Domaniç Dağlarının Yolcusu (Şükûfe Nihal) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Domaniç Dağlarının Yolcusu

Domaniç Dağlarının Yolcusu, Şükûfe Nihal tarafından yazılmış bir eserdir. Şükûfe Nihal Domaniç Dağlarının Yolcusu, tarihte yaşanan ilgi çekici olayları öğrenmek isteyen bireyler için idealdir. Bu kitap, gezi yazısında tutulan notların roman türüne uygun olacak şekilde derlenmesi ile oluşturulmuştur. 1946 yılında okuyucuyla buluşan Domaniç Dağlarının Yolcusu, duyduğu hikâyenin aslını öğrenmek için ülkeyi gezen Şükûfe Nihal’in farklı olayları öğrenmesi ile gelişmektedir.

Şükûfe Nihal’in kaleme aldığı Domaniç Dağlarının Yolcusu adlı roman, ilk çıktığı yıl içerisinde dikkatleri üzerine toplamayı başarmış ve beyaz perdeye taşınmıştır. Bu nedenle pek çok insanın merak ettiği kitaplar arasında yer almaktadır. Domaniç Dağlarının Yolcusu kitabı ile ilgili daha detaylı bilgi almak isteyen bireyler, aşağıdaki başlıklara göz atarak bu önemli eseri inceleyebilmektedir.

Domaniç Dağlarının Yolcusu Özeti

Domaniç Dağlarının Yolcusu adlı kitap, Şükûfe Nihal’in bir arkadaşından duyduğu bir olay ile başlamaktadır. Arkadaşından duyduğu bu ilgi çekici hikâyenin detaylarını öğrenmek isteyen Şükûfe Nihal, Anadolu’ya doğru yolculuğa çıkmaktadır. Domaniç Dağlarının Yolcusu özeti şu şekildedir:

Bir arkadaşı, Şükûfe Nihal’e Milli Mücadele döneminde yaşanmış bir olayı anlatır. Olay, Domaniç’te yaşayan bir ailenin başına gelenlerden oluşmaktadır. Domaniç’te yaşayan karı kocanın bir çocuğu dünyaya gelir. Ancak kadın doğum yaptıktan hemen sonra kocasını savaşta kaybeder. Çocuğunu tek başına büyüten güzel kadın, kendisine gelen tüm izdivaç tekliflerini reddeder ve kendini oğluna adar. Kadının oğlu büyümüş ve bir delikanlı olmuştur. Bu olayların olduğu zamanlarda 2. İnönü Savaşı vardır. Bu nedenle kadın hemen oğluna silah verir ve savaşa gitmesini söyler. Ancak oğlu bir vatan haininin tuzağına düşer ve o da vatanına ihanet eder. Bunu öğrenen annesi, silahını alır ve oğlunu öldürür.

Şükûfe Nihal, bu hikâyeyi duyduktan sonra şaşkına döner. Etkilendiği bu olayı daha detaylı bir şekilde öğrenebilmek ve kadının yaşadığı ortamı görebilmek için hemen yola koyulur. Bindiği otobüste gerek konuşmasının gerek ise kılık kıyafetinin farklı olması nedeniyle yargılanır. Ancak hoş sohbeti sayesinde insanlar ile arasında olan mesafe birden kaybolur. Otobüste insanlara duyduğu bu hikâyeyi anlatır. Ancak otobüsteki kimse bu olayı duymadığını söyler. Şükûfe Nihal çok şaşırır, zira herkesin bu hikâyeye aşina olmasını beklemektedir.

Domaniç’e varan Şükûfe Nihal, kaymakam ile görüşür ancak kaymakamın da bu olaydan hiç haberi yoktur. Kaymakam, Şükûfe Nihal için bir otel odası ayarlar ve rahatça konaklamasını sağlar. Ancak Şükûfe Nihal, kaldığı otelden hiç memnun kalmaz. Zira yemekler, çarşaflar, insanlar çok farklıdır. Yanında getirdiği kuru ekmek ile açlığını bastırmakta, bir yandan da arkadaşının ona anlattığı hikâyede geçen kadını bulmaya çalışmaktadır.

Şükûfe Nihal, zaman içerisinde bir mektep muallimi ile tanışır ve otelin sahibinin kızları ile arkadaş olur. Yalnızlığını gidermeyi başaran Şükûfe Nihal, hala arkadaşından duyduğu olayın peşindedir. Ancak bu esnada Anadolu kadınlarının ne kadar büyük zorluklar çektiğini de görmektedir. Domaniç çevresinde bu hikâyeyi bilen hiç kimse yoktur. Artık araştırma yapmaktan ve kadını aramaktan bitap düşen Şükûfe Nihal, pes etmek üzeredir. Ancak o gece rüyasında o kadını görür ve tekrar umutlanır.

Şükûfe Nihal’in araştırmaları hiç sonuç vermez ve hikâyesinden etkilendiği için İstanbul’dan geldiği yolculuktan eli boş döner. Şükûfe Nihal, Domaniç’te edindiği dostlarına veda eder ve İstanbul’a geri döner. Her ne kadar arkadaşından duyduğu anının detaylarını öğrenemese de, Anadolu insanını tanıdığı ve onların yaşamına şahit olduğu için mutludur.

Domaniç Dağlarının Yolcusu Konusu

Şükûfe Nihal tarafından kaleme alınan Domaniç Dağlarının Yolcusu konusu, Şükûfe Nihal’in arkadaşından duyduğu bir hikâyenin detaylarını öğrenmek için çıktığı bir yolculuk ile şekillenmeye başlamaktadır. İstanbul’da yaşamını sürdüren ve Anadolu hakkında pek bilgisi olmayan bir kadının Anadolu yaşamına şahit olmak ve hikâyenin geçtiği yeri öğrenmek için çıktığı bu yolculuk, hikâye hakkında hiçbir bilgi alamaması ile sonuçlanır. Ancak Şükûfe Nihal diğer yaşamlar hakkında bilgi alır ve Anadolu’yu yakından görme fırsatını yakalar.

Şehir yaşamından oldukça uzak olan Anadolu’da gördüğü ve yaşadığı olayları Domaniç Dağlarının Yolcusu adlı kitabına aktaran Şükûfe Nihal, bu gezi esnasında not ettiklerini derleyerek bir roman haline getirir. Bu nedenle Şükûfe Nihal’in bu eseri yalnızca gezi yazısı değil, aynı zamanda bir romandır.

Domaniç Dağlarının Yolcusu İncelemesi

Domaniç Dağlarının Yolcusu adlı romanı daha iyi anlayabilmek için Domaniç Dağları Yolcusu incelemesi yapılabilmektedir. Bu roman, şehir hayatında alışık olunmayan yaşamları ve olayları sentezlemek için idealdir. Domaniç Dağlarının Yolcusu eserinin detaylarını öğrenmek için aşağıdaki listeye göz atabilirsiniz.

  1. Domaniç Dağlarının Yolcusu adlı kitap, çoğunlukla yazarın deneyimlerine dayalıdır.
  2. Bu romanda hikâye yapısına sahip olduğu için roman olarak kabul edilmektedir.
  3. Kitabın ana fikri, yurt ve vatan sevgisidir.
  4. Kitaptan çıkartılabilecek sonuç ise, bir yeri gezip görmenin o yer ile alakalı daha detaylı bilgi alınmasını sağladığıdır.
  5. Domaniç Dağlarının yolcusu adlı kitapta bazı eski kelimelere yer verilmektedir. Ancak anlatım genel olarak sade olduğu için her birey tarafından okunabilmektedir.

Şükûfe Nihal tarafından yazılan bu eser, dönemde yaşanan zorlukları öğrenmek ve Anadolu kadınlarının yaşamları hakkında bilgi almak için ideal bir kitaptır.

Kelile ve Dimne (Beydeba) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Kelile ve Dimne

Türkçe tercümesi, tasavvuf şairlerinden Hoca Mesut Gülşehri tarafından nakşedilmiştir. Sonrasında ise Kul Mesut ve diğerleri tarafından dilimize Türkçe olarak tercümesi yapılmıştır.

Ülke idaresi ve eğitim terbiye ve felsefe konuları tartışılarak konu olarak işlenmiştir. Beydeba Hint kültüründe sunmuş olduğu bu eşsiz eseriyle önemli bir yazardır. Kitabın bölümleri aşağıdaki gibidir,

Kelile ve Dimne Özeti

Yazarın eserinin bütününe bakıldığında, Kelile ve Dimne Özeti bakımından, bir hükümdarın dönemi ve yaşadıkları masalsı bir şekilde okuyucuya yansıtılmıştır.

Hindistan ülkesinde zamanında, Debşelem Şah diye toprakları ve tebaası için çalışmayı seven bir padişah var idi. Devrine kıyasla bu anlamda ülkesi çok ilerlemişti.

Halkı ve kendi için bir eğlence tertipleyip ziyafetler verdi bir gün. Eğlence bitiminde de alim ve fikir adamları ile bir söyleşi yaptı. Cömertlik üzerine yapılan söyleşide, etkilenen padişah, tüm servetini halkına dağıttı.

Bu davranışına karşılık, gecesinde bir rüya gördü. Servetini halkına açıp, Allah için harcadığın için ödülün büyük. En yakın zamanda doğu bölgesine doğru hareket et orada bir servet sana sunulacak, elde edeceğin bu servet dünyaya değişemeyeceğin bir hazinedir diye yaşlı biri tarafından uyarı aldı.

Debşelem söylenileni yapıp erkanıyla doğu tarafına gitti. Yaşlı bir alimle karşılaşıp sohbet ettikten sonra, alim bütün hazinelerini ona hibe eder. Ve bulunduğu yeri kazımaları halinde değerli madenler ve mücevherlerden oluşan hazineye ulaşabileceklerini hükümdara söyler.

Hükümdar söylenileni yaptırır. Mücevherlerin haricinde bir sandıkta yazılı levhada bir yazıya ulaşılır. Yazıda,

Servetin sahibi Hoşing Cihandar’ın hükümdara bırakılan servet için vasiyeti şöyle tercüme edilir. Yeryüzünde, hiçbir şey kalıcı değil. Servetine güvenip hareket etme, diye başlayan vasiyet on dört bölümden oluşmuştu. Vasiyetin devamında nasihatleri daha iyi çözmek için Serendim dağına gitmesi öneriliyordu.

Elde edilen bütün serveti halka dağıtan padişah, yolculuk için vezirleriyle istişare eder. Bu anlamda Kelile ve Dimne kısa özeti şöyle devam eder. Baş veziri bu yolculuk sizin için katlanması zor bir durumdur. Size bu konu ile ilgili iki güvercin hikayesini müsaade ederseniz açıklıyayım der. Müsaade alınca başlar anlatmaya.

Bahçıvanın ayı ile dostluğu çerçevesinde, geçmiş zamanların birinde mutsuz ve yalnız bir bahçıvan yaşarmış. Yalnızlıktan nasıl kurtulabilirim diye düşünürken, bir dağa vurmuş kendini. Evinden ve bahçesinden uzaklaştıkça onları düşünerek daha çok mutsuz olması pahasına üstelik.

Acıktığını hissedince sofra kurup, yemek yemeye başlamış. Sofrasına şirin bir ayı gelip, onunla yiyeceklerini paylaştıktan sonra, bahçıvanla sohbete başlamış. Ayı sormuş bahçıvana. Nerden nereye gidiyorsun diye. Bahçıvan konuşan, bir ayıyla karşılaştığı şaşkınlığı atlattıktan sonra cevap verir. Çok ıraktan geldim, yukarıdaki dağa tırmanacağım diye sorusuna cevap verir.

Sonra ayı, dağda ne yapmayı düşünüyorsun? diye sorar bahçıvana. Bahçıvanda uzun zamandan beri tek yaşıyorum. Yalnızlığını dindirmek için bir arkadaş bulmak istiyorum. Dağda nasılsa karşıma biri çıkar diye söylenir.

Sonra birden ayının gözleri sulanmış. Başlamış ağlamaya. Seninle aynı şeyi arıyoruz. Bende yıllardır tek yaşıyorum bir yoldaş arıyorum bu yalnızlık bitirmek için diye konuşur. Bahçıvan ayıya döner ve neden şimdi başladın ağlamaya diye sorar.

Ayı cevap verir. Benim de derdim seninle aynı. Dağdan ovaya bir arkadaş bulma ümidiyle indim der. Bahçıvan düşünüp, taşınmış zihnine gelen fikri ayı ile paylaşmış. Kader yollarımızı birleştirdi. Senin bundan sonra arkadaşın ben olayım diye teklifte bulunur.

Ayı memnuniyetle kabul etmiş bu teklifi. Beraber bahçıvanın evine gitmişler. Bahçıvanın mutsuzluğu yavaş yavaş kaybolsa bile, günler gelip, geçerken adamın üzerine gelen sinekleri onu rahatlatmak üzere ayı tarafından kovalanırmış.

Sineklerin bahçıvanın üzerine konduğu bir gün, ayı bir kayayı yerinden koparıp sineklerin üzerine bahçıvanın alnına yapıştırmış. Ne yaptığını bilmeyen hayvan yüzünden, adam ölüp gitmiş.

Hainlerle kurulacak ahbaplığın sonunda ihanetle sonuçlanacağını Kelile, bu hikâye ile gün yüzüne çıkarmak istemişti. Dimne bu çıkarımına karşılık Kelile ben efendime ihanet etmem diyecektir.

Kelile ve Dimne Konusu

Yazarın eseri genel olarak ele alındığında Kelile ve Dimne konu bakımından, hayvanların insanlarla birlikte olduğu ve bazı zamanlarda aralara öyküler konularak anlatılan, eser çocuklardan ziyade büyükler için yazılmıştır.

Dönemin prenslerine yöneticilik, erdem, ahlak gibi duygular konusunda terbiye vermek üzere ele alınıp yazılmıştır. Zamanın hükümdarı Depşelem için öğüt niteliğinde olan eser erdemde dahil olmak üzere yönetimin nasıl yapılacağı hakkında ele alınmıştır.

Rivayete göre, zulüm yapmayı seven, hükümdar Depşelem’in sarayında, karşısına çıkan ünlü bilgin Beydeba onu halkına yaptığı eziyetler için, uyarıp bu yazmış olduğu bu eseri kendisine okumuştur.

Kelile ve Dimne İncelemesi

Beydeba tarafından, kaleme alınmış esere Kelile ve Dimne İncelemesi olarak bakarsak, fabl şeklinde yazılmış içinde hikayeler olan ve bir Hint hükümdarına ithaf edilmiş bir kitaptır.

Sanskritçe yazılan eser, Pehlevice’ye çevrildikten sonra, akabinde Arapça ve Farsça ’ya tercümesi yapılmıştır. Fabl masallarının tamamı, sözlü anlatımda, döneminde sade ve anlaşılabilir, ahlak ve erdemi insanlara öğretme konusunda misyon edinmiştir.

Öyle ki La Fontaine yazmış olduğu kitabında bu masallardan etkilenerek on sekiz tanesine yer vermiştir.

Birinci kısım fabllarda sembolik olarak açık sözlülüğü ve doğruluğu simgeleyen Kelile, iftira ve yalan taraftarı Dimne karşılaştırılır.

Dertli Hayatı ve Eserleri

Dertli

Bolu ve Gerede arasında Yeniçağ bucağının Şahnalar köyünde 1772 senesinde hayata gözlerini açan Âşık Dertli, 1845 senesinde Ankara’da hayata gözlerini yummuştur. Naaşı şuanda Gerde yakınlarında bulunan Esentepe’dedir. Babası Ali isimli bir çiftçi olan Dertlinin asıl adı İbrahim’dir. Çocukluğunu sığır gütmekle geçirmiştir. Babası çiftçi Ali’nin vefatından sonra köyün ağası olan Halil küçük İbrahim’in babasından kalan varlıkları ondan alır. İbrahim yani halk arasında bilinen ismi ile Âşık Dertli yakın köylerden birisinde bulunan bir akrabasının yanına gitmek zorunda kalır.

Âşık Dertli hayatını oradan oraya gezmekle ve ozanlıkla geçirmiştir. Gittiği yerlerde farklı farklı âşıklarla tanıştı ve her birinden farklı terbiyeler alarak ozanlığına katkı sağladı Sonrasında üç sene İstanbul ve Konya’da yaşanmıştır. Onun ardından on sene kadar Mısır’da hayatına devam edip tekrardan köyüne dönmüştür. Dertli burada evlenmiş ve iki tane oğlu hayata gözlerini açmıştır. Dertli kimisinin deyimine göre ozanlığının sebebiyle yine yollara düşmüştür ve orada da uzun süre kalamamıştır. Ailesini ardında bırakan Dertlinin bazen aklına geride bıraktığı çocukları ve ailesinin geldiği ve dertlenerek nice şiirler söylediği ifade edilir. Bir süre Orta Anadolu’da dolaşan Dertli 1826 senesinde İstanbul’a yeniden gelmiştir. İstanbul’da kısa süreli birkaç yerde memurluk yapmış ardından burada da duramamış ve Ankara’ya gitmiştir. Ankara’ya gelen şair burada vefat etmişti.

Dertli genel olarak eğlenceli, zevklerine düşkün, hayatında macerayı seven ve macera arayışında olan birisi olarak tanınır. İçkiye ve zevkine olan düşkünlüğünü yüzünden toplumda bazı kesimler tarafından dışlanmıştır ama Dertli pes etmemiştir ve bu kesimdeki insanlarla çatışmaya devam etmiştir. Âşık Dertlinin takma adı Lütfi olarak bilinir. Kimisine göre bu takma adının sebebi hayatı boyunca yaşadığı zorluklardır. Kimisi ise bir sevdiği yüzünden kendisini usturayla öldürmeye çalışan Dertlinin bu adı aldığını savunur. Dertli hem aruz hem hece ölçülerini ustalıkla kullanan bir Türk ozanıdır. Geçimini âşık kahvelerinde saz çalıp şiir okuyarak sağlayan değerli bir halk ozanımızdır. Fuzuli, Âşık Ömer ve Gevheri gibi şairlerin etkilerini şiirlerinde göstermiştir. Zamanın diğer şairleri gibi o da aruzla gazeller, divanlar, kalenderiler yazmıştır.

Âşık Dertlinin en önemli taşlaması o dönemde saz çalanların günaha girdiğini ve şeytanların saz çalan kişinin başına toplandığını savunan kişileri eleştirmek amacıyla yazmıştır. Fes takılması 2. Mahmut padişahlığı döneminde kabul edilince Dertli fesi öven birisi haline gelmiş ve bununla ilgili bir kaside yazmıştır. Bunun sonucunda ise Âşık Dertli; Çağaya ayan olarak atanmıştır. Divan türündeki şiirleri ise başarılı olarak nitelendirilmemiştir. Asıl ozanlık yeteneğini hece vezinli şiirleriyle göstermiştir. Alevi-Bektaşi inanışlarına sonuna kadar bağlı olan Dertli, şiirlerinde ağır bir dil kullanır. Toplumsal eleştirileri ve taşlamalarıyla Türk Edebiyatında öne çıkan bir isim olmayı başarmıştır. Yobazlığı sert bir şekilde eleştirmiş ve taşlamalarını buna uygun yazmıştır. Öncelerinde halveti tarikatine girdiği bilinir. Bunun sonrasında ise Bektaşiliğe yönelmiştir.

Dertlinin Eserleri

  • Şeytan Bunun neresinde?
  • Sakiya Camında Nedir Bu ısrar
  • Abdallığın Binasını Sorarsan
  • Haraba Kul Olduk
  • Aşk Ehline Derman Sordum Âlemde
  • Yürü Gönül Yürü Dostundan Kalma
  • Kalem Kaşlı Yar
  • Bad-ı Saba Benim Hasb-i Halimden
  • Âşık Dertli Baba
  • Ok Gibi Hublar

Bu şiirler ve taşlamalarla halkın gönlüne taht kurmuş bir halk ozanı olmayı başarmıştır. Tek kitabı vardır ve onun adı da Dertli Divanı’dır. Bu kitabı ise birkaç kez basılmıştır. Yaşadığı dönemde çok sevilen, ünlü, kişiliği etkin olan bir halk ozanı olduğu su götürmez bir gerçektir. Ankara’da hayata gözlerini yuman dertlinin mezarı ilk olarak Ankara’ya defnedilmişti. Halkın biricik şairi Dertli’nin mezarı vefatından yüz beş sene sonra Yeniçağa’ya götürülmüştür.

Geçimini saz çalıp türkü söyleyerek kazanan Dertlinin gerek saz çalmasındaki yeteneği gerek sesinin güzelliği onun zengin konaklarda büyük ilgi görmesine, sevilip sayılmasına vesile olmuştur. Ülkenin birçok kesiminde şiirleri severek dinlendi ve o bir üstat olarak tanımlandı. Dertlinin asıl tarzı lirik koşma ve semailerinde görülmüştür. Şiirleri yabancı kelimeler ve terkiplerle doludur. Bunların olmasına rağmen üslubu ahenkli ve sürükleyici bulunmuştur. Mecaz anlatımları, hayalleri ve fikirleri orijinal yani kendine has olmamasına rağmen yine de şiirleri samimi bir hava taşır.

Dertli kalpten bağlı olduğu Alevi-Bektaşi tarikatının etkisiyle, Hz. Ali’ye aşkla ve yürekten bağlanmıştır. Hatta halk arasında bir evliya şöhreti bile kazandığı söylenir. Bektaşi şiirleri, devriyeler, nefesler ve Kerbela şehitleri için mersiyeler yazmıştır.  Dertlinin yolundan giden ve kendisi için onu örnek alan ozanlar ileriki dönemlerde bir âşık kolu oluşmasını sağlamışlardır. Geredeli Figanı, Mudurnulu Yağcı Emin, Çankırılı Pinhanî, Çankırılı Cudi, Ilgazlı Naili ve Kastamonulu Yorgansız Hakkı gibi Bolulu, Çankırılı ve Kastamonulu gibi nice âşıklar bu kolda yetişmiştir. Kendisi de yaşadığı dönemde birkaç çırak yetiştirmiş ve Türk edebiyatına başarılı ozanlar kazandırmıştır. Şöhreti dönemin divan şairleri arasında da yayılmıştır. Şiirlerinde Divan şairlerinden Fuzulinin etkisi sıklıkla görülür.

Dertliyi belki de biraz Tanzimat şairleri arasında sınıflandırabiliriz. Tanzimat devirlerini yaşamış ve buna boş kalmamıştır. Toplumsal olaylarla yakından ilgilenen şairlerden birisi Dertli diğeri ise Seyrani’dir. Tanzimat devrinin o gereken havasına bürünmüş bunu şiirlerinde de hissettirmiştir.  Güzel sesi ve yetenekli saz çalışıyla gönüllere taht kuran Dertli Türk edebiyatının önemli isimlerinden birisi olmayı başarmıştır.

Define Adası (Robert Louis Stevenson) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Define Adası

Robert Louis Stevenson tarafından yazılmış olan ve dünyada yaygın olarak bilinen bir macera romanı sayılan Define Adası, dünya edebiyatı sahasında pek çok benzeri oluşturulmuş bir eserdir. Kitap yazarının ününü aşmış ve pek çok kişi tarafından bilinir hale gelmiştir. Romanın en çok dikkat çeken taraflarından birisi de, dünya edebiyatında kayıp define ve korsan gibi içerikleri yansıtan ilk eser olmasıdır.

Daha sonra bu şekilde yazılacak pek çok esere de ilham kaynağı olmuştur. Yazar Define Adası’nı 30 yaşında iken yazmaya başlamıştır. Ve ilerleyen süreçlerde dünyaca ünlü bir isim olmuştur. İlk başarısının Define Adası kitabı olduğu söylenebilir. Romanın ilginç taraflarından birisi ise sipariş üzerine yazılmış bir eser olmasıdır. Yazar Robert Louis Stevenson, romanı üvey oğlunun bazı içeriklere sahip bir eser istemesi ile oluşturulmuştur. Üvey oğlu Stevenson’dan terk edilmiş bir geminin olduğu, içinde kadın olmayan, define ve haritanın da yer aldığı bir hikaye istemiştir.

Yazar aynı zamanda doğduğu yer olan İskoçya’da iken ailesi ile birlikte yaşarken eseri kaleme almıştır. Eser ilk defa 1881 ve 1882 senelerinde çocuk dergisinde dizi şeklinde tefrika edilmiştir. İlk bölümlerinin ardından tamamlanmış ve 1883 senesinde basılmıştır.

Konu bakımından dünya üzerinde bazı ilklere sahne olması sebebiyle; eser yayınlanmasının ardından pek çok benzeri tema ortaya çıkmıştır. Pek çok kere sinemada da yer verilen Define Adası kitabından ilham alınarak TV dizisi de çekilmiştir. Şimdi Define Adası kitabı ile ilgili merak edilen konusu, özeti ve incelemesine göz atalım:

Define Adası Özeti

Define Adası özeti kitaba ilgi duyan pek çok okuyucu tarafından merak edilmektedir. Eserde Jim Hawkins isminde bir çocuğun Define avına çıkması konu edilmektedir. Hawkins İngiltere’de bir hancının oğludur. Çocuk önceleri Amiral hanında çalışmaktadır ve burası babasına aittir. Bir süre sonra Jim hana gelen Bill adında bir korsanla tanışır. Bill yaşlı bir denizcidir. Aynı zamanda oldukça ilginç bir adamdır.

Geçmişi sırlarla doludur ve sürekli kaçtığı tek bacağı olan bir denizci vardır. Kaptan Filinta ait hazine haritası saklamakta olan ve odasında yer alan sandıkta çok miktarda parası olan Bill ani şekilde ölür. Eşyaları ve sırları  Jim’e kalmıştır. Bill’in odasında kilitli olan sandığı açar, define hikayesini öğrenir. Bu hikayeyi babasının güvendiği arkadaşı ve aynı zamanda doktoru olan Dr. Levese’ye  anlatır.

Dinleyen doktor defineyi bulmaya karar verir ve arkadaşı olan şövalyeyi aynı zamanda uzun bacaklı John Silver adı ile bilinen denizciyi ve Jim’İ yanına alarak Define Adası’na ulaşmayı amaçlar. Jim ile arkadaşları ulaşmak için bir deniz yolculuğu yapar. Ardından adaya varırlar. Yalnız tek bacaklı korsan ile adamları onları izlemektedir. Bu noktada macerada kime güvenebileceği pek belli değildir. Adaya gizlenmiş olan hazineyi kimin bulacağı Jim ile arkadaşlarının macerasını oluşturur.

Define Adası Konusu

Define Adası temel olarak;  Jim adlı bir çocuğun define haritası ve bilgilerine erişmesi ile birlikte arkadaşlarıyla hazineye ulaşmaya çalışma hikayesini konu alır. Yazarın oğlunun isteği üzerine belli içerikler baz alarak yazdığı eserin temeli define avı konusu üzerine kuruludur. Aynı zamanda bu konuların işlendiği ve geniş kitlelere yayılan ilk eser olarak ifade edilir. Bu sebeple çok sayıda benzer eserin yayınlanmasına önayak olmuştur. Define Adası konusu itibarıyla bu maceralar üzerine kurulur.

Jim babasının olan handa çalışarak geçirirken, Bill adındaki kaptanın hana konaklamaya gelmesiyle hayatı değişir. Bill’in yanında yer alan gizemli sandık ve ilginç bir kişi olması nedeniyle handaki kişiler onu merak etmeye başlar. Bu sırada Bill kaçtığı tek ayaklı denizciyi gördüğünde ona haber vermesi için Jim’e para verir. Handa kalmaya başlayan Bill devamlı dürbünle dışarıyı gözler. Bill ile ilgili bu ayrıntılara dikkat eder. Aradan aylar geçer fakat Bill handan ayrılmaz. Hatta bir süre sonra han parasını dahi ödememeye başlar. Bir tartışma esnasında Jim’in babası rahatsızlanır ve doktor arkadaşı çağırılır. Kısa bir süre sonra Jim’in babası hayatını kaybeder. Bir süre sonra Bill de ölür ve define ile ilgili tüm ayrıntılara Jim ile arkadaşları erişir. Define Adası maceraları bu şekilde başlar.

Define Adası İncelemesi

Eser incelemesi pek çok roman türünde olduğu gibi;  toplumsal arka plana dair ayrıntılar ortaya çıkarabilir. Bununla birlikte farklı bir ortaya çıkış hikayesi olduğu için;  kendine ait şartlar altında değerlendirilmelidir. Örneğin sipariş üzerine kaleme alınmış bir eserin; alanında ilk olduğu ifade edilebilir. Define ve korsan temalarını işleyen dünya çapında ilk eser olmasının yanı sıra;  macera konulu kitaplara özel bir yapıt eklenmesini sağlamıştır.

Define Adası ile insanların farklı dünyalar ve yeni hazineler keşfetme arzusu da açığa çıkmaktadır. İnsanlar daima hayal kurmayı sevmiş ve bu alanlara ilgi göstermiştir. Bundan dolayı da çok sevilen ve dünya çapında bilinir hale gelen kitabın konusu oldukça ilgi çekmiştir.

Define Adası incelemesi ile çok uzak diyarlara yolculuk yapma ve daha iyi şartlara buluşma hayali; insanlara akıcı üsluba sahip bir macera aracılığıyla iletilmiştir. Bu anlamda hem alanında ilk  olma özelliği taşır hem de macera konulu kitaplar için özel bir yere sahiptir.

Dede Korkut Hayatı ve Eserleri

Dede Korkut

Dede Korkut kimdir ve eserleri hakkındaki kaynaklara bakıldığında hangi tarih aralıklarında yaşadığı net olarak bilinmemektedir. Ancak eserlerini birçok farklı görüş ve yazış biçimi ile oluşturduğu bilinmektedir. Dede Korkut kitaplarına bakıldığında Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanlarına yakın bir dönemde yaşadığı anlaşılmaktadır. Ozanların yaşamına bakıldığında Dede Korkut bilinen kişilerin atası kabul edilmektedir. Yazış tarzında oluşturduğu farklı stiller ile sıra dışı birçok özelliğine eserlerinde yansıtmıştır.

Dede Korkut şiirleri özelliklerine bakıldığında özellikle konularının yiğitlik, mertlik, aşk ve vatan sevgisi ile yoğunlaştırılarak oluşturulmuştur. Bu konular dışında anne ve baba sevgisi de bu şiirlerde işlenerek İslamiyet algısı şiirler üzerinden benimsetilmiştir. Yaşanılan dönem içerisinde kopuz oldukça önemliydi. Kopuzu ilk bulan kişi olarak Türklere öğreten kişi olarak tanınmıştır. Kopuzun kullanılması hikayelere farklı bir mizaç kazandırmıştır.

Dede Korkut Eserleri

Türklerin İslamiyet öncesinde doğan kişiler tarafından Dede Korkut nüshaları içerisinde bulunan hikayeler sözlü edebiyatın başlatıcısı olarak kabul edilmiştir. İslamiyetin kabul edilmesi ile birlikte birçok farklı akım ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu akımlar çerçevesinde hikayelerin tasarlayan Dede Korkut farklı birçok fikir ile birlikte edebiyata yön vermiştir. Dede Korkut tarafından yazılan kitaplar, destansı olarak yazılan Oğuz hikayelerinin mecmuası olarak kabul edilmiştir.

Dede Korkut hikayelerinin oluşturulmasında Kars ve Erzurum illerinde hüküm süren Akkoyunlular ve onların yazıya geçirdikleri destanlar çerçevesinde oluşmuştur. Dede Korkut hikayesi yazıya geçirilmesi ile birlikte geçiş döneminin en önemli ürünleri olarak kabul edilmiştir. Bu hikayelerin en önemli özelliği hem şiir hem de düzyazı biçiminde nazım şekilleri biçimlendirilmiştir. Bu hikayeler ve diğer yayımlanmış olan eserler olay içeren düzyazılar olarak nitelendirilmektedir. En bilinen hikayeler şu şekilde sıralanmaktadır:

  • Dirse Han Oğlu Boğaç Han.
  • Salur Kazan’ın Evi Yağmalanması
  • Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek.
  • Kazan Bey Oğlu Uruz’un Tutsak Olması
  • Duha Koca Oğlu Deli Dumrul.
  • Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
  • Kazılık Koca Oğlu Yegenek.
  • Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi.

Dede Korkut Çevirileri

Dede Korkut hikayesi ilk olarak Berlin nüshası temel alınarak 1916 yılında İstanbul’da yayımlanmıştır.  Arap harfleri kullanılarak oluşturulan Dede Korkut nüshaları Kitâb-ı Dede Korkud alâ Tâife-i Oğuzân isimleriyle kayıt altına alınmıştır. Nüshaların Dede Korkut ismi ile yayımlanması aşamasını Orhan Şaik Gökyay tarafından yapılmıştır. Bu aşamada Berlin nüshası ilk olarak Dresden nüshası ile karşılaştırılmıştır. Dresden nüshası ile gerekli karşılaştırma yapıldıktan sonra Vatikan nüshası ile bir kıyaslandırılmaya gidilmiştir. İlgili tetkikler yapıldıktan sonra nüsha “Dedem Korkud’un Kitabı” adıyla ismi ile tekrardan yayımlanmıştır.

Çevirme için gerekli olan nüshanın herhangi bir karşılaştırmaya gerek kalmadan yayımlanması ise Muharrem Ergin tarafından yapılmıştır. Dresden ve Vatikan nüshalarının aynı bir şekilde basıının yapılmasından sonra Dede Korkut Kitabı I ismi ile basım gerçekleştirilmiştir. Bu eserin ise tekrardan birçok dile çevrilmesinin ardından Bâbâ Korkud adıyla ve Türkçe aslından Hamâse-i Dede Korkut adıyla son hali meydana getirilmiştir.

Dede Korkut Hikayeleri

Dede Korkut hikayeleri temelde kitabın girişi kısmı ile birlikte 2 farklı bölümden oluşmaktadır. Nüshaların alınarak basılmasında çeviri yapılarak kopyalama işlemi gerçekleştirilmiş ise bu Dede Korkut’u tanıtan kısım olarak tanımlandırılmıştır. Bu farklı bölümler sayesinde Dede Korkut hikayelerinin isimleri oluşmuştur.

Hikayelerin ikinci kısmını ise Dede Korkut sözleri oluşturmaktadır. Dde Korkut tarafından söylenen her vecizler için bu sözler farklı şekillerde isimlendirilmiştir. Hikayelerin bu şekilde ayrılmasından sonra Dresden ve Vatikan’dan çeviriler olmak üzere iki farklı kısımda gösterime sunulmuştur. Dresdden gösterim ise aşağıdaki gibidir:

  • Dirse Han Oğlu Boğaç Han
  • Salur Kazan’ın Evi Yağmalanması
  • Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
  • Kazan Bey Oğlu Uruz’un Tutsak Olması
  • Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
  • Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
  • Kazılık Koca Oğlu Yegenek
  • Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi
  • Begin Oğlu Emren
  • Uşun Koca Oğlu Segrek
  • Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Çıkarması
  • İç Oğuz’a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldüğü

Vatikan’dan gösterilen hikayeler ise aşağıdaki gibidir:

  • Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han
  • Hikayet-i Bamsı Beyrek
  • Hikayet-i Salur Kazan’ın Evi Yağmalanduğudur
  • Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur
  • Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey
  • Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz’a Asi Olup Beyrek Vefatı

Dede Korkut El Yazma Nüshaları

Dede Korkut tarafından yazılan el yazısı nüshaları olarak günümüze dek oluşan üç adet eseri mevcuttur. 19. ve 20. yüzyıl arasında eserlerini oluşturan Dede Korkut’un Dresden ve Vatikan’dan olmak üzere iki adet nüshası bulunurken, bunların dışında 21. Yüzyıla ait Kazakistan’da bulunan bir adet daha nüshası vardır. Dede Korkut nüshaları giriş bölümü dahil olmak üzere toplam 12 adet hikaye içermektedir.

Bilim dünyasında da el yazma nüshaları ile tanınan Dede Korkut ilk kez Friedrich von Diez’in yayımladığı bir makale de konu olmuştur. Berlin Kütüphanesi içerisinde el yazma nüshalarının birer kopyası bulunmaktadır. Burada bulunan kopyalar ise Berlin nüshası olarak farklı şekilde isimlendirilmiştir. Vatikan nüshasını diğer nüshalardan ayıran en temel özelliği giriş bölümü ile birlikte toplamda 6 hikaye içermesidir.

Damla Damla (Ruşen Eşref Ünaydın) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Damla Damla

Damla Damla, Ruşen Eşref Ünaydın tarafından kaleme alınan ve pek çok bölüm mensur şiirden oluşan bir derlemedir. Damla Damla konusu en merak edilen konular arasında yer almaktadır. Zira Ruşen Eşref Ünaydın, bu kitabı yazarken en büyük ilham kaynağının Mustafa Kemal Atatürk olduğunu belirtmektedir.

Anlatılana göre, Ruşen Eşref Ünaydın ve Atatürk bir masada otururken, Atatürk birbiri ile bağlantılı olmayan birkaç kelime söyler ve Ünaydın’dan bu kelimeler ile anlamlı bir bütün oluşturmasını rica eder. Ruşen Eşref Ünaydın, neredeyse hiç beklemeden birkaç dizelik mensur bir şiir oluşturmayı başarır. Daha sonra Damla Damla isimli mensur bir derleme kitabı oluşturur. Bu derleme, 72 mensur yazıdan oluşmaktadır. Eser ilk olarak 1928 yılında yayınlanmıştır. Ancak 1929 ve 1947 yıllarında kitabın ikinci ve üçüncü baskıları çıkmıştır.

Ruşen Eşref Ünaydın tarafından yazılan mensur şiir derlemesi Damla Damla, edebiyatımızın en önemli eserleri arasındadır. Zira bu eser, yeni harfler kullanılarak basılan ilk kitaptır. Bu nedenle dönemin resmi gazetelerinde Ruşen Eşref Ünaydın ve Damla Damla hakkında haberler yapılmıştır.

Damla Damla Özeti

Mensur yazılardan oluşturulan derleme kitabı Damla Damla, pek çok insan tarafından araştırılmaktadır. Özellikle Damla Damla özeti merak edilmektedir. Damla Damla, mensur yazılardan oluşturulmuş olduğu için akıcı bir hikâye özeti oluşturmak pek de mümkün değildir. Damla Damla kitabı hakkında özet araştırması yapan bireyler, kitap hakkında daha detaylı bilgi almak için aşağıdaki listeye göz atabilir.

  • Damla Damla kitabında yer alan mensur yazıların büyük bir bölümünde güzelliklerden bahsedilmektedir. Bu güzellikler doğa, hayat, karşı cins olarak 3 farklı bölümde incelenebilmektedir. Mensur yazıların yaklaşık olarak 45 tanesinde hayatın güzellikleri ile ilgili anlamlı ve ince düşünülmüş yazılar bulunmaktadır.
  • Damla Damla kitabının güzellikler dışında değindiği konulardan bir tanesi de ölümdür. Ölümün ne kadar kötü olduğu, ölümün olmaması gerektiği gibi düşüncelere mensur yazılarda yer verilmektedir. Zira Ruşen Eşref Ünaydın, güzelliklerin önüne ölümün geçtiğini düşündüğü yazılar oluşturmuş ve bu durumdan memnun olmadığını belirtmiştir.
  • Mensur yazıların devamında kitapta ölümün olağanlığı ve kaçınılmaz olduğundan bahsedilmektedir. Ünaydın, dünyadaki her canlı ve cansız varlığın geçici olduğuna değinmiş ve tek kalıcı olan unsurun ölüm olduğunu kabul etmiştir.

Damla Damla kitabında pek çok duygu ve konu çok iyi bir şekilde okuyucuya iletilmektedir. Bu nedenle kitaptaki hisler, her okuyucuyu etkileyebilecek niteliktedir. Ruşen Eşref Ünaydın, bu hislerini ince düşünceler ile okuyucuya anlatabilmiştir.

Damla Damla Konusu

Ruşen Eşref Ünaydın tarafından yazılan Damla Damla derlemesi, pek çok açıdan araştırılmaktadır. Bu bağlamda araştırılan konulardan bir tanesi de Damla Damla konusu olmaktadır. Damla Damla adlı kitapta pek çok konuya yer verilmektedir. Ancak mensur yazılarda en çok anlatılan konular şu şekildedir:

  1. Doğa sevgisi
  2. Sevgi
  3. Aşk
  4. Hayatın tüm güzellikleri
  5. Gerçekler
  6. Ölümün kötülüğü
  7. Ölümün kabullenişi
  8. Karşı cinse beslenen duygular
  9. Duyguların dizginlenmesi
  10. Hayatın gerçekleri

Yukarıda da görüldüğü gibi Damla Damla kitabında pek çok konuya yer verilmektedir. Ancak bu konular birbiri ile oldukça bağlantılıdır. Zira Ruşen Eşref Ünaydın yazılarını derlerken güzel geçişler yapmıştır. Örnek vermek gerekirse, aşkın ne kadar güzel odluğunu anlatırken ölüm gerçeğiyle karşılaşmış ve ölümün ne kadar kötü bir durum olduğundan bahsetmiştir. Daha sonrasında ise yavaş yavaş ölümü hazmetmeye ve ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu kabul etmeye başlamıştır. Bu nedenle okuyucular, Eşref Ünaydın’ın düşüncelerini çok daha iyi bir şekilde kavrayabilmektedir.

Damla Damla İncelemesi

Damla Damla kitabının pek çok açıdan incelemesi yapılabilmektedir. Damla Damla kitabı hakkında daha fazla bilgi almak, kitapta yer alan mensur yazıların mantığını öğrenmek ve Damla Damla incelemesi yapmak isteyen bireyler, aşağıdaki listeye göz atabilir.

  • Damla Damla kitabında 72 farklı mensur yazı bulunmaktadır. Bu yazılar, genellikle bir paragraftan oluşur. Mensur yazılarda işlenen konular birbirinden farklı gibi algılansa da aslında birbiri içerisinde bütünlükler sağlamaktadır.
  • Mensur yazıların geçişlerinin ince düşünülmüş olması sayesinde okuyucular bu eseri bir kitap gibi okuyabilmektedir.
  • Bu kitap, Türkiye’de ilk defa yeni harfler kullanılarak yazılmış eserdir. Bu nedenle Türk edebiyatında büyük bir önemi bulunmaktadır.
  • İlk defa 1928 yılında basılmış olsa da, içerisinde kullanılan dil ağır değildir. Bu nedenle mensur yazıların anlaşılması hiç de zor değildir.
  • Yazar, bu mensur şiirleri oluştururken ince düşünülmüş kelimeler kullanmakta ve duygularını oldukça başarılı bir şekilde aktarmaktadır.
  • Kitap ilk olarak bir gazetede yayınlanmıştır. Gazetede bu kitabın içerisinde bulunan 72 kısa yazı da mevcuttur. Daha sonrasında ise kitap haline getirilmiş ve okuyucular ile buluşturulmuştur.

Damla Damla Yazarı

Damla Damla kitabının yazarı Ruşen Eşref Ünaydın’dır. Ruşen Eşref Ünaydın, 1892 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Pek çok eseri bulunan Ünaydın, Galatasaray’ın kurucuları arasında yer almaktadır. Buna ek olarak diplomat, siyasetçi ve gazeteci unvanları da bulunmaktadır. 1918’de yazdığı bir eser ile Mustafa Kemal Atatürk’ü hem kamuoyuna hem de dünyaya tanıtmıştır.

Atatürk’ten ilham alarak kitaplar yazmıştır. Bu kitaplardan bir tanesi de Damla Damla olmaktadır. Türk tarihinin en büyük edebiyatçılarından biri olarak kabul edilen Eşref Ünaydın, Türkçeye ve Türk edebiyatına büyük katkılar sağlamıştır.

Dadaloğlu Hayatı ve Eserleri

Dadaloğlu

Dadaloğlu nerede yaşamıştır ve diğer biyografik özellikler hakkında çeşitli sorular 19 yüzyıl da gelişmeye başlamıştır. Dadaloğlu’nun asıl adı Veli’dir. Veli olarak kullanılan isim genel tanım olarak Türkmen aşıklarının önde geldiği bir kişiliklerini o dönem itibari ile verilmekteydi. Kul mahlasındaki ismini kullanan Aşık Musa’nın oğlu olarak Dadaloğlu tanınmaktadır. Eğitim hayatını da kısa da olsa tamamlayan Dadaloğlu, imamlık ve katiplik gibi birçok farklı alanda kendini yetiştirmiştir.

Göçerlik koşulları ve o dönem itibari ile Anadolu’da hakimiyeti bulunan aşiretlerin kavgaları ile edebi fikirleri gelişmiştir. Bu sayede Dadaloğlu hayatı ve eserleri oldukça geniş bir kategorize de kendini göstermektedir. Dadaloğlu, oğuz boylarından Avşar boyuna mensup ailelerinden ileri gelmektedir. Doğum tarihi net bir şekilde bilinmemektedir. Ancak tarihçilerin araştırma verilerine göre 1785’te doğmuştur. Avşar mensubu olan Dadaloğlu kendini yetiştirmesi ve farklı birçok düşünce yapısı ile bu kolda sözcü olarak gösterilen bir aşık olmuştur.

Dadaloğlu Biyografisi

Dadaloğlu’nun net olarak doğum tarihi bilinmemektedir. Güney Anadolu’nun dağlık alanlarında doğdu bilinmekle birlikte mahlas olarak kullandığı isim ise Veli olarak belirtilmektedir. Boylardan Oğuzların Avşar koluna mensuptur. Osmanlı Devleti’nde hakim olan konar göçer bir yaşam tarzı ile Avşar, Karsıntı, Sırkıntı, Berber gibi birçok farklı şehirde yerleşik bir hayat tarzını benimsemeye çalışmıştır. Ancak hiçbir bölge de uzun süre yaşama imkanına sahip olamamıştır. Bu neden ile Dadaloğlu nerede yaşamıştır sorusu net olarak bilinmemektedir.

Dadaloğlu’nun sözleri ve şiirleri yerleşik yaşama geçme sürecinde oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde aşiret kavgaları ve bunlara başkaldıran kişilerin davranışları ile edebi akımlar şekillenmeye başladığı için, bu dönem oldukça önemli sayılmaktadır. Dadaloğlu ise bu süreçte yaşamış olduğu birçok farklı mücadele ile şiirlerini oluşturmuştur. Son olarak mücadelelerin bitimi ile İç Anadolu Bölgesinde yerleşme karara almıştır.

Dadaloğlu Eserleri

Dadaloğlu 18. Yüzyılın son çeyreğinde doğup, 19. Yüzyılın sonlarında yaşamını yitirmiştir. Bu dönemler içerisinde Türkmen topluluklarının bir alt grubunu oluşturan Avşar boyunun siyası ve edebi fikirleri eserlerinin oluşmasına öncülük etmiştir. Yalnızca kendi çevresinin değil birçok farklı duygu ve düşüncelere sahip topluluklarında yanında yer alarak eserlerini oluşturmuştur. Özellikle Dadaloğlu türküleri Türkmen boylarının göçebe yaşam tarzında düşüncelerini yansıtılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Dadaloğlu’nun şiirleri ise oldukça fazla olup önemlilerinden birkaçı ise şu şekilde sıralanmaktadır:

  • Aladağ
  • Aslımı Sorarsan
  • Aşağıdan Yusuf Paşam Geliyor
  • Bilmezliğe Sevdim Seni
  • Binboğa
  • Bir Yiğit De Anasından Doğunca
  • Bizim Yayla
  • Burcu Burcu Koktu Mola
  • Can Evimden Vurdu Felek N’eyleyim
  • Çıkarım Bozok Dağına
  • Çiçekdağı
  • Dadaloğlu’nun At Türküsü
  • Dinleyin Ağalar
  • Dostun Bahçesinden Yâd El Geçmesin
  • Dumanlıdır Aladağ’ın Alanı
  • Gel Ha Güzel Gel Ha Methin Söyleyim
  • Gönülden Gonüle Yol Gider Derler
  • Görünür (Koşma)
  • Her Sabah, Her Sabah Seyran Gezerken
  • Ilgınca Sılgınca Görünen Dağlar
  • Ilgıt Ilgıt Seher Yeli Esiyor
  • Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri
  • Kalmadı Adalet Arttı Zulümler
  • Kaman’ı Yurt Edelim

Dadaloğlu Edebi Kişiliği

Ölüm ve doğum tarihleri net olmayan Dadaloğlu’nun birçok farklı konularda ve fikirlerde hakkında edebi eser oluşturduğu bilinmektedir. İçinde bulunduğu dönemde yaşanan çarpışma, mücadele ve diğer isyanlar eşliğinde yazdığı şiirlerin yanı sıra koşma, türkü, semai, varsağı ve desten gibi diğer edebiyatı zenginleştiren çeşitte eserleri de mevcuttur. Dadaloğlu şiirlerinin özellikleri, öncelikle sert ve pervasızca bir nazım biçimine sahip olmasıdır.

Dönemin farklı görüş ve fikirlerine göre şekillenen bir yazım tarzı olması nedeni ile halk diline uygun bir şekilde eser veren bir sanatçıdır. Destanlar ve diğer edebi yazım biçimlerinde yayımlanan eserleri yazış bakımı ve stili açısından Karacaoğlan ve Köroğlu gibi sanatçıları hatırlatmaktadır. Bu nedenle edebi eserleri kişiliğinin katkısız ve en doğal halini yansıtmaktadır. Saf bir halk dilini kullanması nedeni ile de halkın anlayabileceği yalın bir dil ile eserleri ünlenmiştir.

Dadaloğlu’nun Halk Edebiyatı’ndaki Yeri

Güney Anadolu’da yaşamını sürdüren ve bu kapsamda edebi eserlerini oluşturan Dadaloğlu şiirleri özellikleri manzum ve mensur olmasıdır. Halk hikayesin de bu eserler manzum ve mensur olarak iki farklı alanda incelenmektedir. Birçok araştırmacı tarafından Dadaloğlu şiirleri incelenerek halk hikayelerine konu edinmiştir. İlk aşamada konu edinilen ve birçok edebi görüşü aynı anda yansıtan eseri, Cenupta Türkmen Oymakları, II, 53-75’tur. Daha sonra yapılan farklı araştırmalar kapsamında Hurşîd ile Mâh Mihrî” hikâyesi başta olmak üzere tekrardan incelemeye alınmıştır. Ancak bu hikayenin Dadaloğlu tarafından düzenlenmediği tespit edilmiştir. Bu nedenle de konu kapsamı içerisinde değerlendirmeye alınmamıştır.

Dadaloğlu hayatı ve eserleri birçok farklı heyecanı okuyucuya hissettirecek tarzda yazmasına sebep olmuştur. Bu onu diğer edebi şahsiyetlerden ayran en önemli özelliğidir. Şairin yaşamış olduğu bölgeye bakıldığında Toros’ta yaşamış olması onu gelenek dışında yazmaya sevk ettiği kanısını oluşturmaktadır. Bu bölge de henüz o dönemler hikaye anlatma tekniği gelişmemiştir. Bu nedenle de şair tarafından bu bölge de yazılan eserler oradaki anlatma tekniği ve geleneğine uygun olarak düzenlenmiştir. Düzenleyen kişilerin ise net olarak bilinmemesi Dadaloğlu’nun halk hikayesi başta olmak üzere burada düzenlemediği eserlerinin olduğu kanısını da netleştirmektedir.

Çocuklara Şiirler (Vehbi Cem Aşkun) Özeti, Konu ve İncelemesi

Çocuklara Şiirler

Vehbi Cem Aşkun’un kaleme aldığı Çocuklara Şiirler kitabı 100 Temel Eser içerisine girmiştir ve sonrasındaysa İlköğretim kitaplarına girmiştir. Çocuklara Şiirler Özeti genel olarak çocuklara öğretme amacı ile din konularını ele alır.

Çocuklara Şiirler Özeti

Çocuklara Şiirler Özeti ilk şiirde, “Allah sevgisi” anlatılır ve devamında kırlardan kuşlara ve bütün canlı ve sonsuz varlıkların bir yaratıcısının olduğu ve bu yaratan kişiye karşı bir sevgi beslenmesi gerektiği vurgulanır. İkinci şiirde ise din ve Kur’an’dan bahsedilmektedir ve dinsiz yaşanamayacağı, aynı zamanda İslamiyet dininin en yüce din olduğu belirtilir. Üçüncü şiirde ise vatan konusu işlenir ve aynı zamanda bu şiir içerisinde anne ile vatanın aynı olduğu vurgulanır.

Bazı şiirlerinin ismi Padişah ve Osmanlı Bayrağı’dır. Padişah ve Osmanlı isimli şiirlerde, geçmişe duyulan özlem çocuklara anlatılır. Altıncı şiirde ise bir anne ile beraber iki çocuğu konu alınır. Çocuklardan biri annesine doğru seslendirilerek Anne sevgisi işleniyor, “Senin gönlün İki aşk ile çarpar, benim yalnız bir sevgili annem var.” Denmektedir.

Yedinci şiirde ise La Fontaine kitabı içerisinde yer alan İnci ve Horoz masalı örnek verilir ve kitap kıymeti bilmeyen bir çocuk anlatılır.
Sekizinci şiirde ise Ertuğrul’un Büyüklüğü anlatılmak istenir geçmişe özlem vurgulanır.
Kitapta bulunan dokuzuncu şiirinde ise iyilik ve doğruluk teması işlenmektedir. Uzun olan bu şiirde iyilik sever bir kişi sokakta gördüğü bir çocuğa seslenerek bir altın verir. Çocuk, ise ‘’yanlış verdiniz herhalde” diyerek, altını geri uzatmak ister. Adam ise “bilerek verdim” der ve çocuk sevi­nerek evine koşar. Sonrasında bu bir altın ile sermaye yapar, sonrasında ise ipek böceği üretimi yapmaya başlar ve bir süre sonra zengin olur. Adam sonra zor duruma düşer ve çocuk adama yardım eder.

Onuncu şiir de ise yenilikçi olan Mithat Paşa anlatılır ve ço­cuklardan Mithat Paşa’yı kendilerine örnek almaları öğütlenir.
On birinci şiirde ise bir çiftçinin ölüme yaklaştığı sırada ölüm döşeğinde iken, çocukla­rına yaptığı akıllı oyun anlatılır. On ikinci şiirin adı “Millet Şarkısı” şiiridir.  Bu şiirde de geçen olay tamamen geçmişe olan özlem vurgulanır.

On üçüncü şiirde ise bahar ayı anlatılmaktadır. On dördüncü şiirin konusu ise kelebeklerdir. On beşinci şiirde ise kış ayı konusunu işlemektedir. On altıncı şiir de çiftçiler ile beraber köy yaşamı özendirici bir biçimde anlatılır. On yedinci şiirde ise fukara insanlara karşı, sevgi ve merhamet dolu olunması gerektiği vurgulanır.  On sekizinci şiirde ise sözünde durmayan bir tilkinin ibret veren öyküsü şiir haline dönüştürülerek anlatılmıştır. On dokuzuncu şiirin konusu ise çok çalışmak üzerinedir.

Yirminci Şiirde ise Namık Kemal’e övgüler yağdırılır. Yirmi birinci şiirde ise gökteki yıldızları anlatılmaktadır.  Yirmi ikinci şiir, tarihteki kahramanlarımızdan olan Ahmet Muh­tar Paşa’ya ayrılır. Yirmi üçüncü şiir ise çocuklara ahlâkın önemi anlatılır ve daima ahlâklı olmaları öğütlenir.

Çocuklara Şiirler Konusu

Çocuklara Şiirler Konusu genel olarak, kitapta Allah sevgisi konuları işlenir ve yanında din, Vatan, padişah, konuları sıkça geçmektedir. Kitap konusu genel olarak sevmeyi ve saygı göstermeyi işler,

Şiirlerin ismi, Anne Sevgisi, Horoz ile İnci, Osmanlı Bayra­ğı Ertuğrul’un Büyüklüğü, İyilik-Doğruluk, Mithat Paşa, Çiftçinin Nasihati, Millet Şarkısı, Bahar ve kış ayı, Kelebekler, Çiftçiler, Muhtar Bey, Fukarayı Seviniz, Tilkinin Vaadi, Çalışmak Sonra Oyun, Namık Kemal, Yıldızlar, Ahlâk, Deniz­ler başlıklı yirmi dört tane şiir yer almaktadır ve hepsi öğreticidir.

Çocuklara Şiirler İncelemesi

Çocuklara Şiirler İncelemesi genel olarak çocuklara, bilgi vermek, eğitmek amacı ile yazılan şiirlerdir. Çocuklara şiirler dil ve anlatımı sade bir dildir fakat verilen mesajı anlamak için yeterlidir. Çocuklara şiirler eseri içerisinde bulunan karakterler, anne, padişah gibi karakterlerdir. Şiirin yayın tarihi 2006’dır ve tam olarak 138 sayfadan oluşur. Öğretici niteliği ile 100 Temel Eser arasına giren önemli bir eserdir.

Çile (Necip Fazıl Kısakürek) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Çile

Çile Necip Fazıl Kısakürek kitabı adını Çile adındaki uzun bir şiirden almaktadır. Bu şiir eserin başındadır. 1939 yılında ilk olarak Senfonya adıyla yayımlanmıştır. Şiir yedişer adet dörtlüklerden meydana gelmektedir. Dini ve metafizik konular şiirde hakimdir.

Çile Özeti

Şiirde kuvvetli bir lirizm hakimdir. Şiirde coşkun ve heyecanlı bir dil kullanılmıştır. Şiirin bütünlüğüne bakıldığında kâinattan, kaderin verdiği şaşkınlık ifadesinden, isyan ve tevekkül duygularına yer verildiği görülmektedir. İlk kısımda kader karşısındaki ezilme ve teslimiyet hissiyatı parlak ve trajedi bir şekilde aktarılmıştır.

İkinci kısımda ise yumuşak bir ifade ve şaşkın sorular hakimdir. Üçüncü kısımda ise kitabın da ana fikri olan insanın rabbinin yardımıyla kendi sorunlarına çözüm üretebileceği anlatılmaktadır. Bu kısımda insanın sorunlarının çözümünün kendisinin iç dünyasında olduğu vurgulanmaktadır. Son kısımda ise şair kendisini teslimiyet duygusuna bırakmıştır. İnsan aklını ve iradesini kullanarak rabbini bulmakla zorunlu tutulmuştur.

Şair eserine tasavvufi bir terim olan çileyi seçmiştir. Hayatının belli döneminden itibaren çileyi metafizik ıstırabının sembolü olarak görmektedir. Çile kitabındaki şiirler şairin mutlak gerçeği araması yollundaki hissedilen heyecanların toplu olarak ifade edilişidir. Çile kitabında yer alan şiirlerin çoğunluğu Türkiye’de 1922 yılından sonra görülen sosyal ve ideolojik edebiyata tepkidir. Bu kitapta yer alan şiirler dışa çevrilen gözleri insanın iç dünyasına yönlendirmektedir. Bu şiirler orijinal ve yeni psikolojik bir derinliğe sahiptir.

Çile kitabında yer alan şiirler fertten cemiyet hayatına kadar uzanan birçok konuyu içerisinde barındırmaktadır. Eserde hâkim olan tavır ise çoğunlukla şairin kendi benliği ile olan mücadelesini ve kaynağına ait olan korkudur. Kitabın dördüncü bölümünde Peygamberimizle ilgili ve ahlakın temizliğine, ruhun dinginliği gibi konular tema olarak ele alınmıştır. Ölüme de bu bölümde yer verilmiştir.

Kitabın beşinci bölümünde genel olarak şehirler ele alınmıştır. Eser içerisinde İstanbul’a olan sevgisini anlatan birçok şiir yer almaktadır. Necip Fazıl’ın meşhur olan Kaldırımlar şiiri kitabın Şehirler kısmında yer almaktadır. Necip Fazıl altıncı bölümde azgın dalgalardan ve tabiatta var olan muhteşem ayrıcalıklardan bahsetmektedir. Bu kısımda ağaçlara savrulan yaprakları kullanarak bir dil elde etmiştir.

Kitabın yedinci bölümünde kadınlardan bahsetmektedir. Bu bölüm iki mısralık satırlardan oluşmaktadır. Kelimeler içerisinde kadın ifadesi kullanılmaktadır. Sekizinci bölümde korku duygusu konu olarak ele alınmaktadır. Korkunun birçok çeşidi bulunmaktadır. Korkunun ölüm, ihanet ve yalan gibi çeşitleri bulunmaktadır. Bu kısımda asıl olarak anlatılmak istenen ölümdür. Dizelerde toprak altında kalan baş anlatılmaktadır.

Kitabın dokuzuncu kısmında yurt özlemi anlatılmaktadır. Yurt anne kucağı benzetmesi ile anlatılmaktadır. Yaşanılan memleket özlem duygusundan bahsedilmektedir. Bu bolümdeki ortak nokta ise herkesin gönülden bir şekilde yurduna bağlı kalmasıdır. Yaşanılan özlem ve acılar ise hep aynıdır.

Onuncu kısma geldiğinde ise Ukde başlı altında derlenen şiirler bulunmaktadır. Ukde kelimesinin bilinen iki anlamı bulunmaktadır. İçinde dert olan anlamının yanı sıra daha çok düğüm anlamını taşımaktadır. Burada yer alan başlığın aslında kesin olarak bir anlamı bulunmamaktadır. Bu kısımda yer alan şiirler içerisinde her iki anlamı birden taşımaktadır. Şöhret içerisinde geçen dertler zamanın atmış olduğu düğümlere denk gelmiştir. Çile özeti bu şekildedir.

Çile Konusu

Çile konusu çok fazla temayı içermektedir. Kitapta bulunan şiirlerin hepsi konularına göre ayrılmaktadır. Genel olarak şiirlerdeki hâkim konular ölüm, kadın, korku, Allah inancı, insan ve tabiat konularıdır. Şiir kitabında aşk konusuna çok fazla yer verilmemektedir. Şiirler çoğunlukla hece ölçüsü ile yazılmıştır.

Duygu yoğunluğu mısralarda fazladır. Şiirlerde kapalı bir anlatım yoktur yani okuyucu tarafından şiirler kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kitapta şiirin yanı sıra fazlaca beyit ve Necip Fazıl Kısakürek’in şiirleri ile ilgili olarak kaleme aldığı yazıları da bulunmaktadır. Kitap MEB 100 Temel Eser listesinde yer alan şiir kitapları arasındadır.

Çile İncelemesi

Necip Fazıl Kısakürek’in seçmiş olduğu imgelerin onun istek ve arzuları üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir. Yaşam onun için çileyi ifade etmektedir. Ölüm ise çileden kurtuluştur. Şaire göre insan çileye mahkumdur. Çilenin mekânı dünyadır. Huzurun yeri ise öteki dünyadır. Şaire göre zaman ve akıl ise çile nedenidir. Çileden kurtuluş ise sadece iman ile mümkündür. Çile adlı kitaba ait bu tablodaki merkez ise çiledir. Şair çile çekenleri mekânı, nedeniyle ve sonuçları ile birlikte ele almaktadır. Şair, eserdeki imgeleri bir bütünlük içerisinde kullanmıştır.

Necip Fazıl Kısakürek, maddi dünyanın vermiş olduğu yükten mistik dünya ile kurtulmaya çalışmıştır. Çatışma durumlarında ise şiir ile ulaşmak istediği konuma varmaya çalışmıştır. Eserin amacı şairin kendisini ve insanları içinde bulundukları çıkmazdan kurtarmaktır. İnsan maddi dünya içerisinde bitmek bilmeyen bir mücadele içerisindedir. Şair şiirlerinde insanın yenilen tarafını ortaya çıkaran imgeler kullanmıştır. Ona göre insan dünyaya düşmüş aciz bir varlıktan ibarettir. Zamanı başlangıcı belli olmasına rağmen sonu belli değildir.

Şaire göre insan ipte ilerlemektedir ve insan hep farklı bir mevsimi yaşayacaktır. İnsan en sonunda başlamış olduğu noktaya geri dönmektedir. Yaşam doğum ile ölüm arasında bulunan kısa bir zaman dilimidir. Zaman ile ifade edilmektedir ve insanın yaşamı boyunca geçirdiği mevsimler ise boğumlar olarak ifade edilmektedir. Çile incelemesi bu kısımda detayları ele alınmıştır.

Çankaya (Falih Rıfkı Atay) Özeti, Konusu ve İncelemesi

Çankaya

Çankaya, Falih Rıfkı Atay tarafından yazılmış ve Türk tarihinin en önemli eserlerinden bir tanesi olarak kabul edilen bir gezi romanıdır. Falih Rıfkı Atay gezi yazıları alanındaki bu eser, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar hayatını ve yaşadıklarını konu edinmektedir. Bu nedenle Çankaya kitabı, hem dönemi hem de günümüz için oldukça büyük bir önem arz eden bir eserdir.

Falih Rıfkı Atay, Atatürk ile tanışma şansına erişmiş bir gazetecidir. Atay, Mustafa Kemal Atatürk ile zaman geçirerek hayatını kaleme almış ve bir kitap haline getirmiştir. Bu bağlamda kitabın içerisinde Atatürk’ün yaşamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Kurtuluş Dönemi, isyanlar, savaşlar gibi pek çok önemli unsur bulunmaktadır.

Çankaya Konusu

Çankaya adlı eser, daha önce de belirtildiği gibi hem kendi döneminin hem de günümüz Türkiye’sinin en önemli çalışmalarından bir tanesidir. Bu nedenle Falih Rıfkı Atay Çankaya incelemesi pek çok insan tarafından araştırılmaktadır.  Çankaya kitabı, oldukça geniş bir dönemi ve bu dönemde yaşanan olayları anlatmaktadır.

Falih Rıfkı Atay tarafından yazılan Çankaya eseri, Türk tarihi hakkında araştırmalar yapan bireylerin mutlaka okuması gereken kitapların başında gelmektedir. Çankaya konusu, Atatürk’ün hayatı üzerinedir. Gazeteci olan Falih Rıfkı Atay, Atatürk ile tanıştıktan sonra onun hayatını kaydetmeye ve o dönemdeki olayları derinlemesine aktarmaya başlamıştır. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün başyazarı olarak bilinmektedir.

Çankaya Özeti

Çankaya adlı gezi yazısı türündeki kitap, 1961 yılında yayınlanmıştır. Tarihi açıdan büyük bir öneme sahip olan bu kitap, Atatürk dönemini anlayabilmek için mutlaka okunması gereken eserler arasındadır. Çankaya özeti, pek çok insanın araştırdığı konular arasında yer almaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te dünyaya gelmiştir. Babası Ali Rıza Bey bir dönem gümrük memurluğu yapmış, daha sonra ise kerestecilik yapmaya başlamıştır. Annesi, Zübeyde Hanım’dır. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Bey 1887 yılında vefat etmiştir.

Önce mahalle mektebi, daha sonra ise Şemsi Efendi Okulu’nda eğitim almıştır. Ancak bu okulda öğretmeninden şiddet gördüğü için kaçmıştır. Dayısının çiftliğinde bir süre boyunca çalışan Mustafa Kemal, daha sonrasında halasının desteğiyle okula dönmüştür. Annesinin rızası olmamasına rağmen askeri okula yazılmış ve lise hayatında oldukça başarılı bir öğrenci olmuştur. Manastır Askeri İdadisi ve Harp Okulu’na gitmiş ve bu okullarda eğitim almıştır.

Okul hayatında bazı dergiler çıkartmış ve paylaşmıştır. Bu nedenle okuldan atılama tehlikesi yaşamış ancak oldukça başarılı bir öğrenci olmasından dolayı okul hayatına devam etmeyi başarmıştır.  Okulunu bitirdikten sonra Kurmay Yüzbaşı unvanını almış ve çalışma hayatına başlamıştır. Birlik halkı soymakla görevlendirilen bir süvari olarak atanan Mustafa Kemal, halktan kendisine pay almamış ve bu soygunların sona ermesi için çalışmalar yapmıştır.

Vatansever duygular besleyen Atatürk, okuduğu kitapların etkisiyle İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınlaşmış ve vatanın kurtarılmasını hedef edinmiştir. Çıkan isyanların bastırılmasını sağlamış ve düzeni kurmuştur. 1. Dünya Savaşı’nda pek çok cephede savaşmış ve millet kavramının benimsenmesini sağlamıştır. 1919’da Samsun’a giderek direnişi desteklemiş ve ordunun düzenlenmesini sağlamıştır.

Düzenli orduya geçilmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte inkılaplar başlamıştır. Saltanat kaldırılmış, soyadı kanunu getirilmiş ve bunun gibi pek çok yenilik ile ülkenin laik olması sağlanmıştır.  Bunca yenilik ve düzenlemenin ardından Atatürk hastalanmıştı. Ciğerleri su toplamaya başlamış ve artık dinlenmesi gereken bir hale gelmişti. İnanılmaz bir hafızası olan Atatürk, ölmeden önce “Saat kaç?” sorusunu sormuş ve son sözü olarak “Aleykümselam” saat 9.05’te hayatını kaybetmiştir. Arkasında ise bir Türk Cumhuriyeti ve gözü yaşlı insanlar bırakmıştır.

Çankaya İncelemesi

Çankaya kitabı, Atatürk’ü ve Atatürk dönemini en iyi yansıtan eserlerden bir tanesidir. Çankaya incelemesi konusunu araştıran ve bu eseri derinlemesine öğrenmek isteyen bireyler, bu kitabın kimi zaman sevindirici kimi zaman ise hüzünlü bir anlatım ile yazıldığını bilmelidir. Ayrıca Çankaya, oldukça sade bir dil kullanılarak anlatılmaktadır. Çankaya kitabı ile ilgili bilinmesi gerekenler ise şu şekildedir:

  • Çankaya kitabının ana fikri, Türkiye’nin zorlu süreçlerden geçerek kurulduğu ve bu nedenle korunması gerektiğidir.
  • Atatürk’e ek olarak kitapta adı geçen önemli isimler Falih Rıfkı Atay, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir’dir.
  • Çankaya kitabı, dönemin önemli olaylarına göre 9 bölüme ayrılmıştır. Bu bölümler 1881 – 1914 ile başlamaktadır. Kitabın son bölümlerinde ise “Atatürk’ün son yılları” ve “Anı ve Fıkralar” bulunmaktadır.
  • Çankaya, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 100 Temel Eser arasına dâhil edilmiştir.
  • Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün başyazarı olduğu için Atatürk’ün anılarına da kitapta yer vermiştir.
  • Çankaya kitabı Atatürk’ün biyografisi olarak kabul edilebilmektedir. Ancak biyografi salt bir biçimde oluşturulmamış ve pek çok olaya değinilmiştir.
  • Kitap, temel olarak 3 konuyu ele almaktadır. Bunlar; Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti olmaktadır.
  • Dönemin ilişkileri, yaşanan zorluklar, kurtuluş ve kuruluş zamanları gibi pek çok ayrıntı, kitabın içerisinde yer almaktadır.
  • Çankaya kitabında her unsur dürüstlükle anlatılmaktadır. Bu bağlamda yalnızca dönemin iyi özellikleri değil, kötü yanları da detaylı bir şekilde belirtilmektedir.

Falih Rıfkı Atay tarafından yazılan bu eser, her Türk tarafından okunmalıdır. Bu nedenle 100 Temel Eser arasındadır. Atatürk’ün ölümünden sonra Atay devlet adamı olmuş ve yazlarına da devam etmiştir.