1922 yılında Stefan Zweig tarafından hayata geçirilmiştir. Birçok dilde kitabın ismi değişti. Amolaufer kitabının tüm dillerde bilinen ilk ismidir. Amok Koşucusu kitabı çok satılan kitaplar arasında yer almaktadır. Stefan Zweig ’in intihar aşkı bütün romanlarda işlendiği gibi bu romanda da kuvvetli şekilde görülür.
Kitabın Konusu
Amok Koşucusu kitabı çok esrarengiz bir biçimde başlar. Ruhsal sıkıntılar, kişisel bozuklukların yaşandığı hikâyeleri anlatır. Yok etme arzusunun insanı ne hale getirdiğini büyük bir içtenlikle işlenmiş olduğu Amok Koşucusu kitabında, insanın göz göre göre kendini mahvedişi anlatılır. Amok Koşucusu kitabında birçok imkânsızlığın getirdiği trajedik olaylara tanık olacaksınız.
Karakterler
Bir Çöküşün Öyküsü:
- Prenses Prie: Karakterimiz hikâyeyi oluşturur. Gamsız, sorumluluğu olmayan, ilgi çekmek için birçok şeyi yapacak niteliktedir. Şan, şöhretle büyümüş ve bunu getirdiği şımarıklıktan dolayı aldığı cezanın yükümlülüğünü kaldıramayıp intihar eder.
Madalya:
- Fransız komutanın savaşta kaybettiklerini konu alan bir hikâyedir. Komutan askerlerini kaybetme acısıyla fevri davranır. Fransız askerlerinin üzerine düşman üniformasıyla koşması sonunu hazırlar.
Amok Koşucusu:
- Doktor: Başkarakterdir. Tedavi için gelen kadını ret ettiği için vicdan azabıyla ona âşık olana kadar peşinden koşuyor. Kadını kazanmak için yaptıkları mesleğini kaybetmesini sağlıyor. Kadın için hayatından oluyor.
- Kadın: İsmi bilinmiyor. Zengin, saygı duyulan birisi, kocasını aldatması sonucunda hamile kalıyor. Bu hamilelik sonunu hazırlıyor.
Kitabın Özeti
Bir Çöküşün Öyküsü kitabın ilk bölümüdür. Paris prensesinin saplantılı yönetiminin saraydan sürgün edilmesi ile çöküşünü anlatıyor. Prensesle Prie, hazinen parasının çarçur eder ve halkı sinirlendirdiği için kralın dikkatini çekmiştir. Kral Prenses’ i çok uzak diyarlara sürgün etmiştir. Prenses; sarayın şöhretine, şatafatına ve emirindekilerine hizmet ettirmeye alıştığı için bu sürgün ona ağır gelir. Statüsünün gittikçe kaybolması, erkeklerin ona olan ilgisinin büyük ölçüde azalması Prensesi güçten düşürür. İnsanları kendine tekrar bağlamak ve saygı, sevgi kazanmak için, halkı aşağılamaya ve sarayın hazinesini çarçur etmeye başlar. Halkın gözünde bir değeri kalmadığı için Prenses yaptıklarından bir sonuç alamaz. Günler geçtikçe Prenses daha çok yıpranır ve artık yüzü bile tanınmaz silik bir suret olarak yoluna devam eder. Prenses, intihar kararı alır. Yaşadığı sarayda gösterişli bir balo düzenler ve birçok soylu kişiyi bu baloya davet eder. Baloya gelen soyluların karşısında konuşmak yapmak için yüksek bir yere çıkar. Soyluların dikkatini çekmeyi başaran Prenses, 7 Ekim tarihi geldiğinde bu hayattan göçüp gideceğini söyler. Prenses, halk tarafından ölüm günü bilindiği için bir efsane olarak anılacağını düşünür. 7 Ekim tarihinde Prenses intihar eder. Halk birkaç gün Prenses hakkında konuşur. 1 Hafta sonra Prenses tamamen unutulup gider.
Madalya kitabın ikinci hikâyesi olarak karşımıza gelir. Hikâye, bize Fransız bir komutanın çaresizliklerini anlatıyor. Almanya ile savaş içerisinde olan Fransa bazı cepheleri kaybetmiştir. Kaybedilen cephelerde Fransız askerleri Alman kuvvetlerine esir düşmüştür. Esirlikleri işkence ile öldürülüp ağaçlara asılmaları ile bitmektedir. Fransız komutan, canını zor kurtarmıştır. Esir düşen askerlerinin ölüm şekli ve çektiği açılara dayanamaz, fiilen yıkılır. Ormanda hareket ederken bu olayı düşünür şok geçirir. Bilinci büyük oranda zarar gören komutan, yol iz bilmeden ormanda yürümeye durmadan devam eder. Ormanda yürürken yakınından atlı bir Alman subayının tek başına dolaştığını görür. Alman subayını oracıkta öldürür. Kıyafetlerini ve atını alır. Ormanda yiyecek ve içecek aramak için atı sürmeye başlar. Yakınlardaki bir kasabaya zar zor bayılmadan kendini atar. Burada bulduğu yiyecek ve içecekleri tüketip, hızlı bir şekilde kaçması gerekir. Çünkü Alman askerlerinin onu tanıması sonunu getirir. Gideceği yönü ve yolu kesinlikle bilmediği için umudunu yitirir. Atını esir düşen askerlerin olduğu kampa doğru sürer. Bu kampta şerefli şekilde ölmeyi ister, fakat büyük ayak sesleri duyar. Bu sesler bir tabur askerin ayak sesleridir. Kafasını uzatır ve gözlerini kısarak bakmaya başlar. Yol üzerinden geçen tabur Fransız askerlerinden oluşuyordur. Fransız askerlerini görünce çıldırmışçasına naralar ve bağırışlar atarak onlara doğru koşmaya başlar. Asla durmaz ve bağırarak koşar. Fransız askerleri yaklaşan bir düşmanın onlara zarar vereceğini düşünür. Fransız komutan, daha yaklaşamadan orada vurulur. Çünkü Fransız komutan, Alman subayının kıyafetleri üzerindeyken Fransız askerlerinin üzerine koşmaya çalışmıştır. Şerefli bir Fransız askeri olarak ölmek isterken, üzerinde Alman askeri kıyafetleriyle ölür.
Kitabın ismini oluşturan bir başka hikâye ise Amok Koşucusu ’dur. Hikâyede yine kişisel sorunlara ve psikolojik rahatsızlıklara yer verilir. Napoli Liman’ından hareket eden gemi Oceania limanına giderken yaşanan olaylara değinir. Gemideki diğer insanlardan farklı olarak geminin gizli ya da insanların göremeyeceği kısımları incelemek isteyen yolcu, gemiyi keşif etmeye başlar. Yıldızları izlemeyi çok sever ve gece vakti olduğundan çıkıp yıldızları seyreder. Yıldızları izlerken gecenin sessizliğinde tek başına olmadığını anlar. Yıldızları izlemekten zevk alan bir yolcu daha vardır. Bu yolcu aslında daha önceden bulmuştur. İkisi arasından sıcak ve akıcı bir sohbet başlar. Güvertedeki adam delik deşik bir yüze sahiptir ve konuşmasında aksaklık vardır. Bunları umursamayan yolcu bu yabancıya her şeyi anlatmak ister. Bu korkunç yüzlü ve kekelereyerek konuşan adam aslında bir doktordur. Aslında doktorun en büyük hayali, Avrupalılara insanlık ve uygarlık yolundaki lider konumunda olmak ister. Kasabının birinde doktorluk görevini yerine getirirken, kadının birisi onunla sohbet etmek için gelir. Kadın, zengin ve statü sahibidir. Ayrıca tüm çevre tarafından saygı duyulan birsidir. Kadın kocasından olmayan bir bebeği henüz büyümeden almasını talep eder. Doktor yasalara bağlı olduğu için bunu yapamayacağını söyler. Kadın, doktora yalvarır ve yardım talep eder. Ancak çabalarından sonuç alamaz. Kadın çok sinirlenir ve doktora bağırarak tedaviye ihtiyacı olmadığını söyleyerek odadan çıkar. Doktor, kadının takındığı tavırdan dolayı çok sinirlense de çaresizliğini unutamaz. Kadına karşı bazı duygular hisseder. Bu kadın diğer gördüğü bütün kadınlardan farklıdır, doktor odadan koşarak çıkar. Kadını aramaya başlar. Fakat birçok yere baksa da kadını bulamaz. İçinde çok büyük bir vicdan azabı oluşur. Günlerce kasabada bu kadını arar. Diğer kadınlardan çok farklı olan kadına gün geçtikçe âşık olmaya başlar. Birkaç kişiye sorduktan sonra kadının kasabalı olmadığını ve şehir dışında yaşadığını öğrenir. Kadının karşısına dikilir ve ona tüm içtenliğiyle yardım etmek istediğini söyler. Kadın, doktora güvenmez ve yaşanan olayın gün yüzüne çıkacağını düşünür. Doktor ne kadar yalvarsa da kadını ikna edemez. Tayinini şehirden alır, kadının yaşadığı bölgeye ister. Doktor hem kadına yakıp olabilecek hem de ona gelebilecek zararlardan koruyabilecektir. Doktor, yaptığı hareketin onun güvenini kazanacağını düşünür. Kadın doktorun bu hareketlerini görmezden gelir. Başka bir kasabaya gitmek için yol alır. Kadının gittiği kasabadaki doktor çok pis ve kötü şartlarda tedavi etmektedir. Kadın burada hastalık kapar ve çok fazla kan kaybetmeye başlar. Kadın kaptığı enfeksiyon yüzünden ölmek üzeredir. Bunu duyan doktor koşarak kadının yanına gider. Kadın, doktora sırrını saklamasını isterken ölür.
Kadının kocası bu ölümden çok yıpranır ve kadının cesedini incelemek üzere otopsiye gönderir. Otopsi yapılan yer, kıtanın diğer bölümündedir. Gemiye yüklenen kadının cenazesinin yanında doktorda gelmek ister ve gemiye biner. Doktor; mesleğini, parasını ve ismini geride bırakır. Çünkü kadına vermiş olduğu bir söz vardır. Doktor, sırrın açığa çıkmasını engellemek için cenazeyi kaçırma kararı alacaktır. Doktor yapacağı bu hareketlerden dolayı kendini Amok Koşucusuna benzetmektedir. Amok Koşucusu, çılgınca koşup önüne kim gelirse bıçaklayan bir adama konulan isimdir. Doktorda tıpkı Amok Koşucusu gibi kadının peşinden gidecektir. Gemide bu olay duyulur. Yolcular arasında konuşma geçer, adamın biri cenazeyi kaçırıp denizin dibine atlamıştır. Denizin dibinde olan Amok Koşucusundan başkası olamaz.
Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi
Stefan Zweig, 28 Kasım 1881’de Viyana’da dünyaya gelmiştir. Roman, tiyatro, şiir ve öykü türlerinde 30’a yakın eser vermiştir. 1930 ‘lu yıllarda en çok tercümesi yapılan ve insanlar tarafından en çok tercih edilen kitap yazarı olarak sayılmıştır. Eserleri milyonlarca satış ve baskı sayısına ulaşır. 1933 yılında Nazilerin yükselmesi sonucunda birçok eseri ateşe verildiği için çoğu eseri kurtarılamadı. Yaşanan bu olayların üzüntüsüyle 22 Şubat 1942 yılında eşiyle birlikte Brezilya’da intihar etti.