Sahnenin Dışındakiler (Ahmet Hamdi Tanpınar) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Sahnenin dışındakiler

Ahmet Hamdi Tanpınar 1950 yılında eseri bitirse, aynı yıl İstanbul gazetesinde lanse edilse bile, ancak ölümüyle birlikte 1973 yılında kitapçıların raflarında yer almıştır. Sahnenin dışında olan tarafta bilime öneme veren insanlar ve daha ucuz yaşayan halkın güncel yaşantısı ile sahnenin içinde kalan kısmında, Kurtuluş Savaşı’na destek olan ruh vardır.

Eserin Özeti

Tarihler 1920 yılını gösterdiğinde, öğrenim hayatı için Cemal İstanbul’a gelir. Altı yıldan sonra geldiği bu şehirde, Üniversite’yi okuyabilmek için, bir akrabasında kalması gerekir. Sahnenin dışındakiler olay örgüsü şöyle devam eder. Her bir noktası düşmanın elinde olan İstanbul ona ümitsizlik verecektir. Sokaklar İngiliz, İtalyan ve Fransız askerleri ile doludur.

Cemal küçüklüğünün geçtiği muhite gider. Bir zamanlar ailesi ile yaşadığı mahallede, eski yapıların tamamı imha edilmiştir. Sonra Cemal Elagöz Mehmet Efendi mahallesinde iken, başından geçen durumlar ve hayatına girmiş insanlar gelir, birden gözünün önüne.

Vefa Lisesi’ si öğretmenlerinden eğitim alırken, kendilerine komşu olan Sabiha’yı gizli seviyordu. Sonra Sabiha’nın babası geldi aklına. Nasılda karısının mal varlığını, eğlence köşelerinde tüketerek, Sabiha ve ailesini perişan etmişti. Kudret bey, İhsan bey düşer aklına bir ara.

Cemal İhsan’la yaşadıkları gelir gözlerinin önüne. Edebiyat, tarih üzerine sohbetleri Avrupa’dan gelmiş olan İhsan nasılda güzel yaparlardı. Cemal bilgisini hayranlıkla karşıladığı İhsan’ı, Osmanlı’nın durumu ile yaptıkları sohbetlerde, Türkçülüğü mevzu etmeleri aklına düşer.

İtalya’da konsolosluk görevi bitince Kudret bey, İstanbul’ a gelir. Yaşadıkları muhitin insanı olarak, sonrasında Cemal ve Sabiha için çok faydalı olur. Sabiha bir dönem batılı kadınların hayatlarına İhsan aracılığıyla vakıf olur. Onlar gibi yaşamak ister. Tiyatro ve aktörlüğe gönül verir. Matmazel diye bir kadından feminist düşünce akımı ile ilgili bilgiler duyar. Tüm bunlardan İhsan mutlu olmaz. Aynı şekilde babası da bu davranışlardan rahatsızlık duyar. Onu herkesin içinde döver.

Bir ara babasının ataması İstanbul dışına çıkınca, Cemal’de muhitinden uzaklaşır. Ve bir daha Sabiha’yı görmez. Tüm bu anıları hatırlayınca Sabiha’yı aramaya başlar. Bunun için önce İhsan’ın yaşadığı yere gider. Onu güzel karşılayan İhsan’ın, yanında Muhsin bey birkaç yakın dostu daha mevcuttur. Sahnenin dışındakiler bakış açısı şöyledir.

İttihat ve Terakki tarafı ve Padişahlık rejimine destek veren iki taraf, karşı karşıyadır. Elbette Cemal örgütsel olarak, İttihat ve Terakki’yi tercih eder. Örgütte aldığı ilk vazifesi Cemal’in, Damat Nasır Paşa’ya ait hatıratı İhsan’a ulaştırmaktır.

Görevini icra etmek üzere Nasır Paşa’nın evine konuk olur. Paşa’nın evinde, birden fazla insan tipiyle karşılaşır. Ve İstanbul’ da yaşananların arka planını bu evde görmektedir. Amacı, Sabiha’ya bir şekilde ulaşmaktır. Onun zenginliği ile tanınan Muhtar diye biriyle dünya evine girdiği söylentisi kulağına çalınmıştır.

Sakine hanım ve Tevfik beyler aracılığıyla Sabiha’ya dair söylentiler eline ulaşır. Sakine hanım ve Tevfik bey Nasır Paşa’nın evinde, kalan Cemal’in sonradan tanıştığı insanlardır. Validesi kahrından ölen Sabiha’nın babası da eğlence alemindedir. Sabiha’nın kocası Muhtar pis işlerle uğraşan kayınpederinin elindekileri ondan tırtıklayan biridir.

Sabiha’nın evliliğinde aradığını bulamadığını duyan Cemal, Sabiha’yı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için onu fellik, fellik arar. Fakat kendisine ulaşamaz.

Vatan için İstanbul’da önemli bir adım atamayıp, bir de Sabiha’ya ulaşamayınca, Cemal’in morali düşecektir. Bu sıralarda Sabiha ile arası iyi olmayan kocası Muhtar, kayınpederi Süleyman beyle ters düşmeye başlayacaklardır.

Cemal’in Nasır Paşa ve aile hayatı ile ilgili, ikili görüşmeleri sürmektedir. Her ne kadar bazı çevrelerce bu durum çok hoş karşılanmazsa bile. Yaşanan siyasi olaylarla birlikte motivasyonu düşen Nasır Paşa, Cemal’le olan fotoğraflarda dahil olmak üzere, bütün evrakları yok eder.

Tesadüfen yolda yürürken Cemal Sabiha ile karşılaşır. Yüz yüze konuşurlar. Sabiha onun İstanbul’a geldiği bilgisinin kendisine uçurulduğunu, fakat kocasından çekindiğinden dolayı, izini yolunu kaybettirdiğini söyleyecektir. Birbirlerinden uzaklaşırken kaldığı yerin bilgilerini Cemal Sabiha’ya verecektir.

Sabiha Pansiyonda kalan Cemal’in yanına gelir. Peşinde olan kocasından kurtulmak istediğini söyler. Pansiyonda iken, sürekli içki içen, Sabiha’nın tüm alışkanlıklarının değiştiğini Cemal sonradan fark edecektir.

Geceyi gözlerindeki yaşlarla geçiren Sabiha, sabah erkenden Cemal’e bıraktığı pusulayla birlikte evine döner. İlerleyen süreçte bir gün Cemal kapısını açtığında Sahneye çıkacak ilk Türk kadını yazan bir zarf kapısına bırakılmıştı. Zarf Sabiha’ya aittir. Cemal akabinde Muhlis beyden, Nasır Paşa’nın bir cinayete kurban gittiğini öğrenir. Cinayete teşebbüsten de İhsan yakalanıp tutuklanmıştı.

Fakat bu cinayet için herhangi bir delil olmadığından, kesin olarak faili belli değildi. Geleceğe dair bütün hayalleri sona eren İhsan yıkılmıştı. Anadolu yakılıp yıkılırken, sahnenin dışında kalanlar için de durum pek parlak sayılmazdı.

Eserin Konusu

Sahnenin dışındakiler değerlendirme olarak konusuna bakarsak eğer, Mili Mücadele yıllarında İstanbul konu edilirken işgalden, önce ve sonrası da ele alınmıştır. Arka planda ise iyi sonla bitmeyen aşklar ve hayaller vardır.

Eserin İncelemesi

Eserinde kavuşamayan aşklar, sona eren hayaller işlenirken, aslında o dönemin siyasi izleri de yazılmıştır. Yazarın Mili Mücadele yıllarında, çevresiyle birlikte verdiği çabayı eserinde görmekteyiz. İşgal altında olan İstanbul sahnenin içinde olan oyunlar kabul görürken, sahnenin dışında kalanlar yarım kalan aşklar, ideallerdir aslında.

Safahat (Mehmet Akif Ersoy) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Safahat

Safahat kitabı yazarı Mehmet Akif Ersoy tablo şiir anlayışını kullanmıştır. Seçmiş olduğu kelimelerle tablo yapmak ve resim çizmek mümkündür. Şiirlerinde realist ve natüralisttir. Yazar şiirlerinde toplumda var olan kötülükleri konu edinmektedir. O eserlerinde tarafsız bir gözlemci değildir. Toplumda var olan sorunlara çözüm aramaktadır. Türk şiir dünyasında dini lirizmin en önemli temsilcisidir. Şaire ait en önemli dini şiirleri,

  • Fatih Camii
  • Ezanlar
  • Necid
  • Çöllerinden Medine’ye
  • Hicran
  • Secde

Mehmet Akif’in şiirleri lirik, didaktik ve epik özellikleri göstermektedir. Cumhuriyet dönemine kadar kaleme aldığı şiirleri lirik, epik ve didaktik özelliklerini göstermektedir. Şair bazı zamanlarda isyan etse dahi sonrasında tövbe etmiştir. Mehmet Akif Ersoy şiirlerinde her zaman topluma bir şeyler kazandırmaya çalışmıştır. Cumhuriyet sonrası şiirlerinde ise psikolojik bir çökme hakimdir. Bu çöküntünün nedeni ise Cumhuriyet sonrasında şair hayatın yaşamış olduğu zorluklardır.

Safahat Özeti

Mehmet Akif Ersoy Türk edebiyatında şair kimliği ile tanınmaktadır. Bunun yanı sıra şair Türk edebiyatının her köşesinde yer almaktadır. Mehmet Akif Ersoy2un en önemli eseri Safahat adındaki şiir kitabıdır. Safahat Mehmet Akif Ersoy’un ilk şiir kitabıdır. Safahatı oluşturan kitaplar bu kısımda açıklanacaktır.

Safahat: Birinci kitabın adıdır. Bu kitapta 44 şiir ve 3084 mısra bulunmaktadır. 1908 ve 1911 yılları arasında kaleme alınmıştır. Tarihi ve sosyal konulu manzumelerden oluşmaktadır. Bazı manzumlar tasvirlerden ve İstibdadı kötülemektedir. Bu kitabın içerisinde toplumsal sorunlar, acılar duyularak görülerek mısralara aktarılmıştır.

Süleymaniye Kürsüsünde: Tek şiirden oluşmaktadır. 1002 mısradan oluşmaktadır. Uzun bir vaaz şeklindedir. İlimin içerisinde sosyal hayattan olayları iyi takipte bulunan kişinin Müslümanlara söylediği nutukları içermektedir. Bu kısımda olaylar ve gelişmeler İslam dinine göre yorumlanmıştır. Bu vaiz, İslam ve Batı hayatını gerçekleri kavramış bir şahıstır.

1911 ve 1920 yıllarında Osmanlı toplumunun yaşamış olduğu sorunlar Mehmet Akif Ersoy’a bu vaazda bulunan düşüncelere ilham olmuştur. Mehmet Akif Ersoy eserde sorunlara çözüm yolu aramaktadır ve arzu ettiği milletin nasıl olması gerektiğini dile getirmektedir. Şiirde realist özelliklerde bulunmaktadır. Bunun yanı sıra şiir içerisinde tablo şiir özelliklerine de rastlanılmaktadır.

Hakkın Sesleri: Eser 1912 ve 1913 yılları arasında kaleme alınmıştır. 10 şiirden ve 482 mısradan eser oluşmaktadır. Bu bölüme Hakkın Sesleri adının verilme nedeni ise şairin Kuranı Kerim içerisindeki bazı ayetleri ya da hadisleri şiirlerin başına alarak; kendi içerisinde bulunduğu zaman ve dönem olaylarını bunlara göre yorum yapmasından dolayıdır.

Hakkın Sesleri, Mehmet Akif Ersoy’un en zor zamanlarında yazılmıştır. Türk milleti bu dönemde büyük katliamlara uğramıştır. Bu dönem aynı zamanda Balkan Savaşlarını da kapsamaktadır. Mehmet Akif Ersoy bu sıkıntı ve zor zamanlar içerisinde lirizm yönüyle harika bir şair olarak okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Mehmet Akif Ersoy bu şiirler içerinde buhran ve isyanlar içindedir.

Fatih Kürsüsünde: 1913 ve 1914 yılları arasında eser yayımlanmıştır. Tek şiirden oluşmaktadır. İki Kardeş Fatih Yolunda ve Vaiz Kürsüde adlı iki bölümden meydana gelmektedir. Şiir 1692 mısradır. Bu kısım uzun bir manzumedir. Yer yer dini lirizme yer verilmiştir. Bunun yanı sıra şiir yarı satirik ve yarı didaktik özellik göstermektedir.

Hatıralar: 1913 ve 1915 yılları arasında eser kaleme alınmıştır. 10 adet manzumeden oluşmaktadır. Mehmet Akif Ersoy’un Berlin ve El- Uksur seyahatindeki anıları anlatmaktadır.

Asım: Eser 1923 yılında yayımlanmıştır. Tek bir şiirden oluşmaktadır. 2292 mısradan oluşmaktadır. Bu eser şaire önemli bir şöhret kazandırmıştır. Muhavereli manzum hikâye tarzında kaleme alınmış bir eserdir. Eser başından sonuna kadar karşılıklı konuşma şeklinde ilerlemektedir. Konuşmaların geçtiği kişiler,

  • Hocazade (Mehmet Akif)
  • Köse İmam (Mehmet Akif Ersoy’un sevdiği dostlarından olan Ali Şevki Hoca)
  • Asım (Köse İmamın Oğlu)
  • Emin (Hocazade’nin Oğlu)

Bu konuşmaların konusunu zamanın tüm acıları ve bozuklukları oluşturmaktadır. Asım; aydın, vatansever, hakiki olan Türk gençliğini temsil etmektedir. Bu nesil tam olarak Çanakkale’ye koşan ve Çanakkale zaferini elde etmiş nesildir. Türk’ün namusunu bu nesil çiğnetmemektedir. Bu nesil Türk milletinin kurtuluşunu sağlayacak olan imanlı nesildir.

Gölgeler: 1933 yılında eser Kahire’de basılmıştır. Eser 41 şiir ve 1374 mısradan oluşmaktadır. Bu kısımda 1918 ve 1933 yılları arasında kaleme alınmış şiirler yer bulmaktadır. Bu kısımda yer alan şiirler,

  • Bülbül
  • Leyla
  • Gece
  • Secde
  • Hicran
  • Safahat için
  • Kendim için
  • Resmim için

Son cilt içerisinde yer alan şiirler çok etkili ve kalıcıdır. Safahat özeti genel olarak bu şekilde ifade edilmektedir.

Safahat Konusu

Safahat, Mehmet Akif Ersoy’a ait olan 1911 ve 1933 yılları arasında yayımlamış olduğu yedi şiirden oluşmaktadır. Türkiye’de en çok okunan şiir ve fikir kitapları arasında eser yerini almaktadır. Safahat konusu dönemin sosyal sorunlarının yanı sıra tarihi ve dini konuları da kapsamaktadır.

Safahat İncelemesi

Safahat’ın kelime anlamı hayatın değişik yüzleri ve görünümlerinin nasıl olduğudur. Eser Tevfik Fikret adlı yazardan da izler taşımaktadır. Bunun yanı sıra eser bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. İstiklal Marşı, Safahat içerisinde yer almamaktadır. Bunun nedeni ise İstiklal Marşı’nın Türk milletine ait bir eser olmasıdır. Safahat 1943 yılında toplu bir şekilde büyük bir cilt olarak basılmıştır. Safahat incelemesi bu şekilde aktarılmıştır.

Sabahattin Kudret Aksal

Sabahattin Kudret Aksal

İstanbul ilinde 1920 de dünyaya gelmesiyle Sabahattin Kudret Aksal hayatı ve eserleri miladı oldu. Ailesi Manastır’dan, gelerek kendilerine İstanbul’u yurt edinmiş insanlardır. Subay olarak Mili Savunma Bakanlığında çalışan babası Saadettin bey iki kez evlenmiştir. Sabahattin Kudret Aksal birinci evliliği bitince, yaptığı son evliliğinden olan çocuğudur. Asiye hanım annesidir. Babası vefat ettiğinde henüz bebek olan sanatçı ve annesine teyzesi sahiplik eder.

Eğitim hayatına Beşiktaş’ da bulunan 38. İlkokul’ da başladı. Lise yıllarında hocaları Ahmet Hamdi Tanpınar ve Hilmi Ziya Ülken gibi topluma mal olmuş önemli kişiliklerdi. Sanatçı değerli hocaları eşliğinde dönemin ünlü okullarından Özel Işık Lisesini 1937 yılında başarıyla bitirmiştir. Üniversite için eğitim tercihini 1943 de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini Felsefe bölümünü okuyarak yaptı.

Mezuniyetiyle birlikte, meslek hayatına Felsefe öğretmeni olarak başlayıp görevi, devam eden beş yıllık süreçte farklı liselerde fakat Felsefe öğretmeni olarak sürdürdü.

Müfettişlik görevinde 1940 yıllarında bulundu. Zamanla Belediye yazı işleri Müdürlüğü akabinde ise İktisat Müfettişliği görevlerini tamamlarken, bir dönem İstanbul Konservatuarı Müdürlüğü yapmıştır.

Müdür olarak Sabahattin Kudret Aksal 1961 de Şehir Tiyatrosu’nda göreve başlar. Çalışma hayatı devam ederken, kaleme aldığı şiirler ‘’ Hamle, Oluş, Varlık’’ gibi dergilerde görüldü. Bu dergiler devrin önemli ve sesi duyulan dergileriydi.

Belediye Konservatuarı Estetik ve Psikoloji öğretmeni iken emekliye ayrıldı. Mesai hayatı boyunca pek çok eseri Türk edebiyatına kazandıran sanatçı senarist ve yazar kimlikleri ile tanınır.

19.04.1993 de İstanbul’da vefat ettiğinde Sabahattin Kudret Aksal hayatı ve eserleri sona ermiştir.

Edebi Karakteri

Sanatçının şiirlerinde Cahit Sıtkı Tarancı havası olduğu mutlaka göze çarpar. Tıpkı onun gibi ulusçu bir anlayışla ilk eserleri kaleme almıştır. Hece ve uyak ölçüsü kullanmıştır. ‘’Garipçiler’’ akımından etkilenmeye başladığında yıl 1941 idi. Mizahi olarak kaleme alınan eserler serbest ölçü ile yazıldı. Bir dönem Orhan Veli Kanık’tan etkilenerek güncel yaşam ve kaygıları, kolay bir dille yazmıştır. Şair daha sonra daha içe kapalı şiirler yazmıştır. Sabahattin Kudret Aksal edebi kişiliğini maddeleyecek olursak,

  • Tiyatro eseri, hikâye ve roman yazarak da Türk Edebiyat dünyasına katmış olduğu eserleri bulunmaktadır.
  • Şiirlerinde uzun sürmeyen mutluluklar, heyecanlar işlenirken psikolojik izlenimleri Sabahattin Kudret Aksal öyküleri ve tiyatro eserlerinde kaleme almıştır.
  • Garip şiirinden etkilenerek kaleme aldığı eserlerde, saadet içinde olan karakterler işlenmiş. Hayata dair anlık huzur ve öyküler yazılmıştır.
  • Olgunluk döneminde şair daha felsefi şiirler yazarak insanı kainatta aramıştır.
  • Sabahattin Kudret Aksal hayatı ve eserleri bakıldığında dünyayı, toplumu, toplumun içinde yaşadığı durumları ele aldığı görülür.
  • Hikayeleri ağırlıklı olarak kendi geçmişiyle ilgili hatıralardan meydana gelir.
  • Eserlerinde mübalağadan uzak, yalın ve teknik bir anlayışla yazdığı dikkatlerden kaçmaz.

Sabahattin Kudret Aksal Eserleri

Sanatçı daha çok olgunluk döneminde kaleme aldığı felsefi tarzda eserlerinde, artık günlük yaşam, huzur, kısa süren mutlulukları bir kenara bırakıp, insanın yerini evrenin içinde sorgular. Sabahattin Kudret Aksal tiyatro ve öykülerde psikolojik eserleri ön planda tuttu. Eserlerini listelemiş olursak,

Şiir:

Henüz öğrencilik yıllarında Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirleri gibi hece ve aruz ölçüsüne dikkat ederek yazılan şiirler, izleyen yıllarda bu anlayışı serbest şiir yazmaya bıraktı. Yazar artık daha olgun, hayata bakış açısı daha farklıydı. Bir dönem eğitim aldığı dönemlerdeki gibi felsefi dalda şiirleri de olmuştur. Bu örneklerden bazıları şöyledir,

  • Bir Sabah Uyanmak
  • Bir Zaman Düşü
  • Batık Kent
  • Elinle
  • Eşik
  • Buluşma

Bir Sabah Uyanmak:

Şair bu şiirinde, kısa da olsa huzuru ve mutluluğu yakalamak için, hayatın her türlü kaygılarından uzaklaşarak, insanın kendisini doğaya bırakmasını öneriyor. Doğada, yeşili ve mavinin kıymetini bilip, başkaları için değil, kısa süreliğine de olsa bencilce davranıp kendimiz, için yaşamak gerektiğini öneriyor.

Bütün Söylediklerim:

Şair kaçıp kurtulmayı, daha sıcak memleketlere gidip, başka gökyüzüne bakma isteğini hayal etse bile, bu fikirlere ulaşamayacağını anlayınca razı geliyor yaşadığı yerin insanına esnafına ve gökyüzüne. Hayal ettiği bu fikirleri de yalan olarak içi boş bir fikir gibi kabul ediyor.

Eşik:

Şair gündelik yaşamının içinde geçmişi anımsıyor. Sokaklarda dolaşırken, gördüğü yapıları, tıpkı geçmişindeki boz bulanık sulara, çevresinde duyduğu kokuları, geçmişindeki ezilmiş meyve kokularına havada kanat çırpan kuşu da sevdiğiyle özleştiriyor.

Öykü:

Sanatçı çoğunlukla öykülerinde, çocukluk ve gençlik anılarına yer vererek, hayatın basit, sıradan geçen rutinlerine dikkat kesilir. Örneklendirecek olursak,

Gazoz Ağacı:

Gecekondu muhitlerinin birinde, İstanbul’da mütevazi bir hayatı olan Saim adlı genç çapkınlığı ile tanınır. Kendi kendisine geçinmeyi bilmeyen, kahvehane köşelerinde zaman geçiren, babasından kalan emeklilik maaşını bile annesinin elinden alan biridir. Saim’in âşık olduğu ve sevdiği Melahat ise, tek hayali evlenip, yuva sahibi olan aynı zamanda Saim’le aynı muhitte yaşayan, genç bir kadındır. Fakat çıraklık yapan 17 yaşındaki bir genç de Melahat’ e tıpkı Saim gibi aşıktır. Öykü bu olaylar silsilesinde devam eder.

Sanatçı yaşadığı dönemde, verdiği hizmetlerle ilgili olarak ‘’Gazoz Ağacı’’ eseri için Faik Armağanı ödülünü 1955 de almıştır. 1957 de ‘’Yaralı hayvan’’ eseri için Türk Dil Kurumu Ödülüne layık görüldü. Daha pek çok ödüle layık görülen usta sanatçı modern şairlerimiz arasındadır.

Ruşen Eşref Ünaydın Hayatı ve Eserleri

Ruşen Eşref Ünaydın

Yazar İstanbul’da 1892 yılında hayata gözlerini açtığında Ruşen Eşref Ünaydın hayatı ve Eserleri başlamış oldu. Aile aslen Selanik göçmeni olup, baba Eşref Ruşen bey, doktorluk mesleğini yaparken, annesi Fıtnat ev hanımdır. Annesini çok küçükken hastalıktan vefat edince, pederi de Berlin’e eğitime gitmiştir. Bu yüzden amcası Tevfik paşanın gölgesinde, eğitim hayatına Galatasaray Sultani’ sinde başlayıp, okumuştur.

1914 senesinde üniversite hayatının Darülfünun Edebiyat Fakültesini okuyarak mezun olmuştur. Kariyer hayatına Fransızca öğretmenliği yaparak başladı. 1913 yılında yaptığı çevirilerle Ruşen Eşref Ünaydın hayatı ve Eserleri ile, edebi hayata başlamıştır.

Yazıları Servet-i Fünun dergisinde, Tevfik Fikret’in teşvikiyle 1916’da basıldı. 1918’de Edebi Ziyaretler ve Mülakatlar adlı eseri ‘’Vakit’’ ve ‘’Türk Yurdu’’ gazetelerinde tanıtılmıştır.

1923 yılında yayınlanan Ruşen Eşref Ünaydın Ayrılıklar kitabı ile seyyah lakabını almıştır. Hayatının bütününde geziler yaparak geçti diyebiliriz. İlk iş seyahati Batum’a oldu. Gazeteci olarak gezilerine Vakit gazetesi ile başlangıç yapsa da, daha sonra Hakimiyet-i Milliye ve Tasvir-i Efkar’da bulunmuştur.

Meclisin isteğiyle 1920’de kurtuluş savaşında bulundu. Burada kanayan yaraları, insanların yaşadıkları zor süreçleri eserler yazdı. Mustafa Kemal’le yaptığı söyleşiyle onu Türk ulusuna tanıttı.Buhara’da elçilik başkatipliği 1922 senesinde yaptı. Lozan’da danışman olarak atandı. Meclise Afyon bölgesinden 1923 de Vekillik göreviyle üç dönem vazifelendirildi.

Gazeteci yazar ilerleyen zamanlarda, Anadolu Ajansı ve Harf İnkılabı Komisyonluğu işleri ile meşgul oldu. Başarı çıtası hızla yükselen, Ruşen Eşref Ünaydın Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevine 1933 de başladı. Elçi olarak 1945 de Budapeşte ve Tiran’da görev aldı. 1952 yılına kadar Büyükelçi olarak da Londra ve Roma’da vazifesini layıkıyla gerçekleştirdi.

Yoğun ve yorucu geçen bir iş hayatının akabinde 1952 de emekliliğini İstanbul’da geçirmeye başlar. Atatürk’le geçirdiği anıları bu sırada yazar. 1959 yılında bu dünyadan göç ettiğinde Ruşen Eşref Ünaydın hayatı ve Eserleri sona ermiştir.

Edebi Karakteri

Yazar gazeteci ve bürokrat olan Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk röportajı eserleri ile de tanıyoruz. Şiir, sohbet, hatıra gezi, deneme, öykü, mülakat konularda başarılı çalışmaları olmuştur. Sade bir Türkçe kullanarak, kaleme aldığı eserlerini milli duygularla yazmıştır. Özellikle Kurtuluş savaşında yazılarında verdiği coşkuyla halkı yüreklendirmiştir.

Ruşen Eşref Ünaydın Anafartalar Kumandanı ile yaptığı söyleşiyi yayınladığında Türk milleti Kurtuluş savaşı sırasında büyük önderi tanımış oldu. Özellikle harf inkılabında verdiği emekler, Türk harflerinin yerleşmesi anlamında attığı adımlarda diyebilir ki, o Türkçeyi çok iyi kullanan biridir.

Gezilerinde yazdığı yazılarında bulunduğu mekânın tarihi ve kültürüyle birlikte çevresindeki tüm izlenimlerini yazıya aktarmıştır. Diğer yönlerini şöyle maddelersek,

  • Türk Edebiyatçıları ile yaptığı röportajlarda onlara Tanzimat, Divan edebiyatı ve Servet-i Fünun edebiyatını sorar. Aldığı yanıtları da okuyucuya sunar. Yazı çıktığı dönemde büyük ses getirip edebi mülakat anlamında ilklerdendir.
  • Eserlerinde, savaş döneminin izlerini Türk tarihine, verdiği değeri de görmekteyiz.
  • İstanbul’a yazılarında çok fazla dokunduğu için, lakabı ‘’İstanbul Seyyahı’’ olmuştur. Zaman, zamanda ‘’Çeşmeler Kâşifi’’ olarak anılmıştır.

Ruşen Eşref Eserleri

Gazeteci yazarın Ruşen Eşref eserleri gündemde yaşanan meselelerde dahil hikâye şiir deneme gibi pek çok alanda yazmıştır. Ama en çok gezi anlamında yazdığı yayınlar ve röportajlarını kaleme aldığı eserler çok dikkat çekicidir. Türk Dil Kurumunun oluşumunda fazlaca emeği geçmiştir. Bu anlamda dilin sadeliği onun için çok önemliydi.

Eserlerinde yüreklendirici ve coşku verici bir dille yazdığı da gözlemlenir. Bu yanı cephede gördüğü izlenimlerin eserlerine bir şekilde geçmesidir. Yazarın ürettiklerini maddelersek,

  • Diyorlar ki
  • Tevfik Fikret
  • Geçmiş Günler
  • İstiklal Yolunda
  • Damla Damla
  • Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat
  • Boğaziçi-Yakından
  • Atatürk
  • Atatürk ile Milli Tesanüt
  • Atatürk’ü Özleyiş

Diyorlar ki:

Sami paşazade, Halit Ziya Uşaklıgil, Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Halide Edip Adıvar, Ömer Seyfettin, Ahmet Haşim, Ziya Gökalp, Refik Halit, Abdülhak Hamit gibi dönemin ünlü simalarıyla yaptığı söyleşileri yazarak hayata katmış. Türk Edebiyatının duayenlerini Türk milletine, sorduğu sorularla söyleşilerinde tanıtmıştır.

Damla Damla:

1928 yılında yayınlanmıştır. Mensur şiir olarak yazdığı dizeleri, Ruşen Eşref Latin alfabesiyle cümlelere yansıttığı bu eser yazın dilinden dolayı ilk defa ele alınmıştı.

Türk Dili Tetkik Cemiyetinin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar:

Hatıralar olarak da bilinen eser 1933 de kaleme alındı. 12 Temmuz, 5 Ekim 1932 dilimleri arasında geçen sürede tüm detaylarıyla Tetkik cemiyeti ile ilgili tüm yaşanmışlıklar, durumlar anılar yazılmıştır.

Atatürk’ü Özleyiş:

1957 yılında basılmış olan eser, Özleyiş ve Hatıralar olarak iki kap şeklinde ele alınmış olan eser, vefat ettikten sonra Anıtkabir’e nakli gerçekleştirilmesi de dahil Atatürk ve ordunun verdiği mücadeleler, yoksulluk içinde, fakat sağlam iradeyle çarpışan, kahraman Türk askerinin haklı çabası, aynı zamanda onurlu Türk milletinin askerine verdiği destek, Türk ulusunu dikkate bile, almayıp önemsemeyen düşmanın, Türk milletine karşı yaptığı zulümler ilk kapta yazılıp, basılmış olup. Savaşın başarıyla sonuçlandırılıp Türk milletinin galip geldiği ikinci kap yazılamamıştır.

Ayrılıklar:

Savaş yıllarında, uzunca bir süre sıla hasreti çektiği, savaş muhabirliği dönemine ait notlardan oluşur. Gazeteci yazar bu yıllarda sevdiklerinden ve yuvasından ayrı düştüğü yılları 1923 de kaleme aldığında, daha önce çeşitli gazetelerde yaptığı röportaj yazılarını da esere ekleyerek çıkarmıştır.

Robinson Crusoe (Daniel Defoe) Özeti Konusu İncelemesi

Robinson Crusoe

Ahmet Lütfi Efendi tarafından tercümesi yapılmıştır. Kökeni Alman olan ve kendi hallerinde yaşayan insanların oğulları olan Robinson Crusoe tüm karşı çıkmalara rağmen umursamadan, gezip görmek amaçlı yaptığı gemi seyahati sonucunda, karşılaştığı durumlar, insanlar ve ödediği bedelleri içerir. Eser şu bölümlerdedir,

Eserin Özeti

Babasının kendisi için, gelecek ile ilgili tüm planların ve emeklerin dışında, Robinson Crusoe kitap özeti eodev kendi bildiği yolda ilerleyen, sürükleyici ve hareketli hayatı seven biri olarak karşımıza çıkar. Denizi çok seven genç, henüz on dokuz yaşındayken, babasını karşısına alıp, dünyayı gemiyle dolaşarak seyahat etmek ister. Macera onun için her şeydir.

Bu isteği için ailesinin tüm tepkisi karşında, 1651 yılında, bir liman kasabası olarak bilinen Hull’dan Londra’ya gitmek üzere, gemiye binerek yolculuğa başlar.

Maceranın başladığı daha ilk saatlerde, gemi korkunç bir sarsıntıyla, denizin ortasında fındık kabuğu gibi sallanmaya başlar. Büyük bir fırtına gemiyi esir almıştır. Robinson Crusoe birden nevri döner. Sarsılmaktan yere düşer. Başı şiddetle döner. En önemlisi çok korkmuştur. Öyle ki hastalanır.

Geminin duracağı ilk yerde ailesinin yanına gitmek üzere kendi kendine söz verir. Ortalık süt liman olup ta, fırtınadan sonra yaşadığı talihsiz durumları ve sözü hatırlamaz bile. Bir yük gemisine binerek Afrika’ya doğru yol alır. Robinson Crusoe olay örgüsü ülkelere para karşılığı eşya götüren ve Afrika’ya yol alan gemide işçi olarak hizmet etmesi ile başlar.

Fakat bu kez Fas’lı korsanların saldırılarıyla karşılaşır. Gemi korsanlar tarafından istila edilmiştir. Diğer tayfalar ile kendisi tutsak olarak alınmıştı. Karaya vardıklarında, Robinson Crusoe Türk asıllı birine köle olarak verilir.

Bir hayvan gibi satılan Robinson Crusoe gösterdiği çabalarla, gizlice ustalıkla hareket edip, bir kayığa atlayıp kendisini kurtaracaktır. Kısa bir süre sonra da, içinde Portekiz’ lilerin olduğu bir şilep onu engin sularda ufacık kayıkla, boğulmaktan kurtarıp, yanlarına alacaktır.

Şilep sayesinde karada Brezilya’da bırakılır. Burada şeker kamışı bitkisi sayesinde çok çalışır ve kazanır. Kendisiyle birlikte zengin bir ortağı olmuştur. Nitekim zengin ortağı, işleri daha da genişletmek için, Afrika’da çok kötü yaşayan insanlar arasında köle getirmeyi önerir. Böylelikle az paralarla çalıştırılan işçilerin sırtından, daha fazla kazanacaklardı.

Köle ticareti için gemiyle gitmeye çalışırlarken, azgın dalgaların hızına, dayanamayan gemi Güney Afrika’da su alır ve batar. Gemide Robinson Crusoe harici kurtulan olmamıştır. Burada bir adaya sığınırken yanında sadece bıçağı ve yaş tütünü yanında kalmıştır.

Kendisinden başka hiç kimse olmayan adada Robinson Crusoe tam batmayan gemiden istifade edecektir. Bir sal yardımıyla, gemiden kurtarabileceği ne varsa karaya çeker. Ve adada kendisine kalabileceği bir barınak yapar. İzleyen günlerde, salıyla gemiye tekrar gidip, kalan erzakları karaya çekecektir. Her ne kadar adada işine yaramayacak olsa da, getirdikleri içinde otuz altı İngiliz altını da vardır. Her şeye rağmen yaşadığı için her gün dua etmektedir. Bu arada yaşadıklarına dair notları kaleme alır.

Zamanla barınağı eve çevirip, güçlendirir. Pişirdiği keçi eti ile beslenirken, derisinden de istifade eder. Yakaladığı yaban keçilerini, ehlileştirip beslemeyi de yaşadığı kır şartlarında öğrenecektir. Adada dolaşırken, insanların ayaklarının şekillerine benzeyen izler ile karşılaşır. Bunları araştırmaya koyulur. Bir şey bulamaz. Zaman içerisinde bir gün, adada insan kemiklerine rastlar. Robinson Crusoe anlar ki adada kendisinden hariç yamyamlar vardır. Bu durumdan oldukça endişelenir. Bir mağaraya saklanarak, onlara tuzak kurup onları öldürmeye karar verir. Kendisine karargâh haline getirdiği mağaradan, pusuda kaldığı günlerden bir gün, bir gurup yamyamın yaktıkları ateşle birlikte oynadıklarını görürler. Robinson Crusoe olayın geçtiği yer ve zamanda silahını onlara doğrultup biri hariç hepsini öldürecektir. Yamyamlardan hayatta kalanı canını kaçarak kurtarır. Ellerinde bulunan kölede kurtulmuştur. Kurtardığı köle ile yalnız geçen yirmi dört yıl sonunda, bir arkadaşa kavuşmuş oldu. Yamyam olduğu sonradan anlaşılan bu köleyle Robinson Crusoe artık adada birlikte kalacaktı.

Köleye Cuma diyecektir. Çünkü onu cuma günü, özgürlüğüne kavuşturmuştur. Verdiği bilgilerle ona medeniyeti öğretecektir. Cuma, konuşmayı söktükten sonra, kendisi gibi köle arkadaşlarının bir adada esir hayatı yaşamaya devam ettiğini söyleyecektir.

Beraberce güçlü bir kano inşa ederler. Bu arada yamyamların, ellerindeki esirlerle adaya doğru geldiklerini görürler. Üzerlerine ateş ederek yamyamları öldürürler. Ellerin de ki iki köle sağ olarak, onların ellerinden alınır. Esirlerin yaşlı olanı Cuma’nın babası olduğu anlaşılınca çok mutlu olurlar.

Birden fazla kişi olarak Robinson Crusoe ve arkadaşları ada da yaşarken İngilizler’ e ait bir gemiyi geçirirler. Bu gemiyle Robinson Crusoe   İngiltere’ ye seyahat edecektir. Ailesinin yaşadığı kente gittiğinde öldüklerini öğrenir. Onlardan kalan mirasla zengin biri olarak, İngiltere’ye gidip oraya yerleşecektir.

Eserin Konusu

İnsanın tabiatla verdiği mücadele de isterse başarılı olabileceği yansıtılmış. Ve istenirse en vahşi hayvan ve insan bile eğitim alarak uysallaşabileceği Robinson Crusoe konusu edilmiştir. Dönemin sömürgeciliği de eserde işlenmiştir.

Eserin İncelemesi

1719 da kaleme alınan eser, İngiliz Edebiyatında ilk eserdir. Daniel Defoe ilerleyen yaşlarında bu eseri kaleme aldığında, Türk medeniyetine çok yakınlığı ile bilindiği için Osmanlı ajanı olarak kabul edilir. Eser döneminde çok beğenildiği için, devamı fasiküller şeklinde yazılmıştır.

Robin Hood ( Howard Pyle) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Robin Hood

Howard Pyle’ın en okunan, en beğenilen eseri olarak gösterilen ‘Robin Hood kitabı kaç sayfa?şeklinde meraklı soruları 144 sayfa olduğunu söyleyerek cevaplandırabilirsiniz. Amerikalı yazar ve çizimci olan Pyle 5 Mart 1853 senesinde hayata gözlerini açmıştır.  Usta yazar, Philadelphia’da kendi halinde bir sanat okulunda öğrenim görmüştür ve il romanının isminin Gümüş El olduğu bilinmektedir.

1876 senesinde illüstratörlük mesleğine adım atan usta yazar, öykülerinin ve resimlerinin en bilinmiş dergilerde sevenleri ile buluşması ile şöhrete göz kırpmıştır. Korsanlar hakkında da eserleri mevcut olan Pyle, asıl olarak Robin Hoood efsanelerini birleştirdiği kitabı sayesinde ün kazanmıştır. Ünlü isim Pyle, takvimler 9 Kasım 1911’i gösterdiğinde hayata gözlerini yummuştur.

Robin Hood Özeti

Robin Hood özeti incelendiğinde kitabın vermek istediği mesajlar hakkında oldukça kafa yoruyor ve Robin Hood’u kafamızda bir kahraman haline getiriyoruz. Robin Hood henüz yeni doğduğunda köyde bir aileye verildi ve o aile ona bu ismi verdi. Küçüklük yaşlarından beri; kendini koruma, okçuluk, savaşma gibi yeteneklerini geliştirerek onu çok iyi eğittiler. Artık Robin Hood büyümüş; sağlıklı, genç, cesur bir yiğit, delikanlı haline gelmiştir.

18 yaşına giren ve artık büyüyen Robin Hood, Nottingham Şerif’inin yapmış olduğu okçuluk yarışmasına katılmak istemektedir çünkü okçuluk konusunda çok yeteneklidir. Yarışa katılmak için yola çıkar ve ormandan geçerken Robin Hood’a ormanda gereksiz bir şekilde laf atarlar. Robin Hood’a bir ormancı hakaret etmiştir ve kavga esnasında Robin Hood ormancıyı yaralamak zorunda kalır. Çok ağır bir şekilde yaralanan ormancı orada can verir. Nottingham Şerif’inin çok yakın bir akrabası, dostu olan bu ormancıya şerif çok önem veriyormuş.

Robin Hood tarafından akrabasının öldürüldüğünü duyan şerif çok özel kişilerden oluşan bir grup kurmuş ve Robin Hood’u yakalamak istedi. Şerif eğer ki Robin Hood’u yakalayabilirse hem iki yüz pound ödülü almış hem de biricik dostunun kanını yerde bırakmamış olacaktır. Şerif bunun için kendini seferber ederken Robin Hood ormanda ağaçların arasında gizlenmektedir. Robin Hood aynı onun yaşadığı gibi haksızlığa uğramış, saklanarak yaşayan yüzlerce cesur yürekli insanla tanışma fırsatı yakalar. Bu haksızlığa uğrayan kanun kaçakları ile beraber haksızlığa sebep olan zengin insanları soyup onların paralarını yoksullara dağıtırlar.

Bu grup, yaşadıkları topraklarda olan adaletsizliği, sınıf ayrımcılığını sıfıra indirmek için ellerinden geleni yaparlar. Devamlı mücadele içinde olan bu grubun en keskin özelliklerinden birisi de hiçbir insana zarar vermeden insanlık için savaşıyor olmalarıdır. Robin Hood ve ekibi yavaş yavaş tanınmaya başlanır ve artık herkes tarafından yaptıkları konuşulur.  Grup ise yaptıkları başkaldırıyı sürdürürler ve ormanda yaşamaya devam ederler. Kitabın verdiği sosyal mesajlar oldukça düşündürücü ve etkileyicidir. Çoğu okurun severek eline aldığı ve bir çırpıda bitirdiği bu kitap günümüzde hala popülerliğini korumaktadır.

Kitapta aynı zamanda Robin Hood İsabella isimli bir kıza âşık oluyor ve onu kaçırıyor. Grubu ile yaptıkları planlar sğrekli çok güzel işliyor. Kral Robin Hood’u merak ediyor ve tanışmak istediği için askerlerini yolluyor. Robin Hood ile tanışan kral onu çok seviyor ve Robin Hood’u Dükü yapıyor. Bu sayede artık ormanda düzen sağlanmış oluyor ve saldırılar kesiliyor.

Robin Hood Konusu

Robin Hood kendi halinde bir yerde büyüyen ve büyüme çağındayken çok iyi kendini koruma, okuçuluk eğitimleri almış birisidir. Artık büyümüş ve 18 yaşına basmıştır ve bir okçuluk yarışına katılmak istiyordur. Yarışan giderken Hood’a laf atan ormancı ile Hood arasında bir kavga çıkmış ve ormancı ölmüştür. Bunun üstüne Robiin Hood bir kanun kaçakçısı haline gelmiştir ve artık ormanda yaşıyordur.

Ormanda başka haksızlığa uğrayan kanun kaçakları ile tanışır ve aslında Robin Hood konusu bu grubun zenginden alıp fakire vermesidir. Yanı bu grup haksızlığa sebep olan zenginleri soyarak onların varlıklarını fakire dağıtır. Robin Hood’un ünü artık iyice artmış ve yaptıkları herkes tarafından konuşulur hale gelmiştir. Grup ise bu zenginden alıp fakire verme olayına devam ederek ormanda yaşamaya devam ederler.

Robin Hood İncelemesi

Bu kitap çocuk edebi kitabı olarak sınıflandırılsa da büyüklerinde okuduğu ve gerçekten çok güzel mesajlar aldığı eser olmayı başarmıştır. Robin Hood incelemesi yapılacak olursa; kitap vermek istediği sosyal mesajlar açısından edebi dünyada çok büyük bir önem taşıyor. Artık insanlar tarafından ‘ Robin Hood’ bir kahraman olarak nitelendiriliyor ve popülerliğini yitirmeyerek gün geçtikçe daha da arttırıyor. Ününü koruyan Robin Hood, halk tarafından çok sevilmiş ve okuyucunun bir solukta bitirdiği bir kitap olarak yerini raflarda almıştır.

Yazar bu kitapta Robin Hood hakkında duyduğu çoğu efsaneyi birleştirerek derlemiş ve okuyucusunun beğenisine sunmuştur.  Her okuyan çocuğu derinden etkiliyor ve kitabı okuduktan sonra çocuklara ‘ Ben de büyüdüğüm zaman Robin Hood gibi olacağım. ‘ dedirtiyor. Robin Hood günümüzde hala popüler ve halk arasında kalıplaşmış bir kahramandır. Haksızlığa boyun eğmemesi, sınıf ayrımcılığını bitirmek istemesi ve de haksızlık yaparak zengin olan insanlara bu şekilde ders vererek yoksulu sevindirmesi okuyucuyu mutlu ediyor. Robin Hood kitap olarak hala raflarda yerini almakta ve en gözde kitaplar arasında sayılmaktadır.

Pinokyo (Carlo Collodi) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Pinokyo

Pinokyo kitabının yazarı Carlo Collodi’dir. Pinokyo kitabının türü nedir birçok farlı cevap verilmektedir. Kitap Çocuk edebiyatında yer alan macera ve fantezi türünde bir roman olarak geçmektedir. Yazar Pinokyo eserini yayın yönetmenliği yaptığı yıllarda yazmıştır. Eser kısım kısım şeklinde yayımlanmıştır. Pinokyo ile Carlo Collodi büyük bir üne sahip olmuştur ve diğer eserlerini bu ün gölgede bırakmıştır. Pinokyo eseri birçok farklı dile çevrilmiştir. Pinokyo’nun binlerce baskısı bulunmaktadır.

Eserin konusu çok ilginçtir. Pinokyo’nun eğitici yanı da bulunmaktadır. Örnek olarak yalan söylediği zamanlarda burnunun uzaması verilebilmektedir. Pinokyo Dünya edebiyatında çocuk romanı kategorisi içerisinde en önemli eserler arasında yer almaktadır. Pinokyo çocuk klasikleri arasında yer alan bir kitaptır. Dünyanın her bölgesinde çocukların okuması gereken bir kitap olarak geçmektedir. Eser çizgi film şeklinde, animasyon film şeklinde ve tiyatrolara birçok kez uyarlanmıştır.

Pinokyo Özeti

Pinokyo özeti Pinokyo adlı kuklanın hikayesini anlatmaktadır. Pinokyo, Geppetto isimli bir marangozun yapmış olduğu bir kukladır. Pinokyo Geppetto’ya baba demektedir. Pinokyo sevgi içerinde olduğu bu yerden bir gün ayrılmıştır. Pinokyo akşam vaktinde kendisine bir yer bulmuştur. Bulmuş olduğu bu yerde Pinokyo ir cırcır böceği ile karşılaşmıştır. Cıcır böceği Pinokyo’yu rast gele gezmemesi konusunda uyarmıştır ancak Pinokyo onu dinlememiştir. Pinokyo cırcır böceğinin çok konuşmasından sinirlenerek onu öldürmüştür. Pinokyo aç kalarak evin yolunu tutmuştur.

Evde ateşin başında iken ayakları yanmıştır. Pinokyo’nun babası olarak bildiği Geppetto ayaklarını bir daha evden kaçmamak üzere yapacağını söylemiştir. Pinokyo okula doğru giderken bir kukla gösterisine rast gelmiştir.  Okula gitmekten vaz geçen Pinokyo elindeki son parasını da bu kukla gösterisine vermiştir. Kuklacı başı olan kişi Pinokyo’ya çok acımıştır ve ona bir miktar altın vermiştir.

Pinokyo aldığı altını eve götürürken kurnaz bir tilki ve kör olan bir kedi ile karşılaşmıştır. Bu iki kurnaz Pinokyo’ya beş altınını bin altına çevirebileceği bir yol bildiklerini söylemiştirler. Kurnaz tilki ve kör kedi Pinokyo’nun üzerine atlasalar da Pinokyo bir fırsatını bularak kurtulmuştur. Ormanın içerisinde bir peri Pinokyo’yu görerek onu kurtarmıştır. Peri Pinokyo’nun ellerini çözerek ona yemek vermiştir. Peri Pinokyo’ya parasının olup olmadığını sormuştur.

Pinokyo parası olduğu halde periye yalan söylemiştir. Kurnaz tilki ve kör kedi Pinokyo’yu tekrar yakalayarak Pinokyo’nun elinden altınları almayı başarmıştırlar. Pinokyo çok ağlamıştır. Pinokyo köye gidince kurnaz tilki ve kör kediyi şikâyet etmiştir. Enayiler Diyarı kanununa uymadığı gerekçesi ile Pinokyo hapse atılmıştır. Pinokyo hapisten üç ay sonrasında çıkmıştır. Pinokyo geceyi geçirmek için bir kümese giriştir ancak kümesin sahibi onu hırsız sanmıştır. Kümes sahibi hırsız sandığından dolayı Pinokyo’yu bağlamıştır.

Birkaç farenin gelerek ipleri kemirmesi sonucunda Pinokyo kurtulmuştur. Pinokyo en sonunda ormana gitmiştir. Orman Perisi, Pinokyo’ya söz dinlememesi dolayısıyla sürekli başına belaların geldiğini belirtmiştir. Orman Perisi ona bundan sonra söz dinlemesi gerektiğini söylemiştir. Bir arkadaşı Pinokyo’yu kandırmıştır. Pinokyo oyuncaklar ülkesi denen yere gitmiştir. Oyuncaklar ülkesi içerinde Pinokyo avare avare bir şekilde gezmektedir. Pinokyo bir gün kulaklarının uzadığını fark etmiştir. Pinokyo bu durudan çok utandığı için kimseye fark ettirmeden ormana geri dönmüştür.

Onu ormanda gören bir sincap Pinokyo’nun eşek hastası olduğunu herkese söylemiştir. Bu hastalığa sadece oyun oynayan ve haylazlık yapan çocukların yakalandığını söylemiştir. Pinokyo yine çok pişmanlık duymuştur. Ormanın içerinde Pinokyo’yu gören çoban ise onu eşek sıpalarının arasına katmıştır. Pinokyo daha sonrasında bir sirke girmiştir ancak burada ayağını kırdığından dolayı atılmıştır. Davul yapan bir kişi Pinokyo’nun derisini yüzmüştür ve davul yapmıştır. Pinokyo’yu işi bitince denize atmıştır. Pinokyo yüzerek denizden kurtulmuştur.

Pinokyo ormana döndüğünde tekrar tilki ve kedi ile karşılaşmıştır ancak bu kez onlara kanmamıştır. Pinokyo cırcır böceğinin evine gitmiştir. Cırcır böceği evinde Pinokyo’ya akıl vermiştir. Pinokyo en sonunda çok çalışkan ve akıllı bir çocuğa dönüşmüştür. Pinokyo’nun kulağına orman perisinin çok hasta olduğu haberi gitmiştir. Pinokyo çalışarak elde etmiş olduğu tüm parasını ona yollamıştır. Pinokyo bir rüya görmüştür bu rüyada orman perisi kendisine aferin demiştir. Pinokyo sabah uyandığında ise artık insandır. Pinokyo ceplerine baktığında ise altınla dolu olduğunu görmüştür. Sevinç içerisinde Pinokyo babasına koşmuştur. Pinokyo olay örgüsü bu şekilde gerçekleşmektedir.

Pinokyo Konusu

Pinokyo konusu yaşlı bir oyuncakçı olan Geppetto’nun takla atan bir kukla yapmak istemesini anlatmaktadır. Ortaya ise çocuklar için hareket edebilecek kadar bir kukla çıkmıştır. Pinokyo yaramazlık yaparak başını türlü belalara sokmuştur. Pinokyo, Geppetto’nun yanından ayrılarak maceraya çıkmıştır. Bu yolculuğun sonunda Pinokyo mavi renkli bir peri tarafından insana dönüştürülmüştür. Pinokyo en sonunda iyi ve kötünün ne olduğunu ve doğruyu ve yanlışı ayırt eden bir insan olmuştur.

Pinokyo İncelemesi

Eserde iyi bir insan olmak çalışkan ve gözü tok olmaya bağlanmıştır. Bize verilen nasihatleri dinlememiz gerektiği üzerine durulmuştur. Pinokyo incelemesi yapıldığında ana fikir olarak karşımıza bu iki çıkarım çıkmaktadır. MEB İlköğretim 100 Temel içinde kitap yer almaktadır. Tavsiyeler üzerine ilköğretim çocuklarına uygun bir şekilde hazırlanmıştır. Pinokyo kitabının birçok yayın evi tarafından basımı bulunmaktadır. Pinokyo kitabının sayfa sayısı kaçtır sorusuna cevap 96’dır.

Peyami Safa Hayatı ve Eserleri

Peyami Safa

Peyami Safa’nın hayatı incelendiğinde yazar, 2 Nisan 1899 tarihinde Gedikpaşa’da hayata gözlerini açmıştır. Tarihler 15 Haziran 1961’i gösterdiğinde ise hayata veda etmiştir. Kendisi Türkiye’nin önde gelen, sevilen, sayılan, en tanınan şair ve gazetecilerinden birisi olmayı başarmıştır. . Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ve Yalnızız gibi psikolojik türdeki eserleriyle okuyucular tarafından çok beğenilmiş ve takdir görmüştür. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında yazınlarıyla önde gelen isimlerden olmayı başarmıştır. Yaşamı ve düşünce hayatındaki değişimleri eserlerine de tüm şeffaflığıyla yansıtmıştır.

Bir dönemde Server Bedi lakabını kullanmış ve bu takma adı ile birçok roman yayımlamıştır. Fransız yazar Maurice Leblanc’ın Arsen Lüpen adlı tiplemesine benzetilen ve ondan esinlenerek yazdığı düşünülen Cingöz Recai karakterini oluşturmuştur. Peyami Safa, bu dönemlerde gazeteci kimliğini de korudu ve İlhami Safa (abisi) ile çeşitli dergiler yayımlamıştır.

Usta şairimizin ismini Tevfik Fikret gibi bir üstat koymuştur. Safa çok küçük yaşlardayken babası hayata veda etmiştir. Annesi ve abisi ile zor şartlar altında hayatına devam etmiş ve geçimlerini sağlamışlardır. Bu zorlukların arasında bir de yazara kemik veremi hastalığı teşhisi konulmuştur. O zamanlardaki psikolojik durumunu Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda göstermiştir ve eserini buna göre kaleme almıştır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı otobiyografik bir romandır ve okuyucular tarafından çok beğenilmiştir. Yazın dünyasına verdiği ilk edebi ürünlerini Vefa Lisesinde talebelik yaptığı dönemde vermiştir. Kendisi belli bir süre öğretmenlik yapmıştır. “Asrın Hikâyeleri”  adı ile piyasaya sürdüğü hikâyeleri oldukça merak uyandırdı, bazı fikirlere öncü oldu ve okuyucunun beğenisini topladı.

Safa, dönemin önemli edebi isimleri ile kalem tartışmalarına girdi. Hayatı boyunca düşünceleri ve etkilendiği akımlar sürekli değişime uğramıştır. Pozitivist, materyalist, mistik, milliyetçi, muhafazakâr, antikomünist ve korporatist gibi akımlar Peyami Safa’nın etkilendiği akımlar olmuştur.  Şair Fransızca biliyordu ve Batıyı yakından takip ediyordu. Batıdaki kültür yapısı ve yeniliklere oldukça hâkim bir isimdi. İlk zamanlarda Maupassant ve Rousseau gibi büyük isimlerin kitaplarını çevirmişti. Bunun ardından bütün eserlerinde mekân olarak İstanbul’u tercih etmiştir.

Doğu ile Batı’nın sentez ve tahlilini bütün eserlerinde başarılı bir biçimde işledi. Cumhuriyet ve Milliyet gibi önemli gazetelerde eleştirel yazılarını kaleme aldı. Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek gibi önemli isimlerle olan iyi ilişkileri bir süre sonra yerini kalem tartışmalarına bıraktı. Peyami Safa’nın siyasi görüşü incelendiğinde, ilk Cumhuriyet Halk Partisiyle daha sonrasında ise Demokrat Partiyle yakınlaşmıştır.

Fatih-Harbiye

Peyami Safa’nın kaleminden çıkan ve takvimler 1931 senesini gösterdiğinde yayımlanan romandır. Modern bir hayatla ve eski değerlere bağlı bir hayat arasında kalmış Neriman’ın hayat öyküsünü anlatan bir eserdir.  Yazarın bu eseri 1990 ve 2013 senelerinde, romanla aynı isimle televizyonda izleyiciyle buluşmuştur.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Bu romandaki başkahraman 15 yaşında gençliğinin baharında olan bir çocuktur ve talihsizce kemik veremi hastalığına yakalanmıştır. Tedavi sürecinde iki kere ameliyat geçirse de bir türlü iyileşememiştir. Bunun üzerine bazı üzüntülü zamanlar geçirmiştir ve hastalığı kötüleşmiştir. Uzun bir dönem hastane kalmıştır ve ameliyatlar geçirmiştir. İyileşme ümidi artmıştır ve 9. Hariciye Koğuşuna yatmıştır. Gördüğü tedavi ile bacağı kesilmekten kurtulmuştur. Bacağı iyileşir ve hastaneden ayrılır.

Roman

  • Sözde Kızlar (1922)
  • Şimşek (1923)
  • Mahşer (1924)
  • Bir Akşamdı (1924)
  • Süngülerin Gölgesinde (1924)
  • Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925)
  • Canan (1925)
  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930)
  • Fatih-Harbiye (1931)
  • Bir Tereddüdün Romanı (1933)
  • Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949)
  • Yalnızız (1951)
  • Biz İnsanlar (1959)

Fikri Eserleri

  • (1914) Zavallı Celal Nuri Bey
  • Büyük Avrupa Anketi (1938)
  • Türk İnkılabına Bakışlar (1938)
  • Felsefî Buhran (1939)
  • Millet ve İnsan (1943)
  • Mahutlar (1959)
  • Nasyonalizm (1961)
  • Sosyalizm (1961)
  • Mistisizm (1961)
  • Doğu-Batı Sentezi (1962)
  • Nasyonalizm – Sosyalizm – Mistisizm (1968)
  • Osmanlıca-Türkçe-Uydurmaca (1970)
  • Sanat – Edebiyat – Tenkid (1971)
  • Sosyalizm – Marksizim – Komünizim (1971)
  • Din – İnkılâp – İrtica (1971)
  • Kadın – Aşk – Aile (1973)
  • Yazarlar – Sanatçılar – Meşhurlar (1976)
  • Asır, Avrupa ve Biz (1976)

Hikâye

  • Piyano Muallimesi (1910)
  • Bir Mekteplinin Hatırası, Karanlıklar Kralı (1914)
  • Gençliğimiz (1922)
  • Siyah Beyaz Hikâyeler (1923)
  • Ateş Böcekleri (1925)
  • İstanbul Hikâyeleri (tarihsiz)

Piyes

  • Gün Doğuyor (1937)

Kimdir, Nedir? Serisi

  • Mussolini Kimdir?
  • Faşizm Nedir?
  • Karl Marks Kimdir?
  • Marksizm Nedir?
  • Rousseau Kimdir?
  • Liberalizm Nedir?
  • Atatürk Kimdir?
  • Kemalizm Nedir?
  • Ziya Gökalp Kimdir?
  • Türkçülük Nedir?
  • Machiavelli Kimdir?
  • Makyavelizm Nedir?
  • Oliver Salazar Kimdir?
  • Korporatizm Nedir?
  • Roosvelt Kimdir?
  • Nev Deal Nedir?

Peyami Safa’nın babası, Muallim Naci tarafından “anadan doğma şair” olarak tabir edilen ve Trabzon kökenli bir ailenin biricik oğlu olan İsmail Safa’dır. Annesinin ismi ise Server Bedia Hanım’dır. İsmail Safa, II. Abdülhamid’e muhalif olan kişilerden birisidir ve Sivas’ta sürgünde olduğu dönemde vefat etmiştir. Ailesine maddi anlamda hiçbir şey bırakamadan hayata gözlerini yummuştur

Küçük yaşlardan beri tutkuyla bağlı olduğu edebi dünyaya hayata gözlerini yumana kadar devam etmiş ve pes etmemiştir. Safa, daha çok milliyetçi ve muhafazakâr olarak nitelendirilebilecek hayat görüşüne sahip olmuş ve buna uygun eserler kaleme almıştır. Fatih-Harbiye ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli yapıtları Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eser listesinde yer aldı. Bazı eserleri ise dizi ve sinemalarda belli dönemlerde seyirci ile buluştu.

Özdemir Asaf Hayatı ve Eserleri

Özdemir Asaf

Asaf, yalnızlık şairi olarak adlandırılmaktadır Özdemir Asaf, 11 Haziran 1923 tarihinde Ankara’da hayata gözlerini açmıştır. Cumhuriyet Döneminin önde gelen Türk şairlerinden birisidir. Aslında tam olarak ismi Halit Özdemir Arun olan şairimiz sadece Özdemir adını kullanmaktadır. Asaf’ın babası olan Mehmet Asaf,  Şura-yı Devlet’i kuran ve en önde gelen isimlerinden birisi olmayı başarmıştır. Babası 1930 senesinde hayata gözlerini yummuştur ve şairimiz babasına çok erken bir yaşta (7 yaşında) veda etmek orunda kalmıştır.

 Özdemir Asaf’ın eğitim hayatı araştırıldığında ise öncelik olarak Galatasaray Lisesinde okuyan Özdemir Asaf, takvimler 1941 senelerini gösterirken ve kendisi 11.sınıf talebesiyken ek bir sınavla Kabataş Erkek Lisesine geçiş yapmıştır. 1942 senesinde kep atarak mezun olmuştur. Hukuk Fakültesi, İktisat Fakültesi’nde 3. Senesine kadar ve 1 sene de Gazetecilik Fakültesinde öğrenim görmüştür. Okuduğu dönemde ise boş durmayıp Tanin ve Zaman adlı gazetelerde çalışmıştır. Çevirmenlik yapmıştır.

Usta şairimiz Özdemir Asaf’ın ilk yazısı Servet-i Fünun (Uyanış) dergisinde okuyucu beğenisine sunulmuştur. 1951 senesinde bir girişimcilik adımında bulundu ve Sanat Basımevini kurmuştur.  Asaf, kitaplarını Beyaz Masa Yayınları adı altında kitaplarını yayımlamayı tercih etti. 1962 senesinde Mehmet Ali Aybar öncülüğünde kurulan Temel Hakları Yaşatma Derneği’nin kurucularından birisi oldu.

İlk olarak dünya evine Sabahat Selma Tezakın ile giren Özdemir’in bu evlilikten Seda isminde bir kız çocuğu olmuştur.  Boşandılar ve boşanmalarının ardından aşka ikinci kere inana Özdemir’in bu evlilikten Gün, Olgun ve Etkin adında üç oğlu olmuştur. Özdemir Asaf’ın eşi Yıldız Moran’dır.  Özdemir Asaf takvimler 28 Ocak 1981’i gösterdiğinde İstanbul şehrinde hayata veda etmiştir. Vefat ettiğinde 57 yaşında olan Özdemir, erken yaşta sevenlerini üzmüştür.

Şiirleri

  • Dünya Kaçtı Gözüme – 1955
  • Sen Sen Sen – 1956
  • Bir Kapı Önünde – 1957
  • Yumuşaklıklar Değil – 1962
  • Nasılsın – 1970
  • Çiçekleri Yemeyin – 1975
  • Ben Değildim – 1978
  • Bugün ve Bugün (Yayımlanmamış şiirler) – 1984
  • (Yayımlanmamış şiirler) Benden Sonra Mutluluk
  • Çiçek Senfonisi (Toplu şiirler) – 2008
  • Sen Bana Bakma, Ben Senin Baktığın Yönde Olurum (Kendi sesinden şiirler) – 2012
  • Yalnızlığa Övgü (Yalnızlık Paylaşılmaz)
  • Lavinia

Etika

  • Yuvarlağın Köşeleri – 1961
  • Yuvarlağın Köşeleri-2 (Vefat etmesinin ardından yayımlanan bir eseridir.) – 1988

Hikâye

  • Dün Yağmur Yağacak (Vefat etmesinin ardından yayımlanan bir eseridir) – 1987

Otokopi, Deneme

  • Özdemir Asaf’ça (Vefat etmesinin ardından yayımlanan bir eseridir.) – 1988

Çevirdiği Kitaplar

  • Reading Zindanı Baladı (Oscar Wilde) – 1968

Asaf’ın Hayat Hikâyesi

Duygu dolu dizeleri ve kalemindeki ustalığı okuyucularının ona hayran olmasını sağlamıştır. Özdemir Asaf’ın hayat hikâyesi babasının vefatının ardından zorlaşmıştır. Şairimiz ile ailesi, babasının ölümünün ardından İstanbul’a gitmişler ve Hamidiye Hanım’ın Acıbadem’deki köşkünde dikiş nakış kursu kurmasıyla geçimlerini sağlamaya çalışmışlardır. İlk eşi olan Sabahat Selma Tezakın hanımefendi ile okul hayatında tanışmış ve büyük bir aşk ile evlenmişlerdir. Usta şair Tezakın ile takvimler 14 Eylül 1946’yı gösterdiğinde evlenmiştir. Bu büyük aşk evliliğinin sonrasında yükseköğrenimini tamamlayamamıştır ve çalışma hayatına başlamıştır. 1942’den beri devam ettiği sigorta prodüktörlüğü işini ara vermeden sürdürmüştür.

Özdemir Asaf takvimlerimiz 1948 senesini işaret ettiğinde ise herkes gibi vatan görevini yapmak üzere askerliğe gitmiştir. Büyük Doğu, Varlık, Yenilik, Amaç, Kaynak, Edebiyat Dünyası, Şadırvan, Yeditepe, Seçilmiş Hikâyeler, Yenilik, Vatan, Dost, Türkçe ve Türk Dili gibi gazete ve dergilerde de şiirler yazmış ve çok büyük ilgi, takdir, hayranlık görmüştür. Kendisi aynı zamanda bir çeviri şairidir ve bu işte de çevresi tarafından oldukça takdir edilmiştir.

Özdemir Asaf, 1951 senesinde Cağaloğlu Molla Fenari Sokak’ta bulunan Sanat Basımevini, 1955 senesinde ise Yuvarlak Masa Yayınlarını kurmuştur. İlk şiir kitabı Dünya Kaçtı Gözüme’yi 1955 yılında bu yayınevinden okuyucuyla buluşturan Asaf, taşlama ve ironi unsurlarını da kullandığı eserlerini genellikle dörtlük ve ikilik şeklinde kaleme aldı.

Türk yazı dünyamızın en önde gelen ve özel isimlerinden olan usta şairimiz Özdemir Asaf, daha sonraki senelerde dize sayısını azaltmaya çalışmıştır ve kelime oyunlarına yer vermeye çalıştığı dizeler kaleme almıştır. Yazdığı eserlerinde daha çok insan ve toplum konularına yer vermiş ve toplumsal olaylara duyarlı bir şairimiz haline gelmiştir. Asaf, şiirlerinde usta bir şekilde taşlama ve alay konularına yer vermiştir. Özdemir Asaf, aynı zamanda, şiirin ve yazarın önemi ve işlevi konusundaki düşüncelerini de “Yuvarlağın Köşeleri” adlı kitabında okuyucunun beğenisine sundu.

Türkiye’nin ilk kadın fotoğraf sanatçısı olan Yıldız Moran yazarın ikinci eşidir. Yıldız Moran hanımefendiden de 3 çocuğu olan Asaf, çocuklarını her zaman çok sevmiş ve onlara çok ilgi göstermiştir. Örnek bir baba ve sevgi dolu bir eş olmuştur.  Asaf, Türk Edebiyatçılar Birliği temsilcisi olarak 1959 senesinde Belçika Milletlerarası Şiir Bienali’ne katılmış, 1966’da Makedonya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak Yugoslavya’da Şiir Kongresi’nde bulunmuştur.

Yuvarlak Masa Yayınlarını ve matbaasına 1970 yılında kepenk vurmuştur ve hastalığı nedeniyle 1979’da Vakıf Gureba Hastanesi’nde tedavi görmeye başlayan şaire, 1980 yılının aralık ayında akciğer kanseri teşhisi konulmuştur. Yazar ve ailesi bu teşhis ile büyük bir buhrana ve üzüntüye kapılsa da pes etmemiş ve tedai sürecini aksatmamıştır. Hayata veda eden Özdemir Asaf’ın naaşı Aşiyan Mezarlığı’na gömülmüştür. Usta şairin bazı eserleri vefatından sonra yayımlanmıştır ve yine büyük ilgi görmüştür.

Ömer’in Çocukluğu (Muallim Naci) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Ömer’in Çocukluğu

Bu kitap, Muallim Naci’nin sekiz yaşına kadar olan çocukluk hatıralarını içeren kitaptır. Ömer’in Çocukluğu 100 temel eser arasında en beğenilen ve en sevilen eserlerinden birisi olarak yerini almayı başarmıştır. Eser ilk defa 1890 senesinde yazarın Sünbüle isimli eserinin bir bölümü olarak okuyucularının beğenisine sunulmuştur. Bu bölüm 1898 senesinde Almanca ’ya, 1914 senesinde ise Rusça ’ya çevrildi; M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yeni harflerle de piyasaya sürüldü. Bağımsız bir eser olarak farklı yayın evleri tarafından basılan kitap, Türk edebiyatının en çok beğenilen anı kitaplarındandır.

Ömer’in Çocukluğu eseri, Tanzimat Edebiyatının en önde gelen isimlerinden birisi olmayı başaran Muallim Naci’nin (1850-1893), sekiz yaşına kadar yaşadığı günleri anlatan bir anı kitabıdır. Usta yazarımız Naci, çocukluk zamanlarını ele alırken, içinde yaşadığı toplumun inanışları, kültürleri, hassasiyetleri konusunda pek çok bilgiyi de okuru karşısına çıkarır.

Ömer’in Çocukluğu Özeti

İstanbul’un Saraçhane mahallesinde, Çelebi Sokak’ta yaşıyorlardı. Ömer’in babası Ali; yakışıklı,  alımlı, dolgun vücutlu, gayet şık giyinen, ahlâk ve terbiyeye sahip, güzel yürekli birisi idi. Dükkânında saraçlık yaparak geçimini sağlardı. Özet ile çalışır, çabalar, emek verir, evine de çok iyi bakardı. Ali’nin en iyi arkadaşı Behçet Amca’dır. Sıklıkla bir araya gelir, sohbet ederlerdi.

Ömer’in abisinin adı Mehmet’tir ve Mehmet Ömer’e okuma yazma konusunda çok destek olmuştur. Bir de Ömer’in amcası Tahir vardır ve Tahir amca babasından oldukça farklı birisidir. Tahir Amca sürekli borçlanır ve borçlarını Ömer’in babası Ali Bey ödermiş. Ömer’in Çocukluğu özeti okuyan birisi Muallim Naci’nin çocukluk yıllarının nasıl geçtiğini anlamış olacaktır.

Günlerden bir gün okuldan çıkıp eve doğru ilerlerken Ömer köpek saldırısına uğramıştır. Bu durumu göre bir adam ise Ömer’e yardımcı olmak yerine sadece izlemiştir. Ömer ise köpeğin saldırısına uğramasından çok o adamın yardım etmeden sadece izlemesine üzülmüştür. Belli bir sürenin ardından Ömer’in babası Ali Bey hayata gözlerini yummuştur. Bu durum sonunda Ömer çok üzülmüştür. Babasını kaybetme acısının ardından dayılarını da kaybettikten sonra aile büyük bir yoksulluk ile hayata devam etmek zorunda kalmıştır.

Bu dönemde Ömer eğitim yıllarını başarı ile tamamlamıştır ve bir Rüştiye’de eğitmen olarak göreve başlamıştır. Sait Paşa, okulu denetlerken beni çok sevmiş ve yanına memur olarak almak istemişti. Sait Paşa ile birlikte pek çok farklı görevde bulunurken, aynı anda da şiirler yazıyordum ve yazdığım gazetelerdeki başarım gün geçtikçe yükseliyordu. Başarılı olsam da kendime sürekli bir şeyler katıyor ve başka hocalardan dersler alıyordum.

Bir gün birden bire Ömer’in ziyaretine ailesi ile birlikte Ahmet Mithat Efendi de gelmiştir ve rüyasında Ömer’i hasta olarak gördüğünü söylemiştir fakat Ömer’in bir hastalığı söz konusu değilmiş. Sohbet ederlerken bir ara Ömer odasına gitmiştir tam da o esnada fenalaşmıştır ve yatağına yatmıştır. Bu fenalık Ömer’in hayata veda etmesine neden olmuştur ve böylece Ahmet Mithat Efendi’nin rüyası doğru çıkmıştır. Ömer’in hayata gözlerini yummasının sebebi ise kalp durması olmuştur.

Ömer’in Çocukluğu Konusu

Eserin yazarı Muallim Naci’nin çocukluk zamanlarından bahseden bu eser, çok iyi bir hatıra kitabı olma özelliği taşımaktadır. Eserde Ömer adında küçük bir çocuğunun babasını kaybetmesinin ardından dayısını da kaybetmesi ve böylelikle yoksulluk içinde büyümesi anlatılır. Ömer’in küçüklüğüne dair unutamadığı olaylardan birisi ise köşe başında köpek saldırısına uğramasıdır. Köpek saldırısına uğrarken bir adam olanları izlemiş ve hiçbir şekilde yardım etmemiştir. Ömer’in bu olay oldukça zoruna gitmiştir.

Ömer mektebe gittiği dönemlerde bir tane öğretmeninden çok çekinirmiş, hatta 3 senede 2 kez sopa ile falakaya yatırmış. Eğitim zamanlarını tamamlamış ve bunun ardında da öğretmen olarak bir yerde göreve başlamıştır. Ömer’in zorluklarla geçen çocukluğunu anlatan bu anı kitabı okuyucuları tarafından çok sevilmiştir. Muallim Naci’yi anlamak ve onun çocukluğuna inmek isteyen meraklı okurlar Ömer’in Çocukluğu konusu hakkında da bu bilgilerden faydalanarak yazarın hayatı hakkında detayları öğrenebilirler.

Ömer’in Çocukluğu İnceleme

Ömer’in çocukluğu inceleme altına alalım ve ilk olarak karakterleri analiz edelim. Kitabın başkahramanı ve anlatıcısı bildiğimiz gibi Ömer’dir. Başarılı, sanatçı ve duygusal bir kişiliğe sahiptir olan acı dolu çocukluk dönemi geçiren birisidir. Mehmet ise Ömer’in abisi olarak hikâyede karşımıza çıkıyor. İyiliksever bir kişiliği vardır ve Ömer’i her daim koruyup kollar. Başka kitapta geçen isim Ali ise oldukça genç sayılacak bir yaşta hayata veda etmiştir. Çevresindekiler tarafından sevilen ve sayılan oldukça iyi bir karakterdir.

Kitapta bildiğimiz gibi yazarı Muallim Naci’nin anıları yer alıyor. Anılarını çok detaya boğmadan verdiği için okuyucu sıkılmadan, sürükleyici şekilde devam ediyor. Yazıldığı dönemin örf adetlerini, geleneklerini, kültürlerini ve inançlarını anlatarak o dönemi zihnimizde canlandırmamıza yardımcı olmuştur. ‘ Ömer’in Çocukluğu kaç sayfa? ‘ diye soracak olursanız da bu eserin sayfa sayısı 68’dir.

Muallim Naci’nin de asıl adı Ömer’dir ve bu eseri okurken Muallim Naci’nin günlüğünü okurmuş gibi hissedebilirsiniz. Okuyucuları tarafından çok sevilen bu eser aynı zamanda Muallim Naci’ye şöhretin kapılarını açmıştır diyebiliriz. Eserdeki gibi Muallim Naci’nin de babasının adı Ali’dir ve Ömer’in de babasının adı Ali’dir. Kahramanlara kadar aynı isimleri kullanmayı tercih etmiştir.