Kitabın Konusu
Ömer Seyfettin, çoğu eserinde olduğu gibi bu kitabında da günlük olayları masalsı ve efsanelerden aldığı hikayeler yazmıştır. Çoğu hikayesinde Rumeli onun için çok özel bir yerdir. Bombada Osmanlı devletine düşman olan ve hikâyenin odağında Bulgarların sebep olduğu trajedileri anlatmaktadır.
Kitabın Konusu
Eylül aylarının en soğuk gecelerinden birinde Selanik yorgunluğunu atmak için uyumakta gibiydi. Rıhtım her zamanki gibi çok sessizdi. Bir gazino hariç şehirde lamba yanmamaktaydı. Selanik’in müthiş mimarisiyle yapılan merdivenlerinde, deniz kenarında heybetli bir gölge beklemektedir. Bu gölgenin sahibi Kenan Bey’den başkası değildi. Kenan Bey Fransa’da eğitim gördükten sonra sevdiği İtalyan uyruklu Grazia ile nişanlanan bir mühendistir. Kenan Bey kitabın geçtiği vakitte Türkleri kötü gösteren diğer ülkelere karşın Türklerin terbiyelerine aşık kişilik olarak geçmektedir. Savaştan nefret eder. Kemal Beyin bahsettiğimiz merdivenlerde beklemesinin sebebi ise okudukları ve insanlardan duyduklarıdır. Savaşın çıkması onu çok rahatsız etmiştir. İtalya faaliyetlerine başlamıştır. Önceden herkes gibi ilgi duyduğu ve âşık olduğu Avrupa insanları yok etmeye başlamıştır. Eğitim gördüğü Fransa’yı düşünmüştür. İnsan aşkıyla ve insanlığıyla övünen bu ülkenin yıllardır masum Afrikalıları katledip onların hayatlarını çalıp mahvettiğini düşünmektedir. Daha sonra diğer Avrupa ülkelerini düşünmekteyken en son aklından İtalya’yı geçirmekteydi bütün gece boyunca başka bir şey düşünemez hale geldi. Sonuç hep aynı çıkmaza sokmaktaydı. Kenan Bey yıllar boyunca kanları emen bu toplumlara hizmet ettiği ve onlar için yaşadığı için kendini affedememekteydi. Bu iğrenç düşüncelerden bir gün önce ise kendisine Türk demeye utanan ve geçmişte ırkının ne kadar heybetli ve harika bir ulus olduğunu tamamen aklından çıkarmıştı ve zaman zaman Avrupa’ya benzemediği için renksiz ve utanç verici bir ulus olduğuydu. Düşünmekle o kadar meşguldü ki eve gitme fikri aklına dahi gelmemişti. Kendini kaptırdı ve Splandi Sarayının hemen önünde kendini buldu. Saraydan bir oda tuttu ve rahat sandığı yatağına uzandı. Son sekiz saatlik süre onu sürekli çıkmaza sokarak şok olmasına yol açtı ve bu durumdan çokça rahatsızdı. Sürekli övündüğü ve toprakları içinde bulunmak istediği medeniyetlerin şu an ansızın her yere saldırmış hareket eden her şeyi paramparça etmeye başlamıştı bile. Kenan Bey hayran olduğu topraklardan atılmak üzeredir ve sürekli düşünme sebebi budur. Bu topraklara hayran olan bir Türk kimse tarafından istenmeyecek ve şüphesiz kovulacaktır. Kenan Bey’in başı çatlama noktasına gelmekle beraber göz yaşlarına engel olamamaktaydı. Buğulanan gözlerinin yerini sevdiği evi, eşi ve çocuğu alır. Bu anları yaşayacağını bu sabah aklından dahi geçirmemişken şimdiki hali içler acısıydı. Eski günleri aklında canlanmıştı. Böyle düşünmesinin sebebi Grazia’nın babasının Kenan Bey Türk olduğu için onu istemeyip aslında içlerinde bulunan gizli özelliklere Kenan Bey’in sahip olduğunu düşünmesiydi. Evliliğe izin vermesinin sebebi tamamen icraat amaçlıydı ve Kenan Bey’in çevresinin çok geniş olup ona yarar sağlayabileceğini düşünmesiydi. Kitap kendini 1903 yıllarında Makedonya’da yaşamış birinin hayallerinden yola çıkarmıştır. Genç bir çocuk yaşadığı yerden oldukça rahatsızdır ve buna rağmen kendisine söylenenleri yapmaktadır. Gencin tek düşündüğü yer İstanbul’dur. Geçmişte yaşadığı İstanbul hatıralarını anmaktaydı. Şu an yaşadığı hayat geçmişte yaşadığının tam aksine mutsuz ve heyecansızdı. Kendisini askerden önce mükemmel bir orduda hayal ediyordu. Agah Usta, gencin mutsuzluğunu fark etti ve onu ziyaret etti. Kötü İstanbul ağzıyla ona tavsiyeler vermeye çalışıyordu ve bu hayallerden vazgeçmesi için ter döküyordu. Bazı düşüncelerini geçen zaman gibi aklından atmasını ve yoluna bakmasını söylüyordu. Gerekirse içip unutmasını bu konuda onun yoldaşı olacağının sözünü bile vermişti. Genç, ustası gittiğinde az da olsa ona hak verdi ve bir keşif görevi için başvuruda bulundu. Görevi almayı başaran genç bu esnada düşmanların boş yemek depoları ve yağmalanan köylerden elde edilen silahlardan başka bir şey bulamamıştır. O dönemlerde etrafta bulunan yağmacı ve çetelerden korunmak için ekibiyle birlikte köyde saklandılar. İlk günler onun için ölüm gibiydi ve ıstırap vericiydi. İçinde yaşadığı ev ve etrafında gördüğü yağmalanmış köy onun adeta ruh halini yansıtmaktaydı. Bu durumu değiştiren şey ise uyandığında camdan gördüğü Bulgar kızdı. Genç kıza ilk görüşte tutulmuştu ve buna aşk diyordu. Bulgar kızı, gencin aklındaki bütün kötü düşünceleri adeta süpürmüştü. Şimdiden onunla ilgili hayaller kurmakta ve her şeyini toplayıp kaçmayı dahi düşünmüştü. Türk olması ve ülkenin adını kötü bir hale düşürmemek için bu aşkı kendi içinde Bulgar kızın bilgisinde olmadan yaşamaya başladı. Gün geçtikçe bu durum değişti ve kız her şeyin farkına vardı. Kız gençle her göz göze geldiğinde şarkılar söylemeye başladı. Şarkının anlamını bilmemesi genci, şarkıyı kendi isteğine göre yorumlamasına ve kızın gence olan aşkını haykırdığını düşünüyordu. Anlamını bilmediği şarkıyı ezberledi ve birlikte söylemeye başladılar ama maalesef gencin kötü terk etme zamanı gelmişti. Askerlerin geri dönmesi emredilmişti. Gitmeden önce kıza aşkını ilan edemedi ve bu şekilde köyü terk etmek istemedi. Ona bir hediye yollamak istedi ve bir çırak ile ona bir hediye göndermek istedi. Köyü terk ederken bunu yapmak istemesi kızın hediyeyi geri çevirmemesi için yapılmıştı. Genç gideceği sabah camdan baktı ama bu sefer kızı göremedi. Çırağı yanına çağırdı ve hediyeyi verme zamanının geldiğini söyledi. Genç bu sırada kızın adını öğrendi; Rada. Gitme zamanı söylendiğinde hancıyla konuşan genç Rada’yı sordu ve aldığı cevap onu şaşkına çevirdi. Hancının onu iyi tanımadığını ancak babasının köyde sevilmediğini, geçen senede vurulduğunu söyledi. Son olarak ezberlediği ve aşk şarkısı sandığı sözleri hancıya sordu, hancının cevabı ise onu şok etti ve artık Rada’dan nefret etmesine sebep oldu. Şarkının karşılığı İstanbul’u ele geçirme isteğini anlatıyordu.
Bir hikayeler silsilesi olan Bomba kitabının kahramanı olan genç Demirhisar da bir otelde konaklıyor. Sabahın erken saatlerinde naralar eşliğinde uyanıyor. Fark ettiği ilk şey naraların yerini alkış tufanları almış olmasıydı. Özel bir gün olduğunu ama ne günü olduğunu hatırlayamadı. Güzel manzaralı camından dışarı bakarken fark ettiği ilk şey büyük bir kalabalık bir topluluğun beraber hareket etmesiydi. Bu esnada Bulgar esnaflarının dükkanları açıktı. Esnaflar Türklere bakarak tebessüm etmekteydiler. Odasına gelen Rumlar seyahat vaktinin geldiğini ve Razlık’a gitmesi gerektiğini söylemiştir. Yola çıktı ve dik bir yokuşla karşılaştı. Atından inerek zirveye ulaştığında karşısında kılıçlı bir atlı gördü. Yanına gittiğinde konuşmaya başladılar. Genç On Temmuz’un her yerde takdire şayan olduğunu söyledi ve içlerinde bir münakaşa başladı. Osmanlının sadece Türklerden oluşmadığını ve birçok devletin bir arada bulunduğunu en sadık olanların ise Bulgarlar olduğunu savunmuştur. Bu sözler üzerine dost sandığı Bulgarların nefret dolu bakışları altında ezilmekteydi.
Kitapta Yer Alan Karakterler
Kenan Bey: Başarılı mühendis olmasıyla beraber vatansever ve Avrupa’da yaşadığı için pişman olan bir kişi.
Grazia: Kültürüyle özdeşleşmiş bir kadın ve Kenan Bey’in karısıdır.
Primo: Kenan Bey’in evladıdır. Türklüğüyle gurur duymasıyla beraber kültürünü bilmediği için üzgün biridir.
Yazar Hakkında
Ömer Seyfettin Kimdir?
1884 de dünyaya gelmiştir. İstanbulda eğitimine devam etti ve askeri okula kayıt oldu. Teğmen olarak mezun oldu. İzmir ve Rumeli’de görev aldı. Askerliği bırakıp Selanik’e yerleşti ve dergilerde eserlerini yayımladı. Savaş çıktığında askerliğe döndü ve esir kaldı. Tekrar ordudan ayrılıp edebiyat öğretmeni oldu. 1902 tarihinde vefat etti.