Alice Harikalar Ülkesinde (Lewis Carroll) Özeti Konusu ve İncelemesi

Alice Harikalar Ülkesinde

Alice Harikalar Ülkesinde ya da Alice Harikalar Ülkesinde olarak çevrilen eser; dünyada çok fazla dile çevrilmiş eserler arasındadır. Lewis Carroll tarafından yazılmıştır. Lewis Carroll Alice Harikalar Ülkesinde eserinin tüm kız çocuklarına ve özellikle Alice isimli küçük kızıma olan sevgisinden dolayı meydana getirmiştir.

1865 senesinde kitap olarak yayınlanmasının ardından bütün dünyaya yayılmış ve çok sayıda dile çevrilmiştir. Alice Harikalar Ülkesinde eseri günümüzde çocuk edebiyatının en çok bilinen eserlerinden birisidir. Ülkemizde ilk olarak MEB yayınları aracılığıyla basılan kitap; ardından çok sayıda yayınevi tarafından basılmıştır. Aynı zamanda ilkokul çağındaki çocuklara tavsiye edilen 100 Temel Eser listesinde de yer almaktadır. Kitabın 2010 senesinde sineması da yapılmıştır.

 Alice Harikalar Ülkesinde Özeti

Alice Harikalar Ülkesinde özeti çok sayıda okuyucu tarafından merak edilmektedir. Kitabın baş kahramanı olan Alice; evinin önünde bahçede oynadığı sırada bir tavşan görür. Peşinden koştuğu tavşan bir delikten içeri girer. Alice de ardından girer. Bir müddet yuvarlandıktan sonra durur. Gittiği değişik yerde bir masa ve üzerinde anahtar vardır. Anahtarı çok sayıda kapıda dener ancak hiçbirisine olmaz.

Ardından bir kapıda işe yarar; ancak küçük bir alandır. Bir şişe bulur ve içer, daha sonra küçülmeye başlar. Alice düştükten sonra kapıya yönelir ancak kapının çoktan kapanmış olduğunu görür. Ardından bulduğu kurabiyenin üzerinde ise beni ye yazmaktadır. Alice kurabiyeyi yedikten sonra boyu uzamaya başlar. Ancak çok fazla uzamıştır ve Alice korkarak ağlamaya başlar. Elinde Beyaz eldiveni ve yelpazesi olan tavşan karşısına çıkar.

Elindeki yelpazesini düşüren tavşanın ardından Alice eldiveni alır. Daha sonra tavşanın peşinden koşmaya başlar, tavşanın eldiveninin ona olduğunu görür. Yani boyunun normale döndüğünü fark eder. Daha sonra bir anda fare ile karşılaşır. Alice fare ile konuşmaya başlar. Sohbet ettikten sonra bir evin önünden geçer ve dikkatini çektiği için içeri girer. İçeride 2 tavşan ve 1 fındık faresi bulunmaktadır. Kim olduğunu sorarlar. Alice cevap verir. Anlattıktan sonra ondan bir masal anlatmasını isterler. Ama Alice’nin aklında herhangi bir masal yoktur. Daha sonra fındık faresinden masal isterler.

Bir süre sonra Alice yoluna devam etmeye karar verir ve kraliçe ile karşılaşır. Kraliçe öldürülmesini emreder. Alice oldukça korkar. Birkaç gün ardından Alice yalancı kaplumbağa adında birisi ile tanışır. Kaplumbağa hayatını anlatır. Ardından Alice’den de hayatının masalını anlatmasını ister. Alice kendi masalının karışık olduğunu söyler. Bir anda bir mahkeme kurulur. Mahkemede daha önce gördüğü çok sayıda kişi vardır.

Daha sonra Alice abalasının sesini duyar, ablası uyanmasını söyler. Yemek saati gelmiştir. Ablasına değişik bir rüya gördüğünü söyler ve anlatır. Ablası da saçma bulduğunu söyler. Alice Harikalar Diyarında karakterleri ve özellikleri bakımından oldukça  farklı ve mecazi bir anlatıma sahiptir. Masalsı anlatımının yanı sıra; oldukça özgün bir eserdir.

Alice Harikalar Ülkesinde Konusu

Eser Alice adındaki bir kız çocuğunun tavşanın peşinden koşarken;  farklı diyarlara geçişini ve maceralarını konu alır. Devamlı büyüyen ya da küçülen, bin bir türlü maceranın içinde yer alan Alice; çok sayıda masal kahramanı ile aynı zamanda konuşabilen oyun kağıtlarıyla tanışır. Tırtıl, kedi ve tavşan bu karakterlerin ön plana çıkanlarıdır. Tırtıl Alice’ye eve dönme yöntemini söyler. Alice’nin rüya alemi ve geniş hayal gücünün yansıması, bir ağacın dibinde uyanması ile biter.

Alice Harikalar ülkesinde konusu itibariyle;  oldukça renkli karakterlerin dünyasına yolculuğa çıkan Alice’yi anlatır.

Alice Harikalar Ülkesinde İncelemesi

Ana karakterleri Alice, beyaz tavşan, çılgın şapkacı, Cheshire kedisi, Kraliçe olan Alice Harikalar Ülkesi; pek çok yaştan insanın okuyabileceği güzel bir eser. Özellikle masalsı gerçeküstülüğü ve oldukça farklı karakterleriyle ön plana çıkan eser yazarın kızı küçük Alice için yazılmıştır. Bu bakımdan sevgi dolu ve eğlenceli bir anlatım dili vardır.

Lewis Carroll öğretmenlik yaptığı dönemde anlattığı masallardan ilham alarak Alice Harikalar Ülkesinde eserini yazmıştır. 1865 senesinde yayınlanmıştır ve ilk baskısının yapılmasının ardından günümüze kadar gelen 22 adet kitaptan birisi bir buçuk milyon dolara satılmıştır. Bu da eserin dünya çapında an oldukça kalıcı bir masal olarak görüldüğünü kanıtlar.

Pek çok farklı eser üzerinde etkisi olduğu düşünülen Alice Harikalar Ülkesinde; orijinal eski eserler arasındaki yerini çoktan aldı. Eser Alice’nin gördüğü rüya çevresinde şekillense de, bunun bir rüya olduğu oldukça sonra anlaşılır. Alice Harikalar Ülkesinde kitabı;  başarılı bir rüya tasviri yapılması ile ön plana çıkar. Rüya konusunun yanı sıra zaman unsuru üzerinde de düşündüren noktaları olan kitap; gerçeküstü pek çok olayı barındırmaktadır.

Alice Harikalar Ülkesinde kitabındaki başkarakterimiz; Elindeki kitabı oldukça sıkılarak okumaya çalışmaktadır. Bundan sonra tavşanı görmesi ile birlikte süreç başlandıktan tavşan da elbette burada gerçeküstü bir karakterdir. Partiye gitme amacıyla giyinmiş şekilde hazırdır ve devamlı saatine bakar. Aslında eserde sayısız eğlenceli ve gerçeküstü karakterin olmasının temel sebebi;  masalsı anlatıma sahip olan kitabın çocukların eğlenmesi amacıyla yazılmış olmasıdır. Tabii ünü yalnızca çocukların eğlenmesi için okunmasının ötesine geçmiş ve tüm dünyaca bilinir hale gelmiştir.

Akın

Akın

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına ait olan Akın, tam olarak tiyatro türünde yazılmış bir eserdir. Genel olarak Akın konusu Türk Milleti üzerindeki kahramanlık tarihini anlatan eserler arasındadır. Faruk Nafiz Çamlıbel bu tiyatro türünde yazmış olduğu eserde Türk kahramanlığını ve gençliğini anlatmaktadır. Hikâyede dikkatleri çeken en önemli karakterlerden biri İstemi Han ve Suna karakteridir. Türk hakanını canlandıran İstemi Han ve hakanın kızı suna olarak hikâyeye hayat vermektedir.

Faruk Nafiz Çamlıbel ve Kalemi

Faruk Nafiz Çamlıbel Cumhuriyet dönemine ait önemli yazarlardan biri olarak kabul edilmektedir. Akın incelemesi yapılırken şairin yazı geçmişi mutlaka gözden geçirilmelidir. Bu noktada önemli olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in hangi hece uyumu ile yazmış olduğudur. İlk dönemler aruz veznini kullanan ve bu şekilde yazılarını ve şiirlerini yazan şair sonra beş şar arasında girerek şiirlerine hece veznini uyarlamış ve bu şekilde yazmaya başlamıştır.

İslamiyet öncesi bir dönemde kaleme alınmış olan Türk tarihini üzerinden yazılmış olan manzum bir tiyatro eseridir. Ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Eserde bir yağmur damlası ile başlayıp kişilerin hatta karakterlerin özelliklerine kadar inen yazıdaki heyecanın hiç düşmediği önemli bir eserdir. Akın konusu itibariyle döneminde son derece ilgi görmüş olan önemli eserler arasındadır. Beş hececiler akımının yön verenlerinden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel eserlerinde kalemiyle farklılığını okuyucuya yaşatmayı ve hissettirmeyi başarmış bir yazardır.

Tiyatronun Özeti

Eserde anlatılan zaman dilimi oldukça uzun bir dönemden ibarettir. İslamiyet öncesi dönemden bahsedilen eserde. Yazar hemen herkes için bir anlam bütünlüğü yaşatmaktadır. On iki senedir kuraklık yaşanan ülkede geleneklere göre olaylar Akın özeti bir aile ve töre arasında geçmektedir. Hemen her konu da töre ve gelenek arasında kalan bir topluluktan bahsedilmektedir. Eserin ilk bölümünde bir hakan ve baş ettiği sorunlardan bahsedilmektedir. Akın konusu bir kuraklık üzerinedir. Kuraklık çeken bir topluluk ve inanışa göre bu topluluğun hakanı kurban edilmelidir. Ancak bu nedenle kuraklığın son ereceğine inanılmaktadır. Töre geleneğini bilen hakan kararın çıkmasını beklerken, oğullarını bu habere alıştırmak istemektedir. Kızı olan suna memleketin en güzel kızı olarak bilinmektedir. Ve hakanın da kızıdır. Babasının kurban edilmesini istemeyecektir ve haklı olarak isyan etmektedir.

Akın konusu göz önüne alındığında babasını kurban edileceğini düşünen kızın isyanları ve haklı olarak yükselişleri bulunmaktadır. Bu nedenle haklı olarak Sunanın isyanları duyulmaktadır. Fakat bir gün hiç beklenmeyen bir durum olmaktadır. Hakan öleceği gerçeğini çocuklarına alıştırmak ister. Bu durumdan çekinmez ancak devletin durumunu çok daha fazla düşünür. Kuraklık ciddi bir boyuttadır. Ve bu nedenle göç şartlarına uyum sağlayamazlar. Halk susuzdur. Akın edemezler ve zor günler yaşanmaktadır. Halkın bu zorluklar ile mücadele gücü de kalmamıştır. Başbakıcı beklenen kararı açıklayamaz ve çok farklı bir durum ortaya çıkar. Beklenmeyen ve sıra dışı olan bir durum oluşacaktır. Başbakıcı hakanın ölümünü değil, kızı Sunanın öldürülmesini istemektedir.

Bu durumda azgın sularda güzeller güzeli Suna öldürülmek istenmektedir. Akın özeti olan bu kararın çıkması herkes için şaşırtıcı olacaktır. Ve halk isyan edecektir. Bu karar üzerine isyanlar başlamaktadır. Hakanın oğulları bu kararın çıkması noktasında etkili olmuştur. Suna ve İstemi Han’dan aynı anda kurtulmak istemektedirler. Bu sebeple, Suna’nın ölümüne sebep olunması demek hakanın da hayatına son vermesi anlamı taşımaktadır. Böylelikle her ikisinden de başbuğlar kurtulacaktır. Bunu duyan halk üç başbuğu cezalandıracaktır. Böylelikle Hakan kızı Sunayı Demir ile evlendirerek mutlu bir hayata adım atarlar.

Akın İncelemesi

Söz konusu eserin dili ağır olmaktadır. Tarihin önemli olaylarını anlatan ve bir yandan Türk kahramanlığını konu alan bir anlatım dili bulunmaktadır. Herkes için bir parça detay kendinden bulacağı eserin ise aruz vezni yazarı olan Faruk Nafiz Çamlıbel Türk edebiyat tarihi içerisinde yer alan yüz önemli eser içerisine Akın adlı romanı eklemeyi başarmıştır. Genel olarak Akın konusu suya olan özlem ve hasrettir. Suya ulaşmak için adanan hayatlardır. Ancak bu sıra da kişilerin hırsları da gündemlerini karıştırmaktadır. Hemen herkes için bir alıntı niteliği taşıyan bu önemli eserde. Başbuğ olarak tahtın ortaklarının kız kardeşlerine duydukları kin de er almaktadır.

Faruk Nafiz Çamlıbel Aruz veznini iyi kullanan şairler arasındadır. Akın konusu ancak bu eserini hece vezni ile yazmaktadır. Beş hececiler grubunun önemli isimlerinden olan şair. Ağır bir dil kullanmış olmasının yanı sıra anlaşılabilirliği son derece yüksek bir tiyatro eseri okuyucularına sunmuştur. Kahramanlık hikâyesi olan bir kuraklık hikâyedir. Türk Edebiyat tarihi açısından son derece önemli eserler arasında yer almasının yanı sıra dil olarak da son derece eğitici ve hececiler grubunda yazılan bir eserdir.

Türk Edebiyat Tarihinin En Önemli Eserlerinden Biri

İslamiyet öncesi dönemi anlatan eser. Türk edebiyat tarihine yön verir nitelikte eserler arasındadır. Hikâye gereği halk hükümdarın oğullarını öldürecektir. Akın incelemesi düşünüldüğünde oldukça önemli bir detay olacaktır. Yaşanan iklim krizi üzerine aile fertlerinin hırsları ve taht oyunları da karakterleri etkileyen önemli detaylar arasındadır. Karar verme yetkisini bile yönlendirebileceğine inanan başbuğlar bu durumun ortaya çıkmasıyla öldürülür. Ve hikâyenin sonunda Memleketin en güzel kızı olan Suna sevdiği Demir ile evlenmektedir.

Akdeniz (Panait İstrati)

Akdeniz

Akdeniz, Panait İstrati tarafından yazılmış olup Kahire, Beyrut, Şam, İskenderiye gibi Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan bazı kentlerde başkahraman Adrien’in yaşadığı olayları, oradaki ekonomik ve sosyal düzeni de ele alarak anlatmaktadır. Romanın yazarı Panait İstrati de, başkahraman Adrien gibi Romanya’da dünyaya gelmiştir. Akdeniz’de, yazarın kendi yaşantısından kesitlere sıkça yer verdiği, gezip gördüğü yerleri okura aktarmak istediği görülür. Bu sebeple, biyografik bir anıdır. Roman, kendi içinde iki kısma ayrılır. Bunlar Gündoğusu ve Günbatısı olarak adlandırılmıştır. Zaman olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına denk gelen Akdeniz, ilk kez Yaşar Nabi Nayır tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

Romanın Konusu

Akdeniz romanının konusu, çöküş devri içerisinde olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisine bağlı bulunan Kahire, Beyrut, İskenderiye ve Şam gibi şehirlerindeki siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel durumları ve oraları gezip görmekte olan ana kahraman Adrien’in bakış açısıyla anlatılan olaylardır. Adrien’e ek olarak arkadaşı Mihail’in gözünden Avrupa şehirleri de anlatılmaktadır.

Romanın Özeti

Akdeniz romanının özeti de, romanın kendisinde olduğu gibi iki ana kısma ayrılır.

Gündoğusu: Romanya’nın İbrail isimli kentinde annesi ile beraber yaşamını sürdüren Adrien, beş parasız bir gençtir. Henüz 22 yaşında olan Adrien, yoksullukla geçen hayatından bıkmıştır ve zengin olma hedefiyle arkadaşı Mihail’in yanına gitmek ister. Bir pasaportunun olmaması yurt dışına çıkmasının önünde büyük bir engeldir. Buna rağmen aldığı riski umursamadan İskenderiye’ye giden bir gemiye atlar. Yolculuk sırasında Musa adında Yahudi asıllı bir adamla tanışır.

Musa, Mısır’a yolculuk yapmaktadır. Kızını bulmak ve onu kaçtığı adamın elinden kurtarmak tek isteğidir. Kızının gerçekte zengin olmadığını bilmemektedir. Yol boyunca Adrien ile Musa iyi bir dostluk kurar. Dostunun, kızını bulması için elinden geleni yapmak isteyen Adrien, zengin olma hedeflerini bir süre ertelemeye karar verir. Sara’yı aramaya başlarlar ama ellerindeki adreslerin hiçbirinde bulamazlar. Onu en sonunda sefil ve harabe bir evde bulurlar. Sara’nın, iflas ettikleri yalanını söylemesine rağmen Adrien ve Musa buna inanmaz. Dönebilmeleri için gereken parayı toplayabilmek amacıyla bir otelde badana yapmaya başlarlar. Otelin sahibi onları kandırır ve alacakları paranın dörtte birini öder. Bu sırada Sara, sevgilisi Titel ile barışmak için bir adım atar.   Titel, ortağının Falconi adında zengin bir iş adamı olduğunu söyler ve herkesi yeni bir bar açacaklarını söyleyerek kandırır.

Titel’e inanarak Kahire’ye gelen Adrien, burada Mihail’i bulur fakat arkadaşından beklediği ilgiyi göremez. Mihail’in yaşlı bir kadınla birlikte olması ve paralarını alabilmesi için onunla evlenmeyi planlaması Adrien’in hiç hoşuna gitmez. Gel zaman git zaman, Titel’in yalanı gün yüzüne çıkar. Falconi’nin niyetinin Sara ile birlikte olmak olduğu ortaya çıkınca Sara bir hastalığa yakalanır. Adrien ve Musa, bir iş teklifi üzerine Beyrut’a giderler.

Zengin bir iş adamı olan Klein, onlara yardım etmek ister. Zenginlerin yaşadığı evlerin boyamasını ve süslemesini yapacaklardır. Bu sayede çok para kazanan Musa ve Adrien, paralarını Klein’ e emanet etmektedir. Olanlardan haberdar olan Sara ve Titel, Beyrut’a doğru yola çıkarlar. Fakat bir zaman sonra Klein de onları dolandırarak hak ettikleri parayı vermez. Birde üstüne, Titel’in nüfuslu tanıdıklarını kullanarak sınır dışı ettirir. Musa sınır dışı edilmesiyle yaşadığı yere geri dönme kararı alır. Bu sırada Sara ile Klein nişanlanır. Sara’nın kötü yola düştüğünün duyulmasıyla Musa’nın evlenmek üzere olan diğer kızının nişanı bozulur. Musa’ya yaşadıkları çok ağır gelir ve üzüntüsünden ölür.

Günbatısı: Aradan 5 yıl geçer ve Adrien İskenderiye’de Sara’yı tezgahtarlık yaparken görür. Sara’nın eski güzelliğinden eser kalmamıştır. Bir süredir Şam’da yaşayan Adrien, Simon adında biriyle tanışır ve beraber tabelacılık işine girerler. Bu işten iyi kazanç elde etmektedir. Fakat hem memleket özlemi çeker hem de Shakespeare isminin dahi duyulmadığı bir yerde yaşamak istemez. 1908 yılında oraya geri dönme imkanı bulur. Arkadaşı Mihail ile tekrar bir iş tuttururlar. Üçkağıtla dahi olsa iyi para kazanmaları onu mutlu etmektedir. Mihail, ilerlemiş olan hastalığı sebebiyle bir gemi yolculuğunda iken ölür. En yakın arkadaşını kaybetmenin acısı Adrien’i derinden etkiler. Balkan Savaşı yıllarında Bükreş’te yaşamaya başlayan ve siyasete atılan Adrien, devrimci olduğu için tutuklanır.  En sonunda, özgürlüğüne kavuşmak için Paris’e doğru yola koyulur.

Romanın Kahramanları (Kişileri)

  • Adrien Zagrofi: Yoksul bir ailede büyümüştür. Zenginlik arzusuyla yaşayan biridir. Neredeyse çalışmadığı iş kalmamıştır. Yaşadığı şeylere rağmen saf ve iyi kalpli kalmaya çalışmıştır.
  • Musa: Altmış yaşlarında bir Yahudi’dir ve Adrien ile aynı mesleği yapmaktadır. Gerçek adı Moritz’dir. Kızının yaşattıkları sebebiyle üzüntüden ölür.
  • Sara: Musa’nın kızıdır ve ailesini bir sevda uğruna terk eder. O kadar saftır ki, sevgilisinin kötü niyetini bir türlü göremez.
  • Titel: Basit yollardan para kazanmak isteyen, Mısır’a kaçmış bir asker kaçağıdır.
  • Mihail: Zengin olma arzusuyla yanıp tutuşan biridir. Para için her şeyi yapabilir. Veremdir.
  • Simon Herdan: Yahudi bir esnaftır ve Adrien’e birçok konuda destek olmuştur.
  • Salomon Klein: Zengin, Yahudi bir iş adamıdır. Para kazanma hırsıyla her kötülüğü yapabilir.

Romanın İncelemesi

Akdeniz romanının incelemesi yapıldığında; ahlaksızlık, içki gibi kötü davranış biçimlerinin sonuçları vurgulanırken farklı din, dil ve ırklara sahip kişiler arasındaki hoşgörünün üzerinde durulduğu görülmektedir. Roman, sade ve akıcı bir üslupla yazılmış olmasına rağmen karmaşık bir olay örgüsüne sahiptir.

Ahmet Vefik Paşa Hayatı ve Eserleri

Ahmet Vefik Paşa

Ahmet Vefik Paşa Hayatı ve eserleri İstanbul’da 1823 yılında doğunca başladı. Babası Ruhittin efendi Yunanistan’dan İstanbul’a sonradan gelmiş göçmen bir ailenin ferdidir. Hariciye Nezaretin’ de  memurluk yapmıştır. Sanatçının büyük pederi Yahya Naci efendi döneminde, tercüme odasında çalışmış, ve tarihe de ilk Müslüman çevirmen olarak geçmiştir.

Bir aile geleneği olarak sanatçının aynı şekilde babası Ruhittin efendide, çeviri konusunda çalışmalar yapmıştı. Ve  Fransızca diline çok hakim birisiydi.

Sanatçı, Türk Edebiyat Tarihinde tanınmış şairlerimizden Abdülhak Hamid Tarhan’ın pederi Hayrullah bey ile kuzendirler.

Dolayısıyla aileden gelen bir alt yapıyla sanatçı yaşadığı dönemde hem çeviri, hem de dil zenginliği konusunda ustalaştı. Ahmet Vefik Paşa Moliere’den çevirileri en tanınmış eseridir.

Öğrenim hayatına 1831 senesinde İstanbul ilinde başlangıç yaptı. Sonraları babasının görevi gereği Paris’e tayini çıkınca, öğrenimine Saint Louis Le Grand lisesinde okuyarak devam etti. Ve başarıyla bu liseden mezun oldu.

Mesleki Kariyeri

Yunanca, Latince ve İtalyanca çok iyi bildiği Fransızca, diline ek olarak öğrendiği lisanlardır. İlk meslek hayatına ülkemizde, Tercüme Odası’nda memur olarak başladı. Kısa sürede kariyer basamaklarını tırmanırken, pasaport dairesinde müdürlük yaptı. 1847’de Tercüme Odası’nda baş çevirmen oldu. 1849 yılında ise başmümeyyiz oldu. Artık Reşit Paşa’nın gözdesi olmuştu.

Paşa tarafından kendisine Aydın’da bir çiftlik hediye edildi. Burada Alphonse de Lamartine’ ye rehberlik etme vazifesi ile yönlendirildi. Kendisi ünlü bir Fransız şairdi.

Tarih 1849’ u gösterdiğinde, yüksek yetkilerle Memleketeyn’e gönderildi. Burada komiser vekilliği görevini üstlendi.

Encümen-i Daniş  adı altında bilim kurulunda 1851 yılında görev aldı. Aynı yıl içerisinde Tahran’a elçi olarak 4 yıllığına gönderildi. Paşa’nın gittiği ülkelerin kültürlerini ve dillerini araştırmak gibi bir özelliği vardı. Dolayısıyla yaptığı karşılaştırmada, Türkçe dilinin diğer dillerden uzaklaştırılması yani, Ahmet Vefik Paşa Türkçülük düşüncesi kafasında oluştu.

1877’de Meclis-i Mebusan’ a üye olarak atandı. Ahmet Vefik Paşa Ve aynı dönem başkanlığa getirildi. Reşit Paşa’ya yakınlığı ile bilinen, sanatçı  Maarif Nazırı olarak başladığı göreve 1878 yılında Sadrazam ünvanı alarak devam etmiştir. Sadrazam ismini başvekil olacak şekilde yeniledi.

Göreve geldiği aynı yıl padişaha kumpas kuracağı fikrinin yayılmasından dolayı, bulunduğu konumdan alınıp kendisine Bursa valiliği görevi verildi. Üç yıl süren valiliği sırasında şehrin kalkınmasına sebep oldu. Hükümet Konağı, hastane, Belediye ve Tiyatro Binası yaptırdı.  Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatroları İstanbul vilayetinin haricinde, yapılan ilk tiyatro olma özelliğindedir.

Paşa 1882 yılında valilik vazifesinden uzaklaştırıldı. Sonrasında üç gün sürecek başvekillik görevine önce atanıp, sonra uzaklaştırma alınca başka bir yetki verilmedi.

Emeklilik yıllarında da boş durmayan Paşa bir kütüphane oluşturdu. Kütüphane çeşitliliğiyle ‘’İstanbul’un en zengin kütüphanesi’’ olarak ünlendi. 1891 senesinde hayata gözlerini kapattı.

Edebi Karakteri

Birden fazla dil bilen, bir çok ülke gezmiş Ahmet Vefik Paşa Hayatı ve eserleri incelendiğinde, tanınmış bürokratlarımızdan olmasının yanı sıra, Türk tiyatrosuna ilkleri kazandırmış önemli bir kişiliktir. Bu duruma Fransa’da yaşadığı dönemde, etkilendiği batı kültürünün katkısı büyük olmuştur. Paşa’nın diğer kişilik özellikleri aşağıda sıralanmıştır.

  • Fransa başta olmak üzere Batı tiyatrosu Paşa’yı fazlasıyla etkilemiştir.
  • Özellikle Bursa Valisi iken, sahnelenen oyunlarda olmak üzere bizzat kendisi, tiyatro adına her detayla ilgilenmiştir. Tiyatro sevgisini halka aşılamıştır. Moliere’i Türk halkına tanıtmıştır.
  • Moliere’ nin beş eseri Türk tiyatrolarına paşa tarafından çevirisi yapılarak oynatılmıştır.
  • Paşa Türkçülüğü benimseyip çevresindekilere bu fikri yansıtmıştır.
  • Tanzimat döneminde yaşamış ileri gelen aydınlarımızdandır. Klasisizm fikrini benimsemiştir.
  • Tiyatro eseri anlamında ilklerinden biri olan Moliere’nin ‘’Zor Nikah’’ adlı çalışması bir Fransız çevirisidir.
  • Yusuf Kamil Paşa’nın zamanında yazdığı ‘’Telamak’’ adlı çalışmasını ilk kez çevirisini gerçekleştirmiştir. Daha yalın ve duru bir dille eseri sevenlerine kavuşturmuştur.
  • Milli Eğitim Bakanı iken, bilhassa kız öğretmen okullarının açılmasına,böylece kız çocuklarının aydınlanmasına sebep olmuştur.
  • Tarihle paralel dil üzerinde de durmuş Bu anlamda Türk Milletine çok fazla emeği geçmiştir.
Ahmet Vefik Paşa Eserleri

Paşalığı döneminde Milliyetçi ve Türkçü bir yapısı olduğu gözlemlenen  Ahmet Vefik Paşa ve Eserleri oldukça sade bir Türkçe ile yazılmıştır.

Çevirileri :

Yabancı dil bilgisi fazla olduğunu bildiğimiz sanatçı eserlerine de bunu yansıtmıştır.

Hayatı boyunca bir çok çeviriye imza atmıştır. Moliere ile beraber Victor Hugo ve Voltaire’nin  eserlerinin de tiyatroda oynanmasını sağladı. Tiyatro çevirileri ve uyarlamaları şu şekilde sıralayabiliriz,

  • SAVRUK
  • TARTÜF
  • DON CİVANİ
  • DUDU KUŞLARI
  • KADINLAR MEKTEBİ
  • AZARYA
  • DEKBAZLIK
  • MERAKİ
  • TABİB-İ AŞK
  • ZOR NİKÂHI
  • ZORAKİ TABİB

Diğer Eserleri :

Sanatçının dil kitapları olduğu gibi tarih kitapları da yazmıştır. Türkçü ve Milliyetçi bakış açısıyla kaleme aldığı eserlerinde Türk Edebiyatına ışık olmuştur. Sade ve yalın bir Türkçe ile eserleri kaleme almıştır. Bazıları şu şekilde sıralanmıştır.

  •     Müntehabât-ı Durub-ı Emsal
  •     Hikmet-i Tarih
  •     Fezleke-i Tarih-i Osmani
  •     Secere-i Türkî
  •     Lehçe-i Osmanî

Lehçe-i Osmani : Türkçe ilk sözlük kitabıdır. Anlaşılması zor, ve eski dilde yazılan kelimelin açıklamasına yer verilmiştir.

Fezleke-i Tarih-i Osman-i : Lise ve dengi okullarda ders kitabı olarak yazılmıştır. Adından da anlaşılacağı üzere Osmanlı tarihini anlatmaktadır.

Şecere-i Türk Çevirisi: Çağatay halkının anlaşmak üzere konuştukları Türkçe ile yazılmış olan eser, sade bir Türkçe’ ye çevirisi yapılmıştır.

Ahmet Rasim Hayatı Eserleri

Ahmet Rasim

İstanbul ‘un Fatih İlçesinde, 1864 senesinde doğan Ahmet Rasim hayatı ve eserleri ile edebiyat dünyamıza damga vurmuş yazarlar arasında yer alır. Babası Bahattin Efendi o dünyaya gelmeden, yaşadıkları evi eşine ve çocuğuna bırakıp onlardan ayrılmıştır. Dolayısıyla kolay olmayan bir süreçte büyümüştür.

Menteşe oğulları sülalesinden gelen Bahattin Bey, arkasında bıraktıklarına bile bakmadan yuvasını bırakınca, onları enişteleri himayesine aldı. Bir süre Laz Mehmet beyden destek alarak yaşayan ana oğul onun vefatıyla birlikte adeta dalsız budaksız kalmışlardır.

Dönemin ağır koşulları ve şartlarında validesi bir başına oğlunu büyütmek durumunda kalmıştır. Ailecek çetin bir dönemeçten geçmelerine ve çoğu zaman, güçlüklere göğüs germek durumunda kalan Ahmet Rasim hiçbir zaman yılmamıştır.

Eğitimine yaşadıkları muhite bağlı mektepte başlarken, başarılı bir talebe olarak buradan mezun oldu. Takvimler 1875 yılını gösterdiğinde, o artık Darüşşafaka’ya başlamıştı. Ahmet Rasim basamakları hızla tırmanıyordu. Birinci olarak, 1883 senesinde Darüşşafaka’yı tamamladı.

İş hayatına, baba mesleği olan Posta ve Telgraf Nezareti’nde memur olarak başladı. Kariyer hayatına Maarif Nezareti Teftiş ve Muayene Encümeni olarak iki kez atanarak gerçekleşmiştir. Kısa bir süreliğine de eğitmenlik görevini üstlenmiştir.

TBMM serüveni 1927 – 1932 yıllarına denk düşer. Burada milletin vekilliği görevini başarıyla tamamlamıştır. İyi bir gazeteci olan Ahmet Rasim bu serüvene ilk olarak ‘’Tercüman-ı Hakikat’’ gazetesinde başlamıştır. 50 sene boyunca da görevi layıkıyla yapmıştır.

Çok yönlü bir sanatçı olan Ahmet Rasim hayatı ve eserleri incelendiğinde yaptığı birbirinden güzel besteleri de göze çarpmaktadır.  Bugüne kadar 42 bestesi şarkı olarak bilinip dinlenmektedir. Fakat bununla birlikte toplam 70 parçaya hayat vermiş ender kişiliklerdendir.

Hayatına pek çok yorum ve eseri sığdıran, sanatçının vefatı 1932 yılında İstanbul’da gerçekleşmiştir. Heybeliada Mezarlığına defnedilmiştir.

Edebi Karakteri

  • İlk kez Türk Edebiyatına Fıkra türünü katmıştır. Bu anlamda pek çok eseri vardır.
  • Ayrıca, hikaye roman, anı, gezi, tarih, coğrafya alanlarında da eserler yazmıştır.
  • Hatıra ve makale tarzında yazdığı yazılarda oldukça iyidir.
  • Fıkra sohbet tarzında ise, kendi zamanında ki hayat şartları, detaylı olarak ele alındığı görülmüştür.
  • Hüseyin Rahmi Gürpınar yazım şeklinden etkilendiği eserlerinde açıkça görülmektedir.
  • ‘’Boşboğaz’’ adlı dönemin dergisini Hüseyin Rahmi Gürpınar ile ortaklaşa kurmuştur.
  • Konuşma dilinde nezaket ve inceliği elden bırakmamış. İstanbul lehçesini oldukça sade bir nakışla yazılarında işlemiştir.
  • Yazılarında dikkat çeken taraf, sohbet havası içerisinde geçmesidir. Bu anlamda akıcılığı ile okuyucuyu kendisine çekmektedir.
  • Hayata bakış açısı her daim olumlu olduğu için, bunu eserlerinde de yansıtmıştır. Yazılarında komik bir dille adeta hayatla dalga geçmiştir.
  • Toplumu ve hayatı izleyerek ortaya çıkardığı eserlerde oldukça başarılıdır.
  • Romanlarında estetik olarak bir başarı elde edememekle birlikte, cep romanları diye bir yöntem geliştirmiştir.
  • Dönemin üstadı olan Zekai Dede’den müzik konusunda eğitim almıştır. 70 adet bestesi vardır.
  • Türk Edebiyatının dönemin siyasi durumlarından etkilenerek, batıya doğru kaymasını kabul etmemiştir. Servet-i Fünun edebiyatı ve bu edebiyatı savunanları tenkit etmiştir.
  • Özgürlüğüne düşkün olan sanatçı, yaşamı boyunca hiçbir edebi gruba katılmamıştır.

Ahmet Rasim Eserleri

Sanatçı yazmış olduğu pek çok eser içerisinde, Ahmet Rasim Falaka kitabıyla ünlenmiştir. Ahmet Rasim eser özetleri tamamı incelediğinde, mizahı ince bir şekilde işlemiştir. Eserlerinde serbest yazmıştır. Ahmet Rasim Eserleri değişik formlarda 140 kitabı bulunmaktadır.

Roman-Öykü

  • İlk Sevgili
  • Bir Sefilenin Evrak-ı Metrukesi
  • Güzel Eleni
  • Mesakk-ı Hayat
  • Leyâl-i Izdırap
  • Mehalik-i Hayat
  • Endişe-i Hayat
  • Meyl-i Dil
  • Tecârib-i Hayat
  • Afife
  • Mektep Arkadaşım
  • Tecrübesiz Aşk
  • Numune-i Hayal
  • Biçare Genç
  • Gam-ı Hicran
  • Sevda-yı Sermedî
  • Asker Oglu
  • Nâkâm
  • Ülfet
  • Belki Ben Aldanıyorum
  • İki Güzel Günahkâr
  • İki Günahsız Sevda

Hatıra

  • Gecelerim
  • Ömr-i Edebi
  • Eski Maceralardan
  • Muharrir, Şair, Edip
  • Falaka

Mensur Şiirleri

  • Çehre
  • Kitabe-i Gam

Fıkra- Makale

  • Külliyat-ı Say ü Tahrir
  • Şehir Mektupları
  • Tarih ve Muharrir
  • Cidd ü Mizah
  • Eşkâl-i Zaman
  • Gülüp Ağladıklarım
  • Muharrir Bu Ya

Tarih

  • Arapların Terakkiyat-ı Medeniyesi
  • Tarih-i Muhtasar-ı Beşer
  • Eski Romalılar
  • Terakkiyat-ı İlmiye ve Medeniye
  • Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi
  • İki Hatırat, Üç Şahsiyet
  • İstibdattan Hakimiyet-i Milliyeye

Seyahat

  • Romanya Mektupları

Monografi

  • Matbuat Tarihine Medhal: İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi

Tercüme

  • Edebiyat-ı Garbiyeden Bir Nebze
  • Cümel-i Hikemiye-i Ecnebiye
  • Cizvit Tarihi
  • Ezhâr-ı Tarihiye
  • Ürani
  • İki Damla Gözyaşı
  • Mathilde Laroche
  • La Dame aux Camelias
  • Karpat Dağlarında
  • Mızıkacı Yanko ve Kamyonka

Okul Kitapları

  • Yeni Usul Sarf-ı Farisî
  • Küçük Tarih-i İslâm
  • Küçük Tarih-i Osmanî
  • Yeni Usul Muallim-i Sarf
  • Osmanlı Tarihi
  • Hesab-ı Tedricî
Ahmet Rasim Eserlerine Dair Özetler

Eşkal-i Zaman: Sanatçı küçüklükte dahil olmak üzere tüm yaşamına dair kesitleri konu alarak eseri ortaya koymuştur.

Falaka: Küçüklüğünün geçtiği, mahalle okulunda yaşadığı durumlar, edindiği deneyimler ve arkadaşlıklardan bahsetmiştir.

Gecelerim: Ramazan ayında İstanbul ‘ da yaşanan hareketli akşamlar ve geceleri, işlenmiştir. Özellikle Şehzadebaşı’nda yapılan etkinlikler anlatılmıştır.

Sanatçı dışa dönük mizahi ve renkli bir kişilikti. Türk Edebiyatına katkıları büyüktür.

Ahmet Muhip Dıranas Hayatı ve Eserleri

Ahmet Muhip Dıranas

Şair Sinop iline bağlı Salı köyünde 1909 yılında doğdu. Ankara Erkek Lisesini bitirdi. Hocalarından Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar kendisine şiir sevgisini aşıladılar. Liseyi bitirdikten sonra Ahmet Muhip Dıranas 1930 – 1935 yılları arasında Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde görev aldı.

Ankara Hukuk Fakültesine 2 yıl okuduktan sonra, İstanbul’a döndü. Edebiyat fakültesi Felsefe bölümü

nü okuyup mezun oldu. Akabinde ise, Güzel Sanatlar Akademisi Kütüphane Müdürlüğü görevini üstlenmiştir. Peşi sıra Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesinde resim yardımcılığında bulunmuştur.

Ankara’ya 1939 yılında dönüş yaparak, Halkevleri Kültür ve Sanat yayınlarını yönetti. 1957 – 1960 yıllarında ise  Ankara’da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü, ve Kurum Müdürlüğü vazifesini yapmıştır.

İzleyen yıllarda, İş Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurul Başkanlığı, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyeliği yapmıştır. Bir dönem politikaya girip ‘’Zafer’’ gazetesinde yazı kaleme almıştır.

Milletvekilliği adaylığına ‘’DP’’ partisinden birkaç kez adaylığını koymuş olsa da gerekli çoğunluğu elde edememiştir.

1926 yılında ‘’Milli Mecmua’’ dergisinde  Muhip Atalay imzasıyla yayımlanan ilk şiiri ‘’ Bir Kadına’’ dır. 1940 nesline Yedi Meşaleciler’i aktaran Cahit Sıtkı Tarancı gibi şiirlerinde sesi ön plana çıkardı.1974 yılında İş Bankası Kültür Yayınlarında, Ahmet Muhip Dıranas Şiirleri ‘’Şiirler’’ adı ile çıktı.  Bununla birlikte ,Tevfik Fikret’in ‘’Rübab-ı Şikeste’’ eserini Türkçeye çevirip İş Bankası Yayınları aracılığıyla ‘’Kırık Saz’’ olarak yayınlanmasına vesile olmuştur. Sanatçının zaman, zaman şiirlerinde Türkçülük yanı da ağır basar. Sanatçı 21.06.1980 yılında Ankara’da vefat etmiştir.

Edebi Karakteri

Şair şiirlerinde tıpkı Cahit Sıtkı Tarancı gibi, uyum ve sese önem vermiştir. ‘’Kar’’ şiirinde örneğin sesi ön plana çıkarırken, ‘’Olvido’’ şiirinde anlam ve sesi birbirine baskın kılmamıştır. Halk şiir geleneğinden asla uzaklaşmayan Ahmet Muhip Dıranas belirgin edebi şiir kişiliği şu şekilde devam eder,

  • Sanatçı Fransız Sembolist şiirlerini halk şiiri ile birleştirip ortaya farklı ve güzel eserler çıkarmıştır. En sevdiği şairler Baudlaire ve Verlaine iken, bu şairlerin yazım üslubundan aynı zamanda etkilenmiştir.
  • Şiirlerinde hece vezni, kafiye, nazım gibi şiirin biçimsel yapısından uzaklaşmamıştır.
  • Az şiir yazmıştır belki. Fakat şiirlerinde Halk diline yer veren şair günlük konuşma diliyle şiirleri kaleme almıştır.
  • Şiirlerinde genellikle konu, doğa, güzellik, yaşama sevinci, aşk umut ya da umutsuzluk olmuştur. Bu konuları da mecazlı ve destansı bir dille işleyerek okuyucuya sunmuştur.
  • Şair şiirle birlikte tiyatro dalında da eserler vermiştir. Bilinen en ünlü eserleri, Fahriye Abla ve Olvido, Kar ve Serenad’ tır.
  • Sembolizmin etkilisiyle çoğu şiirini yazmıştır.
  • Hece şiiri son nesil şairlerinden olan sanatçı genellikle batı şiirine yakınlığı ile tanınır. Hayatı boyunca Ahmet Hamdi Tanpınar gibi az şiir yazmış olsa bile, şiirleri belleklerde etkin bir iz bırakmıştır. Öyle ki elli yıl sonra bile kitap haline getirilmiştir.
  • Sadece Ahmet Hamdi Tanpınar değil, Ahmet Haşim’in şiirlerinin tesiri altında da kalmıştır. Fakat tüm bunları sentezleyip, kendisine özgü bir şiir tarzı oluşturmuştur. 
  • Şiirlerinde anılar, doğa ve aşk çok farklı bir şekilde işlenmiştir.
  • Sanatçı şiirlerinde kişiye özgü bir biçimde konuları ele almıştır.
  • Çıkarmış olduğu eserlerin tamamında lirik şiirin etkisinden uzaklaşmamıştır.
  • Sanatçının zaman, zaman şiirlerinde Türkçülük yanı da ağır basar. Konuşma dilinin dışında tasavvuf ve divan şiirinin tesirinde kalarak eserler üretmiştir.

Ahmet Muhip Dıranas Eserleri

Ahmet Muhip Dıranas yaşadığı dönem boyunca çeşitli yerlerde yöneticilik yapmanın yanı sıra, yazdığı az ve güzel eserleri şu şekildedir.

Şiirleri :

  • Şiirler
  • Kırık Saz

Oyunları :

  • Gölgeler
  • Böyle İstemezdi

Çeviri Oyun :

  • Aptal

İnceleme :

  • Fransa’da Müstakil Resim

Şiir çevirisi :

  • Çalar Saat

ŞAİRİN ŞİİRLERİNDEN BAZILARI:

  • Fahriye Abla
  • Serenad
  • Bayrak
  • Olvido
  • Her Günkü Şarkım
  • Büyük Olsun
  • Kar
  • Ayaklar
  • Bahar Şarkısı
  • Şehrin Üstünden Geçen Bulutlar
  • Ben Bir Yıldızım
  • Titrek Bir Damladır
  • Sen ve Gökyüzü
  • Denizi Özleyen Çocuklar
  • Yaz Göç Ediyor
  • Yeni Bir Yaz Umudu
  • Evreni Sevmek Ki
  • Son Bulut Sıyrılınca
  • Denizi Özleyen Çocuklar
  • Ülker’in Gözleri
  • Esenlik Size
  • Parkta Serenad
  • Yağmur, Gül ve Eller
  • Her şey Uzaktadır

Ahmet Muhip Dıranas Fahriye Abla şiiri, güzel ve etkileyici fiziğiyle bir kadına duyulan ilginin, komşu kızı olan Fahriye ablada hayat bulmasıdır. Ona duyulan ilgi, tutku ve merakı içerir.

Şair yalnızlığını unutmak üzere saflık ve temizliği sembolize eden ‘’kar’’ sözcüğünden çokça şiirinde istifade etmiştir. Ahmet Muhip Dıranas Kar şiirinde özlem duygusunu, bir kış ayında yağan kardan etkilenerek dizelerine dökmüştür.

Uzun dizelerden oluşan Ahmet Muhip Dıranas Olvido şiirinin tamamı incelendiğinde yalnızlıkla beraber oluşan, pişmanlıklar, hüzün geçmişe duyulan özlem ve aşk temalarıyla dolu olduğu gözlenir…

‘’Serenad’’ şiirindeki dizelerde sanatçı aşkına duyduğu ilgi sevgi ve beklentiyi kapısında ona yaptığı yakarışlarla okuyucusuna duyurmaktadır.

Sanatçı unutulmaz eserleri ve katkılarıyla Türk Edebiyat Dünyasına renk vermiş bir şairdir. Mecazlı ve destansı dilde yazdığı eserleri unutulmayacak klasiklerden oluşmaktadır. Sembolizmin etkisiyle yazdığı şiirlerinde Fransız şiirlerinden de oldukça etkilenmiştir.

Ahmet Mithat Efendi Hayatı ve Eserleri

Ahmet Mithat Efendi

Ahmet Mithat Efendi 1844 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş olup, yine 28 Aralık 1912’ de İstanbul’da vefat etmiştir. Babasını takriben 6/7 yaşlarında kaybedince, Vidin’ de kaza müdürü olarak görev yapan ağabeyinin yanına götürüldü. İlk Öğretim Okuluna burada başladı. Fakat ağabeyi görevi gereği İstanbul’a dönünce, Tophane Sıbyan Mektebinde öğrenimine devam etti. Daha sonraki yıllarda ağabeyinin Niş’e ataması yapılınca onunla birlikte, Niş Rüştiyesinde okuma fırsatı bularak Orta Öğrenimini tamamlamıştır. Tuna Vilayeti Mektebi Kaleminde 1863 yılında memuriyete başlamıştır.

Ahmet Mithat Efendi Şark kültürü ile ilgili çalışmalarıyla birlikte Arapça Fransızca ve Farsça dersi aldığı bu yıllarda ‘’Tuna’’ gazetesinde yazılar yazıyordu. Nihayetinde yayınlanan yazıları ve çabası Tuna Valisi Mithat Paşa’nın ilgisini çekti. Ona kendi ismi olan Mithat adını verdi. Kendisini Sandık Eminliği görevine getirdi. 1869 yılında Bağdat Valiliğine atanınca Paşa, değer verdiği Sandık Eminini yanında götürdü.

Ahmet Mithat Efendi Vilayete bağlı ‘’Zevra’’ adlı gazetenin yayımına devam ederken ilk kitaplarını çıkardı. Hâce-i Evvel ve Kıssa’dan Hisse’yi çıkardı. Başarılı kariyeri devam ederken, burada ağabeyini kaybetti. 1871 yılında onun vefatıyla birlikte ailesini yanına alarak İstanbul’a döndü. Ve ailesinin nafakasını kazanmak üzere, evinde basımevi kurarak, yayıncılığa devam etti. Aynı zamanda Ceride-i Askeriyye ve Basiret gazetelerine makaleler yazdı. Bu dönemde Türk Edebiyatı’nın İlk hikâye derlemelerinden olan ‘’Letaif-i Rivayet’’ adlı eseri çıkarmıştır.

‘’Dağarcık ve Kırk Ambar’’ dergileri ile ‘’Devir ve Bedir’’ gazeteleri 1873 – 1876 yıllarında yayınlandı. Bu süreçte Namık Kemal ile karşılaştı ve tanıştı. Yayınladığı ‘’ İbret ‘’ gazetesinin daimi yazarı olarak göreve başladı. Dönemin liderlerinden Abdülaziz’in, Meşrutiyet yönetimini savunan aydınları sindirmek gibi bir özelliği vardı. Dolayısıyla Dağarcık dergisinde bir inceleme yazısında yayımlanan darvinizm yazısının dinsizliği savunan bir düşünce olduğu kabul edilip yazar, Rodos’a sürgün edilmiştir.

Ahmet Mithat Efendi Abdülaziz’in vefat etmesi, 5. Murat’ın padişah olması ile beraber aftan yararlanarak İstanbul’a geri döndü. Sürgün yıllarına kadar ki dönemi ve sonrasını anlattığı ‘’Menfa’’ adlı eserinde Osmanlı’nın değişen yönetim tarzını eleştirmiş, ‘’Üssü İnkılap’’ adlı eseriyle dönemin padişahı 2. Abdülhamit’i överek kendisinin takdirlerini kazanmıştır.

Ahmet Mithat Efendi 1878 de basmaya başladığı Tercüman-ı Hakikat gazetesi yayını Osmanlı basın geçmişinin en uzun yayıncılığıdır. Yazar, 2. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte emeklilik döneminde Darülfünun’ da tarih ve felsefe eğitmenliği yapmış, ilerleyen zamanda Darüşşafaka’ ya geçmiştir. Öğretmenlik vazifesi devam ederken de hayata gözlerini kapatmıştır.

Ahmet Mithat Edebi Şahsiyeti

Roman ve hikâye dalında pek çok eser vermiş olan yazar, modern ve sade bir üslup kullanarak eserlerini tamamlamıştır. Aynı zamanda Ahmet Mithat Efendi çıkardığı gazeteler ile edebiyat dünyasında oldukça bilinen bir yazar ve yayıncımızdır. Kendisinin bilinen diğer edebi kişiliği hakkında bilgi aşağıda yer almaktadır.

  • En önemli yanı Roman ve Hikayecilikte yayınladığı eserleridir.
  • Ahbar-ı Asara, Tamim-i Enzar adlı kitaplarında garp roman çeşidinin gelişimi, var olan durumunu, detaylı bir şekilde açıklamıştır.
  • Didaktik eserler meydana çıkararak sade bir dille yazdığı yazılarında toplumun dikkatini çekmiştir.
  • Eserlerinin sonunda toplumun sosyal edebiyat anlayışına bağdaşması açısından, romanların sonu genellikle iyiler kazanıp, kötülerin kaybetmesiyle sonuçlanır.
  • Batı romanlarından çabuk manipüle olduğu için hemen akabinde benzeri eserler veren yazar kendisinden sonra gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ ada ilham olmuştur.
  • Ahmet Mithat Efendi kimi zaman okuyucunun dikkatini istenilen konuya çekmek için ,ona yazılarında seslenerek diyalog kurar.
  • Eserlerinde öğretici bir üslup kullanılmıştır.
  • Eserlerinde döneminde moda olan romantizm, realizm ve natüralizmin etkisinde kalmıştır.
  • 1874-1910 yılları arasında yazdığı romanları Tanzimat’ın ikinci dönemine denk düşmektedir.
  • ‘’Dekadanlar’’ tenkid konusunda yazılmış önemli bir eseridir.
  • ‘’Müsabaka-i Kalemiyye: İkram-ı Aklam’’ klasikler işlenmiş. Türk Edebiyat dünyasında da bu konu ilk kez ele alınmıştır.
  • Gazetecilik ve dergi yayıncılığını birlikte yürütmüştür.
  • ‘’Müşehedat’’ natüralist yaklaşımda en önemli eseridir.
  • ‘’ Bahtiyarlık’’ adlı eseri kent ve köy yaşamını karşılaştırmış. Köy toplumsal bir unsur olarak işlenmiştir.
  • ‘’Jöntürk’’ adlı son eseri 1908 Meşrutiyet yılını anlatır.

  Ahmet Mithat Efendi’nin Eserleri

Türk Edebiyat dünyasında sunmuş olduğu eserler incelendiğinde, Ahmet Mithat Efendi romancılığı kendi klasmanında ilklerde yer almaktadır. Bilindik romanlarından bazıları aşağıda sıralandığı gibidir.

Romanları

  • Hasan Mellâh yâhud Sır İçinde Esrar
  • Dünyaya İkinci Geliş yâhud İstanbul’da Neler Olmuş
  • Hüseyin Fellah
  • Felatun Bey ile Rakım Efendi
  • Karı-Koca Masalı
  • Paris’de Bir Türk
  • Çengi
  • Süleyman Musûlî
  • Yeryüzünde Bir Melek
  • Henüz On Yedi Yaşında
  • Karnaval
  • Amiral Bing
  • Vah! 1882
  • Acâib-i Âlem
  • Dürdâne Hanım
  • Esrâr-ı Cinâyât
  • Cellâd
  • Volter Yirmi Yaşında
  • Hayret
  • Cinli Han
  • Çingene
  • Demir Bey yâhud İnkişâf-ı Esrâr
  • Fennî Bir Roman Yâhud Amerika Doktorları
  • Haydut Montari
  • Arnavutlar-Solyotlar
  • Gürcü Kızı yâhud İntikam
  • Nedâmet mi? Heyhât
  • Rikalda yâhut Amerika’da Vahşet Âlemi
  • Bir Acîbe-i Saydiyye
  • Taaffüf
  • Gönüllü
  • Eski Mektûblar
  • Mesâil-i Muğlaka
  • Altın Âşıkları
  • Hikmet-i Peder
  • Jön Türkler

Hikayeleri

  • Kıssadan Hisse (1870)
  • Letâif-i rivayet
  • Suni’fi Zann
  • Gençlik
  • Esâret
  • Teehhül
  • Felsefe-i Zenân
  • Gönül
  • Mihnetkeşân
  • Firkat
  • Yeniçeriler
  • Ölüm Allâhın Emri
  • Bir Gerçek Hikâye

Oyunları

  • Eyvah
  • Açık Baş
  • Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski Medeniyeti
  • Zuhur-ı Osmaniyan
  • Çengi
  • Çerkeş Özdenler
  • Fürs-i Kadim’de Bir Facia yahut Siyavuş

Dil Kitapları

  • Durub-ı Emsal-i Osmaniye Hekimiyatının Ahvalini Tasvif

Tarih

  • Kainat
  • Üss-i İnkilab
  • Tarih-i Umumi
  • Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide
  • Tedris-i Tarih-i Edyan
  • Tedris-i Tarih-i Umumi

Ruhbilim

  • Nevm ve Hâlât-ı Nevm (1881)
  • İlhamat ve Tagligat (1885)

İktisat, tarih coğrafya edebiyat ve ziraat alanında pek çok eseri olan yazar, batı kültürünün ilim ve sanatını anlatırken, Osmanlı’nın da ahlak yapısının her daim saklı kalmasını savunmuştur. Genç yazarların yanında yer alırken, dilin yalınlığından hiçbir zaman taviz vermemiştir.

Ahmet Kutsi Tecer Hayatı ve Eserleri

Ahmet Kutsi Tecer

Cumhuriyet dönemi yazar ve şairlerimizden Ahmet Kutsi Tecer 04.09.1901 yılında Kudüs’ de dünyaya gözlerini açmış 23.07.1967 yılında ise İstanbul’da hayata gözlerini kapatmıştır. İstanbul Darülfünunu Felsefe bölümünü 1929 yılında bitirdi. İş hayatına Edebiyat Öğretmenliği ile başlamış olup, Edebiyat öğretmenliğine paralel olarak Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi üyeliğinde de bulunmuştur. 1931 yılında Sivas’ da ‘’Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurdu. Böylelikle halk müziğinin tanınmasına bu müziğin okullarda ders olarak okutulmasına ve radyolarda dinlenmesine sebep oldu. 1942 ile 1946 yılları arasında milletvekilliği görevi yapmıştır. 1949 ile 1951 yıllarında Fransa’da talebe müfettişliği görevinde bulundu. Yine bu yıllarda Unesco Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Yurda dönüş yaptıktan sonra, emekli olduğu 1966 yılına kadar Galatasaray Lisesi, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Belediye Konservatuarında öğretmenlik görevini yapmıştır.

Sanatçı eserlerine şiirle başlamıştır. Dergah ve Milli Mecmua dergilerinde 1921 yılında şiirleri yayınlandı. Takip eden zaman diliminde ise ’’ Varlık, Oluş, Yücel ’’ ve yönetimini kendisinin yürüttüğü ‘’Ülkü’’ gibi dergilerde eserleri yayınlanmaya devam etti. Şair, 1932 yılında tüm şiirlerini ‘’Şiirler’’ adlı kitabında derleyip yayınlamıştır.

Şair eserleri incelendiğinde, hece ölçüsünü şiirlerinde ağırlıklı olarak kullandığı gibi, lirik şiirle de duygularını yansıtmış. Zaman, zaman ulusal duyguları da şiirlerinde ön plana çıkarmıştır. Ahmet Kutsi Tecer sadece Halk edebiyatı ile kalmayıp, Divan Edebiyatı’nda ritmik bir biçim olan ‘’müstezat’’ hece uygulamasını da şiirlerinde başarıyla uygulamıştır. Şiirlerinde ana tema halktır. Dolayısıyla saz şiirini ve âşık tarzının bütün detaylarını inceleyip folklor değerleriyle harmanlamıştır. Böylece Ulusal şiirler yazmış. Kısa sürede de bu anlamda başarılar elde etmiştir.  Ortaya çıkarmış olduğu eserlerinde bu folklorik değerlerde yazılan şiirleri tüm çıplaklığıyla görmekteyiz. Öyle ki kendinden sonra gelen pek çok şaire de bu anlamda ilham olmuştur. Özellikle Sivas’a Milli Eğitim Müdürü olarak tayini çıktığında, folklor merakını gidermek için tüm kuruluşlardan yararlanmış. Çok başarılı eserleri peş peşe burada yazmıştır. Bu şehri çok seven şair Sivas’ın Deliktaş köyünde olan Ruhsati’ nin bir şiirinde geçen Tecer dağının ismini kendisine soyadı olarak almıştır. Ulusal değerlere verdiği önemi sonrasında çıkardığı oyun yazarlığında da sergilemiştir.

Şair tiyatro oyunlarının ana temaları, Türkçe’yi şiir tarzında bir dile dönüştürüp, Türk toplumunun batı karşısındaki özentisini diyalektik olarak incelenmesidir. Şair, Avrupa’da edindiği bilgileri memleket sevgisi ile birleştirip bu anlamda aydın biri olarak eserleri ile kendisinden sonra geleceklere de  ışık olmuştur.

Eski Türk oyunları, Köylü Temsilleri ve orta oyunları ile ilgili Ahmet Kutsi Tecer önemli incelemelerde bulunmuş. Sonrasında bunları derleyerek, Türk halkına tiyatro oyunları şeklinde sunmuştur.

Edebi Karakteri

Türk Edebiyatına katkısına bakıldığı zaman Ahmet Kutsi Tecer, edebi kişiliği hakkında rahatlıkla şöyle düşünebiliriz.

  1. İlk eserlerinde ıstırap, aşk ölüm konularını işlerken daha sonraları Faruk Nafiz Çamlıbel’ den etkilenmiş ve memleket şiirleri yazmaya başlamıştır.
  2. Memleket şiirleri yazarken köylerden esinlenmiş, bu şekilde yıllarca çok fazla şiir yazarak, pek çok şaire de ilham olmuştur.
  3. Şiirlerinde ana tema, destanlar, türküler, gelenek-görenek ve efsanelerdir.

Şiirlerinde yalın olmaktan geri durmamış abartıdan uzak, saf bir dille yazmış, hece ölçüsüne her daim bağlı kalmıştır.

  1. Aşık Veysel, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi büyük üstatları hayatlarını ve eserlerini tüm yurtta tanıtımına büyük katkılar sağlamıştır.
  2. Sanatçı yalnızca şiir dalında eserleri yayınlamamış. Aynı zamanda, araştırma tiyatro ve inceleme dalında da takipçilerine eserler sunmuştur.
  3. Didaktik şiirlerle birlikte lirik şiir yazımını da önem vermiştir.
  4. Türk Halk şiirinden uzaklaşmamış, bu motifi sürekli kullanmıştır.
  5. Ziya Gökalp’ den manipüle olmuş. Özellikle ‘’halka doğru ilkesini’’ şiirlerinde uygulamıştır.
  6. Türk halk şiirini araştırmakla kalmayıp, topluma empoze edip yayılmasına da sebep olmuştur.
  7. Tiyatro türünde de eserler yayınlamış olup, konularını genellikle halk biliminden istifade ederek yazmıştır. Zaman, zaman orta oyunu tekniğinden de yararlanmıştır.

Eserleri

ŞİİR:

  1. Şiirler – 1932
  2. Tüm Şiirleri – 1980

OYUNLARI:

  1. Yazılan Bozulmadan -1947
  2. Köşebaşı – 1948
  3. Köroğlu – 1949
  4. Beş Mevsim – 1957
  5. Bir Pazar Günü – 1959
  6. Satılık Ev – 1961

İNCELEMELERİ :

  1. Sivas Halk Şairleri Bayramı – 1932
  2. Köylü Temsilleri – 1940
  3. Türk Folklorunda Sosyal Mesele – 1969

ŞAİRİN BAZI ŞİİRLERİ:

  1. Nerdesin
  2. Orda Bir Köy Var Uzakta
  3. Ilgaz Dağlarından
  4. Seni Seviyorum Demek İsterdim
  5. Halay
  6. Besbelli
  7. Tabiat Odam
  8. İhtiyar Aşık
  9. Eğer Bir gün Ölürsem
  10. Konya Destanı
  11. Kır Uykusu
  12. Çıngırak
  13. Anneler
  14. Bir Gün Edirne’ye Gelirsen
  15. Kerem
  16. İyi Uykular

Eserlerine bakıldığında en çok tanınanı Ahmet Kutsi Tecer Orda bir köy var uzakta olarak bilinir. Şair burada memlekete havasına duyulan özlemi, umudu ve beklentiyi naif ve dokunaklı bir şekilde işlemiştir. Ayrıca Ahmet Kutsi Tecer Nerdesin şiiri de unutulmayanlar arasındadır. Şair bu şiirinde de onu uykularından eden büyük bir sevginin beklentisi ve umudu içindedir.

Türk halk şiirine olan değerli katkıları unutulmayacak olan sanatçı, dönemin araştırmacı, naif ve romantik şairlerindendi.

Aganta Burina Burinata (Halikarnas Balıkçısı)

Aganta Burina Burinata

Aganta Burina Burinata, Cevat Şakir Kabaağaçlı yani namı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın 1946 yılında yazılmış olan ilk ve en bilinen eseridir. Fransızca bir denizcilik terimi olan Aganta Burina Burinata, anlamını “ Serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tut” deyiminden almıştır. Romanın genel özellikleri, Halikarnas Balıkçısı’nın diğer eserleriyle benzerlik göstermektedir. Eserde denizcilerin zorlu yaşamı, denizin büyüleyici oluşu, denize olan derin sevgi ve balıkçıların zorlu hayat şartlarına değinilmiştir. Romanda deniz, ana kahraman olarak gösterilmiş, bu sebeple ilk yayımlandığı zaman büyük ilgi görmüştür. Cevat Şakir Kabaağaçlı da, eserleri dışında çarpıcı hayatıyla (babasını katletmesi ve sürgün edilmesi) yaşadığı dönemde adından çokça söz edilen bir yazardır.

Romanın Konusu

Mahmut, çocuk yaştan itibaren denizci olmak isteyen bir gençtir. Romanda Mahmut’un hedefine ulaştıktan sonra toprak işleri ile uğraşmak içine köyüne geri dönmesi ve denizciliği bırakması anlatılır. Bu sebeple Aganta Burina Burinata romanının konusu, Mahmut adlı karakterin toprak ve deniz arasında yaptığı tercihtir.

Romanın Özeti

Aganta Burina Burinata romanının özeti, Mahmut ve babası Süleyman Kaptan’ın Milas’a gitmesiyle başlar. Milas’ta yaşayan dostları Bakkal Fehmi’nin yanına uğramaya karar verirler. Süleyman Kaptan’ı çok değişmiş bulan Bakkal Fehmi, onun hayat neşesi ve canlılığını kaybettiğini düşünür. Süleyman Kaptan, yaşadığı talihsiz olayı anlatır.

İstemeden de olsa kardeşi Davut’un ölümüne neden olmuştur. Davut, bir süre önce Süleyman Kaptan’ın kayığına tayfa olarak girmiştir. O gün yaşanan büyük fırtına sonucunda, herkesin yere yatmasına rağmen Davut, geminin yürümesini sağlamak için dümende kalmaya devam eder. Adeta kendisini feda etmiştir. O sırada büyük bir talihsizlik yaşanır. Rando maçosu sıkı sabitlenmediği için rüzgarda savrularak Davut’un kafasını uçurmuş ve hayatını kaybetmiştir. Süleyman Kaptan’ın üzerine Davut’un cansız bedeni düşer ve kan her tarafa bulaşır. Zaman ilerledikçe cesetten yayılan koku nedeniyle cesedi denize atmak durumunda kalırlar. Bu kazanın suçlusu olarak kendisini gören Süleyman Kaptan, parçayı sıkı bağlamadığı için Davut’un ölümüne sebep olduğunu düşünür. Denizi, kardeşinin bir mezarının dahi olmasına mani olduğu için hiç affetmez. Mahmut’un denizci olmasına bu nedenle karşı gelmektedir. Bakkal Fehmi duyduklarına çok üzülür. Ertesi gün Bodrum’a dönmeye karar verirler.

Oğlunu Kirpi Halil’in yanına çırak olarak veren Süleyman Kaptan, oğlunun burada denizcilikten uzak kalacağını düşünür. Fakat tam bir deniz aşığı olan Kirpi Halil, hep denizden konu açmaktadır. Ayakkabıları tamir ettiği sırada denizcilik terimlerinden bahsederek Mahmut’a göstermektedir. Halil’in anlattıkları, Mahmut’u çok etkilemektedir. Mahmut gittiği mektebi ve öğretmenini hiç sevmez, anlattıklarını öğrenmemekte direnir. Bu yüzden hep uyarı alır, bazen de öğretmeninden dayak yemektedir. Öğretmeni ders anlatırken Mahmut, kafasında denizi düşlemektedir. Fatma Mahmut’un hem yakın arkadaşı hem de komşularının kızıdır ve onun bu durumuna çok üzülmektedir.

Bir gün Mahmut mektepte dayak yer. Fatma yanına gelir ve babasının balığa çıkacağını, onun da gelebileceğini söyler. Mahmut çok mutlu olur ve kabul eder. Gece yarısı denizde balık tutmak için çok heyecanlı olan Mahmut, babasını çok zor ikna eder. Denize kavuşmak için çok heyecanlı olmalarına rağmen fırtına çıkması nedeniyle fazla balık yakalayamazlar ve sabaha karşı karaya varabilirler. Mahmut, denizin bu yüzü ile ilk defa karşılaşır. Ama bu hissi çok uzun sürmez, denizin vazgeçemeyeceği bir şey olduğuna karar verir. Babasının denize olan öfkesini umursamadan mektebi bırakmaya karar verir. Babasının uzun süreli çıkacağı seferi fırsat bilerek küçük amcası Hakkı Reis’in gemisine dahil olur. Burada geçirdiği zaman içerisinde çok şeye şahit olur. Özellikle, fırtına sebebiyle hayatını kaybetmiş tayfaların denize atılması onu derinden etkiler. Amcasının gemideki çalışanlara ve kendisine karşı üstten bakan tavrı bazen canını sıkmaktadır.

Denizde olduğu sırada annesinden bir mektup alan Mahmut, gemisiyle beraber seferde olan babasının öldüğünü, tüm mal varlığı olan gemisinin battığını ve evin başında artık kendisinin durması gerektiğini öğrenir. Mahmut üzüntüden kahrolur. Babasının, onu denizde gördüğü zamanki mutsuz bakışlarını hatırlar ve gözyaşlarını tutamaz. Artık annesine kol kanat germek zorundadır. Fakat kazandığı parayla annesine bakması imkansızdır. Amcasının cimri olduğunu düşünür ve bir gün onunla tartışarak gemiyi terk eder. Farklı gemilerle farklı seferlere çıkmaya başlayan Mahmut, annesini de kaybeder. Zaman geçtikçe denizinin kasvetli yüzünü daha fazla tecrübe etmiştir. Yaşadığı yeri, durağan hayatını ve Fatma ile izdivacı düşlemeye başlar. Memleketine dönme kararı alması çok uzun sürmez.

Mahmut, geri döndüğünde hiçbir şeyin aynı kalmadığını görür. Fatma’yı arar fakat bulamaz. Kötü bir şeyler olduğunu düşünür ve nihayet Fatma ile karşılaşır. Fatma, bir balık seferinde yaralanmıştır. Adamlar, onu zorla kötü emellerine dahil etmek istemişler fakat başaramayınca yüzüne kurşun sıkmışlardır. Mahmut, yüzünün yarısı parçalanmış ve bir gözünü kaybetmiş olsa da Fatma’yı sevmekten vazgeçmez. Onun evlenmek istediğini dile getirir ama Fatma daha sonra konuşmak istediğini söyler. Mahmut’un hayatını mahvetmemek için ertesi gün köyden ayrılır.

Mahmut, Fatma’yı çok arar fakat bulamaz. Kendini yeniden denize adamaya karar verir ancak bir teklif alır. Zeynel Ağa köyün en varlıklılarındandır ve Mahmut’un kızı Ayşe ile evlenmesini ister. Mahmut, çok sevdiği denize veda etme kararı alır. Ayşe ile evlenirler ve başlarda çok mutlu olmuşlardır. Doğmamış çocuklarını kaybetmeleri ikisini de derinden yaralar. Denize her şeye rağmen büyük bir hasret duymaktadır. Sonunda bir gün, sahip olduğu her şeyi feda ederek sevdalısı olduğu denize sonsuza dek kavuşur.

Romanın Kahramanları (Kişileri)

  • Mahmut
  • Süleyman Kaptan
  • Fatma
  • Ayşe
  • Davut
  • Hakkı Reis
  • Kirpi Halil
  • Ateşoğlu
  • Hüseyin Dayı
  • Gavur Ali

Romanın İncelemesi

Aganta Burina Burinata romanının incelemesi yapıldığında, anı türünde olduğu görülmektedir. Hatıra tekniği benimsenmiş ve ben merkezli anlatıcı kullanılmıştır. Roman, realist bir anlayışla yazılmıştır. Sade ve yalın bir anlatım hakimdir. Sosyal konular ele alınmıştır.

Açlık (Knut Hamsun)

Açlık

Açlık, Norveç doğumlu yazar Knut Hamsun tarafından kaleme alınmış ve 1890 yılında yayımlanmıştır. Yaşamında maddi sıkıntılar çeken, yazar olma hayalini gerçekleştirebilmek için çok çabalamış olan Knut, ilk romanı Açlık ile beraber hayatını kalemiyle kazanmaya başlamıştır. Aynı zamanda 1920 Nobel Edebiyat Ödülü’ne sahip olan yazar, eserde kendi gençlik yıllarında yazar olabilmek için verdiği mücadeleyi ve yoksulluk serüvenini etkileyici bir üslupla anlatmıştır. Bu bakımdan Açlık için, otobiyografik esintiler taşıyan bir anı türü de denebilir. Roman aldığı yoğun beğeni ve talepler sebebiyle yirmiden fazla dile çevrilmiştir. Behçet Necatigil, Türkçeye çevirisini ilk gerçekleştiren kişidir.

Romanın Konusu

Kristiania’ya yazar olmayı düşleyerek gelen ana kahramanın, açlık, maddi sıkıntılar, zorlu hayat şartları ile verdiği mücadele ve pes etmeyişi anlatılmıştır. Açlık romanının konusu, hayalinden vazgeçmeyen, başarabileceğine dair umutlarını sürekli yeşerten ve son ana kadar çabalayan bir adamın yazar olma serüveni olarak ele alınmıştır.

Romanın Özeti

Açlık romanının özeti; romanın ana kahramanı Andreas’ın, Kristiania sokaklarında aç ve sefil bir şekilde yaşamasıyla başlar. Zaman zaman birkaç gazetede yayınlanan yazısından kazandığı paralarla pansiyon tarzı kiralık bir yerde kalabilmekte ve karnını doyurabilmektedir. Böyle zamanlar dışında parklarda yaşamakta, yazılarını sokaklarda yazmaktadır. Açlığa dayanmaz olduğu durumlarda üzerindeki eski püskü giysileri satarak karnını doyurmaktadır. İş istemek için gittiği her yerden eli boş dönen Andreas’a kimse iş vermek istemez. Buna rağmen hedefi olan yazarlıktan asla vazgeçmez.

Andreas, sokaklarda geçirdiği süre boyunca birçok insanla tanışır ve dost olur. Bu sayede bir sürü olaya tanık olur, birçok hikâye biriktirir. Zihninde yeni tanıdığı insanlara dair hayaller kurar ve bunları hikâyeleştirir. Andreas’ın hayal gücü uçsuz bucaksızdır. Bazı zamanlar zihninde hayal ile gerçeği ayırt edemez olur.

Andreas’ın parası gittikçe azalmaktadır. Günlerini çoğunlukla aç geçirmeye başlamıştır ve kaldığı odanın ücretini ödeyemez hale gelir. Çok gururlu biri olduğu için bu durumdan utanç duymaktadır. Süregelen bu günlerde imdadına bir yazısı koşar. Yazısı bir gazetede yayınlanmıştır ve karşılığında 10 Kron kazanmıştır. Andreas bir nebze olsun rahatlar ve kirasını öder.

Üzerinden az zaman geçmesine rağmen, Andreas tekrar açlıkla burun buruna kalmıştır. Sokakların soğuğu ve açlığın etkisiyle kafası bulanmaya başlar, hayaller görür. Geceleri kaldığı yer, eski bir teneke imalathanesidir ve bakıldığında daha önceden ahır olarak kullanıldığını anlamak zor değildir. Kimseden yardım isteyemeyecek kadar gururlu olan Andreas, az da olsa açlıktan kurtulabilmek için gözlüğünü bile rehin bırakmayı düşünür. Bir tüccara gider fakat adam kabul etmez. Artık dayanılmaz hale gelen açlıkla beraber yerlerdeki ağaç, yaprak kabuklarını yemek ve hatta bulduğu portakal kabuklarını kemirmek durumunda kalır. İçinde bulunduğu zor durumun etkisiyle yaratıcıya bile isyan etmeye başlar. Çok çaresiz kaldığı zamanlarda dilinin altına taş koymayı bile dener, bunun açlık hissini azaltacağına inanır.

Gururuna daha fazla söz geçiremez ve dilencilik yapmaya karar verir ama buradan da bir şey kazanamaz. Açlıktan yorgun düşmüştür, hali kalmamıştır. Ceketine ait dört tane düğmeyi bile rehin vermeye kalkışır fakat yine isteği kabul görmez. Bütün bu çabalarının olumsuz sonuçlanması üzerine şansı biraz olsun döner ve eski bir dostuyla karşılaşır. Kendisi de yoksul olmasına rağmen arkadaşı, Andreas’ın haline çok üzülür ve ona bir miktar para verir. Aldığı parayla karnını doyurmayı başaran Andreas, bir hafta daha aç kalmaktan kurtulur.

Andreas gazeteye yazı vermeye devam etmektedir fakat üslubunun ağır olduğu gerekçesiyle yazıları basılmaz. Aç kaldığı günler geri gelmiştir. Andreas’ın yaşadığı açlık gözünü o kadar döndürmüştür ki, parmağını ısırarak kanını emmeye çalışır. Yaşadıklarına rağmen yazmaktan vazgeçmeyi aklının ucundan bile geçirmez. Bir gün yazılarını yazarken ışık sağlaması için kullandığı mum tükenir. Bakkala gidip ödünç istemeye karar verir. Bakkala girdiğinde içerde başka bir kadın daha olduğunu görür. Bakkal, paranın üstünü Andreas’a uzatır. Şaşırıp kalan Andreas, bakkalın kadından aldığı parayı kendisinden aldığını düşündüğünü anlar. Çok zor durumda olan Andreas, parayı almaya karar verir ve karnını doyurmak için bir lokantaya gider. Ancak midesi açlığa o kadar alışmıştır ki, yedikleri fazla gelir ve geri çıkarmak zorunda kalır.

Diğer bir gün bakkalda gördüğü kızla tesadüfen tekrar rastlaşır ve uzun bir muhabbete dalarlar. Andreas, kıza farklı duygular beslediğini fark eder, ona aşık olmuştur. Fakat kızın, kendi hayal dünyasında yarattığı biri mi yoksa gerçek mi olduğunu ayırt etmekte zorlanır. Yaşadığı duygunun sevinci ve heyecanıyla yürürken bir kaza geçirir. Ayakları aracın altında kalmıştır ve ezilmiştir.

Artık açlıktan ne yapacağını bilemez duruma gelen Andreas, bir kasaba gitmeye karar verir. Kemikleri köpeği için istediğini söyler ve bu sayede birkaç tane alır. Kemikleri kemirerek açlığını azaltabileceğini düşünür. Yolda onu bu halde gören bir komutan haline üzülür ve para verir. Böylece Andreas bir kere daha karnını doyurabilecektir. Bir süre bu paranın onu rahatlatacağını düşünür.

Zamanla paranın tekrar tükenmesiyle açlıktan perişan düşen Andreas’ın, yazmaya hali kalmamıştır. Odanın parasını ödeyemediği için pansiyondan gönderilmek istenir. Kendini artık tamamen sokaklarda bulan Andreas, İngiltere’ye yolculuk yapmak üzere olan bir gemiye tayfa olarak katılır. Hayallerini burada bırakarak bir yolculuğa çıkar.

Romanın Kahramanları (Kişileri)

  • Andreas Tangen: Başkahramanın adı gerçekte hiç anılmamaktadır. Kahramanın kendisi bu lakabı uydurur. Yazarlık, hayalini kurduğu tek şeydir. Sokaklarda yaşamını sürdüren, çoğu zaman karnı aç ve çok gururlu bir gençtir. Hayal gücü uçsuz bucaksızdır.
  • Ylajali: Ana kahramanın önce bakkalda karşılaştığı ve daha sonra yolda görüp aşık olduğu kadındır. Bu ismi de ana kahraman zihninden uydurmuştur.
  • Gebe: Andreas’ın parasını ödemekte zorlandığı pansiyonun sahibidir. Andreas’ın durumunu idare etmeye çalışmış, fakat bir çözüm bulunamayınca pansiyondan çıkarmak durumunda kalmıştır.

Romanın İncelemesi

Açlık romanının incelemesi sonucunda, o dönemde Norveç romanında hâkim olan toplumsal gerçeklik algısından net bir ayrılış olduğu görülebilir. Şiirsel bir üslup, yeni bakış açısı ve etkileyici bir anlatım söz konusudur. Açlığın en zorlayıcı halinin insan üzerindeki etkileri, hem fiziksel hem de psikolojik olarak net bir şekilde anlatılmıştır.