Küçük Prens (Antonio De Saint-Exupery) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Küçük Prens

Küçük Prens eseri; dünya üzerinde en çok okunan kitaplar arasında yer alır. Bu nedenle Küçük Prens konusu bakımından da merak edilen bir yapıttır. Özellikle pek çok alanda, sosyal mecralar başta olmak üzere sözlerine sık sık rastladığımız eserin; özeti, konusu ve incelemesini merak edenler için hazırladığımız yazımıza başlıyoruz.

Küçük Prens yazarı Antonio De Saint-Exupery olan ve 1942 yılında yazılmış bir çocuk kitabıdır. İçeriğindeki kelimelerin sadeliğine karşın anlamındaki derinlik sebebiyle, hem yetişkinlere hem de çocuklara hitap eden özel bir eserdir. Edebiyat alanında bazı özel eserler; anlatımındaki naiflik ve küçük yaşlarda hitap edebilmesi nedeni ile çocuk kitabı olarak geçse de; yetişkinlerin de mutlaka okuması gereken eserler arasında yer alır.

Bunlardan birisi olan Küçük Prens dilimize çok akıcı ve güzel bir şekilde çevrilmiştir. Aynı zamanda eser ile ilgili önemli bir ayrıntı da, dünya üzerinde farklı dillere en çok yapılan 3. kitap olma özelliğidir. Toplamda satış miktarı 200 milyonu aşmıştır. Artık klasikler arasında değerlendirilen eser; yazarın deyimi ile ilk yazıldığı sırada 1000 sayfa civarındayken;  daha sonra mükemmeliyeti yakalamak için kısa bir kitaba dönüştürüldüğü belirtilir.

 Küçük Prens Özeti

Küçük Prens özeti kitap hakkında merak edilen unsurların başında gelir. Bu güzel eser her yaştan insanın kendine göre farklı bir çıkarımda bulunabileceği bir kitaptır. Öncelikle oldukça naif bir anlatım tarzı ve kurgusu olan kitabın ana hali oldukça kısadır. Bu nedenle özeti incelendikten sonra okunması tavsiye edilir.

Hikaye yazarın gözünden anlatılmaktadır. Kitaptaki baş karakterimiz uçakla çöle düşmüş olan bir pilottur. Ve çölde yalnız kalan pilotun, farklı gezegenden gelmiş olan Küçük Prens ile tanışma yolculuğu anlatılır. Bu karşılaşmanın ardından pilot ve Küçük Prens arasında bir resim muhabbeti geçer ve pilotun çizdiği resmi Küçük Prens hemen anlar. Resimlerini ilk defa anlayan birisi ile karşılaşan pilot şaşırır.

Ardından hikaye başlar. Küçük Prens B612 isimli gezegende yaşamaktadır. Çok sevdiği bir de gülü vardır. Küçük Prens farklı yerleri çok merak ettiği için;  sevdiği gülünü arkada bırakır ve yeni bir serüvene başlar. Bu yolculuktan çok şey öğrenir. Kendi gezegeninde tek olan ve çok sevdiğim gülünden farklı bir gezegende bir sürü görür. Çok şaşırır ancak hiçbir gül bahçesini kendi sevdiğinin yerine geçemeyeceğini düşünür. Bunu şu şekilde açıklar: ‘ Çünkü o benim gülümdür.’ Küçük Prens geçirdiği maceralarının ardından kendi gezegenine döner. Tanıştığı pilot ise bu anıları yazar.

Küçük Prens Konusu

Küçük Prens konusu itibariyle de kitap severlerin dikkatini çeken bir içeriğe sahiptir. Eser kitap yazarının gözünden anlatılır. Öncelikle bu anlatım tarzı  sebebiyle oldukça içten bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda hikayenin ana kahramanı olan pilot uçağının bozulması sebebiyle çöle zorunlu iniş yapar. Bu bölgede farklı bir gezegenden gelmiş olan Küçük Prens ile tanışma macerası başlar. Daha sonra ikili arasındaki sohbetle beraber gelişen olaylar konu edilir.

İkili arasındaki diyaloglardan en dikkat çekenlerinden biri ise;  tanıştıkları zamanki iletişimleri dir. Küçük Prens pilota bir koyun çizmesini söyler. Pilot ise bir boğa yılanı çizerek küçük prense verir. Küçük Prens’in cevabı ise pilot oldukça şaşırtır. Ondan bir boğa yılanı içinde fil çizmesini değil, kendisine bir koyun çizmesini istediğini söyler. Pilotun bu cevabı şaşırmasın sebebi ise; küçüklükten beri çizdiği bu resmi ilk defa anlayan birinin olmasıdır. Küçük Prens haricinde herkes, ona şapkaya benzer ve saçma bir resim çizdiğini söylerken;  Küçük Prens pilotun yapmak istediğini hemen anlamıştır.

Bu şekilde ilginç diyaloglara konu olan ve orijinal bir yapıt olarak özellikle son yıllarda adından daha fazla söz edilen Küçük Prens;  yazarın gözünden dünyayı anlama ve yorumlama çabası olarak; insana ait duygu ve düşünceleri oldukça iyi bir şekilde ifade eder. Küçük Prens olay örgüsü temel olarak yukarıda verilen bilgiler ışığında ilerler.

Küçük Prens İncelemesi

Her ne kadar ismi ile ve literatürdeki sınıflandırılmasıyla çocuk kitabı olarak bilinse de;  Küçük Prens çocuk büyük herkesin seveceği özel bir eserdir. Bu eserde herkes kendinden bir parça bulabilir. Çünkü yazar oldukça geniş bir perspektiften konuyu değerlendirilmiştir. Alegorik dili ile dikkat çeken eserde her bir karakter; günümüzdeki bir insan tipini temsil eder.

Küçük Prens incelemesi dahilinde ifade edilebilecek en belirgin nokta ise; eserin bu dünyadan olmayan bir karakterin gözüyle ve bir nevi çocuk naifliği ile anlattığı hikaye;  yetişkin olduktan sonra küçüklükteki hayallerini ve bakış açısını kaybeden insanları eleştirmektedir.

Bazı somut ve maddesel hırsızlara yenilerek; hayatın gerçek güzelliklerinin farkında olamayan insanları mecazi şekilde yansıtır. Bu kadar derinlikli bir konu işlemesine rağmen;  pek çok özel eserde olduğu gibi dili oldukça sade ve akıcıdır.

Küçük Prens ana fikri temelde yukarıdaki konuları işler. Kitabın içeriğindeki ifadelerde tıpkı konusu gibi oldukça sade ve güçlü bir anlatıma sahiptir. Bu nedenle;  artık dünya çapında çok sayıda çevrilmiş olan kitabın alıntılarını her yerde görmek mümkündür. Bir nevi yaşam rehberi gibi değerlendirilerek bu cümleler pek çok mecrada paylaşılır. Özellikle insanın gerçek manada görmek için gözden çok; bir yüreğe ihtiyacı olduğunu vurgulayan eşsiz bir eserdir.

Küçük Ağa (Tarık Buğra) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Küçük Ağa

Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Harbini kaybedince, eski heybetini de yitirmeye başlamıştır. Savaş ve işgaller sebebiyle artık zayıf kalmıştır. Tarık Buğra tarafından yazılan Küçük Ağa incelemesi, Anadolu’da bir kasaba olan Akşehir’den hareketle kurtuluşu ele alır.

1963 yılında yazılan kitap, Kurtuluş Savaşının gerçekleştiği yıllarda Kuva-yı Milliye adı verilen ancak ne oldukları fazla bilinmeyen kişilerin başlattığı haber katılıp, katılmama arasında kalan kişileri ele alır. Yüzyıllar boyunca sadece padişah tarafından açılan sancak altında harbe girileceği düşünen halkın, işgalin bilgileri gelirken yaşadıkları ikilemleri, kaderlerine sahip çıkmayı düşünmek durumunda kalmalarını gösterir.

Küçük Ağa Karakterleri

Her romanın belirli bir türü vardır. Küçük ağa roman türü ise Kurtuluş Savaşı yıllarını ele almaktadır. İçerisinde çok sayıda karakter geçmekle beraber, bazıları ana karakter durumundadır. Bunlar şöyledir;

Küçük Ağa: Mehmet Reşit Efendi, Akşehir halkı tarafından İstanbullu Hoca şeklinde anılmaktadır. Yaşının genç olmasına rağmen hocalığa bağlamış, ardından da payitaht tarafından Ahşehir’e yollanmıştır. Bu esnada gür ve siyah sakal bırakmıştır. Ne var ki çeteciliğe başladığı zaman, sakallarını kırpmış, silah kullanmayı ve ata binmeyi öğrenmiştir. Ardından da Küçük Ağa unvanını almıştır.

  1. Salih: Eski bir asker olan Salih savaşta yüzünün sağından yara almış, sağ kolunu da kaybetmiştir. Savaştan geri döndüğünde, bıraktığı Akşehir’i eskisi gibi bulmaz. Aldığı kararlardan dönmeyen bir karakter olup, Kuva-yı Milliye’ye katılır. Ancak savaştan sonra kaybolur.
  2. Emine: İnce belli ve beyaz tenli bir kız olan Emine, simsiyah gözlere sahiptir. Oldukça güzel olup, sahip olduğu huylar da kendisi gibidir.
  3. Çerkez Kardeşler: Tevfik bey ile Çerkez Ethem, Milli Mücadele’nin ilk senelerinde vatan, millet için mücadele etmiş, güzel işler gerçekleştirmiştir. Ne var ki düzenli ordu kararı ardından, zarar vermeye başlamıştır. Düzenli orduya karşı yenilmeleri ardından, düşmana sığınmıştır.
  4. Ali Emmi: Yaşlı bir kişi olan Ali Emmi, alnında kırışıklıklar olan, saçı ve sakalı ağarmış bir insandır. Akşehir’in köylüsünü temsil eden bir karakterdir.
  5. Ağır Ceza Reisi: İyi bir eğitim görmüş olan Ağır Ceza Reisi, dürüş ve sağlam bir karakterdir. Alçakgönüllü olup, heybetli bir duruşa sahiptir.

Küçük Ağa Romanı olay örgüsü bu kişiler etrafında döner. Ancak farklı kişiler de vardır. Bunlar,

  1. Gönülsüzlerin Haydar Bey,
  2. Topbaşların Halis,
  3. Yüzbaşı Hamdi,
  4. Yüzbaşı Nazmi,
  5. Küçük Hacı,
  6. Mehmet,
  7. Hasan Efendi,
  8. Salih’in Annesi,
  9. Çakırsaraylı,
  10. Yorgo,
  11. Minas,
  12. Niko,

Gibidir. Roman içinde lakaplar da vardır. Bunlar sosyal tabaka ve dış görünüş ile ilgilidir. Kitapta yer olan olaylar Akşehir ve Ankara’da geçer.

Küçük Ağa Konusu

Birinci Dünya Savaşına giren Osmanlı İmparatorluğu, savaşın bitmesiyle beraber gücünü kaybetmiş, isyan ve işgaller başlamıştır.  Kitap, Akşehir’den hareket ederek Kurtuluş Savaşını ele alır. Küçük Ağa konusu da böylece başlar. İnsanların savaşa katılıp, katılmama yönündeki kararsızlıkları gösterir.

Küçük Ağa Özeti

Birinci Dünya Savaşı sona erse de, Osmanlı bunun etkilerini hâlâ görmektedir. Savaşların bitmesiyle, insanlar da doğal olarak evlerine dönmektedir. Ancak kayıpların ne kadar büyük olduğu da böylece anlaşılır. Küçük ağa romanı olay örgüsü de böylece başlar.

Akşehirli bir er olan Salih, aldığı yaralar ile vatanına geri döner. Ancak durumun nasıl olduğunu buradan daha iyi görür ve her şeyin farklılaştığını anlar. Her ne kadar bir dönemler Rumlar ile dost olsalar da, artık halkı ile Rumların arasında ilişkiler eskisi gibi değildir. Niko, Salih’in yakın bir arkadaşı olup o da Rum’dur.

İşgaller arttıkça, halkların düşmanlıkları da yükselmektedir. Her ne kadar Salih Rumların hareketlerini ihanet olarak görse de, Niko ile arasını kopartamamıştır. Ne var ki bir gün durum öğrenilir. Böylece halk, Salih’i dışarı atar. Böylece artık Niko ve yanındakiler ile gezmeye başlar. Kendini namazdan çekmiştir.

Halk da bu sırada işgallere yönelik tepki vermeye dair karar almıştır. Ancak Salih bu esnada istenmemektedir. Tam bu sırada, payitaht bir hoca gönderir. Amacı, Osmanlıya karşı bağlılığı sağlamak, buna teşvik etmektir. Hoca da oldukça iyidir. Yaptığı vaazlarda padişaha dair düşüncüleri de iletir.

Bu olaylar devam ederken, ülkede Kuva-yı Milliye adlı bir örgüt kurulmaktadır. İşgalleri önleme amacı taşımakta olup, işi oldukça zordur. İstanbullu hoca olarak da alınan hocanın vaazları, Kuva-yı Milliye ilkeleri ile uyuşmaz. Zira kendisi, padişaha bağımlılıktan söz etmektedir. Bu nedenle zıtlaşmalar vardır.

Hoca olaylar sürerken, düşüncelerinin doğruluğunu da ele almaktadır. Salih bu esnada Kuva-yı Milliye’ye katılmaya dair karar alır.  Bunun temel sebebi, Niko’nun Osmanlı İmpartorluğu’na karşı olan savaşa katılmasıdır.  Küçük Ağa özeti buradan sonra farklı şekilde devam eder. Zira Kuva-yı Milliye hoca üzerine ölüm kararı verir.  Böylece hoca da Akşehir dışarısına çıkar. Ardından çete liderlerine sığınarak, bazı adamları da yanına alıp kasabaya geçer.

Bundan sonra da hangi tarafa geçmesi gerektiğine karar vermeye çalışır. Bu esnada Salih’e de hocayı bulmasına dair emir verilmiştir. Salih onu bulmuş, ancak Kuva-yı Milliye içerisine katılmak için ikna etmeyi başarmıştır. Böylece birlikte Çerkez kardeşlere katılır.

Ancak bir süre sonra düzenli ordu kurulur ve Çerkez kardeşler ile terslik oluşur. Hoca bu sırada yolun hatalı olduğuna inanarak, onları döndürmek için çalışmaya başlar…

Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Kuyucaklı Yusuf

1937 yılında kitap haline getirilen Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali tarafından kaleme alınmıştır. Kuyucaklı Yusuf konusu bakımından, Türk edebiyatında ilk kasaba romanı olma özelliğini taşımaktadır.

Türkiye Komünist Partisi ile bağlantısı olduğu sebep gösterilerek tutuklanan yazar, bir yıl Aydın cezaevinde kalmıştır. Bu süreç esnasında Yusuf adlı bir kişi ile tanışmış, onun hikâyesinden çok etkilenerek bu eseri oluşturmuştur. Önce bir dizi seri halinde 1936 yılında basılmış, ardından da kitaplaştırılmıştır.

Türk köylüsünün yaşadığı dramı ele alan kitap, bir dönem okunmasına dair yasak almıştır.

Kuyucaklı Yusuf Romanının Karakterleri

Roman içerisinde çok sayıda karakter vardır. Ancak Kuyucaklı Yusuf karakter şeması incelendiğinde, belli başlı bazı kişiler olduğu görülür. Bunlar açıklamaları ile birlikte şöyledir;

  1. Yusuf: Henüz küçük yaştayken ailesini yitiren Yusuf, Selahattin Bey’ce evlat edinilmiştir. Topluma uyum sağlayamamış bir kişi olup yalnızdır. Ancak huzuru kendi başına, doğada bulabilmektedir. Buna rağmen oldukça cesur olup, haksızlıklara karşı tahammülü bulunmamaktadır. Köyünden çıkıp şehre gelen, ancak burada adapte olamayan kişilerin yansımasıdır.
  2. Muazzez: Yusuf’u evlatlık edinen Selahattin Bey’in kızıdır. Genç bir kız olup, kendi halindedir ve Yusuf ile birlikte yetişmiştir.
  3. Kaymakam: Toplumla çok fazla yakın olmayan bu karakter, Yusuf’u evlatlık edinmiştir. Tıpkı onun gibi haksızlıklara tahammülü yoktur. Ne var ki herhangi bir şey gerçekleştirmez, müdahale etmez. Evli olup, eşi kendinden yaşça küçüktür. Eşi Şahinde hanım ile de geçinememekte olup, her gün tartışma vardır. Huzuru tıpkı Yusuf gibi Doğada bulur.
  4. Ethem bey ve Şakir: Şakir, Ethem Bey’in oğludur. Para ile istediğini gerçekleştirmekte olup, zenginleri temsil eder. Zengin olmaları sebebiyle gerçekleştirmiş olduklarının cezalarını çekmemektedir. Ethem Bey’in oğlu Şakir, Muazzez ile evlenmeyi arzular.

Kuyucaklı Yusuf içerisinde bu dörtlü haricinde geçen karakterler de vardır. Ancak ana olay örgüsü bunların üzerinde kuruludur. Ana fikri oldukça çeşitli olup aşka dair gözlemleri içerir. Bununla beraber varlıklı insanların diğer kişiler üzerine otoritesini, hayatlarına etki etmesini ele almaktadır.

Kuyucaklı Yusuf Konusu

Sabahattin Ali tarafından yazılan Kuyucaklı Yusuf incelemesi konusu bakımından,

  1. Kasaba ve köylerde gerçekleşen dramları,
  2. Köylü yöneticilerini,
  3. Kasabalı zenginler ve yoksullar arasında güç çatışmalarını,

Ele almaktadır. Ağaların, zenginlerin halkı ezen ve küçük düşüren tavırları ele alınmıştır. O dönemdeki kasaba hayatını ve halkını dile getirmektedir.

Kuyucaklı Yusuf Kitap Özeti

Türk Edebiyatında önemli bir yeri olan Kuyucaklı Yusuf Kitap özeti olarak babasının ve annesinin, vefat etmiş bedenlerinin başında durmakta olan bir çocukla başlar. Günlerden bir gün, Aydın iline bağlı olan Nazilli’nin, Kuyucak köyüne eşkıyalar girer. Bunun sonucunda da bir karı koca hayatını kaybeder.

Bu durum duyulunca, kaymakam olan Selahattin Bey köye gelir. Burada yatağa yatırılıp, üzeri de örtülmüş iki ölü karşılar. Orada birikmiş bir kan vardır. Ne var ki onları asıl etkileyen bunlar değildir. Küçük bir çocuk ailesinin bedenlerine bakmaktadır. Kendisi kesik parmağını tutsa da, korku belirtisi bulunmamaktadır. Ardından konuşmalardan sonra kimsesi olmadığı öğrenilince, kaymakam onu yanına alır.

Selahattin Bey onu sevmektedir. Ne var ki eşi sevmemiş; üstelik gerek hareketleri, gerekse sözleri ile belli etmiştir. Bununla beraber kaymakam da eşi olan Şahine Hanım ile geçinememekte, sürekli tartışmaktadır. Onu görememek için eve de çok geç gelmektedir.

Bu süreçte Yusuf’u hayata geçiren tek şey, kaymakam ve eşinin kızı olan Muazzez’dir. Henüz bebek olup, ona yaşadıklarını biraz da olsa unutturmaktadır. Ancak Yusuf, zaman zaman artık çok uzakta olan köyünü izlemeye dalmaktadır. Kuyucaklı Yusuf olay örgüsü bundan sonra daha fazla değişir. Zira Selahattin Bey, Edremit’e tayin edilir. Böylece hayatları da değişir. Yaşam Nazilli’den farklı bulunmasa da, yaşam daha zordur.

Özellikle burada zengin olan Ethem Bey’in oğlu Şakir kötülük düşünmektedir. Zamanla Yusuf ile arası bozulur. Bu sırada Yusuf da Muazzez’in kendini sevdiğini öğrenir. Ne var ki işler sonrasında değişir. Kuyucaklı Yusuf konusu böylece daha farklı bir hal alır. Zira Yusuf, Muazzez’i kaçırır ve onunla evlenir. Ancak Selahattin Bey ısrar eder ve geri dönerler. Böylece her şey normalleşir. Yusuf, kaymakamın yanında yazı işine girer.

Ancak durum bir süre sonra tekrar değişir. Zira Selahattin Bey vefat eder. Yeni kaymakam da onu arzulamaz. Onu vergi tahsildarı yaparak, atla köyden köye gitmek zorunda bırakır. Bu sırada eski kaymakamın ailesi de fakir düşmüş, Yusuf’un kazancına muhtaç kalmıştır. Ancak Şahinde, onu maaşıyla yetersizliğini göstermeye çalışmaktadır.

Her ne kadar Yusuf’un eşi olan Muazzez bir süre onu beklese, annesine uymasa da ardından kocası olmadan içkili ve eğlenceli davetlere katılır, erkeklerle samimi olmaya başlar. Onlardan hediyeler bile alır. Yusuf ise tüm bunları fark etmez. Bir süre sonra bir şekilde durumun farkına varır. Tüm buna karşılık suçu annesinde görür ve Muazzez’de suç olmadığını düşünür.

Bundan sonra da geri döndüğünde Muazzez’e gideceklerini söyler ve üzerine sözleşme yaparlar. Ardından da Yusuf son tahsildarlık görevine çıkar. Ne var ki Yusuf döndüğü zaman Şakir ve yeni kaymakamı, kendi evinde eğlence içinde bulur. Üstelik eşi de sarhoştur. Buna dayanamayıp kurşun sıkmaya başlar. Ardından da eşini de alarak devam eder. Ancak sabah olunca, bakmadan sıktığı kurşunlardan birinin, eşine isabet ettiğini görür…

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Özeti Konusu İncelemesi

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1912 yılında kaleme aldığı Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanı, Halley kuyruklu bir Yıldız’ın dünyaya çarpacağı söylentisi ile beraber İstanbul halkının verdiği tepkiyi anlatır.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç özeti, mahalle halkı tarafından Halley Kuyruklu Yıldız’ın dünyaya çarpacağı söylentisi yayılmıştır ve mahalle halkı tarafından dedikodusu yapılan bir olaydır. Özellikle kadın topluluğu birçok yalan yanlış haberi üstüne katarak anlatırlar. O zamanda genç bir gazeteci olan zengin bir ailenin oğlu olan İrfan Galip Bey başka bir kadının kendine müspet cevap vermesinden dolayı kadınlara düşmanlık beslemektedir. İrfan Bey, aslında batı tarzını bilen, geniş fikirli bir insandır. Aydın bir insandır ama bazen tuhaf davranışlar sergileyen birisidir. İstediği kadın ona ilgi göstermez bunun sonucunda bilgisiz kadınları kandırmak isteyerek öcünü almak istemektedir.

Sürekli kadınların ne kadar korkak olduğu hakkında yazılar yazar. Sonrasında bir konferans düzenler ve konferansa tüm kadınları çağırmaktadır. Konferansta kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağını söyler ve etkili olması açısından hizmetçilerine ses oyunu ve gürültü yaptırmaktadır. Bu konferansları sürekli yapar ve bir gün isimsiz bir mektup almaktadır. Mektubun içerisinde bir genç kız tarafından samimi bir üslup ile yazılmıştır. Mektubun konusu kuyruklu yıldız hakkında bilgi almak istemesini söylemektedir. Sürekli olarak mektuplaşmayan başlayan Lütfiye ve İrfan Galip, aynı düşüncede olduklarını anlarlar.

İrfan Galip, mektubu yazan genç kadına âşık olur ve cevabına duygu yüklü bir aşk mektubu yazar. Bir süre mektuplaşırlar ve kız evlenmeyi kabul eder. Genç kız yaptıklarından dolayı İrfanı kandırmak ister ve sadece bir şartla evleneceğini söyler. Oda düğün gününün kuyruklu yıldızın çarpacağı gün olmasını istemektedir. Düğün gününe kadar görüşmek istemez, İrfan Galip bu isteği kabul eder ve düğün gününe kadar görüşmezler. Evlendikleri ilk gece birbirlerini ilk defa gördükleri için heyecanlanırlar. Konuşmaya daldıkları için çarpacak olan kuyruklu yıldızın çarpma anını kaçırırlar. Zaten kuyruklu yıldız diye bir şey yoktur ve romanın sonunda bu iki gencin mutlu olması ile sona erer.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç ana fikri romanda anlatılan ana fikir aslında fantastik unsurlar ile süslenerek Türk toplumundaki evlilik kurumunu eleştirir. Romanın ana karakteri olan İrfan Galip’e göre evlilik ve evlenmek yaşanılan toplumda sadece uyulması gereken bir kural olarak görür. Sırf kural yerine gelsin diye evlenmek beraberinde getiren şiddetli geçimsizliği göstermektedir. İrfan Galip’e göre evlilik karı ve koca arasında uygunluk olmasını ister, hissettiği aşk dolu duygular ile kendine melek bir eş ister. Hüseyin Rahmi Gürpınar aynı zamanda bu romanda yıldızın dünyaya çarpacağını söylerken eğlenceli bir anlatım ile beraber halkın her türlü batıl inanca inanan cahil insanların gülünç yanlarını ortaya koyar ve bunu ortaya koyarken eğitim ile bilimin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç sayfa sayısı yaklaşık 200 sayfalık bir kitaptır.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç Konu İncelemesi

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç konusu aslında romanın yazıldığı dönem göz önüne alınırsa sosyal hayatta kadın ve erkeğin bir arada olmadığı görünür. Bu durumdan ötürü İrfan Galip kadınlar hakkında yanlış düşüncelere kapılmıştır çünkü onun tanık etmiş olduğu kadınlar kendi mahallesindeki kadınlardan öteye geçememiştir.

Kitapta, Beyoğlu gibi mekanlarda kadın ve erkeğin vakit geçirebileceği alanlar bulunsa da İrfan Galip, bu yerlere uğramaz. Kısıtlı imkanlara rağmen bir kadına kendisini beğendiğini söyledikten sonra ters bir tepki ile karşılaşır ve ona göre kadın artık aşağılık bir yaratıktır. Her şey o mektup ile değişir ve tanımadığı bir kadına karşı aşırı reaksiyon gösterir. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç dil ve anlatım konusunda oldukça süslü bir dil kullanılmıştır ve aruz ölçüsü kullanılmıştır. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç türü romandır.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç kahramanları, İrfan Galip, zeki, batı hayatını görmüş, yaratıcı ve insanları rahatça etkileyen bir yapıya sahiptir. Romanda yakışıklı bir gençtir ve kitabın bir kısmında kadın düşmanı olduğunu söyler. İrfana gelen isimsiz mektup ile kadınlara bakış açısı bir nebze değiştirir. Lütfiye hanımla yani mektubun sahibi ile evlenme kararı alır.

  • Lütfiye, İrfan’ın evlendiği, iyi eğitim almış, zeki bir hanımefendidir. İrfan’ın kadınları korkutmak istediğini anlat ve İrfan’a bir oyun hazırlar fakat bir süre sonra İrfan ile kafalarının uyuştuğunu fark edince evlenmeye karar verir.
  • Kitapta çok öne çıkmayan diğer unsurlar ev halkıdır. Ev halkı her şeye çok kolay inanır. Cahildirler ve sevdiklerine bağlıdırlar.
  • Esnaf halkı, bu kitapta her duyduğuna hemen inanan, her söylentinin etkisinde kalan ve araştırmayı sevmeyen bir kesimdir.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç incelemesi yazar yani Hüseyin Rahmi Gürpınar, bu kitabında diğer romanlarından farklı olarak cahil ve saf insanları kandırarak çarpık bir düzenden kurtulmak ve akılcı düşüncenin gelişmesi gerektiği fikrini işler. Toplumun günlük yaşantısını eleştirerek her şeye hemen inanan cahil insanları ve gösterdikleri cahil tepkiler ile usta bir şekilde alay edilmiştir. Mizahi boyutu düşündürürken güldüren ama içerisinde anlamlar yatan bu romanda Hüseyin Rahmi Gürpınar güzel bir iş çıkartarak okuyucularını farklı dünyalara götürür ve düşündürmeyi başarır.

Kuklacı (Kemalettin Tuğcu) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Kuklacı

Kuklacı kitabı kaç sayfa sorusunun cevabı seksendir. Roman Kemalettin Tuğcu tarafından yazılmıştır. Kitabın ana fikri çocuklara sevgiyi, dürüstlüğü, iyiliği ve kabiliyet gibi değerleri aşılamaktır.

Kuklacı Özeti

Recai Bey eski vali yardımcılığından emekli olmuştur. Kendisine ait apartman dairesi bulunmaktadır. Bu dairede; eşi Sahire, bir bankada müdürlük yapan damadı Hayri Bey, Calibe, Recai Bey’in torunu olan Yıldız, Recai Bey’in avukat olan oğlu Bedri, gelini Perihan ve hizmetçileri olan Fatma ile birlikte oturmaktadırlar. Geli Perihan kayınvalide ve görümce tarafından hiç sevilmemektedir. Evde bulunan her şeyin kendisine ait olmasına rağmen Recai Bey kendisini fazlalık biri olarak görmektedir. Recai Bey’in eşi Sahire Hanım bir gün onun eşyalarını kömürlüğe indirmiştir.

Sahire Hanım ona ait olan odayı misafir odası yapmıştır. Bu durum karşısında Recai Bey çok sinirlenmiştir. Recai Bey bu olaydan sonra herkese tavır alarak evin yönetimini kendisi yapmaya başlamıştır. Recai Bey bu durum karşısında en çok eşi olan Sahire Hanım’a sinirlenmiştir. Sahire Hanım, Recai Bey’e evlenirken yalan söylemiştir. Recai Bey’in ailesini hor gördüğü için onun ailesi ile bağlarını kesmiştir.

Recai Bey’in bu tavrından sonra evde bulunan diğer kişiler kendilerine biraz çeki düzen vermiştirler. Recai Bey sabahın erken saatlerinde evden erken ayrılmaktadır ve eve akşamın geç saatlerine kadar gelmemektedir. Recai Bey’in çok sevdiği torunu Yıldız ona bunun nedeni sorduğunda Recai Bey’in bir dükkân tutarak kuklacılık yaptığını öğrenmiştir. Recai Bey, torunu Yıldız’a kukla oyunundaki bütün karakterleri ve karakterlerin vasıflarını anlatmıştır.

Yıldız dedesinin hem sırdaşı hem de dostudur. Yıldız okuldan çıktıktan sonra dedesinin kukla dükkanına giderek ona yardım etmektedir. Aile içerisinde bütün bu olanlar konuşulmaktadır. Ev halkı Recai Bey’in akıl sağlığını yitirdiğini düşünmektedir. Ev halkı bu durumun bir fırsat olduğunu düşünmektedir. Recai Bey akıl hastanesine yatması durumunda ipler ev halkının eline geçecektir. Bu durum karşısında ise en çok eşi Sahire Hanım mutlu olmaktadır.

Aile içerisinde bulunan bazı bireyler bu duruma itiraz etmektedir. Bazıları ise Recai Bey’in akıl hastanesine yatması gerektiğini düşünmektedir. Recai Bey’in torunu Yıldız bu olayların ardından herkesi parasını dağıtmaya başlamıştır. Recai Bey’e gelini ve torunu Yıldız dışında herkes kuklacı ismi ile hitap etmeye başlamıştır. Recai Bey’in avukat oğlu dükkâna gelmiştir. İkili bir süre birlikte dertleştiler. Recai Bey’in oğlu onun yaptığı kuklaları çok beğenmiştir.

Recai Bey bazen halsiz ve bitkin düştüğü için kukla dükkanını açamıyordu. Aile içinde bulunan kişiler Recai Bey’in biran evvel ölmesini bekliyorlardı. Recai Bey’in damadı olan Hayri ile eşinin arası bozulmuştur. Recai Bey’den bir şeyler kopartmanın peşine düşmüştür.  Bütün bu yaşanan olaylar sonrasında Hayri ve eşi boşanmıştır. Yaşananlar Hayri ve eşinin arasını daha da açmıştır. Hayri’nin tayini uzak bir memlekete çıkmıştır. Recai Bey ise bu durumdan haylice memnun kalmıştır.

Recai Bey etrafından bulunan herkes tarafından ilgi görüyordu ve etrafında bulunan insanların takdirini toplamaktaydı. Yoksul ailelerin çocuklarına birkaç oyuncağı para almadan veriyordu. Beğeni sahibi olan insanlara ise bazı ürünlerini hediye olarak veriyordu. Recai Bey’e torunu Yıldız yardım ediyordu. Dede ve torun ikisi birlikte keyifle çalışıyorlardı. Calibe Hanım ise Cevdet Bey ismindeki bir adamla evlenmiştir. Annesi Huriye Hanım’ı da alarak ikili yan taraftaki daireye yerleşmiştirler.

Recai Bey’in torunu olan Yıldız ortaokulu başarılı bir şekilde bitirmiştir. Yıldız’ın mezuniyet töreni vardır. Dedesi Recai Bey ve Yıldız birlikte mezuniyet töreni için hazırlık yapmaktadırlar. Yıldız’ın mezuniyet töreninde aynı zamanda Recai Bey’in kendisinin yapmış olduğu eserler de sergilenecektir. İnsanlar sergiyi gezmeye başladıklarında hepsi şaşkınlık içerisinde bakmaktadırlar. Recai Bey herkesten tebrik sözleri duymaktaydı.

Recai Bey antikacıların ve koleksiyoncuların kendisini rahat bırakmayacağını düşünerek kuklacı dükkanını kapatmıştır. Recai Bey kukla dükkanında bulunan bazı eşyaları ise evine götürmüştür. Recai Bey kukla dükkanının anahtarını alarak asıl sahibine teslim etmiştir. Kuklacı özeti bu şekildedir.

Kuklacı Konusu

Kuklacı konusu eski bürokratlardan olan Recai Bey’den torunu Yıldız hariç herkes faydalanmaya çalışmaktadır. Recai Bey’in eşi, damadı, oğlu ve gelini ev içerisinde sürekli tartışmaktadır. Recai Bey ev halkından bir süre uzaklaşmak istemiştir. Recai Bey aradığı bu sakinlik ve huzuru kuklacılık sanatında bulmuştur.

Kuklacı İncelemesi

Kemalettin Tuğcu insanlara ahlakı ve insanlığı eserleri ile öğretmeye çalışan bir yazardır. Kemalettin Tuğcu hiç eğitim görmemiştir. Yazar kendisini yetiştirerek Fransızca dilini öğrenmiştir. Kuklacı da ana fikir olarak her şeyin para olmadığını ve insanların birbirlerini anlamamalarının üzücü bir durum olduğu anlatılmaktadır. Recai Bey’i Kuklacı eserinde sadece torunu olan Yıldız anlamaktadır. Recai Bey çok çalışarak herkes tarafından takdir görmüştür. Kuklacı kitabının türü nedir sorusuna verilebilecek en iyi cevap çocuk macera kitabı olmasıdır.

Eserde geçen mekanlar şu şekildedir; Zümrüt Apartmanı, Recai Bey’in kukla yaptığı dükkân, okul, bir oda, hastane, elbiselerin ve ayakkabıların olduğu bir mağaza ve mahkeme salonudur. Eserde genel olarak Recai Bey’in kafa dinlemek ve kendisini oyalamak adına yapmış olduğu kukla sanatı anlatılmaktadır. Kemalettin Tuğcu, Kuklacı hikayesi ile her türlü zorluğa insanın dayanması gerektiğini okuyucuya aktarmaktadır. Kuklacı incelemesi genel olarak bu şekildedir.

Köroğlu Hayatı ve Eserleri

Köroğlu hayatı ve eserleri

En sevilen ve tüm dünyaca tanınan halk ozanlarından birisi olan Köroğlu hayatı ve eserleri, pek çok kişi tarafından merak konusu olmaya günümüzde de devam etmektedir. Bolu’da yaşamış olan bir halk ozanı olan Köroğlu Bolu’nun Dörtdivan ilçesinden olup, 16 yüzyıl halk şairleri arasında eserleri en çok bilinen ozanlardan birisi olarak nam salmıştır.

Köroğlu’nun doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Bununla beraber Köroğlu babasının intikamını düşmanlarından almak için dağlara çıkmış ve bu açıdan yiğitliği ile herkesin hayranlığı kazanmış olan kişiliğinin yanı sıra, eserleri ile de herkesin gönüllerinde taht kurmuştur.

Aynı zamanda Köroğlu’nun Osmanlı İmparatorluğu 3.Murat döneminde, yani 1578 ile 1584 yılları arasında Osmanlı ordusuna katılarak İran Savaşlarında bulunduğu da tarihi belgelere göre söylenmektedir. Bolu Beyi’nden intikam almak için dağlarda yaşayan Köroğlu’nun şiirleri ise bunlara bağlı olarak özgürlüğün, kavganın ve haklı isyanının izlerini de taşımaktadır.

Köroğlu Kimdir?

Aynı isimle yazılan Köroğlu Destanı’nda ünlü halk ozanı, bir asker ve sonradan babasının intikamını Bolu Beyi’nden almak için dağa çıkan bir Celali eşkiyası olarak tanımlanmaktadır. Köroğlu’nu sevenlerin en çok araştırdığı soruların en başında gelen Köroğlu kimdir? sorusunun cevabına bağlı olarak Köroğlu, her şeyden önce Köroğlu cesur ve çok iyiliksever bir insan olarak bilinmektedir.

Türklerin geçmiş tarihinden gelen ve en sevilen destanlardan biri olan Köroğlu Destanı, günümüzde de aynı sevgi ve ilgiyle okunmaktadır. Köroğlu dağlarda yaşarken aynı zamanda yazdığı halk şiirleri ile de tanınmıştır. Sevilen halk ozanı Köroğlu’nun şiirleri doğa sevgisinin, özgürlüğün, kavganın, aşkın ve dostluğun izlerini taşımaktadır.

Halk şairi olan Köroğlu hakkındaki bilgiler, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de yer almakta olup, adının ise Ruşen Ali olduğunu söylenmektedir. Yine Evliya Çelebi’nin yazdığına göre Köroğlu Yeniçeri ocağında olan bir asker ve aynı zamanda ünlü bir ozandır.

Köroğlu Edebi Kişiliği Nedir?

Ünlü halk şairi Köroğlu edebi kişiliği çerçevesinde, zulme karşı olan ve halkın sesi olan bir insandır. Köroğlu özellikle kahramanlık ve yiğitlik konularının geçtiği şiirleri ile tanınmıştır. Şiirlerini yazdığını dönemlerde etkin olan Divan Edebiyatı etkisinde kalmamış ve eserlerini sadece hece ölçüsü kullanarak ortaya çıkarmıştır.

Şiirlerinde aşk, doğa ve kahramanlık temalarını kullanmasının yanı sıra ölüm üzerine olan eserler de yazmıştır. Köroğlu yaşadığı dönemde halk hikâyelerine ve destanlara konu olmuş, namı her yere yayılmıştır. Köroğlu efsanesi İran, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan, Kafkaslar ve tüm Balkanlarda bilinir hale gelmiştir.

Köroğlu Eserleri

16.yüzyılda yaşamış olan Köroğlu en ünlü halk ozanlarından birisi olup, yalın bir dille anlattığı şiirleri günümüzde de sevilerek hala daha okunmakta ve ünlü halk ozanı saygıyla anılmaktadır. Bu bağlamda Köroğlu eserleri şu şekilde sıralanmaktadır;

  • Meydan Gümbür Gümbürlenir
  • Hoylu’m
  • Yiğit Olan Gümbür Gümbür Gürlesin
  • Ay Yansın Ağalar Güneş Tutulsun
  • Yiğitler Silkinip Ata Binende
  • Kır-atım Meydan Yerinde
  • Kimisi Pınar Başında
  • Hemen Mevla İle Sana Dayandım
  • Çar Köşe Fani Dünyada
  • Eğer Kendülerde Erlik Var İse
  • Benden Selam Olsun Bolu Beyine
  • Tan Yeri Atmadan Şafak Sökende
  • Yol Verin Dumanlı Dağlar
  • Eğer Kendülerde Erlik Var İse
  • Dinle Sözlerimi Han Oğlum Ayvaz
  • Kimisi Pınar Başında
  • Yürün Beyler Korkman Gününüz Doğdu
  • Sağ Elde Kılınç Ettiğim
  • Karşıdan Gelen Piyade
  • Selam Verdim Selam Almaz
  • Bizim İllerin Beyleri
  • Siyah Kâküllerin Dökmüş
  • Muhanetlik Etmek Değil Karımız
  • Mert Dayanır Namert Kaçar
  • Han Oğlum Ayvaz

Köroğlu Destanı

Ünlü halk ozanı Kör Köroğlu hayatı ve eserleri dâhilinde, Köroğlu Destanı da önemli bir yer tutmaktadır. Köroğlu Destanı; Altay, Azeri, Anadolu ve Türk halk öykülerinde ve destanlarında yer almakta ve dünya çapında bilinmektedir. Destanda yer alan Köroğlu kelimesi ise etimolojik olarak, kor ve oğul sözcüklerinin bileşimden türetilmişdir.

Kelimede yer alan Kor sözcüğü yeraltı, kör ve kor anlamlarına gelmektedir. Destana adını veren Köroğlu, aynı zamanda Koroğlu ve Goroğlu olarak da bilinmekte olup, Türk tarihinden günümüze kadar gelmiş olan en sevilen destanların arasındadır. Halk arasında anlatılan Köroğlu Destanı içeriğinde, Köroğlu’nun annesi Cembil Hatun ışıktan hamile kalmış ve hamileliği sırasında diri diri mezara gömülerek öldürülmüştür.

Destana göre Köroğlu, mezarda doğmuş ve annesinin sütünü içerek hayatta kalmıştır. Mezarda büyüyen Köroğlu’nun adı, bu yüzden kör ya da yeraltı anlamına gelmektedir. Köroğlu destanda anlatıldığına göre istediği zaman kurt şekline girerek, dolaşabilen bir karakterde olmaktadır.

Yaşar Kemal’in ünlü eseri Üç Anadolu Efsanesi ile günümüz edebiyatında yer edinen Köroğlu Destanı’nda ise yiğit ve cesur Ruşen Ali ile babası Yusuf’un, zalim Bolu Beyi ile olan kavgası ve mücadelesi anlatılmaktadır. Bu destanda Ruşen Ali’nin babası Yusuf, Bolu Beyi’nin yanında seyis olarak çalışmaktadır.

Atları çok seven Bolu Beyi, bu yüzden seyisi Yusuf’u yeni bir at almaya yollar ama seyis atı alıp gelince Bolu Beyi bu atı beğenmez ve ceza olarak Yusuf’un gözlerine mil çektirerek onu kör eder. Bunun üzerine Yusuf, oğlu Köroğlu’nu ve atı alarak Bolu’yu terk eder. Bundan sonra ise Köroğlu’nun babasının intikamını Bolu Bey’inde alma hikâyesi başlamaktadır. Böylelikle Köroğlu dağlarda yaşayarak, zalimlere karşı bütün hayatı boyunca mücadele edecektir.

Koçyiğit Köroğlu (Ahmet Kutsi Tecer) Özeti, Konusu İncelemesi

Koçyiğit Köroğlu

Ahmet Kutsi Tecer, Felsefe bölümü bitiren bir yazardır ve hayatı boyunda öğretmenlik gibi meslekler ile meşgul olmuştur. Koçyiğit Köroğlu türü genel olarak eserlerinde mistik duygulara yer verir. Koçyiğit Köroğlu Türk kültürünün meşhur halk hikayelerinden konu alır ve tiyatro halinde bu eser oynanmaktadır. Koçyiğit Köroğlu, sinema filmi olarakta çekilen bir eserdir.

Koçyiğit Köroğlu Özeti

Koçyiğit Köroğlu özeti, Hikâyede geçen insanlar Bolubeyi tarafından yağmalanmıştır ve tüm aileleri öldürülmüştür. Bunun üzerine bir grup insan Köroğlu’nun yanına gelir ve yardım ister. Amaçları intikam almaktır ve Köroğlu’na her şeyi anlatırlar. İçlerinde bulunan bir kadın Köroğlu’nu rüyasında gördü ve rüyasında tüm Çamlıbel’i kurtaran kişi olarak gördüğü için bunu anlatır.

Köroğlu yalnız biridir ve ne yapacağını bilemez oldukça yorgun hissederken biri ona seslenir. O ses Köroğlu’na yaşama amacını hatırlatır ve asla yılmaması gerektiğini söyler. Köroğlu, zalimlerden halkı korumakla görevlendirilmiştir. Köroğlu’nun kırat yönü olduğu sürece gücüde asla tükenmeyecektir. Köroğlu’nun tek amacı Bolubeyi’inden intikam almaktır ve halkı bu zalimden kurtarmak için düşünmeye başlar.

Köroğlu’nun tek yakını oğludur ama onu bebekken terk ederek bir daha hiç görmez. Bu sırada Bolubeyi çok mutludur bunun sebebi kızı Benli Nigar’ı Doğan ile evlendirilecektir. Büyük bir çeyiz hazırlar içerisinde, mücevherler, altınlar ve değerli eşyalar vardır. Bu çeyizin içindekiler Bolubeyi’nin halktan çaldığı ganimetler ile oluşmaktadır.

Çeyizi taşıyan kervanın Köroğlu tarafından yağmalanması haberi Bolubeyi’ne ulaşır ve Köroğlu, hazineye el koymuştur. Bolubeyi bunu duyduktan sonra çıldırır ve resmen çılgına dönmüştür. Bu olayların üstüne ek olarak Köroğlu’nun halk arasında söylentileri duyar. Halk dilinde Köroğlu harikulade bir insandır ve efsane haline gelmiştir. Bolubeyi öfkeden kervanı öldürür ve karısını da kendi cariyelerinin arasına katma emri verir.

Bolubeyi’nin damadı olacak kişi Doğan, Bolubeyi kızı Nigarı görmek istemektedir. Nigar’ın hep merak ettiği Kırat’ı getirme sözü verir fakat bir süre sonra ölüsü saraya gelir. Bütün bu yaşanan olaylardan sonra Bolubeyi birçok kötülük yapar. Kötülüklerine dayanamayan Köroğlu’nun arkadaşları Deli Kaman ve Ayvaz, Bolubeyi’nin sarayına giderler. Bolu beyi Deli Kaman’ı arkasından bıçaklayarak öldürür ve Ayvazı’da esir etmiştir.

Köroğlu tüm bunları duyunca deliye döner çünkü en sevdiği arkadaşlarından biri ölmüş biri de esir düşmüştür. Arkadaşları ile bir plan yaparlar. Bu sırada Bolubeyi’nin sarayında da ilginç değişiklikler olur. Doğan öldürülünce Bolubeyi sinsice kızını teklif ederek ölümüne Köroğlu’na göndereceği bir elçi arar. Bu sırada adı Arslan olan bir delikanlı karşısında çıkar ve bu göreve talip olduğunu söyler. Arslan rüyasında Benli Nigâr’ı görmüş ve âşık olur. Uzun zamandır arar ve ona sahip olmak için her yolu denemek ister.

Bolubeyi asla yılmaz ve Köroğlu’nun birliklerini dağıtmak isteği ile Drahşan bey’den yardım ister. Arslan gibi bir delikanlıyı saf dışı etmek kolaydır bu yüzden kızını Drahşan beylerine vermeye karar verir. Arslan aslında Köroğlu’nun oğludur ve bunu Kırat’ı almak için yola çıktığında öğrenir.  Bunu öğrendikten sonra babasına teslim olur ve babasının tarafına geçer. Köroğlu’nun içinde konuşan bir ses, Kırat’ı oğlu ile saraya göndermesini söyler ve her ne kadar istemese de bunu yapar. Arslan, Bolubeyi’ne doğru yola çıkar ve sonra Ayvaz da serbest kalmaktadır.

Köroğlu ve arkadaşları yaptıkları planı gerçekleştirip Bolubeyi’nin kalesini kuşattıktan sonra Bolubeyi’nin adamları da kendi yanlarına geçer. Arslan Beyi ve yanında Benli Nigâr’ı kurtarırlar ve Bolubeyi’ni halka vererek öldürülmesini beklerler. Sonunda Köroğlu ve Kırat, görevlerini bitirmişlerdir ve göğe yükselirler ayrılık günü gelmiştir.


Koçyiğit Köroğlu Konusu

Koçyiğit Köroğlu konusu Köroğlu hikâyesinden alır ve Koçyiğit Köroğlu adlı eserinde Ahmet Kutsi Tecer, bu halk kahramanının etrafında gelişen hikâyede zindelik anlatımı ile beraber ustaca esere döker. Destansı bir havası ile beraber eserde bulunan iki asli kahramanından biri olan Köroğlu, halkın çıkarlarını savunan biri olmuştur diğer karakter olan Bolubeyi ise, halkına zulüm eden, çıkarları için düşmanla iş birliği yapmaktan asla çekinmeyen bir insandır.

  • Koçyiğit Köroğlu ana fikri genel itibari ile halkın gördüğü zulüm ve kötülüğün doğurduğu sonuçlar denilebilir.
  • Koçyiğit Köroğlu eserinin türü aslında ilk olarak tiyatro olarak yazılmıştır sonrasında kitap olmuştur.
  • Köroğlu ve Bolubeyi çatışması ezilen halkın bir derebeyine giderek feodal düzene karşı koyuşunu temsil eder.
  • Koçyiğit Köroğlu dil ve anlatım genel olarak Dede Korkut hikayelerini çağrıştırmaktadır ve yazarın şair oluşu oyunun zaman zaman şiirle süslenmesini sağlar.

Koçyiğit Köroğlu İncelemesi

Koçyiğit Köroğlu incelemesi genel olarak bakıldığı zaman toplumsal yönüne ağırlık verildiği görülmektedir. Koçyiğit Köroğlu eseri aynı zamanda opera olarak bestelenerek oynanmıştır ve kitap haline 1969 yılında getirilmiştir. Ahmet Kutsi Tecer, şair ve oyun yazarlığını birleştirir ve aynı zamanda Tecer, çok yönlü bir sanatçıdır. Koçyiğit Köroğlu eseri edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Hikâyenin başlıca kahramanları,

  • Köroğlu, yiğitliği ve kahramanlığı, adil oluşu ile beraber mistik özelliklere sahiptir.
  • Bolubeyi, hikâyede kötü karakterdir ve zalim bir karakter yapısı vardır.
  • Ayvaz, Köroğlu’nun en yakın dostudur.
  • Arslan, Köroğlu’nun oğludur ve Bolubeyi’nin sayesinde çıkan olaylar sonucu kavuşmuşlardır.
  • Benli Nigâr, Bolubeyi’nin kızıdır ve güzelliği ile dikkat çeker.

Kiralık Konak (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Özeti Konusu ve İncelemesi

Kiralık Konak

Kiralık Konak roman, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk romanıdır ve aynı zamanda yazar Türk Edebiyatı’nın en önemli romancılarından biridir. Fakat hikâye konusu 1922 yılından yaklaşık on sene öncesinde geçmektedir.

Kiralık Konak özeti, Naim Efendi İstanbul’da popüler bir insandır ve Naim efendinin konağında yaşanan kuşak çatışmasını ve yaşanan olayları konu almaktadır. Sekine hanımın babası Naim Efendidir ve Servet Bey ile evlidir. Çocuklarının ismi Cemil ve Seniha’dır. Sekine hanım Galatasaray Lisesi’nde okumuştur kocası Servet Bey ise batı hayranıdır ve batılı tarzda büyümüştür bu yüzden çocuklarını batı kültürü ile yetiştirmiştir. Naim Efendi’nin yeğeni olan Hakkı Celis, kitapta kültür ve edebiyat alanında batı kültürünü tanır fakat daha az batı hayranlığı sergilemektedir. Hakkı Celis, Seniha’ya aşıktır sürekli onun yanında olmak için arkadaş grubuna dahil olmaktadır.

Seniha, konaktaki hayattan ve konak hayatından sıkılır. Büyükada’da arkadaş çevresi vardır ve bu çevreden olan Faik Bey ile ilişki yaşamaya başlar. Faik bey kumar tutkunudur ve ailesinin evlenme baskısı yüzünden ilişkiye olan tutumunu kaybetmiştir. Seniha aradığını Faik Bey’de bulamaz ve Avrupa’ya kaçar. Seniha’nın kaçması etrafındakilere herkese şok etkisi yaratmıştır ve Faik Bey Seniha’yı görmek için Avrupa’ya gider.

Hakkı Celis, Seniha’nın Avrupa’ya gitmesinden sonra ciddi bir bunalım yaşamaktadır. Naim Efendi ise yaşlılıktan hastalanır. Seniha’nın babası Servet Bey, Seniha’nın gitmesinde Naim Efendi’nin eski kafalığını suçlar ve taşınır. Taşındığı yer Şişli’de modern tasarım bir apartmandır. Seniha geri dönmüştür ve Naim Efendi ise oldukça hasta konağında direnen yaşlı bir adam olmuştur.

Naim efendiyi ziyaret eden sadece Hakkı Celis’tir fakat Hakkı Celis 1. Dünya Savaşı sebebiyle orduya alınmıştır. Naim Efendi’yi ziyaret etmeye devam eder ve bu sırada Seniha ile karşılaşır. Seniha’nın evine ziyarete gider. Seniha’ya hala âşık olduğunu hatırlayarak ağlamaya başlar. Seniha, Avrupa’dan dönmüş ve değişmiştir. Çeşitli ilişkiler yaşamıştır ve olgun bir kadın haline gelmiştir. Bir gün nişanlısı Azmi Bey’i Şişli’de bir evde ziyafette ağırlar ve Azmi Bey’in arkadaşı Hüsnü Bey, Çanakkale de şehit olan Hakkı Celis’in şehit olma anını anlatır.

Kiralık Konak ana fikri, aslında romanın merkezinde olan çatışma batılılaşma sorunudur ve toplumun, batılılaşma yanlısı olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılır. Yapılan bu gözlem Osmanlı toplumundaki bölünmeyi bizlere anlatır. Naim Efendi konağında yaşayan aile fertlerinin aslında kuşak çatışması ile batılılaşma anlatılmaya çalışmıştır. Naim efendi daha eski kafada yaşarken torunu Seniha, yeni çağa ayak uydurmak ister ve batılılaşma kültürünü kendine daha yakın görmektedir. Bu karakterlerin çatışmaları temsil edenler aslında zamanında gerçeği yansıttığını ve batılılaşma etkilerini yansıttığını görebiliriz. Kiralık Konak konusu içerisinde geçen konak aslında Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sırasında bir sembol olarak gösterilmektedir. Osmanlı devrine ait konakların yıkılması boşaltılması gibi durumların bu devrin sona erdiğini okuyuculara mesaj olarak iletmektedir.

Kiralık Konak Konu İncelemesi

Kiralık konak olay örgüsü klasik bir şekilde ilerlemektedir ancak bazı kısımlarda farklı kullanımlar görünmektedir. Geleneksel eserlerin dışındadır ve hikâyede belli bir baş karakter yoktur. Kiralık Konak kahramanları, Naim Efendi, Servet Bey, Seniha, Hakkı Celis, Cemil ve Faik Bey’dir.

Kiralık Konak incelemesi ve olay örgüsü tamamen 1908 yılları II. Meşrutiyet ilanından sonra başlamaktadır. Bu yıllarda yaşanmış olaylar genel Osmanlı toplumunu konu almış ve roman üzerinde belirleyici etkisi bulunmaktadır. Yakup Kadri’nin hikâyede mekân olarak kullandığı Kiralık Konak Osmanlı Devleti’nde yaşanan toplumsal çatışmalar ile beraber bireysel problemleri inceler fakat bunu alt evrende anlatır. Romanın ana mekânı olan Kiralık Konak içerisinde yaşayan insanların çatışmasını konu alır ve burada yaşayan Seniha bu konakta zaman geçirmekten zorlanır. Seniha kendini çok bunalmış hisseder.

Kiralık Konak karakter analizi şu şekildedir,

  • Hakkı Celis sıra dışı bir karakter rolü sergilemektedir. Gençtir ve hassas duygusal bir karaktere sahiptir. Seniha kendisinden birkaç yaş büyüktür ve Seniha’ya karşı saf duygular beslemektedir.
  • Servet bey Seniha kadar konaktan rahatsız olmamaktadır fakat oda kızı gibi konaktaki yaşamı sevmemektedir. Konak sahibi Naim Efendi, konakta hiçbir şeyin değişmesini istemez. Naim Efendi diğer karakterlerin gözünde eski kafalıdır.
  • Seniha ise, kitapta en çok sergilenen karakterlerden biridir. Babası sayesinde batı tarzıyla büyür ve genç yaşı ile beraber konak hayatına alışmakta zorluk çeker. Hayattaki tek isteği Avrupa’daki kültür içerisinde yaşamaktadır. Ailede batıya düşkünlük en çok Seniha’dadır.
  • Faik Bey, konağa sık sık misafirliğe gelmiştir ve Cemil ve Seniha’nın arkadaşı olarak gösterilir. Çocukluğu Avrupa’da geçtiği için Seniha kendini Faik Bey’e yakın hisseder.
  • Cemil Bey, Seniha’nın kardeşidir ve kitapta çok öne çıkan bir karakter değildir. 20’li yaşlarda fakat sürekli 30’lu yaşlarda gibi davranan portre çizen, içki içen ve arkadaşlarıyla buluşup sürekli para harcayan bir karakter olarak karşımıza çıkar.
  • Naim efendi, konağın sahibi ve aile reisidir. Kitap’ta sürekli baskılayıcı ve yaşlı bir karakterdir. Osmanlı Toplumu içerisinde eski döneme bağlıdır ve gelenekleri yansıtan bir karakterdir.

Kiralık Konak türü romandır ve anlatım üslubu sade ve basit Arapça ve Farsça tamlamalardan arınmış bir dil kullanır. Yaklaşık 100 yıl önce yazılmıştır ve bazı kuralların farklı olması ve günümüzde kullanılmayan bazı kelimelerin olması romanı bazen karmaşıklaştırmaktadır. Günümüzde okunan Kiralık Konak romanı kullanılan yabancı kelimelerin anlamları ile beraber daha okunur olmaktadır.  Yine de bazı bölümlerde kullanılan dil, çeşitli zorluklar ile beraber anlatımını bizlere sunmuştur.

Kerem ile Aslı Özeti, Konusu ve İncelemesi

Kerem ile Aslı

İslamiyet ve sonrasında, halk hikayelerinin oluştuğuna şahitlik ediyoruz. Kültür örf ve anane ile Müslüman olan insanların sosyal hayattan izlerine bu tarz hikayelerde rastlanır. Bakıldığı zaman bir Müslümanın keşişin kızına âşık olması dinler arası kapışmayı halk hikayelerinde motif olarak işlemektedir. Hikâyede devrin siyasi yapısını şah, ya da bey gibi sembollerle görmekteyiz. Bağlamanın hikâyede kullanılması ise, sanatın izlerini karşımıza çıkarmaktadır. Hikâyeye ait bölümler aşağıdaki gibidir,

Kerem ile Aslı Özeti

Esere baştan sona, bakıldığında Kerem ile Aslı özeti olarak farklı dinlere sahip insanların kavuşulmayan aşklarını işlemiştir. İsfahan’da yaşayan bir hükümdar, adil kişiliği ve merhameti ile tanınırmış. Servetlere sahip olsa bile evladı olmayan hükümdar, derdini unutmak için, şehrin en güzel yerine saray yaptırmış. Sarayda keşişle birlikte günlerce süren eğlenceler tertip etmiş

Çocukları olmayan, hükümdarın karısı Hanım Sultan ile Keşişin Karısı, gördükleri bir rüyanın tesiriyle sarayın bahçesine elma ve armut fideleri dikmişler. Fakat elma ağacı bir tane elma verirken, armut ağacı meyve vermemiş. Hanım Sultan şart koşarak, elmanın yarısını keşişin hanımına vermiş. Şartında, eğer ikisinin de farklı cinsiyette çocukları olursa, karşılıklı evlendirecekleri sözü imiş. Esasında, Kerem ile Aslı hikayesi bu olay örgüsüyle başlar.

Zaman içinde, Hanım Sultan’ın, Ahmet Mirza adında bir oğlu, Keşişin hanımının da Kara Sultan adında bir kızı olmuş. Akça pakça kız büyümüş genç kız olmuş. Anne ve babası yolları ve dinleri ayrı olan, padişaha kızlarını, gelin gitmemesi için kara kara düşünmeye başlamışlar.

Padişaha kızını gelin etmek istemeyen keşiş, aradan geçen zaman içinde ona kızının öldüğü yalanını uydurarak, padişahın topraklarını ailesi ile, bir miktar para karşılığında terk ederler.

İsfahan’a bağlı bir köyde bir köşkte keşiş ailesi ile hayatlarına devam ederler. Bu arada hükümdarın oğlu Mirza en iyi şekilde eğitimini tamamlarken, arkadaşı Sofi’nin etkisiyle, ava çıkmayı seyahat etme önerisini kabul eder. Seyahate çıkmadan bir gece evvel düşünde Kara Sultan’a Mirza âşık olur.

Mirza, kendine geldiğinde içinde adeta bir kor yanıp sönerken Kerem ile Aslı hikayesindeki olağanüstü olaylar böylece başlamış oldu. Düşünde âşık olduğu bu kıza kavuşma hayali üzerine arkadaşıyla ava çıkarlar.

Avlanmak için gittikleri köy keşiş ve ailesinin yaşadığı köy imiş. Bu köyde dolaşırken Mirza, yalnızca akça cemalini bir kez gördüğü, Kara Sultan’ın güzelliğinin etkisiyle kendisinden geçmiş. Kendine geldiğinde kıza doğru yürümüş ve ona duyduğu aşkı dillendirmiş.

Birlikte aşk şarabını içen iki aşık bundan sonra, birbirlerine Aslı ve Kerem olarak seslenmek üzere, birbirlerinden ayrılmışlar.

Avdan döndükten sonra Kerem sürekli yârini düşünür, yemez içmez olunca babası halini sorar. Aslı’ya aşkını öğrenen padişah, derhal keşişin hain planını bozarak kızını oğluna ister. Sadece nişan yüzükleri takılan gençler, keşişin planıyla beş ay beklemeye başlarlar.

Süre dolduktan sonra düğün hazırlıkları yaparak, padişah erkanı ve ailesiyle keşişin köyüne doğru yol alırlar. Köye vardıklarında keşişin ailesiyle orayı terk ettiklerini görürler. Biricik evlatları Krem hıçkırıklar içinde Aslı’sına ulaşmak için ağlar durur.

Böylelikle günlerce ve aylarca Aslı’nın olabileceği diyarları gezer fakat ona ulaşamaz. İlahi bir aşkla sevdiği Aslı’dan ailesi onu vazgeçirmek için uğraşsalar da bunu başaramazlar. Karasevdaya yakalanan Kerem Sofi ile diyar, diyar Aslı’yı bulmak üzere onun peşinden gider.

Keşiş çareyi Aslı’yı bir başkasına verip, nişanlamakla bulur. Aslı babasının gözleri kör olsun diye ah eder. Çünkü Kerem kadar Aslı’da onu çok sever. Kerem günlerden bir gün, tesadüf eseri bir köy kahvesinde, Aslı’nın düğünün yapıldığını duyar.

Kerem bunun üzerine, bir kadın bularak, Aslı’ya haber salar. Gelip onu bulsun diye. Haberi duyar duymaz peşine Aslı Kerem’in yanına gelir. Birbirlerine kavuşan gençler, hasret giderirken keşiş aşıkların birbirlerine kavuştuklarını duyar.

İki aşığın sevgisine artık inanan keşiş nihayet kızını Kerem’e verir. Düğün gecesi için kızına sihirli bir elbise yapar. Ve düğmelerinin Kerem’in açması şartıyla Aslı elbiseyi giyer. Gerdek gecesi Aslı’nın düğmelerini açmak isteyince kapandığı gören, Kerem kendisine bir plan yapıldığını anlar. İçten gelecek şekilde bir ah eder. O sırada ağzından çıkan alevler, kendisini yakmaya başlar.

Aslı ile Kerem Konusu

Aşkın aslında ne kadar güçlü ve yüce bir duygu olarak işlendiği, metin olarak ele alındığında Aslı ile Kerem konusu bakımından, aşkın uğruna her meşakkate katlanabilecek bir his olması nakşedilmiştir.

Değeri en yükseklerde olan aşk aynı zamanda olağanüstü güçleri olan bir duygudur. Yaşanılan ilahi aşkın etkisiyle çile çeken aşıklara, şahitlik edenler de onların çektikleri ıstıraba ortak olmuşlardır.

İnsanlar hayallerinde, aşıkları öteki dünyada buluşturmuş, çekilen ıstırabı kendi içlerine sindirememişlerdir. Toplumların birbirlerine güçlü bağlarla, bağlanması aşk ve sevgi sayesinde gerçekleşmiştir.

Aslı ile Kerem İncelemesi

Anonim olan hikâyenin tamamında, Aslı ile Kerem incelemesi olarak, bakıldığında insanların ortak paydalarıyla yazılmış, söyleneni bilinmeyen bir üründür. Nesiller arası dilden dile dolaşarak yazıya dökülmüştür.

Halk hikayeciliği üslubuyla yazılmıştır. Saz şairleri, yöreleri dolaşırken bağlamalarındaki ezgilerle, birlikte hikâyenin dillerde dolaşmasına sebep olmuşlardır.

Düzyazı eşliğinde, şiirle birlikte duygular eser haline gelmiştir. Anlaşılabilecek bir dille, halka hikâye aktarılmıştır. Fakat Türkçe’nin dışında da kelimelere hikâyede denk gelinmiştir.

Kendi Gök Kubbemiz Özeti

Kendi Gök Kubbemiz özeti

İstanbul şairi, büyük üstat Yahya Kemal tarafından yazılan Kendi Gök Kubbemiz özeti incelendiğinde; Divan şiirleri ile modern şiirler arasında bir köprü görevi gören şiirlerine rağmen, sağlıklı olduğu zamanlarda hiç kitap çıkarmamıştır bu sevilen eserin yazarı. Tarihler 2 Aralık 1884 zamanını gösterdiğinde Üsküp doğumlu olan Yahya Kemal Beyatlı, aynı dönemde Cumhuriyet döneminde siyaset ile yakından alakadar olmuştur. Dergâh dergisinin kurucusu olan Yahya Kemal Beyatlı, aynı zamanda bir dönem Pakistan büyükelçiliğinde görevde bulunmuştur.

Yahya Kemal Beyatlı var olduğu dönemin karmaşa ve değişim aşamasında olan edebi dünyası itibari ile iki şekilde eserler meydana getirmiştir. “Kendi Gök Kubbemiz” adı altında birleşen şiirleri yenilikçi, yalın bir üslup ile kaleme aldığı eserleridir. Daha eski ve ağır bir üslup ile kaleme aldığı eserleri ise “Eski Şiirin Rüzgârıyla” adı altında bir araya gelmiştir.

Bu karışıklık içinde Yahya Kemal Beyatlı’nın kendisini bulmasına destek olan söz “En iyi Fransızcayı Louvre Saray’ının kapıcısı konuşur ” cümlesidir. Yazar bu cümle hakkında kafa yorduktan sonra daha çok halk diline doğru kaymış fakat eskiden de bütünüyle bir türlü kopamamıştır.

İstanbul sevdalısı olarak anılan usta şair Yahya Kemal Beyatlı, hastalığı nedeniyle Paris’e gittiğinde yine sevdiği o şehirden uzakta olmak durumunda kalmış, hayattan göçene kadar (1 Kadım 1958) eserlerini kusursuz hale getirebilmek için kitaplaştırmak istememiştir. Vefatının sonrasında “Kendi Gök Kubbemiz” adı altında şiirlerinin bir araya gelmesi 1961 senesinde gerçekleşmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığının önerileri arasında yerini alabilen bu eser, ilk görüşte bir şiir kitabından fazlası değilmiş gibi gelebilir. Fakat içerik bakımından farklı bir dünya sahiptir. Mükemmel bir kitap kokusu eşliğinde sayfayı çevirdiğinizde önünüze çıkan ilk şiir; Süleymaniye’de Bayram Sabahı olacaktır. İşte bu eserdeki, bazı kısımlar esere adını veriyor diyebiliriz. Ve de eserin geneline bakıldığında dinin bütünleştiriciliği konu ediniliyor. Kendi Gök Kubbemiz tiyatro sahnelerinde de kendine sağlam şekilde yer bulmuş bir eserdir.

Usta şairimiz Beyatlı’nın eserleri genel olarak incelendiğinde tarih, musiki, değerler ve kültür gibi konuları ele alıyor. Eserine aynı adı verdiği ilk kısımda; Türk’ün tarih içindeki rolünü, Türk tarih ve kültürünü yansıttığı şiirlerini bir araya getirmiş, okuyucuların kalbini kazanmıştır. Makedonya toprakları içinde Üsküp’te hayta gözlerini açan ve Rumeli fatihlerinden köklü bir aileden gelen yazar, döneminde yaşmış olduğu hislerini Açık Deniz isimli şiirinde ele alır. Bunun dışında Kaybolan Şehir isimli şiiri ile de Üsküp’e olan derin acısını, hasretini dile getirmiştir. Eserin ikinci kısmında; ölüm, yaşlılık, sonsuzluk hislerini bulunduran pek çok şiire yer verilmiştir. Yol Düşüncesi isminde olan ikinci bölüm, aynı isimdeki şiir ile başlamaktadır.

Kendi Gök Kubbemiz İncelemesi

Kendi Gök Kubbemiz incelemesi yapıldığında; Yazarın eserlerinde aruz ölçüsü ve geleneksel şiirin rüzgârları ile kaleme aldığı farklı ve modern temalı eserleri 1921-1957 seneleri arasında çeşitli dergi ve gazetelerde okuyucularının beğenisine sunulmuş,  fakat yazar sağ iken farklı yerlerde yayınlanmış şiirlerini bir kitap olarak birleştirmemişti. Usta şair Yahya Kemal bir şiiri hariç tüm şiirlerini aruz ölçüsü ile oluşturmuş,  divan edebiyatı nazım şekillerinde bulunan gazel, şarkı, mesnevi ve rubai nazım biçimlerinde şiirler de kaleme almıştır. Ahenk bakımından çok daha kusursuz bulduğu aruzu heceye her daim tercih etmiş, şiirlerinde ahenk, ritim anlam, anlam derinliği ve söz sanatlarına önem vermiştir.

Kişisel duygulardan ziyade vatan, ölüm, kültür, tarihin parlak günleri, İstanbul ve Boğaziçi sevdası doğa gibi konulara daha çok önem veren bir yazardır. Bu eserde Yahya Kemal’e ait toplam 81 tane şiir üç kısım halinde sıralanmıştır.  Bunlar ise; Kendi Gök Kubbemiz, Yol Düşüncesi ve Vuslat’tır. Kendi Gök Kubbemiz isimli kısımda: Anadolu ve Rumeli’de bir medeniyet oluşturan Türk’ün tarih içindeki yerini, kültürünü ve oluşturduğu medeniyeti dile getiren şiirleri sıralanır.  Yol Düşüncesi ismindeki kısmında ise: sonsuzluk ve ölümle ilgili düşüncelerini konu edinen şiirlerini yerleştirilmiştir.  Vuslat kısmında ise daha çok aşk ve sevda şiirleri bulunmaktadır.

Kendi Gök Kubbemiz Konusu

Kendi Gök Kubbemiz konusu incelenecek olursa; usta şair en gözde eserlerini 20. yüzyılda kaleme almıştır. Bu açıdan da Türk şiirine kuvvetli bir ses ve soluk getirmiştir. Yahya Kemal’e göre şiir, her şeyden önce üslup, istif ve ahenktir. Usta şairimiz eserlerinde geçmişimizi, müziğimizi, değerlerimizi, tüm kültür varlıklarımızı, medeniyetimizi ideolojiye bulamadan en güzel biçimde ve sanat olarak ele almıştır.

Kendi Gök Kubbemiz adlı eser, yaşadığı ana ruhunu en doruklara kadar yansıtan okuyucuları tarafından çok sevilen şahane bir eserdir. Yazarın bu eseri sayesinde şiir okumayı sevmeyenler bile şiire ilgi duymaya başlayabilir. İstanbul’un fethinin ülkemize kattığı Mihriyâr salınarak Boğaziçi’nde dolanır. Usta şair Yahya Kemal’in şiirleri ile tarih, içimizde yaşar. Biz, atalarımız ile bir araya gelir ve geleceğe kanat açarız. Yahya Kemal bize, geçmişi dünden ve gelecekten ayırmadan onunla iç içe yaşamayı öğretir.

Yahya Kemal diğer bir adı ile İstanbul sevdalısı şairimiz, bu şekilde toplumu ilgilendiren temaları ele almış ve okuyucularının gönüllerini kazanmıştır diyebiliriz. Usta şair şiirlerinde işlediği aşk, vatan, doğa gibi konuları ustalık ile ele aldığından adını günümüze kadar taşıyabilmiştir ve kalıcı olmayı başarmıştır.