’da da yazmaları bulunmaktadır.

Bağrıyanık Ömer (Mahmut Yesari) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Bağrıyanık Ömer

Bağrıyanık Ömer, Mahmut Yesari tarafından kaleme alınmış ve 1930 yılında okuyucuyla buluşmuş bir romandır. Halk söylenişlerinden ilham alınarak yazılan Bağrıyanık Ömer Mahmut Yesari, efsanelere de dayanmaktadır. Her kesimden insanın rahatlıkla okuyabileceği bu eser, bir çocuğun hayatını ele almaktadır. Hikâyenin baş kahramanı, annesi ve babası ayrılmış olan Ömer’dir.

Bağrıyanık Ömer, gerçek bir hikâyeye dayandığı söylenen ve ailenin çocuk etkisinde ne kadar önemli bir etkisi olduğunu kanıtlayan bir romandır. Mahmut Yesari, bu kitabı oldukça sade bir dil ile yazmıştır. Bu sebepten ötürü, Bağrıyanık Ömer her insanın kolay bir şekilde anlayabileceği eserlerden bir tanesi olmaktadır.

Bağrıyanık Ömer Özeti

Bağrıyanık Ömer, Mahmut Yesari tarafından 1930 yılında yayınlanmış bir kitaptır. Bağrıyanık Ömer kitabını okumak isteyen bireyler, Bağrıyanık Ömer özeti araştırarak kitap hakkında daha detaylı bilgi edinmek istemektedir. Bağrıyanık Ömer kitabının özeti şu şekildedir:

Ömer, yaşıtlarına göre oldukça olgun tavırlar sergileyen 5 yaşında bir çocuktur. Babası Bakır Efe, Ömer’i her ne kadar çok sevse de karısına karşı oldukça sert bir adamdır. Varlıklı olan Bakır Efe, eşine şiddet uygulamakta ve en ufak olaylarda bile sert bir tavır takınarak karısına şiddet uygulamaktadır. Ömer’in annesi Emine, dik başlı ve sözünün dinlenmesini isteyen bir kadındır. Bu nedenle evde sürekli şiddet bulunmaktadır.

Bir gün Ömer’in annesi ve babası yine kavga eder ve Ömer’in kalbi burkulur. Dışarı çıkan Ömer, anne ve babasına üzüldüğünü belli etmek istememektedir. Yaşadıklarından ötürü her ne kadar olgun bir duruş sergilese de, içten içe büyük bir üzüntü duymaktadır. Yıllardır farklı odalarda yaşayan Emine ve Bakır Efe, içten içe boşanmak istemektedir. Ömer’in anne ve babası artık boşanacaktır. Ancak kadı, Ömer küçük olduğu için annesinde kalması gerektiğini düşünecek ve 2 yıl boyunca Ömer’in annesiyle yaşaması emrini verecektir. Ömer’i çok seven babası Bakır Efe, bunu hiç istemez.

Bakır Efe, kendi içinde bazı planlar yapar ve Emine’ye artık hiç kızmıyormuş gibi davranır. Bu tavırları Ömer’i de etkiler ve Ömer ne olduğunu anlayamaz. Kısa bir zaman sonra yaşadıkları köyde Emine ile ilgili kötü dedikodular yayılmaya başlar ve Bakır Efe Emine’yi evden kovar. Emine, evden gitmeden önce Ömer’i de yanında götürmek ister. Bakır Efe ise kısa süre sonra Ömer’i Emine’ye getireceğini söyler. Ancak Emine gider gitmez, Bakır Efe Ömer’i yanına alarak bir çiftliğe yerleşir. Emine, oğlunu aramaya başlar ancak bulamaz. Bu nedenle sinirlenir ve abileriyle birlikte Ömer’i arar. Ancak kadı, Ömer’in babasında kalması gerektiğine karar vermiştir.

Bir süre sonra hem Emine hem de Bakır Efe başkalarıyla evlenme kararı alır. Yapılan bu evlilikler, en çok Ömer’i etkilemektedir. Çünkü Ömer’in üvey annesi onu sevmemektedir. Üvey babası ise oldukça sert bir adamdır. Bu nedenle Ömer, ne annesinin ne de babasının yanında umduğu huzuru bulamamaktadır. Ancak olgun bir çocuk olduğu için mutsuz olduğunu kimseye göstermez ve her iki tarafa da uyumlu bir şekilde yaklaşır.

Yaşadığı olaylara dayanamayan Ömer, babasında ve annesinde yaşamayı bırakır. Ancak iki tarafın da bundan haberi olmaz. Ömer’in annesi babasında kaldığını zannetmekte, babası ise annesinde kaldığını düşünmektedir. Ancak Ömer, bir harabenin içinde hayatta kalmaya çalışmaktadır. Bir gün çok susayan Ömer, babasının çiftliğine gider ve üzüm yiyerek susuzluğunu gidermek ister. Ancak üvey annesinin olan kötü yaklaşması, Ömer’i oradan uzaklaştırır. Çareyi annesinin evine giderek bulacağını düşünen Ömer, üvey babası tarafından hırsız olarak görülür. Ömer susuzluktan kendini Kızılpınar’a atar.

Bağrıyanık Ömer Konusu

Bağrıyanık Ömer, bir çocuğun anne ve babasının arasında yaşanan geçimsizlikler nedeniyle huzur bulamamasını anlatmaktadır. Bağrıyanık Ömer konusu, bir efsaneye dayanmaktadır. Anlatılan efsaneye göre, susuz olduğu için kendini kuruyan Kızılpınar’a atan küçük Ömer, atladıktan sonra su birden taşmaya başlar. Kitap ile oldukça uyumlu olan efsane, bu nedenle gerçek kabul edilmektedir.

Bağrıyanık Ömer kitabında işlenen konu, tamamen Ömer’in anne ve babası olmadığında ne kadar kötü durumlara düştüğü ile alakalıdır. Anne ve babasının geçimsizliği, boşanma kararının alınması, yeni evliliklerin yapılması, üvey ebeveynlerin Ömer’i sevmemesi ve zaman içerisinde Ömer’in daha da kötü bir duruma düşmesi, bu kitabın olay örgüsüdür.

Bağrıyanık Ömer İncelemesi

Bağrıyanık Ömer kitabını daha iyi anlamak isteyen bireylerin yaptığı araştırmalardan bir tanesi de Bağrıyanık Ömer incelemesi olmaktadır. Bu kitap, pek çok farklı açıdan incelenebilmektedir. Aşağıdaki listeye göz gezdirerek Bağrıyanık Ömer kitabını daha iyi kavrayabileceğiniz sağlayacak detayları öğrenebilirsiniz.

  1. Bağrıyanık Ömer, sade bir dil ile yazılmıştır. Kitapta ağır ve anlaşılmayacak kelimelere yer verilmemiştir.
  2. Kitap, sürükleyici bir hikâyeyi anlatmaktadır. Zira kitabın ana karakteri Ömer, her zaman farklı olaylar ile karşı karşıya kalmaktadır.
  3. Bağrıyanık Ömer, psikolojik ve sosyal konuların ele alındığı bir roman türüdür.
  4. Boşanan çiftlerin çocuklarına yaşattıkları acıları anlayabilmek için yazılmış bir eserdir.
  5. İlgisizlik, hüzün, yalnızlık gibi temalara sık sık yer verilmiştir.

Kısaca özetlemek gerekirse Bağrıyanık Ömer Mahmut Yesari kitabı, psikolojik ve sosyolojik bir romandır. Çocuklar ve yetişkinlerin okuması için uygundur. Buna ek olarak yabancı kelimelere yer verilmediği için anlaşılabilir bir kitaptır.