Diriliş Neslinin Amentüsü – Sezai Karakoç Kitap Özeti

Diriliş Neslinin Amentüsü

Diriliş Neslinin Amentüsü kitabı, İnsanlığın Dirilişi eseri ile bağlantılı bir şekilde yazılmıştır. Bu eser başlarda bir gazetede yayınlanmış ardından kitap haline getirilmiştir. İçerisinde metafiziğin de yer aldığı kitap 1975 ve 1976 yıllarında yayınlanmıştır.

Özeti

Diriliş Neslinin Amentüsü kitabının içerisinde yazarın hayal ettiği devlet anlatılır. Devlet erdemi esas alan ve doğruluk ile yönetilen bir devlettir. Devletin yönetim şekli, ihtiyaçları, halka düşen görevler ve nasıl yaratılacağına dair ince ayrıntılar kitapta yer alır. İslam ülkeleri içerisinde yaşamını sürdüren gençlere Diriliş Nesli ismini vermiştir.  Yeni gençlik davranışların nasıl olduğuna dair ipuçları verecektir. Kitap içerisinde de amaç gençlere bu şansı vermektir. Devlet İslamiyet’i esas alır ve İslamiyet içerisinde yer alan kurallar niteliğince karar alır. Dürüstlük ve İslamiyet’ten asla şaşmayacak olan bu devlette insanlar daha huzurlu olacaktır.

Yeni gençlik kültür çatışması içerisinde kendi benliğini koruyacaktır. İslamiyet inancındaki kişiler daima çağdaş düşüncelere sahip olmalıdır. Bu düşünce ile ilk İslamiyet inancını korumalı ve kültürünü kaybetmemelidir. Hayranlıklar batıya değil asıl İslamiyet’e olmalıdır. Kusursuz Müslüman olmak gereklidir, bunun için önce insan inanmalıdır. Kişi kendi iç dünyasına Müslüman olmalı ve bunu zamanla topluma yansıtmalıdır. Kendi içerisinde Müslüman olmayan kişiler asıl Müslümanlıktan uzak kişilerdir. İç dünya ile dini savaş verilmeli ve İslamiyet galip gelmelidir.

Her din farklı peygamber inancı ile gelişir. Ancak bunlar gerçekliğin yalnızca bir kısmıdır. Müslümanlar ise bütün peygamberlere karşı inançlarını yerinde tutarlar. Terör ve kapitalizm bu inanç biçiminde yer edinemez. Komünizm ve nihilizm gibi düşünceler de sistem içerisinde olmazlar. Diriliş Neslinin Amentüsü gerçekliğe erişme yolunda kişiye yol gösterici olacaktır. Düşünceler ve sosyal yaşam birleştirilmelidir, aynı inanç taşınmalıdır. Fikirler ve yaşam bağlamında aynı düşünceler ifade edilmelidir. Batı bilim ve sanatı örnek alınabilir ancak düşünceleri örnek alınmamalıdır. Peygamber yolunda ilerleyen gençler bu düşüncelerden uzak olacaktır. Savaş için somut materyallere ihtiyaç yoktur, bazen düşünceler savaşır. İslamiyet’i düşünceleri ile ele geçiren batı, onu içten yok edecektir. İnsanoğlu bu savaşa yenilmemeli ve içindeki İslamiyet’i dik tutmalıdır.

Bu devlet içerisinde fakir ve zengin kavramları ortadan kalkar, aynı tarzda bir hayat yaşarlar. Yıkıcı yönleri bulunan fikirler burada yer bulamaz. İnsanlar maddiyat ile boğuşmayacak çünkü işsiz olmaları devletin sorumluluğunda kalacaktır. Devlet herkese iş sağlama zorunluluğunda olacak ve herkes okuyacaktır. Sağlık ve temel ihtiyaçlar karşılanmak zorundadır, sade ama adil bir yaşam sürülecektir. Devletin yönetimini yapan kişilere istenilen eleştiriler yapılacak ve bunlar değerlendirilecektir. Saygı ve sevgi bağlamında bütün düzen ilerleyecektir.

Yazar Hakkında Bilgi

Sezai Karakoç eserlerinde daima Müslümanlığı savunmuştur. Eserlerinin içerisinde İslamiyet’in doğru yaşanması ve yayılması hakkında yazılar yer alır. Daima Müslümanlığı savunurken siyasette de yerini almıştır. Siyaset içerisinde de bu düşüncelerini açıkça dile getirmiştir.

Değirmen Kitap Özeti

Değirmen

Değirmen adlı eser Sabahattin Ali tarafından 1935 yılında yazılmıştır. İlk öykü kitabıdır. Bu kitap toplamda 3 kısımdan oluşmaktadır. Kitap içerisinde toplamda 16 tane öykü bulunur. Sabahattin Ali’nin 1927-1934 yılları arasındaki hikâyelerini barındırır. Kitabın ön söz kısmına bakıldığında ise yazarın kendi eleştirel düşünceleri göze çarpar. Kitabın yayımlandığı zamanda ise edebiyat meraklılarının ilgisini çekmiştir.

Kitabın Konusu

Sabahattin Ali’nin harika öykü kitaplarından biri olan Değirmen okuyuculara birbirinden farklı çok güzel öyküler sunuyor. Yazar “Değirmen” adlı bu kitapta bulunan Değirmen öyküsünde çingene bir kızın aşkını ve aşkı için neler yapabileceğini yazmıştır.

Karakterler

Atmaca: Yakışıklı ve yağız bir çingenedir. Köydeki değirmencinin kıza âşıktır. Hikâyenin ana karakteridir.

Değirmencinin Kızı: Babası köyün değirmencisidir. Zamanında kolunu değirmen çarklarından birine kaptırarak kaybetmiştir. Atmaca’ya âşıktır. Fakat onun için bu aşk imkânsız görünür.

Kitabın Özeti

Çingeneler yaz boyunca topluluk olarak sürekli gezerler. Köy köy dolaşırlar. Yiyecekleri yemek, yanında taşıdıkları çadırlarını kurabilecekleri bir yer ararlar. Kafilelerden birisi de yer ararken uzakta bir değirmen görür. Çevresinde bulunan köylere bakınca bu değirmenin işlek olduğu anlaşılır. Değirmenin yanına giderek, çengilerini çalarlar. Bunu duyan halk toplanmaya başlar. Herkes toplandıktan sonra çingenelere yemek verirler. Daha sonra çadırlarını kurmaları için izin verilir. Buraya yerleşen çingene kafilesi çevreden de fazlasıyla ilgi görmektedir. Ağaçların yapraklarını toplayarak yapmış oldukları sepetleri kolay bir şekilde satarlar. Aralarında bulunan çengiciler ise karşı köylerden bile düğünlere çağrılır. Bu çingenelerin arasında Atmaca diye yakışıklı, heybetli bir delikanlı bulunur. Fakat çingene kızları da dâhil olmak üzere hiçbir kız Atmaca’nın ilgisini çekemez. Çok güzel de klarnet çalar. Dinleyenler mest olurlar. Atmaca klarnetini çalarken değirmenci ve sakat olan kızı da onu dinler.

Değirmencinin kızı yıllar öncesinde kolunu değirmen çarklarına kaptırarak kaybetmiştir. Yıllarca her şeyden uzak ve sessiz bir hayat sürmeyi seçmiştir. Fakat Atmaca ile birbirlerine aşık olamaya başlarlar. Çingene olan Atmaca, değirmencinin kızıyla konuşmak ister. Seni seviyorum demek istediğine karar verir. Fakat her şey beklediği gibi olmaz. Kız kolunun olmadığını ve kendi yerine başkasıyla evlenmesinin daha iyi olacağını söyler. Kız kendince haklıdır da. Atmaca zamanla çengilere katılmaz, klarneti eline almaz bir duruma gelir.

Bir süre sonra Atmaca herkesi davet ederek klarnet çalacağını söyler. O gün hava yağmurludur ve bundan dolayı da değirmende çalacağını belirtir. Değirmende toplanan halkın karşısında klarnet çalmaya başlar fakat içerideki gürültüden dolayı müziğin sesi duyulmaz. Atmaca buna aldırış etmeyerek çalmaya devam eder. Büyük bir hırsla klarnet çalarken bir yandan da kızın gözlerinin içine bakar. En sonunda klarneti bir köşeye atar. Klarnet paramparça olmuştur. Hızla dönerek çalışmakta olan değirmen çarklarına doğru koşmaya başlar. İnsanlar ne olacağının farkına varmışlardır. Fakat koşup yetişene kadar artık iş işten geçmiştir. Atmaca kolunu değirmen çarklarına kaptırır. Sağ kolundan durmadan akan kanlar akar. Âşık olan bir çingenenin hikâyesi…

Sevginin nasıl bir şey olduğunu anlatmak için güzel bir hikâyedir.

Kitabın Yazarı Hakkında

Sabahattin Ali Kimdir?

Sabahattin Ali Türk Edebiyatı’nın oldukça önemli isimlerinden birisidir. 25 Şubat 1907 yılında Kırklareli’nin Eğridere ilçesinde hayata gelmiştir. Yazmış olduğu roman, hikâye gibi eserleri çokça popüler bir şekilde bilinir. Daha çok hikâye tarzında eserler yazmıştır. Romanlarında özellikle uzun uzun işlediği aşk ve sevgi temalı konularla okuyucunun dikkatini çeker. Bazen siyasi boyuta değinen bazen de toplumun sorunlarını ele alan ve bunu kitaplarında işleyen Sabahattin Ali’nin birçok eseri vardır. Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan gibi eserleri 20. Ve 21. Yüzyılda da etkisini sürdürmeye devam ediyor. Anadolu’da öğretmenlik yaparken Almanya’ya dil eğitimi için gönderildi. Dil eğitiminden sonra Türkiye’ye dönen Ali burada Almanca öğretmenliği yapmaya başladı. Fakat komünizm propagandaları yapıyor olmak sebebiyle tutuklandı. Daha sonra yapmış olduğu memurluk görevinden de ihraç edildi. Sabahattin Ali bütün bu siyasi olaylar yüzünden uzun süre ceza çekti ve hakkında tekrar tekrar olmak üzere davalar açıldı. Bu davalardan kaçmak isteyen Sabahattin Ali de Türkiye’den gitmek istedi. Fakat Bulgaristan sınırında, kendisine eşlik eden Ali Ertekin tarafından milliyetçilik gerekçesi ile öldürüldü.

Günümüzde ise bu yazarın etkisi hala devam ediyor. Kitapları oldukça sevilerek okunuyor.

Damga Kitap Özeti

Damga

Reşat Nuri Güntekin’in yazmış olduğu ve basımını sağladığı Damga romanı edebiyatın en kısa romanları arasındadır. Reşat Nur Güntekin, romanın geçtiği yılları Osmanlı’nın yıkılış dönemine göre yazdığını söylüyor.

Kitabın Konusu

Damga, âşık bir gencin sevdiği kızı mutlu etmek için hırsız damgası yemesi ve bunun üzerine gelişen olayları anlatır. İffet isimli adam, Verdia adındaki kadına deliler gibi âşıktır. Bu aşkın bedellerini ağır ödeyen İffet, hırsız damgasıyla uzun yıllar acılar çekmek zorunda kalıyor. Aşık olduğu kadın uğruna hırsızlık damgası yiyen İffet, kadından beklenen ilgiyi göremeyip büyük bir üzüntü ve kedere düşüyor. O dönemde yazılan kitapların sonu hep mutlu bitse de İffet’in sonu çok acılı bitmiştir. Yapılan iyiliğin bir öneminin kalmadığı İstanbul’u da beraberinde anlatan yazar büyük bir başarı göstermiştir.

Kitabın Ana Fikri

Bir insana duyulan aşk kontrol altında tutulmazsa aşık kişinin hayatını mahvedebilir. Gözleri kör olana kadar sevmek her zaman yarar sağlamaz.

Kitabın Karakterleri

Halis Paşa: Karakter romanda İffetin babası olarak karşımıza çıkıyor.

Hatice Hala: Karamürsel’de yaşayan iki çocuk annesidir. Eşi yoktur, dul bir kadındır. Romanda İffetin halasıdır.

İffet: Olayın içindeki asıl kişidir.

Muzaffer: Kibirli, miskin, tembel, uyuşuk adam olarak karşımıza çıkar. İffetin ağabeyidir.

Vedia Hanım: Cemal Bey’in ikinci eşi olarak karşımıza çıkıyor.

Cemal Kerim Bey: Çocuklara ders veren öğretmen.

Kitabın Özeti

İffet yaramaz, ele avuca sığmayan çok enerjik bir çocuktur.  İffet, büyüdükçe daha durgun ve olgun kararlar almaya başladı. Saray’da görevli Paşa Halis’in oğludur. Çok bilgili ve uzaktan akraba olan Mahmut Efendi’den özel olarak ders alırdı. Babası ve abisi asker kişilikli insanlardı, fakat İffet hep hukuk okumak istedi. İffet, ağabeyi Muzaffer’in hiçbir hareketini doğru bulmaz ve onun gibi olamamaya özen gösterirdi. Bunun farkına varan Mahmut Efendi, Muzaffer’den daha yararlı eğitimi İffet’e verirdi.

İffet, Paşa babasından habersiz Kalfa Kamiyap’ın sayesinde haftanın belirli günlerde mahalle mektebine gidiyordu. Yaz aylarında şehirden uzaklaşıp Hatice Halı’sının Karamürsel’deki Damlacık çiftliğine kendisini atardı. Burada geçirdiği zaman ona çok yararlı gelmekteydi. Halasıyla kurduğu bağ çok kuvvetliydi. Halasıyla muhakkak öykü geceleri yapıyordu. En sevdiği öykü ise hayaletli değirmen adlı öyküydü, sıkılmadan tekrar tekrar bu öyküyü dinlerdi. Hayaletli Değirmen öyküsü: Birbirine çok aşık Fatma ve İsmail arasında geçiyordu. Askere giden İsmail’in 2 yıl boyunca hiç gelmemesi üzerine babasının çevresindekilerin sözünü dinleyip Fatma’yı Gaffar Ağa ile evlendirmesiydi. İsmail, uzun bir süre sonra askerden döndüğünde Fatma’nın başkasının yâri olduğunu öğrendi. Fakat ikisi de birbirinin o kadar çok seviyordu ki Fatma’nın evliliği onları ayıramadı. Sık sık değirmede buluşuyorlardı. Birgün değirmene yaklaşmakta olan birini gören İsmail, Fatma’nın namusunu kurtarmak için çok derin olan değirmen suyuna atladı. İsmail’e o günden sonra hiç rastlanmadı, cesedi de ortaya çıkmadı. Fatma’da acılı bir şekilde üzüntüden hasta olup ölene kadar yaşamına devam etti.

İffet, bu öyküyü her dinlediğinde aklına bir insanın bir insan için nelere razı geldiğini hatırlar ve düşüncelere dalardı. İffet, hukuk mektebine gidecek yaşa geldiğinde babasının ve Muzaffer abisinin tüm engellerine rağmen hukuk mektebine yazıldı. İffet’in abisi çok büyük unvanlara gelmeye başladı, kollarında sırma kordonlarla geziyordu. İffet’se babası tarafından İdadi Mektebi’ne gitmek üzere yola çıkarıldı. İffet okulda sorgulayan, özgürlükçü ve meşrutiyet yanlısı bir insanla tanıştı. Bu insanın adı Celal Abi’ydi. Celal’i hiç kimsenin korkutamaması ve fikirlerini çekinmeden söylediği için büyük saygı duyuyordu. Okuldaki bu düşünceler özgürlükçü düşünce arttı hatta bir öğretmenin tutuklanmasıyla İffet, sorgusuz sualsiz bu okuldan alındı. İffet’in babasının konumundan dolayı tüm okul hocanın İffet tarafından tutuklandığını düşündü. Babasının bu okuldan alınma kararına İffet hiç karşı çıkmadı.

Aradan fazla bir süre geçmeden ülke de Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet’in ilanından sonra Paşa babası biranda Midilli’ye sürgün edildi. Babasıyla İffet’te sürgün edilmiş bulundu. İffet, babası güçten düşene kadar onunla birlikte hayatına devam etti. Babası bir gün hayata gözlerini yumdu, büyük bir üzüntüyle İffet, İstanbul’un yolunu tuttu. İffet, bir konak beyinin çocuklarına özel ders vermek için işe alındı. Konak beyinin ikinci hanımı İffet’i çok derin duygularla etkilemeyi başardı. Vedia’yı görmek için çocuklara daha çok kurs vermeyi teklif etti ve Vedia’ya aşkını ilan etti. Vedia, İffet’in bu ilanını karşılıksız bırakmadı ve sürekli sahilde buluşmaya başladılar. İffet, halasından öğrendiği öyküyü Vedia Hanım’a anlatmaya başladı. Bir gencin sevdiğini korumak için öldüğünü duyan Vedia, bu aşk karşısında çok etkiledi. Yine bir gece Vedia ile buluşmuş mutlu bir şekilde oturuyorlardı. Fakat bahçıvan, bahçeyi dolaşmak için çıktığında ikisini görmüştü yanlarına doğru hızlıca geldi. İffet, öyküde ki gencin davranışını hatırlayıp buraya hırsızlık için geldiğini söyledi. Hırsızlık damgası yiyerek hapishanede 6 ay vakit geçirdi. Cezasını çektikten sonra Vasif Efendi ile serbest kaldı. İffet, dışarıdaki insanların bakışlarını yanlış anladı ve dışarıda huzursuz olmaya başladı. İffet, dışarlarda boş boş dolaşmaya başladı ve bir gün yolda Celal Abisine rastladı. Celal abisiyle yemek yiyerek karnını doyurdu. Daha sonra vedalaşarak Celal’in yanından uzaklaştı. Muzaffer abisinden uzun süre sonra bir haber aldı. Haberde yengesinin sağlık durumunun iyi olmadığını öğrendiği için zorunlu olarak Fahriye Yengesini ziyaret etti. Fahriye Yengesi, iffet’i çok sevecen ve sıcak karşılayarak onunla beraber vakit geçirdi. Fahriye Yengesi İffet’ten ufak bir istekte bulundu. Yengesi, İffet’e 400 bin lira vererek hesabına yatırmasını istedi. İffet, yengesinin parasını güvenip ona vermesine çok mutlu oldu, çünkü abisi bile İffet’e güvenmiyordu. Bu hareketle İffet’in kendisine olan saygısı ve güveni arttı.

Celal, İffet’e hayatını devam ettirmesi için bir iş bulmuştu. İffet, sevinerek iş yerine doğru gitti. İş sahibinin ondan istediği şey gümrükten hırsızlık yapmasıydı. İş sahibine tekrar ulaşacağına dair söz vererek oradan uzaklaştı. Yaşanan olay çok fazla gururunu kırdı ve namuslu bir iş bulma hayalini suya düşürdü. Yaz yavaş yavaş yerini kışa doğru bırakıyordu. Artık iş bulma hayali iyice kaybolduğu gibi yoksulluk sınıra gelmişti. Bazı geceleri aç yatmaya bile başladı. Elindeki bütün eşyaları satmaya başlamıştı en son baba yadigârı saatini satarak ev kirasını ödemeye çalıştı. Celal, İffet’in üzüntüsü ve zor durumuna çare bulmak için Hukuk Milliye Gazetesi’nde iş başvurusu yapmasını söyledi. Hukuk Milliye Gazetesi zamanla devlet tarafından kapatıldı. İffet, yine aç ve açıkta kalma riskiyle karşı karşıya geldi. Muzaffer abisinin gönderdiği para ev kirasını ödemeye anca yetiyordu. Celal, ticaretle uğraşıp bir yerlere gelmeyi başardı. İffet’i yanına alarak gemilere mal taşıması konusunda ikna etti. Etrafındaki insanlarla muhabbet ederken hayata bağlılığı daha çok arttı. İffet, çok sevecen yardım sever bir insandı, her aman dileyenin yanında bitiyordu. Birgün Afyon’da trenin birisi bozuldu. Rana, diye bir kız trendekilerden sürekli yardım istiyordu. Bunu gören İffet, Rana’nın yanına koşarak annesini kurtarmaya çalıştı. Rana, çok sohbetkar olduğu için İffet’le uzun zaman sohbet etti. İffet, işlediği suçtan dolayı Rana’ya karşı kendini mahcup hissetti ve oradan oradan uzaklaştı. Yolda yürürken iki insanın birbirine bağırdığını gördü ve sebebini sordu. Erkek, kadının hırsızlık yaptığını ve polis çağıracağını söyledi. İffet’de aynı durumdan geçtiği için kadının çaldığı şeyin parasını ödedi ve adamdan özür diledi. Yalnız İffet’in hayalindeki gibi bir kız olmadığını ancak sabah uyandığında anladı. Muzaffer abisi İffet’te bir telgraf göndererek babasından yüklü bir miktar miras kaldığını söyledi. İffet, bu parayla çok güzel ev aldı. Birgün Beyoğlu sokaklarında, yavaş yavaş yürürken Vedia’yı gördü. Veida’yla tekrar vakit geçirmeye ve sohbet etmeye başladı. Birkaç ay zaman geçirdikten sonra Veida’ya evlenme teklifi etti. İffet’in evlenme teklifini düşünmeden Veida ret etti ve bir daha İffet’le buluşmadı.

Kitabın Yazarı

Reşat Nuri Güntekin, İstanbul’da 1889 yılında Nuri Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Küçük kız kardeşinin erken yaşta kaybettiği için tek çocuk olarak büyüdü. Cumhuriyet döneminin en önemli yazarları arasında görülüyordu. Çalıkuşu, Anadolu Notları ve Yeşil Gece gibi Türkiye’nin en önemli romanlarını yazmayı başarmıştır. Anadolu insanına yakından tanıma fırsatını Müfettişlik görevi sayesinde kazandı.  Eserlerin çoğunda Anadolu’daki sosyal yapıya, insanların kültürel özelliklerine yer verdi.  Reşat Nuri Güntekin, öksürük ve nefes darlığıyla hastaneye gitti, hastanede çıkan sonuç akciğer kanseri teşhisiydi. Kanserin tedavisini bulmak için Londra’ya kadar gitti. Yapılan tüm tedavilere rağmen Reşat Bey, 7 Aralık 1956 tarihinde kansere yenik düştü ve öldü. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı’nda bulunuyor. İstanbul’da birçok sokağa yazmış olduğu eserlerin ismi verildi.

Dağların Gözyaşları Kitap Özeti

Dağların Gözyaşları

Dağların Gözyaşları, kitabı dağlarda senelerdir insanların canlarına ve mallarına kast eden PKK terör örgütünün gerçek yüzünü satırlara aktarmaya çalışmıştır. PKK’ya bir asker gözüyle bakılarak yazılmış olan bir kitaptır.

Kitabın Konusu

PKK terör örgütünün arkasındaki devletler ve PKK’nın gerçek yüzünün ne olduğu anlatılır.

Kitabın Özeti

PKK terör örgütünün kurulma amacı Türk milletinin tarihine ve topraklarına leke sürülmek istenmesidir. Buradan yola çıkarak devletler kendi ekonomi ve bağımsızlıklarını oluşturamaz ise diğer devletlerin ekonomik baskılarını üzerinde hissetmeye başlar. Türkiye, her zaman kendi ekonomisini ve bağımsızlığı kurmaktadır. Fakat dış kuvvetlerin bu durum hoşuna gitmediği için Güneydoğu Anadolu da yaşayan insanlara sözde sizin hakkınız diye potansiyel asker yetiştirilmeye çalışılmış ve ülkenin toprakları böl, parçala ve işle mantığıyla esir edilmeye çalışıldı. Dış güçlerin o bölgede asker toplaması gerekiyordu. Bölgenin cehalet ve gelişmişlik durumu iyi olmadığı için devlet düşmanı olacak şekilde yetiştirilmeye başlandı.

Bu amaçla bizimle dost olarak geçinilmek zorundaydı. PKK’ya destek vermiş insanlar onlara maddi ve manevi gelir sağlamışlar hala da sağlamaya devam ediyorlardır. Dış güçlerin PKK terör örgütünü güçlendirmek için kendi askeri güçlerinde ve mühimmatlarından verdiği kanıtlanmıştır. Amaçları düşündükleri bölgede bir piyon devleti kurmak ve o bölgenin ilerlemesine engel olmaktı. O bölgede en çok ilerlemeye çalışan ülke Türkiye Cumhuriyeti idi. Askerlerden bazıları Ermeni, Suriyeli çocuklardan oluşuyordu. Çocukların erken yaşta kaçırılması ve Türkiye’ye zarar verecek şekilde büyütülmesi onları sapık, akli dengesi olmayan insanlar haline getirdi. Bu tür olaylara destek veren Fransa, Ermenistan, Suriye ve Almanya gibi dost görünen ülkelerdir.

Bu insanların belirli yaşa kadar görmüş olduğu sapık eğitimden sonra belirli devletlere ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Güneydoğu Anadolu bölgesine gönderilmesinin en büyük sebebi o bölgelerde hırsızlık, kaos, tecavüz gibi olaylar çıkarılması gerekliydi. Güneydoğu’da yapılan bu iğrenç provokasyonların temelinde dış ülkelerin sağladığı maddiyat büyük rakamlardan oluşuyor. Sağladıkları maddiyatın asıl sebebi kürt vatandaşları o bölgede yıldırmak ve PKK’ya karşı hoşgörü besleyenleri nitelikli asker olarak kullanmaktı.  PKK’nın il ve ilçelerdeki oluşumları Türk vatandaşlarına zarar vermek için kullanılıyordu. O dönemde yaşanan ekonomik sıkıtınlar sayesinde PKK giderek güç kazanmaya başladı. Hükümetin izlediği yanlış tutum sayesinde kürt halkı desteğini PKK’ya doğru çevirmeye başladı. Asıl uygulanması gereken politika PKK’nın yerel desteğinin kesilmesi ve destek verenlerin belirlenmesiydi.

İstenilen politika şu şekilde açıklanabilir. Birbiriyle asırlardır komşu olarak yaşayan iki devletin yer üstü ve yer altı zenginliklerine göz dikmiş 3. Bir devlet düşünün. 3 devlet bu iki devleti birbirine düşürmek için plan hazırlar. Plan şu şekildedir: O coğrafyanın zenginliklerini kültürünü, dilini ve davranış biçimini bilen 2 grup hazırlatır. Gruplar iki devlete ayrı ayrı dağılarak diğer devletin toplarına göz koyduğunu gizlice savaş hazırlığı yürüttüğüne dair dedikodu yayar. Dedikodular hızlı bir şekilde halkın olduğu yerlerde konuşulmaya başlanır. Halktan gelen bu sesleri duyan krallar şaşkınlık içinde savaş hazırlığı yapmaya başlar. Savaş gerçekleşir asırlardır birbiriyle dost olan devletler birbirini vahşice yararlar ve güçten düşürür. Verilen onlarca kayıptan sonra bu adi planı hazırlayan 3. Devlet dostlukların bozulmaması adına arabuluculuk yapmak ister. 3. Devletin teklifi şu yönde olur: herhangi bir kural ihlalinde savaşın çıkmaması için her iki ülkede de askeri birliklerinin bulunması ve barışa destek olmalarını ümit ettiğini söyler. Bu dostça tutumu birbirine tonlarca zarar vermiş iki devlet tarafından çok iyi karşılanır. Arabulucu devletin askerleri en kritik noktalara yerleşir. 3. Devlet askerlerini orada geliştirerek iki devleti de işgal eder. 3. Devlet bu iki devletin bağımsızlığını ve kaynaklarını ellerinden alır. Arabulucu devletin halkı, askerleri refah ve sağlık içerisinde yaşarken gaflete düşmüş devletin insanları acı içinde hayatlarına devam eder.

Bu örnekte görüldüğü gibi Türkiye’nin bu iki devletten birisi olmaması için Güneydoğu Anadolu’yla her zamankinden daha fazla ilgilenmesi gerekir. Cehalet ve eğitimsizlik her kötü şeyin başlangıcı olduğu gibi toplumları yıkan en büyük kavramlardır. Güneydoğu halkına dış güçler tarafından öğretilen zararlı bilgiler devletlerinden ve toplumlarından soğumalarına sebebiyet vermiş ve onlara maddi destek sağlayan dış güçlerin oyuncakları haline gelmişlerdir.

Kitabın Yazarı

A.Necati Ulunay Ucuzsatar 1949 yılında doğdu. İstanbul’da yaşayan ve 11 yaşında Selimiye Askeri Ortaokulu’na gitti. Harp Okulu, Dağ Komando ve Kuleli Askeri Lisesinde öğrenim gördü. Öğrenimini eksik görmesiyle Kara Harp Akademisi ve İngiltere Kurmay Kolejinde tamamladı. Marmara Üniversitesi’nde tarih üzerine uzmanlık doktorasını aldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ve Azerbaycan Türk eğitim birliğinde öğretmenlik yaptı. Bilgili ve ileriyi görebilen bir kumandan olabildiği için Tugay K. Yardımcısı olarak 1997 yılında terör örgütüne üye olan insanlarla savaşmak zorunda kaldı. Tarih ve Medeniyet Dergisi, Töre ve Türk Tarih Dergisi olmak üzere 3 adet makale yazdı.  Vatanı için her zaman çok büyük hizmetler vermiş. Bu vatanın bölünmemesi için Dağların Gözyaşları kitabında önermelerde bulunmuştur.

Dağları Bekleyen Kız Kitap Özeti

Dağları Bekleyen Kız

Dağları Bekleyen Kız kitabında eşkıyaların dağlarda fink attığı zamanlarda bir kız istemediği halde dağ çetelerine katılması için zorlanıyor. Bir genç subayın dağlarda eşkıyalarla savaşması sonucunda oluşan aşkı anlatıyor.

Kitabın Ana Fikri

Başımıza ne iş gelirse gelsin vatanımızı her zaman çok sevmek ve vatan için birçok fedakârlık yapmak gerekiyor.

Kitabın Konusu

Dağları Bekleyen Kız romanında Cumhuriyet’in yeni kurulduğu zamanlarda inkılâpları taşlamak için isyanlar başlatan eşkıyaların dönemini anlatıyor. Türk askerinin büyük fedakârlığıyla bu isyan hareketleri bastırıyor. Eşkıyalardan biriyle askerin aşkı anlatıyor.

Kitabın Karakterleri

Mülazım Adnan: Konuşmaları ve insanlara sergilediği tavırlara göre mert ve edepli biridir. Çok iyi bir Türk pilotudur.

Şeyh Fuat:  Zeynep’i zorla eşkıya yapan adamdır ve babasıdır. Devlete ve meclise başkaldıran bir eşkıyadır.

Zeynep: Devlete ve meclise başkaldıran Şey Fuat’ın kızıdır. Adnan’a âşık olan kızdır.

Mülazım Servet: Eşkıyalar tarafından yaralanan Nermin’in nişanlısıdır. Bir daha ki yaralanmasında ölen bir Türk subayıdır.

Ahmet Astsubay: Olaylar onu dağlara itmiş. Dağlardan bir daha inememiştir. Vatanının seven bir Türk evladıdır.

Nermin: Sevecen ve güzel düşünen bir insandır. Mülazım Servet’in nişanlısıdır.

Kitabın Özeti

Ağrı’ya bağlı Karaköse kasabasına 19 Eylül 1930 tarihinde operasyondan dönenen 9 Türk uçağı iner. Teğmen Celal tarafından kullanılan uçak bu filoyla iniş yapmamıştır. Asileri öldürmek için yürütülen operasyonda Komutan Nuri’nin emirlerini yerine getirmeyip ölümüne saldırı yapmaya çalışmış. Bu saldırıda ağır yara alarak diğer pilotların iniş bölgelerine zor inmiştir. Tüm müdahalelere rağmen kanaması durdurulamayıp kız kardeşi ve annesini emanet ederek ölmüştür. Aradan bir hafta geçtikten sonra Teğmen Cemal’in yerini almak için Üsteğmen Adnan kışlaya giriş yapar. Üsteğmen Adnan’ın geldiği sırada eşkıyalara saldırı yapan filoya iniş gerçekleştirir. Yapılan saldırıda Teğmen Sermet yaralanmıştı. Binbaşı İhsan, Sermet’in durumunu takip etmek için hastaneye gelir. Orada Adnan Üsteğmeni görür. Yanına gelerek diğer silah arkadaşlarıyla tanışmasını sağlar. Teğmen Sermet’in tek bir isteği vardır. Adnan Bey’in kızı Nerime’ye bir şey anlatılmamasını ve 3 günlüğüne başka bir yere göreve gittiğini söylenmesini ister. İki hafta sonra Teğmen Sermet iyileşmiş ve Nerimey’le nişanlanarak muradına ermişti. Birgün Üsteğmen Adnan, Nerime ve Teğmen Sermet ağrı dağını gezmek içi uçakla kalkış gerçekleştirir. Nerime, eşkıya kızı Zeynep’i çok merak etmiş ve mevkisini görmek istemişti. O tarafa bakarken eşkıyaların ve Zeynep’in hareket halinde olduklarını görüp bomba atmaya başladılar. Eşkıyalar uçağa uzun namlulu tüfekler ateş açtı, açılan ateşte Teğmen Sermet orada öldü.

2 hafta içerisinde 2 asker ölümü artık fazla olmaya başlamıştı. Alınan kararla tüm birlikle eşkıyalara ölüm yağdırılması konusunda fikir birliğine varıldı. Fakat eşkıyaların kaldıkları yer, silah durumları, kişi sayıları belirlenemediğinden operasyon başlayamadı. Üsteğmen Adnan, bu konuda öncü olarak gerekli istihbaratı sağlayacağını söyledi. Bir operasyon oluşturur ve sabah 2 uçakla operasyon başlar. Üsteğmen Adnan, eşkıya kılığına bürünmüş uçakların gizlice onu yere indirmesi sonucunda operasyonun bu kısmı başarıyla gerçekleşmişti. Dağın ortasında ne yapacağını bilmediği için hızlı adımlarla yürümeye başlar. Öğlen vakitlerinde eşkıyaların karşıdan geldiğini görür. Eşkıyalardan biri Adnan beyi bir tanıdığına benzetir. Kamp liderinin yerini soran Adnan, o yere doğru ilerlemeye başlar. Yolda Arap İhsan’ın eşkıyaları ile karşılaşır. Aralarında Ahmet Çavuş’un olduğunu görünce çok şaşırır. Eşkıyalar görmeden Ahmet Çavuş’a ne olduğunu sorar ve Ahmet Çavuş esir düştüğünü söyler. Adnan ve Ahmet Çavuş gece boyu plan yapar. Adnan Bey, İhsanın dolabını karıştıracak bulduğu bilgileri alıp gün doğumuyla gelecek olan uçakla kaçacağını söyler. İkisininde kaçtığı zaman çok ses çıkacağında Ahmet Çavuş eşkıyalarla kalır. Uçakların inme koordinatlarına gelen Üsteğmen Adnan telaşla beklemekteydi. Arkasından bir kadın sesi duydu. Ses yaklaşan uçakları patlatacak tuzakların yapılması için yardım et dedi. Yanında Adnan Bey’in iki katı kadar büyük bir adam vardı. Adnan Bey, belindeki belik tabancasıyla adama ateş eder. Korkuyla irkilen kadına silahın arkasıyla bir tane geçirir. Silahsız birini öldürmek doğru olmadığını düşündüğü için onu esir alır. Esirle uçağı bekleyene kadar sohbet eder ve iyi bir insan olduğunu anlar. Esir isminin Zeynep olduğunu ve dağlara suçsuz yere öldürülen sevdiğinin intikamını almak için çıktığını söyler. Adnan Bey’de Zeynep’in başından geçenleri hiç gözünü kırpmadan dinler ve Zeynep’e âşık olmaya başlar.

Artık gün doğmaya başlar. Zeynep, Adnan’a bütün kamp ve eşkıyalar hakkında bilgi vermiştir. Adnan, vakit kaybetmeden karargâhtaki komutanlara durumu anlatır. Tüm birliklerini dağlara gönderen komutan çok başarılı bir operasyonla eşkıyaların hepsini öldürür. Aralarından 3 kişi esir olarak alınır. Bu esirlerden birisi de Zeynep’tir. Zeynep ve Adnan yakınlaşması tüm karargâha yayılır, komutan çok öfkeli şekilde Adnan’ı dinlemeye başlar. Adnan, yürütülen operasyonun sağlanmasında ve bilgilerin doğru şekilde ulaşmasında Zeynep’in payının olduğunu söyle de kimse ona inanmaz. Zeynep, Nerime’nin varlığından haberi vardı. Nerime’yle konuşmak ister ve bir ara getirilir. Nerime, çevresindekilerle konuşarak sadece Zeynep’in 2 ay tutuklanmasını sağlar. Adnan Bey ve Zeynep evlenerek İstanbul’da güzel bir hayat sürer.

Bu roman 1934 yılında yazılmış ve basımı sağlanmıştır. Senaryo dilini anımsatan sade bir dille yazılmıştır. Bu roman gibi yazarın 15 romanı da filme alınmıştır.

Kitabın Yazarı

Esat Mahmut Karakurt, 1902 senesinde Mahmut Nedim Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Aşk ve maceracı anlatımıyla romanlarını yazdı. Eğitimini İstanbul Üniversitesin ’de tamamladı. Galatasaray Lisesi’nde genç öğrencilere Türkçe eğitimi verdi. 1961 yılında 5 yıl boyunca Şanlıurfa milletvekilliği görevini icra etti. 15 Temmuz 1977 yılında öldü, cenazesi Zincirli Kuyu Mezarlığı’na konuldu.

Dağa Çıkan Kurt Kitap Özeti

Dağa Çıkan Kurt

Kitap ismini, dağa çıkan kurttan almıştır. Kitapta bir hikâyeye değil, 32 tane hikâye yer verilmiştir. Ayrıca gezi notları da vardır. Yazarı Halide Edip Adıvar’dır. Adıvar, II. Meşrutiyetten sonra Milli Edebiyat akımı zamanında yazılar yazmıştır. Yazarın eserlerinin büyük çoğunda ele aldığı hikâye konuları, ülkesinin yer aldığı savaşları ve savaşlar sırasında yaşanan olaylardır. 1.Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın ve Kurtuluş Savaş’ının olduğu zamanlarda Anadolu ile ülkenin her kesimini ilgilendiren yazılarıda vardır. Bütün eserlerine büyük ilgi duyulmuş ve bu da tartışmaların sıklıkla yaşanmasına neden olmuştur.

Kitabın Konusu

O dönemlerde Anadolu da salgın hastalıkların, fakirliklerin, savaşların ve savaştaki kişilerin verdiği çabaların, savaş sırasında olaylara tanıklık eden yazar yaşadıklarını objektif şekilde eserlerine yansıtır. Birden fazla ve farklı hikâyelerde bu konular okuyucu ile buluşur. Halide Edip Adıvar, Dağa Çıkan Kurt eserindeki hayvanlar ülkeler üzerinden anlatır. Eserin başkahramanlarından olan kurt ise Türkiye’yi temsil eder.

Kitabın Karakterleri

Fil:Ormanda yaşayan en uzun yaşayan hayvandır. Diğer hayvanlar üzerinde hâkimiyeti vardır. Bu yüzden diğer hayvanlar tarafından özü dinlenen biridir.

Kurt:Türkiye’de bulunur. Ormanda tartışmaların olmasına, huzurlarının kaçmasındaki en büyük etken olarak görülür. Bu yüzden yenilgiye uğratılmaya çalışılmıştır.

Kitabın Özeti

Günlerden bir gün ormanda yaşayan bütün hayvanlar tartışmaya başlar. Aralarındaki tartışmanın gittikçe büyümesiyle kargaşa çıkar. Adeta yer yerinden oynar. Hiçbir hayvanın sakin kalamadığı bu tartışma uzadıkça uzar. Hayvanlar artık eskisi gibi birbiriyle konuşmayı tercih etmez. Sürekli tartışma çıkmaya çalışır. Bu güne kadar dost olarak yaşayan bu hayvanlar bu tartışma sayesinde düşman olur. Birbirlerine tuzaklar kurmanın yollarını ararlar. Bu durumun böyle devam edemeyeceğini, kesinlikle barışın sağlanması gerektiğini düşünen Fil; orman içerisinde en uzun yaşayan hayvan olarak, bütün hayvanların bir yerde toplanıp sorunlarını konuşarak halletmelerini söyler. Buluşacakları yeri belirlemeye koyulur. Belirlediği yere bütün hayvanların gelmesini ister. Hayvanlar filin sözünü ikiletmez ve o yere giderler. Ormandaki yaşayan tüm hayvanların gelmesiyle düşman gibi davranılmamasını ve eskisi gibi dost olmaları gerektiği sonucuna varılır. Hayvanlar yaşadıkları yerlerde önceki gibi özgür ve tasasız ve bir şekilde yaşamlarını sürdürmeye devam etmeleri söylenir. Yaşadıkları tartışmaya bu şekilde çözümler bulunsa da hayvanlar arasındaki gerginlik son bulmaz. Tartışmayı çıkaran ve bu raddeye kadar gelmesinin tek suçlusu kurttur. Kurttan intikam almak isteyen hayvanlar, kurtların yaşadıkları bölgeye doğru yol alır.  Yenilgiye uğrayan Kurt, bunu kabul etmez ve o da intikam almak için plan yapmaya başlar. Bu nedenden dolayı dağa doğru yol alır. Hikâye de kurt karakterini temsil eden Türkler’dir.  Kurt dışında kalan diğer hayvanlar ise başka ırkları benzetilmiştir.

Yazar Hakkında Bilgi

Halide Edip Adıvar, Osmanlı Devleti’nin İstanbul şehrinde 1882 yılında dünyaya geldi. Halide Edip, birçok şekilde anılabiliyor. Siyasetçi, yazar, akademisyen ve öğretmen olarak biliniyor. Halide Edip, Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından sonra halkı ülkenin işgaline karşı bilinçlendirmek için birçok yazı yazmıştır. Cephelerde bir sivil olarak yer almasına rağmen başarılarından dolayı rütbe verilerek asker sayıldı. Anadolu Ajansı’nın kurulmasında birçok destek vermiş ve yazar olarak orada çalışıyordu. II. Meşrutiyetin ilanından sonra yazar olmaya karar verdi. 20’yi geçkin roman, tiyatro eserleri ve hikâye kitaplarıyla Meşrutiyet ve Cumhuriyet yazarları arasında en önemli kadın şairlerden oldu. Türk edebiyatında erkek ve kadın fark etmeksizin en çok eser veren yazarlardandır. Eserlerinde kadının toplumdaki değerini ve kadının konumunu destekleyen yazılar yazıyordu. Değerli şairin birçok eseri sinema filmi olarak çekilmiştir.

Çölde Bir İstanbul Kızı Kitap Özeti

Çölde Bir İstanbul Kızı

Çölde Bir İstanbul Kızı romanı 1962 yılında ilk baskısı çıkmıştır. Osmanlı Döneminden esin alınmıştır. İstanbul’dan başlayıp Şam’da son bulan açıklı bir aşk hikâyesidir. Hikayenin sonu diğer hikayelere göre çok mutsuz bitmişti.

Kitabın Ana Fikri

Başınıza gelecek iyi ya da kötü olayların nerede ve ne zaman olacağını bilemezseniz. Tanıştığınız insanın özellikleri sizin özelliklerinize tamamen ters olsa da birbirinizi sevmeye engel olamıyor. Ön yargılı olmak insana hiçbir şey kazandırmaz.

Kitaptaki Karakterler

Şermin: Erkek gibi yetişen alımlı güzel bir genç kızdır. Gururlu, şımarık, sinirli ve yaşamaktan her zaman keyif alan birisidir.

Fikret: Çete lideri, kadınlara karşı bir his beslemeyen katı kurallı, yakışıklı bir adamdır.

Arif: Paşanın güvendiği adamlardan biridir. Şermin’in nişanlısı, kadınlara iletişimi zayıftır.

Nazım Paşa: Kızını her şeyden üstün tutan bir baba ayrıca iyi bir komutandır.

Kitabın Özeti

24 yaşında genç ve güzel bir kız olan Şermin, uzun kirpiklerinin adeta bir cevher gibi gözlerinin etrafını sardığı ve o dönemdeki hiçbir kızda olmayan saçları resmen şöhret konusuydu. Selvi boylu olan Şermin,  beyaz atlı prensi olmadığını söylerdi. Dönemin gençleri Şermin’e yabani gül diye sesleniyordu. O dönemde kimseyle evlenmemek kötü düşünceye sebep verdiği için Şermin, zoraki olarak Yüzbaşı Arif Bey’le nişanlıydı. Şermin’in babası Nazım Paşa’nın sağ kolu olarak nitelendirilen Yüzbaşı Arif boylu postlu, yakışıklı bir delikanlıydı. Romanın sahra çöllerine dayanma sebebi, Şam Valisi Abdullah beyin hanımı Fahrunnisa hanımefendi çöl çetelerinin saldırasın da kaçırılmıştı. Aradan geçen 4 gün içeresin de Fahrunnisa Hanımdan haber alınamadı. Şam Gazeteleri olayı tamamen doğru bilmemesine rağmen Fahrunnisa hanımının öldüğünü yazıyordu. Çöl çetesi hakkında yalnızca reisinin kaçırdığı kızlara vahşice tecavüz ettiği ve fidye karşılığında geri kaçırdığı yere bıraktığı biliniyordu.

Şermin Hanım duydukları karşısında çok sinirlendi ve babasının yanında intikam almak için geldi. Erkek gibi kılıç tutması ve erkek gibi davranmasıyla bilinen Şermin, çölde istediği hareketleri yapamadı. Bir ordu adamla çölde 30 gün boyunca bir iz aradılar fakat buldukları sarı kumdan ibaretti. Şermin umutsuzca çadırdan oturmaktan, yol yürümekten çok sıkılmıştı ve babasına bu durumu açmıştı. Şermin ve babası sohbet ederken bir asker içeriye girdi, ileride bir meyhanenin olduğunu söyledi. Şermin, bu haberi duyunca babasına meyhaneye gitmek için ısrar etmeye başladı. Babası sıkıntıdan patlamış kızını görünce dayanamadı. Meyhaneye gitmesini yalnız yanında Arif Paşa ve bir grup askerle gitmesine razı olursa izin vereceğini söyledi. Şermin, babasının şartlarını kabul etti ve meyhaneye gitmek için yola çıktılar. Meyhane gittiklerinde içmeye başladılar. İçkinin dozunu çok kaçıran Yüzbaşı Arif ayakta bile duramıyordu. Ansızın meyhanede büyük bir gürültü koptu içeriye çöl çetesi ve reisi girdi. Çöl çetesi reisi Fikret’i Şermin daha önce hiç görmemişti ve uzun süre göz göze kaldılar.

Fikret’in yabani adamları iyice eğlencenin dozunu kaçırmaya başladı. Şermin, daha fazla dayanamadan çöl çetesine bağırmaya başladı. Yüzbaşı Arif’te içkinin etkisiyle bir sürü anlamsız davranış sergiliyordu. Şermin’in bağırmasını sindiremeyen çöl çetesi üyesi Şermin’e doğru yabani bir şekilde saldırmaya kalktı. Tam Şermin’e zarar verecekken, Fikret bağırarak adamına oturması gerektiğini söyledi. Fikret, daha önce hiçbir kadını adamlarına karşı korumamıştı ayrıca adamları Fikret’e çok kötü bir şekilde bakmaya başladı. Meyhanede büyük sessizlik olunca, Şermin utancından meyhaneden koşarak uzaklaştı. O gece Şermin, uyumadan önce saatlerce Fikret’i ve gözlerinin güzelliğini düşündü. Şermin, yaşananları babasına anlatmak için sabahı bekleyemedi gece koşarak babasının odasına girdi. Uykusundan biranda uyanan babası, başta kızsa da kızını dinlemeye başladı. Yaşananları olan biten her şeyi babasına anlattı ve intikam alması için babasını doldurdu. Babası, Şermin’in dediklerini can kulağıyla dinledikten sonra 1 ordu adam ayarlattı. Başlarına Yüzbaşı Arif Bey’i komutan olarak görevlendirdi. Tüm gece çöl çetesini ve Fikret’i aradılar. Ayrıca meyhaneye bir manga adam koydular. Meyhanede günlerce çeteyi beklediler o sırada Şermin, meyhaneciyle dost oldu. Meyhaneci, Şermin’e seni koruyan adam çöl çetesinin lideriydi diye fısıldadı. Şermin, yaşananların üstüne bunlar olduğunu duyunca daha fazla sinirlendi ve artık tüm ordu meyhanede çöl çetesini bekliyordu. 5. günün gecesinde çöl çetesi meyhaneyi bastı ve orduyla kılıç kılıca savaşmaya başladılar. Savaşın bitiminde Şermin esir düşmüş, ordu çok büyük zarar almıştı. Arif Bey kurtulmuştu.

Şermin, artık vahşi çöl çetesinin elindedir. Çöl çetesi Şermin’i tecavüz etmek için kura çekeceklerdi. Fikret, bu durumdan çok rahatsızdı ve Şermin’in buna maruz kalmasını istemiyordu. Fikret, bu durumu değiştirecek bir yol arıyordu ve Şermin’i bir daha korursa çete tarafından suçlu bulunurdu. Kura çekimi bitti. Gaffur adında pis ve vahşi bir çete üyesi Şermin’le geceyi geçirecekti. Şermin’i kazandığını duyunca hemen kucaklayarak Şermin’i hızlıca odaya taşıyordu. Şermin’in üstüne atıldı. Çocukluğundan beri erkek gibi yetişen Şermin hemen mücadele etmeye başladı. Şermin, başucunda duran tabancayı kavradı ve Gaffur’u orada vurdu. Silah sesi duyulduğu anca çete üyeleri koşarak çadıra geldi. Şermin’i döve döve çadırdan dışarıya attılar. Şermin, Gafur’u vurduğu için idam cezasına çarptırıldı. Gün doğumunda Fikret tarafından öldürülecekti. Fikret, çete üyelerinin aldığı idam kararını istemeyerek kabul etti ve odaya Şermin’in yanına gitti. Şermin ve Fikret bütün gece sohbet etti. Şermin ve Fikret’in birbirinden hoşlandıkları her hallerinden anlaşılıyordu. Sabah olmuştu ve çete üyeleri Şermin’in cansız bedenini almak için kapıya vurdu. Fikret, Şermin’i onlara verecek değildi, hemen pencereyi açtı ve oradan kaçmaya başladı. Fikret, kaçak hayatına Şermin’le devam edemeyeceği için Şermin’i babasına teslim etti. Fikret’i orada tutukladılar. Şermin ve babası Fikret’in serbest kalması için elinden geleni yapmaya çalıştı fakat işlediği suçlardan dolayı serbest bırakılmadı. Mahkeme Fikret’in aleyhine idam kararı çıkardı. İdam günü gelmeden Şermin ve Fikret sohbet etmek için buluştu. İkisi de birbirini sevdiğini söyledi. İdam gerçekleşti ve Fikret asılarak öldü. Şermin’de saatlerce ayaklarının altında ağlayarak durdu.

Kitabın Yazarı

Esat Mahmut Karakurt, 1902 senesinde Mahmut Nedim Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Aşk ve maceracı anlatımıyla romanlarını yazdı. Eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. Galatasaray Lisesi’nde genç öğrencilere Türkçe eğitimi verdi. 1961 yılında 5 yıl boyunca Şanlıurfa milletvekilliği görevini icra etti. 15 Temmuz 1977 yılında öldü, cenazesi Zincirli Kuyu Mezarlığı’na konuldu.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Kitap Özeti

Çavdar Tarlasında Çocuklar

Çok fazla insanın hakkında cümleler sarf ettiğim için üzgünüm. Bildiğim tek nokta size bahsetmiş olduğum ve anlattığım herkese özlem duyuyorum. Bizim Stradlate’ı, Ackley’i… Onları bile özlüyorum. Lanet Maurice’e bile özlem duyuyor olabilirim. Sakın kimseye bir şeyden bahsetmeyin. Herkese özlem duymaya başlıyorsunuz sonra. Çavdar Tarlasında Çocuklar Salinger’e ait tek romandır. Ergenlik yaşlarının devrinde yetişkin olan dünyanın sistemine itiraz eden, isyan eden bir çocuğun Noel öncesi başına gelen hadiseler… Bu sürecin bir psikiyatrinin yanında tamamlanışı.  Holden Culfield’in masumiyeti aramasının yürek burkan, üzen romanı. Belki de Salinger’e aittir. Salinger 2963 senesinden bu zamana kadar yeni bir yapıt meydana çıkarmamasına ne neredeyse efsane, unutulmaz haline gelmiş gizlilik içinde hayatını sürdürmesine rağmen dünya edebiyatındaki yerini ve gündemini hep canlı tutmuştur.

KİTABIN ÖZETİ

Çavdar Tarlasında Çocuklar diğer ismi ile Gönülçelen J.D Salinger’ın 1941 senesinde kaleme aldığı bir romandır. İsmini de romanın ana kahramanı olan Holden Caulfield’ın ileride büyüdüğünde sahip olmak istediği meslekten alır; çavdar tarlasında eğlenip oyun oynayan çocukları uçurumdan düşmekten sakınıp koruyacaktır onları. Kitap Holden’ın yatılı okuduğu okul olan Pancey’den kovulması ile başlar. Atılmasının sebebi geçmesi gereken derslerin büyük çoğunluğunu geçememiş olmasındandır. 5 dersin 4 tanesinden geçememiştir. Ailesine Çarşamba günü yılbaşı tatili sebebi ile döneceğini haber verdiğinden eve varamaz ve bavullarını alarak en başta tarih öğretmeni Bay Spencar’a hoşça kal demeye ardından da bir otele yerleşmeye gider. Gece geç saatlere kadar uyku tutmaz ve oteldeki büyük bara giriş yapar.

Yanındaki genç kızlar ile beraber oturan önemli ihtiyar adamlar ve otuzlu yaşlarında gibi duran üç kadından başkaları yoktur. Üç kızın yanına gider ve oturur.  İkisi suratsız ve meymenetsiz biri ise diğerlerine göre daha hoş sarışın bir hanımdır. Masalarına uğrayan küçük yaştaki erkeği görünce gülmeye başlarlar ve onu ciddiye almazlar. Holden bu duruma çok gücenir ama bozulduğunu onlara çaktırmamaya çalışır. Sarışın olan kızı dansa davet eder. Holden kızın doğru ve güzel dans etmesine rağmen aptal ve sahte biri olduğu düşüncesine kapılır. Yerlerine oturduktan ve saat bayağı geç olduktan sonra kızlar bir anda eşyalarını toplar ve oradan ayrılırlar. Holden kendisini kimsesiz ve yalnız hissetmeye başlar. Kızlar gittikten sonra Holden de oradan kalkıp gider ve taksiye biner. Başka bir bara, Ernie’nin yerine varmaktadır. Ama burada da eskiden tanıdığı insanlarla karşılaşıp keyfi kaçar. Tekrar taksiye biner ve otele varır. Ertesi günün sabahında eskiden çıktığı kızlardan Sally Heyes’e telefon açar ve onunla görüşmek istediğini ifade eder. Bunu sadece yalnızlıktan yapmıştır. Fakat Sally’nin de bir yalancı, sahtekar olduğu kanaatindedir. Sally ve Holden öğleden sonra Central Parkın civarlarında yer alan bir tiyatro izlemek iiçin birbirlerine söz verirler.

Sally ile görüştüklerinde tiyatro gösterimine ara verilir ve birlikte bekleme salonuna geçtiklerine Sally bir tanıdığı erkek ile karşı karşıya gelir. Holden’in deyişiyle o sahte bir insandır ve yanlarında durmaktan çok sıkıldığı için Sally ile tartışır ve onu orada yalnız bırakıp geri döner. Ertesi gün kendini daha da yalnız hisseden Holden gecenin bir vaktinde çok sevdiği ve bağlı olduğu küçük kardeşi Phoebe’nin yanına gider ve onu görür. Anne ve babası ile karşılaşmak istemediğinden oldukça tedbirli davranır ve gözünü kulağını dört açar. Phoebe abisini gördüğüne çok ama çok sevinmiştir. Fakat babasının bu defa onu öldüreceğini yineler durur. Holden ise kardeşinin yanında biraz daha kaldıktan sonra onunla vedalaşır ve oradan çıkar. Holden yalnızlık hissinden çok bıktığından otostop çekerek batıya yolculuk etmeye karar vermiştir. Sağır ve konuşamayan bir insan gibi davranarak bir benzin istasyonunda çalışmaya ve insanlarla ve oraya gelip gidenlere gereksiz muhabbetlere girmeme konusunda karar kılmıştır. Gitmeden önce Phoebe’yi görüp onunla vedalaşmak ister.  Onun okuluna uğrar ve Phoebe’ye verilmesi üzere bir ileti bırakır. Mesajda yazana göre öğle yemeği vaktinde doğa tarihi müzesine uğramasını ve onunla vedalaşacağını ve bu yüzden görüşmek istediği anlaşılır. Vakti geldiğinde Phoebe eline bavulunu alıp çıkar.  Holdeni de yanında götürmek istediğini dile getirir. Ama Holden buna izin vermeyince abisine darılır ve onunla küser. Karşı kaldırımlara geçerek oradan yürüyüp hayvanat bahçesine doğru yol alırlar.

Phoebe zaman geçtikten biraz sonra abisine darılıp onunla küstüğünü bile hatırlamaz. Bu yaşananlardan sonra ertesi sabah Holden eve döner. Evde büyük bir olay meydana geldiği kesin ama Holden anlatmayı tercih etmediği için devamında neler yaşandığı hakkında tam olarak bir bilgi sahibi değiliz tabii ki. Çavdar Tarlasında Çocuklar çok fazla küfür ve argo kelime barındırdığı sebebiyle Amerika’a da belirli bir süre yasaklansa da tüm dünyada okunmaya hala devam edilen ve muhteşem içerikli ve özgün bir kitaptır. Okurlar da genel olarak bu yönde fikir beyan ederler kitap ile alakalı. Kurgusu ve işleyişi, teması ve konusu bakımından adeta mükemmel olan bu kitapta çocuk çağından ergenliğe geçişin göze çarptığı görülür. Okuyucu kendinden bir şeyler görür bu romanda, kendine ait parçalara rastlar sanki. Yazar oldukça samimi ve akıcı bir dil kullanmıştır. Kitabı en etkileyen özelliklerinden biri de yazarın dilidir. Samimi ve içten dili okurları memnun eden bir özellik olmuştur ve kitabın en etkileyen ve sevilen yönlerinden biri kabul edilmiştir.

KİTABIN KONUSU

Amerika’lı olan yazar J.D Salinger’ın ergenlik çağına ermiş çocukların öyküsünü anlattığı bu kitabı klasikler arasında yer almayı başarmış bir romandır. Çavdar Tarlasında Çocuklar konusu ile aslında isminin pek bağlantısı da yoktur. Kitabın ilk yayınlandığı zamanlardaki ismi Gönülçelendir ve bu Gönülçelen ismi de kitabın konusuna daha uyumlu ve yakın bir addır. Kitapta Holden isminde ergenlik çağına girmiş bir erkeğin öyküsü anlatılır. Holden dersleri hiç parlak olmadığı için okuldan kovulur ve bu durumu ailesine açıklayamayacağını düşünerek uzaklara doğru yola koyulma fikrini düşünüp durur. Ama çevresindeki herkesin de içten olmadığını, onların sahtekar olduğu fikrine sahiptir. Bu fikirde olduğu için de hep yalnız başına kalır. Bir tek küçük kardeşine karşı güven duymaktadır ve bir gün onunla vedalaşmak ister. Ama kardeşi de onun peşini bırakmamaya kararlıdır. Bu yüzden de Holden eve geri dönmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

J.D SALINGER

Amerikalı yazar Çavdar Tarlasında Çocuklar isimli kitabında yer alan Holden karakteri ile bilinmiş ve bu kitabı tanınmaya başladıktan sonra da çok az sayıda eser meydana getirmiştir. 1 Ocak 1919 tarihinde New York’ta doğmuştur. İlkokulu McBurney’ de bitirmiştir. Bir dönem New York üniversitesinde okuduktan sonra babasının işine geri döndü. Bir süre sonra Avusturya’ya gitti ve Hitler’in oraya girişinden 1 ay sonra oradan ayrıldı. Yazarlık okumaya 1939 senesinde Colombia Üniversitesinde başlamıştır. Bir gün öğretmeni kendisindeki kabiliyeti ve yeteneği fark etmiş ve dergisinde onun hikayelerinden birini de bulundurmak istemiştir. The Young Folk yayımlanan ilk hikayesi oldu.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Kitap Özeti

Çavdar Tarlasında Çocuklar

The Catcher İn Rye yani Çavdar Tarlasında Çocuklar romanı 1985 yılında basımına yapıldı. Fransız çevirisine bakıldığında Türkçede romanın ismi Gönülçelen olarak biliniyor. Gönülçelen ismi orijinal haline yakın olmadığı için Çavdar Tarlasında Çocuklar olarak değiştirildi. Çavdar Tarlasında Çocuklar romanı yazarın ilk basıma geçirilen kitabıdır. Bu kitaba olan önem git gide arttı. Yazar bu ilgiden sıkıldığı için uzun süre inzivada kaldı. Kitapta ağırlık şekilde küfür ya da argo görebilirsiniz.  Kitap ABD’de bu özelliğinden dolayı sık sık yasaklanıyor, fakat diğer ülkelerde hala okunabilmektedir.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Roman’ının Konusu

Jerome David Salinger’in ergenlik dönemine girmiş çocukların hayatlarını konu eden, Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı dünyada çok ses getirdiği için dünya klasikleri içerisindeki yerini almıştır.  Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı içeriğiyle asla uyuşmaz, ilk ismi olan Gönülçelen’e daha yakındır. Romanda Holden adında bir delikanlının ergenlik döneminin hikâyesi anlatılır. Yazar Çavdar Tarlasında Çocuklar romanını anlatırken New York şehrini mekân olarak seçmiştir. Holden okuldaki yaramazlıklarının yanı sıra dersleri de çok kötü bir öğrencidir. Bu profilde bir öğrenci olmasından dolayı okuldan atılır. Okuldan atılmış olduğunu aile bireylerine açıklayamayacağını düşündüğü için uzak diyarlara gitmeyi düşünür. Çevresinde bulunan insanlara güvenmediği için hep tek takılır. Tek güvendiği küçük kardeşidir. Küçük kardeşine durumu açıklar. Küçük kardeşi onu bırakmaz ve gidecekse de beraber gideceklerini söyler. Bu durum karşısında Holden eve dönmekten başka çare bulamaz.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Roman’ının Karakterleri

Holden Caulfield: Romanın başkahramanı olarak geçmektedir. Holden, ergenlik döneminin getirdiği sorunlarla boğuşan, kendi dünyasındaki kuralların doğrularını kabul eden, düzensiz ve gamsızdır. Ancak sevilen bir kahramandır.

D.B.: Hollywood’da yazardır. Holden’in abisi görevini görür. Yazıları çok satılır.

Ackley: Düzensiz, sevilmeyen ve pis bir insandır. Holden’in yanında bulunan odada kalan arkadaşıdır. Holden, Ackley’e sürekli özlem duyar.

Phoebe: Holden’le çok iyi anlaşmaktadır. Kızın olgun davranışları, zekiliği Holden’in büyük oranda etkiler. Romanda geçen hikâyede Holden’in kız kardeşi olarak hayata geçirilir.

Mr. Spencer: Holden’in öğretmenlerinden birisidir.

Mr. Antolini: Holden’i evine almış. Eskiden öğretmeni olarak bilinen karakterdir. Ayrıca Holden eşcinsel olduğundan şüphelenip evinden ayrılır.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Roman’ının Özeti

Tembel bir çocuk olan Holden Caulfield’in anılarını anlatır. Yatılı olarak örenim gören Holden derslerinin zayıflığından ve uyumsuzluğundan dolayı okuldan atılır.

Holden’in bu okuldan önce 2 okuldan da aynı sebeplerden atılmıştır.  Holden’ın ailesi çarşamba günü seyahatten döneceği için eve dönmesi imkânsızdır. Öğretmenlerinden Mr. Spencer’ı ziyaret eder. Ziyaretinin bitiminden sonra geri yurda döner. Yurda bulunan Stradlater ve diğer öğrencilerle kavga ettiği için küfür ederek oradan ayrılır.  Burada kalamayacağını anladığı için New York’a doğru yol almaya başlar. Okuldan erken atılmasından dolayı burada vakit geçirmek zorunda kalır. Holden alkol alır. Alkol aldıktan sonra sarhoş şekilde New York sokaklarında aylak aylak gezer. Aylak aylak gezerken tanıdığı insanlara rast gelir, bu insanlarla sohbetini kısa tutar. Çünkü insanların samimiyetlerini yeterli bulmaz. Holden, yakınlarda bulduğu bir otele sığınır. Yılbaşına kadar burada kalmayı düşünür. Holde’nin cebinde yüklü miktarda para vardır. Kadın ticareti yapan bir adamla anlaşarak odasına kadın göndermesini ister. Çok heyecanlanır. Çünkü ilk defa ilişkiye girecektir. Odasına gelen kadınla aynı yaştan olduklarını görünce kadını istemez ve odadan atar. Kadının eline ücretini verir ve gönderir. Kadın ticareti yapan adam hem kadını hem de Holden’i döver ve ek olarak 5 dolarına el koyar. Holden daha sonra eski sevgilisi Sally Hayes ile buluşmak istediğini söyler. Slayy’le buz pateni ve sinema gibi aktiviteler yaparlar.  Holden oyun ve film gibi aktiviteleri saçma bulduğunu abisinin de yazarlık yaptığından Slayy’le bahseder. Salyy yolda eski sevgilisine rastlar ve Holden’i bırakıp onunla takılmaya başlar. Bunun üzerine Holden kıza kötü laflar eder ve oradan uzaklaşır. Holden, bu durumdan dolayı esi öğretmeni Mr. Antolini ziyaret eder. Hocasıyla bir süre sohbet ettikten sonra orada uykuya dalar. Gözlerini açtığından hocası kafasını okşamaktadır. Holden öğretmeninin bir eşcinsel olduğunu düşünüp oradan sessizce uzaklaşır. Uyumak için bir yer ararken tren istasyonuna girer ve uyumaya başlar. Sabah uyandığında otostop yaparak ülkenin batı taraflarına gitmek ister. Gittiği yerde kimseyi tanımayacağı gibi sağır taklidi yapmayı düşünür. Holden, vedalaşmak için küçük kız kardeşi gitmeye karar verir. Bu planından yalnızca küçük kız kardeşine bahseder. Holden, Phoebe’nin öğrenim gördüğü okula gider ve teneffüste buluşmak istediğine dair not gönderir. Teneffüs vakti geldiğinde küçük kız kardeşi bir bavulla yanına koşarak gelir. Phoebe, onunla kaçmak istediğini ve ondan ayrılmak istemediğini söyler. Holden, kardeşine kötü şeyler yaşatmamak için gitmekten vazgeçer.  Phoebe’nin ellerinden tutarak onunla lunaparka gider. Sevinçten ağlayacak derece gelen Phobe’yi gören Holden mutluluktan gözyaşlarını tutamaz. Kitabın sonunda Holde’nin ruhsal tedavi aldığını ve sonbahar başlayınca okula tekrar başladığı yazar.

Çavdar Tarlasında Çocuklar Roman’ının Yazarı

Jerome David Salinger, New York’ta 1 Ocak 1919 tarihinde dünyaya gelmiştir. Yazmış olduğu Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabındaki ergenlik dönemini yaşayan Holden’e benzer bir çocukluk dönemi geçirdi. 1934-1939 yılları arasında askeri ve yazarlık okullarına gitti. 1948 yılında dergilerde 20 öykülük bölümler yayınladı. Kendi isteği üzerine 1954 yılında öykülerin yayınlanmasını engelledi. 1974 yılında kitapları üzerinden para kazanmak isteyen kişiler korsan yayınlar yaptı. O dönemlerde en çok satış patlaması yaratan kitap Çavdar Tarlasında Çocuklar oldu. Yaratılan ilgi ve önem yazarı yormaya, boğmaya başladı yazarın insanlara olan samimiyeti çok büyük derecede azaldı. Bu ilgiden dolayı çok bunalan Salinger inzivaya çekildi, daha az eser çıkarmaya başladı. 1 Ocak 1919 yılında New York’ta öldü.

Çatıdaki Rüzgâr Kitap Özeti

Çatıdaki Rüzgâr

Gözünü para hırsı bürümüş bir annenin çocuklarına nasıl eziyet ettiğini konu alan roman birçok insan tarafından büyük bir ilgiyle okundu.

Kitabın Konusu

Zalim annenin yaptıklarını uzun yıllar acılar içinde çekmiş 3 çocuğun hikâyesini konu alıyor. Çocukların yaşadıklarını asla unutamaması zalim annenin sonunu getiriyor. Zalim annesinin ölümü çocuklarda büyük bir değişlik yaratamamış ve hayatlarına her zaman eksik devam etmişlerdir. Çocukların ailesinden gördüğü tutumları, gelecekteki tutumlarını nasıl değiştirdiğini görürüz.

Kitabın Ana Fikri

Aileler çocuklara gelişme döneminde nasıl davranırsa ilerleyen yaşlarında öyle davranış sergilemelerine sebep olur. Baskı ve psikolojik şiddet görmüş çocuklar ilerleyen yaşlarda çevrelerine büyük bir nefretle zarar verebilirler. Ailesinden gördüğü şiddet ve baskı yüzünden yaşamlarına her zaman acılı ve umutsuz devam ederler. Kitapta işlendiği gibi 3 kardeşin nefreti şiddet uygulayan aile bireyinin sonunu getirdi.

Kitabın Karakter Analizi

Winslow: 3 kardeşe uzun yıllar zarar vermiş, gözünü paradan başka bir şey görmemiş, kötü kalpli bir kadındır. Paraya olan hırsı birçok hata yapmasına sebebiyet vermiştir.

Chris: Kardeşlerden en büyüğüdür. Zor şartlarda da olsa mücadeleyi bırakmamış ve doktor olmuştur. Hırslı, azimli ve koruyucudur.

Cathy: İntikam duygusuyla yanıp tutuşan bir kızdır. İntikamı için annesine büyük üzüntüler yaşatmıştır.

Kitabın Özeti

Çatıdaki Rüzgâr, Cathy, Chris ve Carrie isimlerinde 3 gencin hikâyesini anlatılıyor. Annelerinin kötü davranmasından oluşan baskıdan dolayı evden kaçmaya çalışan 3 kardeş, tavan arasında 1230 gün geçirmeleri, annelerine karşı büyük bir nefret beslemelerine zemin hazırladı. Annelerinin paraya olan düşkünlüğü sevgi ve annelik duygusunun önüne geçiyordu. Babalarının ölmesi sonucunda annelerine ve çocuklara belli bir miktarda miras düştü. Çocukların mirastan pay almasını istemeyen anneleri, yaptığı birçok tatlı ya da çöreğe arsenik ekliyordu. Annelerinin çocukları öldüreceği anlaşıldı. 3 kardeş bir gece kaçma kararı aldı. Ertesi geçe tavan arasından hızlıca kapıya doğru kaçacaklardı.

Çocukların kaçma girişim başarılı oldu. Annelerinden uzaklaşan çocuklar Doktor Paul Seffield’in evine sığındılar. Doktor, çok iyi bir insandı. Çocuklara gayet güzel baktığı gibi eğitim ve öğretimlerini en iyi şekilde karşılamaya çalışıyordu. 3 kardeş doktor sayesinde yıllar boyunca rahat ve huzur içinde yaşadılar. Cathy, güzel bir genç kız olmuştu. Cathy ve doktor arasında minnet duygusundan farklı olarak hoşlantı duygusu oluştu. Cathy, her genç kız gibi balerin olmak istiyordu. Balerin hayallerini gerçekleştirmek için evden gitmeye karar verdi. Balerin olabilmek için çalışmalara başladı ve onunla birlikte çalışan Julian ile tanıştı. Doktora olan hoşlantısını sadece minnetten kaynaklandığını anlayan Cathy, yeni tanıştığı Julian ile aşk yaşamaya başladı. Julian’la mutlu bir birlikteliği olsa da aklında sadece annesinden alacağı intikam düşüncesi vardı. Julian’ı ani bir kararla terk etti ve annesini gözlemleye başladı. Annesinin âşık olduğu Bart adındaki genç adamı gözlemleri sonucunda öğrendi. Cathy, zaman zaman Bart’ın ilgisini çekmek için etrafında dolaşmaya başladı. Bart’ın ilgisini çektikten sonra onunla yakınlaşmaya başlayarak Bart’ı kendine çekmeye çalışıyordu.

Birgün Bart’ı karşısına alarak ben Catherine Leigh Foxworth’um dedi. Annem olacak kadın Winslow’un, ilk kocasından dünyaya gelen 3 çocuktan biriyim diye ekledi. Annem ve babamın birlikteliği sadece para içindi, babam annemin üvey amcasıydı. Malcolm Foxworth’un öz kızı yani beni mirastan mahrum bırakmak için yaptıklarını anlatmaya başlayacağım diye sözlerine devam etti. Biz 3 kardeş yıllar önce bu kadından kaçtık. Abim Chris, kendini geliştirerek bu ülkenin en iyi doktorlarından birisi oldu. Carrie, benim küçük kız kardeşim diye sözlerine devam etti. Küçük kız kardeşim öldü..’ dedi ve sözlerini yutkunarak bitirmeye başladı. Sen ve annem vakit geçirirken abim ve ben sizi dolabın içerisinde sürekli izliyorduk. Carrie, küçük olduğu için tavan arasında saklanıyordu. Onu tavan arasından indiremezdik, indirdiğimiz zaman annem çok kötü şeyler yapardı. Para ve sen annemin hayatına girince gözü döndü, bizi uzun yıllar tavan arasında yaşamaya mahkûm etti.

Cathy, karşısında oturmaya devam eden Bart’a baktı duydukları karşısında şokunu geçirmiş gibiydi. Cathy, sesini yükselterek duydun mu sevgilim ben senin karının kızıyım dedi. Cathy, avukatlık firmasına başvurarak annesinin 3 çocuğunun elinden aldığı hakları geri alacağını söyledi. Oradan ayrılacakken annesi çıkageldi.

Cathy, annesine dönerek donuk bir ses ve bembeyaz suratıyla anne dedi biranda. Annem olacak kadından tek bir şey istiyorum diye ekledi. Carrie’nin cesedini ne yaptın diye acı bir şekilde sordu. Çevredeki tüm mezarlıkları durmadan usanmadan aradım fakat bir iz bulamadım. Ekim ayında 8 yaşında bir çocuğun mezarlıklarda kaydı yok dedi. Annesi biranda hareket ederek ellerini ellerinin üzerine getirdi yüzüklerini ışıldattı. Asla Carrie’yi öldürmek istemedim sadece çöreklerdeki ilaçları kullanarak birazcık hasta etmek istedim. Fakat vücudu ilaçları kaldıramadı hastaneye gidemeden yolda öldü diye sessiz bir ses tonuyla Cary’nin kulağına fısıldadı. Cinayetle suçlanıp içeriye atılmaktan korktum ve Carrie’yi bir yere gömdüm diye sözlerini bitirdi.

Foxworth Malikânesinde uzun uğraşlar sonucunda söndürülemeyen esrarengiz bir yangın çıktı. Bart ve Cathy’in zalim annesi o yangıda büyük acılar çekerek öldü. Cathy, Jory ve Bart adındaki iki çocuğuyla California’da bir ev tuttu. Cathy, eski evlerindeki hareketlerinin üzerine çok uzun yıllar düşündü ve yaptıklarından çok pişmanlık duydu. Annesinin yaptıklarını asla unutamadı ama çocuklarına zalim annesinin yaptıklarını hiçbir zaman yapmayacağına dair söz verdi. Chirs kardeşlerine sahip çıkmış ve onları son nefeslerine kadar korumuştu. Cathy, hayatına aldığı birçok insanla beraber yaşayamadı ve birçok evliliği üzüntüyle bitti. Kendini çatıdaki rüzgârlara bırakarak hayatına mümkün olduğunca devam etti. En son dünyada sadece iki kardeş olarak kaldıklarını hatırladı ve Chris ’in yanına döndü. Chris’le beraber yaşamaya devam ettiler. Carrie’nin mezarını aramaya hala devam ediyorlar.

Kitabın Yazarı

VC Andrews yani Virginia C. Andrews, ABD’nin Portsmouth şehrinde 6 Haziran 1923 tarihinde Lilnora Parker’in tek kızı olarak dünyaya geldi. Amerikan romancılar arasında birçok eser vermiş büyük yazardan biridir. En çok bilinen kitabı Çatıdaki Rüzgârlar kitabıdır. Kitaplarında İşlediği konular genellikle aile içi ya da yakın akrabalarla cinsel ilişkiler yaşayan kişilerin yasak aşk konularıdır. ABD’nin Virginia şehrinde 19 Aralık 1986 yılında meme kanserinden dolayı hayata gözlerini yumdu. Yazarın birçok eseri insanlar tarafından halen büyük bir ilgiyle okunmakta.